K kadın İşçiler (Female Workers)



Yüklə 170 Kb.
tarix14.09.2018
ölçüsü170 Kb.
#68543


K
Kadın İşçiler (Female Workers): Bedeni ve fikri emeklerini bir hizmet akdine dayanarak belirli bir ücret karşılığında işverene arz eden kadınları ifade eder.

Kadın işçilerin emeklerini toplu halde iş piyasasına arz etmeleri fabrika sanayiinin doğuşu ile başlamıştır. 19. yüzyıldaki düşük ücretler kadınların aile geçimine yardımcı olmak için çalışma hayatına atılmasına sebep olmuştur. İşverenlerde erkeklerden daha düşük ücret seviyelerinde çalışmaya razı olan kadın işçileri istihdam etmeye başlamışlardır. Gerek örf ve adetler gerekse kadınların annelik fonksiyonu nedeniyle devlet kadınları koruyan bazı kanunlar çıkarmıştır. Kadınların çalışma hayatına katılıp katılmaması hususunda etkili olan faktörler kültürel, sosyal, ekonomik ve etnik karakter göstermekte, demografik faktörleri gölgelemektedir. Sosyal ve kültürel faktörler genellikle az gelişmiş ülkelerde kadınların ücretli işçi olarak çalışmasına engel teşkil etmekte buna karşılık gelişmiş ülkelerde ise kadın çalışmasını ekonomik faktörler tayin etmektedir. Toplumun refah seviyesindeki değişmeler kadınların çalışmasına da tesir etmektedir. Refahın ve buna bağlı olarak ücretlerin yükselmesi kadınları çalışmaya teşvik etmektedir (ERGİN, 1973, ss.482-483; HANÇERLİOĞLU,2006, s.197).


Kadın İşçi Ücretleri (Wages Of Female Workers): Kadın işçilere ödenen ücret hadlerini ifade eder.

Kapitalist sistemlerde fabrikasyon üretime geçilmesiyle kütle halinde çalışma hayatına atılan kadın işçi ücretleri erkek işçi ücretlerine oranla düşük olmuştur. Bu durum emek piyasasında ücretlerin daha da düşmesine sebebiyet vermiştir. Neslin dejenere olma tehlikesini de göz önüne alan kamu organları çalışma hayatına müdahale etmişler ve istihdam şartlarını düzenleyen kanunlar çıkarmışlardır. Bu kanunlardan biri ‘Aynı nitelikteki işlerde ve eşit verimle çalışan kadın ve erkek işçilere, sadece cinsiyet ayrılığı sebebiyle farklı ücret ödenmeyeceğini’ esas alan kanundur. Uluslararası Çalışma Teşkilatı kabul ettiği 100 numaralı sözleşme ile ‘eşit işe eşit ücret’ prensibini getirmiştir. Bu sözleşme Türkiye tarafından da onaylanmıştır. 1 Temmuz 1969 tarihinde yürürlüğe giren asgari ücret kanununda da ücretler bakımından kadın ve erkek işçi ücretleri arasında bir fark gözetilmeyeceği belirtilmiştir (ERGİN, 1973, s.483; HANÇERLİOĞLU, 2006, s.197).


Kafa Sayım Endeksi(Index of Mind Counting): Yoksulluk ölçümlerinde en sık kullanılan endekstir ve yoksulluk oranı olarak ta ifade edilir. Kafa sayım oranı geliri yoksulluk çizgisinin altında kalan kişilerin sayısının nüfusa oranıdır. Bu endeksin yaygın kullanılmasını sağlayan avantajı verilere ulaşabilmenin ve hesaplamanın kolay olmasıdır. Bu orana dair yapılan en temel eleştirilerden biri yoksullar arasındaki farklılıkları dikkate almamasıdır. Bu endeksin hesaplanmasıyla yoksulluğun boyutunun ve derinliğinin ne çapta olduğu ortaya koyulamaz. Bu durum yoksulluk çizgisi altında kalan kişilerin yoksulluk çizgisi üzerine çıkmadıkça gelirinde ve yaşam standartlarındaki değişimlerin değerlendirilmesini olanaksız kılmaktadır. Oysa bir yoksulluk endeksinde yoksullardan yapılan gelir transferi yani daha çok yoksullaşma yoksulluk ölçüsünü arttırmalıdır ((11.07.2006), www.sendika.org/arşiv/anametin,(11.05.2007)).


Kaldor, Nıcholas: (1908-1986) Macar asıllı tanınmış bir İngiliz iktisatçıydı. Budapeşte’de doğdu, 1930’da London School of Economics’ten mezun oldu. Cambridge Üniversitesi’nde İktisat Profesörlüğü ve Araştırma direktörlüğünün yanında, İngiliz Hükümetine danışmanlık görevlerinde bulundu.

İlk milletler arası şöhretini William Beveridge’nin İkinci Dünya savaşında yazdığı ‘Full Employment in a Free Society’ adlı kitabına yaptığı katkı ile sağlamıştır. Essays in Economic Policy, Capital Accumulation and Economic Growth ve Conflicts in Policy Objectives bazı tanınmış eserleridir.



Uzun süreli sermaye kazançları vergisi ile selektif istihdam vergisinin savunuculuğunu yapmış ve Refah Ekonomisinde ‘Telafi Prensibini’ ortaya koymuştur. 1947-1949 yılları arasında Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu Araştırma ve Planlama Bölümü Başkanlığını yaptı. 1951-1955 yılları arasında İngiltere’de Kraliyet Vergi Komisyonu üyesi olarak çalıştı ve komisyona kabul ettiremediği Harcama Vergisi tezini aynı adla 1955’te kitap halinde yayınladı.1963’te Türkiye için arazi vergisi projesi hazırlamıştır (ERGİN,1973, s.485; SEYİDOĞLU, 2002, s.321; PARASIZ, 1999, ss.310-311).

Kaldor Büyüme Örneği (Kaldor Model): Macar asıllı olan İngiliz Cambridge Üniversitesi ekonomi profesörü Nicholas Kaldor’un ortaya attığı ekonomide dengeli gelişmenin anamalın, üretimin ve emek verimliliğinin eşit oranlarda artmasına bağlı olduğu görüşüdür (HANÇERLİOĞLU, 2006, s.199).

Kaldor Dağılım Örneği (Kaldors Income Distrubution Model): Ulusal gelirin yatırımlara ayrılan payı büyüdükçe mülkiyet gelirlerinin emek gelirinden daha çok pay aldığı görüşüdür. Ana malın niteliği üzerine yapılan yüzeysel bir gözlemdir (HANÇERLİOĞLU,2006,s.199;ERGİN, 1973, s.486).
Kaldor Yazanağı (Kaldor Raport): İngiliz profesörü Kaldor’un 1962 ‘de Türk vergi sistemi üzerine verdiği rapordur. Kaldor bu raporda; özel sektörün daha çok vergilendirilmesini, kamu sektörünün ekonomide egemen kılınmasını, ağır toprak vergisi konularak topraklarını gereği gibi işleyemeyen çiftçilerin topraklarını satmaya zorlanmasını öneriyordu. Böylece toprak reformu vergilendirmeyle gerçekleştirilmiş olacaktı. Kaldor’un 1962’de hazırlayıp Viyana’da toplanan Uluslar arası Ekonomiciler Derneği Kongresi’nde sunduğu bu rapor “Kaldor reformu” olarak ta adlandırılır. İnönü hükümeti döneminde bir hükümet bunalımına yol açmış ve uygulanmamıştır. Fakat mecliste, basında ve maliye örgütünde çok sayıda ve güçlü yandaşlar bulmuştur. Ülkemiz için yabancı uzmanlara hazırlattırılan ekonomik raporlar arasında tek önemli ve bilimsel rapor budur (ERGİN,1973, ss.486-487; HANÇERLİOĞLU,2006, s.199).
Kalifiye (Qualified) : Bk. Nitelikli Emek.

Kalkınma (Development): Az gelişmiş ülkelerin dış yardım ve ekonomik düzenlemeler yoluyla gelişmiş ülkelere yetişme çabasıdır. İkinci Dünya savaşından sonra bağımsızlığını kazanan sömürgelerin ortaya çıkışıyla ileri sürülen bu terim, azgelişmişlik ve geri kalmışlık gibi aynı yapıdaki kelimelerle birlikte ekonomik ezilmişliği ve sömürülmeyi dile getirir. Ekonomiciler kalkınmayla gelişmenin hızlanmasını ifade ederler. Ekonomik gelişme evresinde hesaplanan ulusal gelir oranı kalkınma hızını verir. Örneğin yüzde 5 kalkınma hızı demek; ulusal gelir yüzde 5 artmıştır demektir. Samuelson’a göre kalkınmanın anahtarı dört faktöre bağlıdır: Nüfus, doğal kaynaklar, sermaye birikimi ve teknoloji. Ekonomi dilinde kalkınma deyimi “Büyüme” terimiyle aynı anlamda kullanılır (HANÇERLİOĞLU, 2006, s.201).
Kalkınma Açığı (Development Uncovered): Reel Gayri Safi Milli Hasılanın gerçekleştirilmesi planlanan Gayri Safi Milli Hasıla seviyesinden düşük olmasıdır. Söz konusu durumda toplumun hayat standardında, kişi başına düşen reel üretimde, maddi refahın arttırılmasında, yoksulluğun azaltılmasında ve benzeri ekonomik hedeflerde katedilmesi planlanan mesafenin gerçekleştirilemediği anlamına gelir ((T.Y.),www.analiz.ibsyazilim.com, (12.03.2007)).
Kalkınma Bankaları (Development Banks) : Az gelişmiş ülkelerde iktisadi kalkınmayı desteklemek için kredi vermek amacıyla kurulmuş bankalardır. Mevduat kabul etmez, mevduat kredi mekanizması ile kaydi para yaratmazlar. Bu bankalar gelişmiş ülkelerde sermaye piyasasının gelişmemiş olma sakıncalarını gidermeye yönelik faaliyet gösterirler. Başlıca amaçları temel sanayi dallarına yatırım yapan girişimcilerin desteklenmesidir. Sermayeleri genellikle devlet tarafından karşılanır. Özel kesim projelerini de finanse edebilirler. İşlevleri şöyle özetlenebilir; Sanayi kesimine uzun vadeli finansman sağlama, iç kaynakları harekete geçirip sanayi kesimine yönlendirme, sermaye piyasasının gelişmesine yardımcı olma, proje düzeyinde teknik yardımda bulunma, dış mali kaynakları sanayi kesimine yönlendirmede aracılık etme ve yatırım olanakları konusunda araştırma yapma. Kalkınma bankaları ulusal düzeyde olduğu kadar bölgesel veya tamamen uluslar arası düzeyde de olabilir. Bölgesel kapsamda kurulan kalkınma bankaları belirli bir coğrafi alandaki ülkeler arasında kurulur ve o ülkelere kalkınma kredisi sağlarlar. Türkiye’de Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Sınai Yatırım ve Kredi Bankası, Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş. ve Devlet Kalkınma Bankası gibi bankalar yatırım bankacılığı faaliyetinde bulunurlar (SEYİDOĞLU, 2002, ss.321-322).
Kalkınma Hızı (Improvement): Kalkınma hızı belirlenirken birçok faktör dikkate alınır. Bunlar arasında ilk akla gelenler doğal kaynaklar, nüfus, üretim faktörlerinin miktar ve niteliği, sermaye, döviz miktarı gibi faktörlerdir. Bu faktörler arasında sermaye önemli bir fonksiyon teşkil eder. Diğer tüm faktörlerin mevcut olması durumunda eğer yeteri kadar sermaye birikimi yoksa hedeflenen kalkınma hızı gerçekleştirilemeyebilir. Bu nedenle az gelişmiş ülkelerdeki kalkınma planları öncelikle yeterli sermaye birikimini oluşturmaya yöneliktir. Sermaye birikiminin yatırımlarla yakından ilişkisi vardır. Yatırımlarda tasarruflarla ilişkili olduğundan kalkınma hızı tespit edilirken yatırımlar, tasarruflar ve bunların üretim ve tüketim üzerindeki etkileri konusunda bilgi sahibi olunması gerekir. Kalkınma hızı hedefi tespit edilirken ekonomik potansiyel ve fiili durum çok iyi tespit edilmelidir. Hedeflenen kalkınma hızını gerçekleştirmek için gerekli olan yatırım miktarı tespit edilmelidir (BERBER, 2004, ss.283-284).
Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Teşkilatı(Regional Cooperation For Development-Rcd): 1964 yılında İran, Pakistan ve Türkiye arasında bölge içi ticareti geliştirmek, sanayi alanında işbirliği sağlamak ve ortak amaçlı projeler gerçekleştirmek gibi amaçlarla kurulmuş ekonomik bir örgüttür. Bu örgütün telekomünikasyon, ulaştırma, turizm, bankacılık gibi alanlarda çalışma yapmakla görevli komiteleri vardı. Örgüt telekomünikasyon ve ulaştırma gibi alanların haricindeki alanlarda etkinlik gösterememiştir. İran’daki rejim değişikliği nedeniyle faaliyetleri askıya alındı. Ekonomik işbirliğinin yeniden canlandırılması adına 1985’te aynı ülkeler arasında benzer amaçları gerçekleştirmek maksadıyla RCD’nin yerine geçmek üzere Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (ECO) kurulmuştur (SEYİDOĞLU, 1992, ss.434-435).
Kalkınma İktisadı (Development Economies): Gelişen bir ülkenin sürdürülebilir büyümesini sağlaması amacıyla tarımsal ve endüstriyel prodüktif kapasitesini arttırma sürecini araştıran ekonomi dalıdır (PARASIZ, 1999, s.311).
Kalkınma Kutupları (Poles Of Development): Bir ülkenin çeşitli bölgeleri arasında gelişme farklılıkları bulunabilir. Devlet bu bölgelerin kalkındırılması amacıyla yöresel kalkınma planları uygular. Kalkınmayı başlatmak için uygun yöreler seçilir ve buralara yoğun biçimde yatırım yapılır. Bu bölgelerde yaratılan kalkınma hareketinin yaratacağı etkiyle çevre bölgelerinde kalkınmanın harekete geçmesi beklenir. Bu şekilde yoğun yatırımlar yapılarak kalkınmanın başlatıldığı merkezlere ‘kalkınma kutbu’ adı verilir. Türkiye’de Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP), İtalya’da Cassa, ABD’de Tennessy Valley Authority gibi projeler birer kalkınma kutbu niteliğindedir (SEYİDOĞLU, 2002, s.322).
Kalkınma Kredisi (Development Credit) : Gelişmekte olan ülkelere sanayi alanındaki gelişmelerini hızlandırmak ve uzun vadeli düşük faizli fon temin etmek için verilen kredilerdir. Bu krediler genellikle yeni yatırım alanlarına yönelen devlet ve özel kuruluşların projeleri için verilir ((T.Y.), www.analiz.ibsyazilim.com, (12.03.2007)).
Kalkınma Planlaması (Development Planning): Ekonomik ve sosyal potansiyeli ya bir bütün olarak tüm ekonomiyi içine alacak şekilde ya da belli bir alanda geliştirmeyi amaçlayan geniş amaçlar kümesidir. Genellikle uzun vadeli planlardır (PARASIZ, 1999, s.311).
Kalkınma Programı (Development Program): Beş yıllık kalkınma planlarının yıllık alt dilimleridirler. Genel kalkınma planı çerçevesinde ait olduğu yılda izlenecek ekonomik, sosyal ve kültürel politikaları gösterir. Devlet planlama Teşkilatı tarafından hazırlanırlar (SEYİDOĞLU, 2002, s.322).
Kalkınma Stratejisi (Development Strategy): Az gelişmişlik sorununu çözmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Dengeli kırsal ve kentsel büyüme, tarımın desteklenmesi, ithal ikamesi gibi farklı stratejiler uygulanabilir (PARASIZ, 1999, s.312).
Kalkınmada Öncelikli Yöreler (Priority Development Areas): Yurdumuzda bazı iller Bakanlar Kurulu Kararı ile “Kalkınmada Öncelikli Yöre” olarak kabul edilmiştir. Buralarda yapılacak yatırımlara, bu kentlerde çalışanlara bazı özel teşvikler sağlanmıştır. Kalkınmada öncelikli yöreler birinci dereceden ve ikinci dereceden olmak üzere ikiye ayrılırlar. Birinci derecede Kalkınmada öncelikli yörelere uygulanan teşvikler diğerlerine göre daha fazladır. Kalkınmada öncelikli yöre olarak tespit edilen illere yapılacak yatırımlara ve çalışacak işgücüne bazı özel teşvikler sağlanmasındaki amaç özel sektör açısından bu yörelere yatırımların çekiciliğini arttırmak buna bağlı olarak bölgenin kalkınmasına katkıda bulunmaktır. Kalkınmada öncelikli yörelere uygulanan teşvikler şunlardır; bu yörelerde yapılacak teşvik belgesi almış yatırımlar gümrük muafiyetinden yararlanırlar, sağlanan teşviklerden biride yatırım indirimidir, yapılacak yatırımlara ilişkin arazi temini esnasında ödenmesi gereken vergi, resim ve harçlardan muaf tutulurlar, fiilen çalışanların ücretlerinin vergilendirilmesinde özel indirimler uygulanır (SEYİDOĞLU, 2002, s.322).
Kalkınma Yardımları Komitesi (Development Assistance Committee): OECD ülkelerinin dış yardımlarını düzenlemek amacıyla örgüt içinde oluşturulan komitedir. Komitenin çalışmaları ile OECD ülkelerinin dış yardım programlarının uyumu sağlanır, yapılacak yardımlara her ülkenin dengeli bir payla katılması sağlanır, dış yardımların ekonomik etkinliği arttırılmaya çalışılır (SEYİDOĞLU, 2002, s.322).
Kalkış Aşaması(Take Off Stage): Ünlü Amerikalı iktisat tarihçisi W. Rostow’un kalkınma modelinde öngörülen aşamalardan birisi; geleneksel tutucu güçlerin etkisinin ortadan kalkması ve gelişmeyi doğurucu güçlerin görülmeye başlaması ile tanınır. Rostow kalkış aşamasını bir ülkenin kalkınma süreci içerisinde en önemli aşama olarak görür. Kalkış aşamasının olmazsa olmaz olarak adlandırabileceğimiz bazı göstergeleri vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir; Üretken yatırımların milli gelir içindeki payı %5 ve daha altındaki seviyelerden %10 lara ulaşmalı: nüfus artış oranını %3 olarak düşündüğümüzde mevcut refah düzeyinin devamı için gerekli ama yeter şart değildir, bir diğeri gelişmede öncü rol oynayabilecek imalat sanayi kolları mevcut olmalı, bir diğeri ise modern kesimde gelişmeyi teşvik edecek ve dış ticaretten elde edilecek tasarrufları iyi değerlendirecek siyasi ve idari bir yapılanma mevcut olmalıdır. Tarih boyunca kalkış aşamasına ilk giren ülke İngiltere olmuştur (SEYİDOĞLU, 2002, ss.322-323; BERBER, 2004, ss.250-256).
Kalkışa Hazırlık Aşaması (To Take Off Stage): Bu süreç kalkış aşamasına geçmek ya da kendi kendini besleyebilen bir kalkınma süreci yaratabilmek için gerekli olan şartların toplumun kendisi yada diğer kuvvetler tarafından hazırlandığı süreçtir. Bu süreçte meydana gelen ekonomik gelişmeler diğer alanlara da pozitif etki yaparak o alanlarda da gelişmeye yardımcı olur. Müteşebbis sınıfın ortaya çıkması, milli şuurun oluşması, gelecek nesillere daha iyi zemin hazırlamak gibi düşünceler genellikle bu süreçte ortaya çıkar. Bu tür gelişmelere bağlı olarak bu değişime ayak uyduran modern kesim ile geleneksel kesimin yan yana olduğu düal (ikili) bir yapı doğar (BERBER, 2004, ss.247-250).
Kameralizm(Cameralizm) : 18. yüzyıl ortalarında Almanya ve Avusturya’da ortaya çıkan bir tür Merkantilizm akımıdır. Servetin devlet tarafından nasıl yaratıldığı ve nasıl kullanıldığı üzerinde durur. Kameralizmin ekonomik teorisinin mali politika, hükümet yönetimi ve teknoloji ile ilgili yönleri vardır. Kameralistler Merkantilistlerin tersine yurtiçi sanayi yoğunlaşmasının önemini vurgulamışlardır. Amaçları yurtiçi endüstriyi geliştirerek kendi kendini besleyebilen bir ekonomi oluşturmaktır. Ulusal ürün tüketimini özendirmişlerdir

(SEYİDOĞLU, 2002, s.324; ERGİN,1973, s.489).


Kamu (Public): Bir ya da birkaç kişiye değil genel olarak tüm topluma, devlete veya hükümete ait olan (SEYİDOĞLU, 2002, s.324).
Kamu Alt Yapı Projesi (Public Infrastructure Project): Kamu tarafından sağlanan ulaşım ve adalet hizmetlerinin iyileştirilmesini amaçlayan projelerdir (PARASIZ, 1999, s.312).
Kamu Altyapı Yatırımı (Public Infrastructure Investment): Ekonominin prodüktif kapasitesine katkı yapan kamusal mal olarak kullanılan sermayenin hükümet tarafından satın alınmasıdır (PARASIZ, 1999, s.312).
Kamu Borçları (Public Debt):Bir ülkede merkezi ve yerel yönetimlerin tümünü kapsayan hükümet borçları. İç ve dış borçlardan oluşabilir. Bu borçlar çeşitli amaçlar için alınmış olabilir. Genellikle iç borçlar bütçe açıklarının karşılanması, dış borçlar ise kalkınma ya da dış ödeme açıklarını finanse etmek amaçlı alınırlar (SEYİDOĞLU, 2002, s.324; HANÇERLİOĞLU,2006, s.203).
Kamu Ekonomisi (Public Economics): Kamu kuruluşlarının yani genel olarak devletin ekonomik faaliyetlerini inceleyen bilim dalıdır. Kamu ekonomisinde esas amaç toplumsal faydanın maksimize edilmesidir. Bölgeler ve kesimler arasındaki gelir adaletsizliklerinin giderilmesi, kamusal ve yarı kamusal mal ve hizmetlerin üretimi, piyasa aksaklıklarının giderilmesi kamu ekonomisinin ilgi alanına girer (SEYİDOĞLU, 2002, s.324).
Kamu Harcamaları (Goverment Expenditures): Devletin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için Genel bütçe, Katma bütçe ve Mahalli idare bütçelerinden yaptığı harcamaları ifade eder. Bu harcamaların kaynağı Bütçe gelirleridir. Devlet ekonomik alanda istihdam yaratma, yurtiçinde fiyat istikrarını sağlama ve dış dengeyi sağlama gibi amaçları için kamu harcamalarından yararlanabilir. Kamu harcamaları cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları olarak gruplandırılabilir. Cari harcamalar kamu kuruluşlarının tüketim amaçlı yaptıkları harcamalardan; yatırım harcamaları devletin sermaye birikimini arttırmaya yönelik harcamalarından ibarettir. Transfer harcamaları ise mevcut servetin dağılımına yönelik harcamaları kapsar

(PARASIZ, 1999, ss.312-313; SEYİDOĞLU, 2002, 324).



Kamu İktisadi Kuruluşları (Public Economics Organization): Bakanlar kurulu kararı ile kurulurlar. Sermayelerinin tamamı devlete ait olup kamu hizmeti nitelikleri ağır basar. Bazı temel mal ve hizmetleri üretmek ve pazarlamak üzere kurulmuşlardır. Faaliyetlerini ekonomik ve sosyal amaçlar doğrultusunda ve verimlilik ilkesine göre sürdürmekte yalnızca karlılık ilkesine göre hareket etmezler (SEYİDOĞLU, 2002, ss.324-325).
Kamu İktisadi Teşebbüsleri (Public Economics Enterprises): Devletin girişimci olarak ekonomik faaliyetlerde bulunmak amacıyla kurduğu işletmelerdir. Sermayelerinin tamamı devlete aittir. Verimsiz çalışmaları, sürekli zarar etmeleri, bütçe üzerinde baskı yaratmaları, siyasal amaçlı aşırı istihdama neden olmaları gibi nedenlerden dolayı 1980’den bu tarihe kadar özelleştirilmeleri gündemde olmuş ve bu yönde çalışmalar yapılmıştır (SEYİDOĞLU, 2002, s.325).
Kamu Mülkiyeti (Public Ownership): Devlete ait sosyal sermaye ve sınai sermaye toplamını ifade eder. Genellikle devletin işletmecilik faaliyetleri için kullanılır. Bu anlamda kullanıldığında bir işletmenin mülkiyetinin devlete olması ve devlet tarafından yönetilmesini ifade eder (SEYİDOĞLU, 2002, s.326; HANÇERLİOĞLU,2006, s.205).

Kamu Yatırımı (Goverment Investment): Dar anlamıyla devletin maddi sermaye stokuna yaptığı ilavelerdir. Geniş anlamıyla ise kamu cari harcamalarının belli bir kritere göre verimli sayılmasını da kapsar. Kamu yatırımlarının değerlendirilmesinde uygulanan en önemli tekniklerden biri Fayda Maliyet analizidir. Kamu yatırımları iki grupta toplanır; altyapı yatırımları ve üretken yatırımlar. Altyapı yatırımları kendileri üretken olmayan ancak diğer yatırımların üretkenliğine etki eden yatırımlardır. Üretken yatırımlar ise genellikle özel kesimde görülen yatırımlardır. Kamu yatırımları genelde altyapı yatırımlarıdır (SEYİDOĞLU, 2002, ss.326-327; ERGİN,1973, ss.490-491; HANÇERLİOĞLU, 2006, s.206).
Kapalı Ekonomi (Closed Economy): En önemli özelliği kendi kendine yeterli olmasıdır. Sistem içinde üretilen genellikle sistem içinde tüketilir. Dış ticaret yoktur (ERGİN,1973, s.493; SEYİDOĞLU, 2002, s.328).

Kapitalist (Capitalist): Bü- yük sermaye sahiplerine ve bunları işletenlere verilen addır. Marksist düşünceye göre üretim araçlarına sahip olan ve emek istihdam eden kişidir. Bu düşünceye göre kapitalistler ve işçiler (proleterya) toplumun çıkarları birbirleriyle çatışan iki farklı sınıfıdır. Kapitalistin serveti işçinin sömürülmesiyle elde edilir ( ERGİN, 1973, s.494; SEYİDOĞLU, 2002, s.329).
Kararlı Denge (Stable Equilibrium): İktisat biliminde dengeyi yaratan karşılıklı ekonomik güçlerin adı geçen denge noktasından sapmaları tekrar düzelteceğini belirtmek üzere kullanılan terimdir.


Şekil-1-Kararlı Denge
Yukarıdaki şekilde gösterilen tam rekabet dengesi kararlı dengeye örnek olarak gösterilebilir. Şekilde yatay eksende herhangi bir malın arz ve talebi, dikey eksende fiyatlar yer almaktadır. Arz eğrisi (S) ve talep eğrisinin (D) kesiştiği noktada (W) denge fiyatı F0 belirlenmektedir. Aynı zamanda W noktasında talep ve arz miktarları Q0’a eşit olmaktadır. Yani satıcıların satmak istedikleri mal miktarıyla alıcıların almak istedikleri mal miktarları birbirine eşittir. Herhangi bir nedenle fiyatlar F1 seviyesine yükseldiğinde arz miktarı artacak ve toplamda F1-Y aralığı kadar olmaktadır. Fiyat artışına paralel olarak arz talep kanunu gereği talep kısılacağından talep miktarı F1-X aralığı kadar olacak X-Y aralığı kadar arz fazlası meydana gelecektir.

Satıcılar bu fazlayı satabilmek için rekabete girişecekler ve fiyatlarını düşüreceklerdir. Bu durum arz ve talebin birbirine eşit olduğu W noktasına kadar devam eder. Fiyatlar F2 seviyesine düştüğünde Z-T aralığı kadar talep fazlası oluşacak ve arz yetersiz kalacaktır. Bu durumda da satıcılar fiyatlarda artışa gideceklerdir ki bu artış yine arz talep dengesinin mevcut olduğu W noktasına kadar devam edecektir. Görüldüğü üzere fiyat bir W noktasında belirlendikten sonra zaman zaman fiyatı bu noktadan ayıran olaylar meydana gelse de ekonomik güçler fiyatın yine W noktasına dönmesini sağlamaktadırlar. Bu duruma “kararlı denge hali” denilmektedir ( ERGİN, 1973, ss.505-506).


Kararsız Denge (Unstable Equilibrium): Bazı malların arz eğrileri farklılık gösterebilir. Yani malın fiyatı yukarı çıktıkça arz eğrisi genişleyeceği yerde tersine daralabilir. Bu şekilde bir durumun ortaya çıktığı piyasalarda karalı denge durumu görülmeyebilir.


Şekil-2-Kararsız Denge
Yukarıdaki şekilde yatay eksende arz ve talep miktarları, dikey eksende fiyatlar yer almaktadır. Arz eğrisi üzerinde N noktasına kadar fiyat yükseldikçe arz genişlemektedir. Bu noktadan sonra fiyat daha da artarsa arz miktarında daralma başlamaktadır. Denge arz ve talep eğrilerinin kesiştiği K noktasında oluşacaktır. Ancak bu denge artık kararlı denge değil kararsız dengedir. Denge fiyatından daha düşük bir F2 fiyatından arz edilen miktar F2-L, talep edilen miktar ise F2-M kadar olacak ve piyasada M-L aralığı kadar arz fazlası meydana gelecektir. Arz fazlasını giderebilmek için satıcılar fiyat kırmaya gidecek ve bu durum da dengeden daha da uzaklaşılmasına sebebiyet verecektir. Devam eden süreçte ekonomideki hakim güçlerin eğilimi eski denge noktasını yeniden yakalama yönünde değil tersi istikamette devam edeceğinden bu nedenle bu dengeye “kararsız denge” adı verilir (ERGİN, 1973, ss.505-506).
Karma Ekonomi (Mixed Economy): Piyasa mekanizmasına bağlı bir şekilde özel işletmelerin yanında kamu işletmelerinin de faaliyet gösterdiği piyasa modelidir. Kapitalist ve Kollektivist sistemler arasında üçüncü bir yol olarak tabir edilmiş ve günümüz dünyasında uygulanmaktadır.

Bazı kesimlere göre kapitalist sisteme bazı kesimlere göre ise kolektivist sisteme geçişte aracı olarak görülmektedir. Bu yönüyle geçici olduğu söylenir. Günümüz dünyasında piyasa mekanizmasının en liberalleri olarak bilinen batı ülkelerinde bile ekonomi içinde kamu kesiminin değişik ölçülerde ağırlığı mevcuttur. Bu nedenle günümüzde tam manasıyla karma ekonominin uygulandığı söylenemez (SEYİDOĞLU, 2002, s.336; ERGİN, 1973, ss.510-512; HANÇERLİOĞLU, 2006, s.210).



Karşılaştırmalı Dinamik (Comparative Dynamics): Dinamik ekonomilerde kullanılan özellikli bir yöntemdir. Parametrelerdeki değişme oranı ve değişkenlerin denge değeri sabittir. İçsel değişkenlerin denge değerleri bu parametrelerden birinin farklı değerlerine göre mukayese eder. Bu modelin kullanıldığı ekonomik modellere “durgun durum” modelleri denir ( PARASIZ, 1999, s.323).
Kaynak Dağılımı(Resource Allocation): Bir ekonomide sahip olunan kıt kaynakların çok sayıdaki kullanım alanı ve kullanıcıları arasında dengeli ve etkin bir şekilde dağılımını sağlamayı ifade eder. Bunu sağlayacak olan ya serbest piyasa mekanizmasının kendisi ya da merkezi otoritedir. Serbest piyasa mekanizması kaynak dağılımını en iyi şekilde sağlayacak olan araçtır. Kaynakları karlılığı düşük olan alanlardan yüksek olan alanlara sevk eder. Optimum kaynak dağılımının sağlanabilmesi açısından çeşitli varsayımlar ortaya atılmıştır. Bunlar; mal ve faktör piyasalarında hükümet müdahalelerinin bulunmaması varsayımların başında gelir, monopol ve monopson gibi eksik rekabet piyasalarında kaynak dağılımı dengesizdir ve israf kaçınılmazdır. Sosyalist sistemlerde fiyat mekanizması geçerli olmadığı için kaynak dağılımı merkezi plana uygun olarak yapılır. Kaynak dağılımı konusunda etkinliğin yanında eşitlikte önemli olduğu için sosyalist sistemlerde eşitliği sağlama konusu ön plandadır ( SEYİDOĞLU, 2002, ss.344-345).
Kaynak Dağılımı Etkinliği (Allocational Efficiency ): Mevcut kaynakların marjinal verimliliği yüksek sektörlere aktarılmasıyla gerçekleşmiş olur. Bu sayede üretimin çoğu verimliliği yüksek sektörlerde gerçekleştirilerek kalkınma süreci hızlandırılabilir. Kaynakların bu alanlara aktarılmaması durumunda atıl kullanılmaları söz konusu olacağından kalkınmanın sağlanmasında olumsuz etki yaratacaklardır ((T.Y.), www.analiz.ibsyazilim.com, (12.03.2007)).
Kaynak İsrafı (Waste Of Resources): Mevcut kaynak ve üretim faktörlerinin optimal biçimde kullanılmadığını ifade eder. Böylesi bir durumda az kaynakla çok üretim gerçekleştirilememesi, mevcut kaynakların atıl kapasite ile kullanılması gibi olumsuz gelişmeler görülebilir (SEYİDOĞLU, 2002, s.345).
Keynes Ekonomisi (Keynesian Economics): John Maynard Keynes ve onun izleyicileri tarafından ortaya atılan ekonomik bir teoridir. Ondan önce geçerli olan sistem Klasik Ekol idi. Klasiklere göre ekonomi sürekli olarak tam istihdam düzeyinde dengededir. Keynes ilk kez ekonominin eksik istihdam seviyesinde de dengeye gelebileceğini göstermiştir. Keynes’in ekonomik modeline göre milli gelir ve istihdam düzeyini belirleyen faktör toplam harcamalar ya da “efektif taleptir”. Ekonomide ilk kez uzun süreli işsizlikten söz eden Keynes’tir. Keynes teorisi makro ekonominin temellerini oluşturur (SEYİDOĞLU, 2002, ss.348-349).
Keynes Etkisi (Keynes Effect): Fiyatlar genel seviyesindeki bir düşüşün faiz oranlarını aşağıya çekerek yatırımları dolayısıyla milli gelir ve istihdamı arttırmasını ortaya atan görüşüdür. Bu etki para piyasası yoluyla işler ( SEYİDOĞLU, 2002, s.349).
Keynes Çarpanı (Keynesian Multiplier): Keynes’in bulduğu gelirle yatırım arasındaki orandır. Keynes’e göre yatırımlar ulusal geliri bu katsayı oranında etkiler. Çarpanın saptanması için marjinal tüketim eğiliminin binmesi gerektiğini söylemiştir. Bu çarpana “çoğaltan’da” denir (HANÇERLİOĞLU, 2006, s.231).
Keynes’in İstihdam Teorisi (Keynesian Theory Of Employment): Keynes’in 1936 da yayınlanan “İstihdamın Faizin ve Paranın Genel Teorisi” adlı kitabında izah edilmiştir. Keynes üretim faktörlerinin, özelliklede emeğin optimal dağılımından önce dağıtılan faktörlerin atıl kullanılıp kullanılmayacağı meselesini ön planda tutmuştur. Keynes’e göre arz ve talep arasında bir denge oluşsa bile bu dengenin her zaman tam istihdam seviyesinde teşekkül edeceği kesin değildir. Keynes’e göre ülkelerde aşırı tasarruf karşısında tüketim eğiliminin zayıf kalması ve aşırı üretim kapasitesinden dolayı yeni yatırımların marjinal etkinliğinin azalması efektif talebin kısılmasına neden olmaktadır. Bu durumda emeğin tamamının kullanılmayarak bir kısmının işsiz kalmasına sebebiyet vermektedir. Keynes’e göre işsizliğin mevcut olduğu ülkelerde devlet bütçe açığı ve enflasyonist etkilere katlanarak yatırım politikası yürütecek, otonom yatırım harcamaları ile çarpan mekanizmasını harekete geçirecek ve işsizliği azaltmaya çalışacaktır ( ERGİN,1973, s.527).
Keynes John Maynard: 1883-1946 tarihleri arasında yaşamıştır. Üniversiteyi King’s College’de (Cambridge) okumuştur. Alfred Marshall ve A.C. Pigou’dan iktisat dersleri almıştır. İngiltere Maliye Bakanlığın’da idari görevle çalıştı. Alman savaş tazminatını çok bularak bu görevinden istifa etti. 1936’da yayınlanan General Theory of Employment, Interest and Money (İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi) adlı eseriyle İktisat alanında devrim yapmıştır.1944’teki Bretton Woods konferanslarına İngiltere’nin temsilcisi olarak katıldı. Bu toplantılarda kurulacak uluslararası para sistemi ile ilgili ünlü Keynes Planı’nı ortaya attı.

Ricardo gibi kısa dönemli spekülasyonlardan servet yapmıştır. Dünyanın en önemli İktisat dergilerinden birinin editörlüğünde uzun yıllar görev yapmıştır. Kurduğu düşünce sistemi hükümetlerin izledikleri istihdam ve gelir politikalarına ışık tutmuştur. 1919’da Economic Consequences of the Peace ve 1922 de A Revision of the Treaty adlı kitaplarını çıkartmıştır. Bu iki eserinde siyasi olayların arkasındaki iktisadi ve sosyal planları tahlil etmiştir. Lordlar Kamarasında savaş sonu dış ticaret koşullarına yönelik yaptığı konuşma dünyaya son seslenişi olmuştur (SEYİDOĞLU, 2002, ss.349-350; (ERGİN, 1973, ss.524-527).


Keynes Planı(Keynes Plan):Planın hedefi Altın Standardına dönmeye gerek kalmadan milletler arası ödemelerin devamını temin edecek yeni bir sistemin kurulmasıydı. Altın para sistemi fiyat elastikiyetini temin etmemekteydi.1944 yılındaki Bretton Woods konferansında White Planı ile çarpışan plandır. Amerikalıların White Planına karşılık olarak İngilizler Keynes Planı ile konferansa iştirak etmişlerdi. Konferans sonunda kabul edilen White Planı oldu (SEYİDOĞLU, 2002, s.349; ERGİN, 1973, ss.527-528).
Kırsal (Rural) : Kentsel olmayan. Kır ya da köylerle ilgili, tarımsal.
Kısır Döngü(Sterile Vicious Circle): Kökeni klasik iktisatçılara kadar dayanan az gelişmişliği açıklayan teoridir. Ünlü iktisatçılar Singer ve R. Nurkse tarafından kalkınma literatürüne kazandırılmıştır. Bu döngüde az gelişmişlik farklı faktörlerin bir araya gelip oluşturduğu olumsuz etkiden değil bu faktörlerin birbirine olan bağımlılığı sonucu olarak ortaya çıkar. Bazı varsayımlar üzerine oturtulmuştur. Bunlar şöyle sıralanabilir; Döngü belli bir noktadan başlar ve en sonunda yine aynı noktaya zorunlu dönüş yapar, faktörler arası etkileşim tek yönlü olup her bir faktör kendinden sonra gelen faktörü etkiler, bir faktör sadece bir faktör tarafından etkilenmektedir. Bu döngü hakkındaki ilk teori Adam Smith tarafından ortaya atılmıştır. Smith’e göre gelişmenin önündeki engel sınırlı işbölümüydü. Bu nedenle bu teoriye Klasiklerin Sınırlı işbölümü Teorisi denilmiştir ( BERBER, 2004, ss.262-263).
Kısır Döngü Kuramları (Sterile Vicious Circle Theories): Kısır döngü hakkındaki ilk kuram A. Smith tarafından ortaya atılmıştır. Smith sınırlı iş bölümü faktörünü gelişmenin önünde bir engel olarak görüyordu. Bu nedenle döngünün en başına sınırlı işbölümü faktörünü yerleştirmiştir. Smith’in döngüsü şu şekilde işler; sınırlı işbölümü-düşük verimlilik-düşük karlılık-yetersiz sermaye birikimi-sınırlı Pazar-sınırlı işbölümü. Kısır döngü kuramları içerisinde bir başkası R. Nurkse tarafından geliştirilen Yoksulluk kısır döngüsüdür. Nurkse’ye göre ülkeler yoksul oldukları için yoksuldurlar. Yani döngüyü başlatan faktör kişi başına düşük gelirdir. Bunların haricinde sağlık, eğitim, küçük ölçekli üretim ve emek alanlarında da kısır döngüler tespit edilmiştir.

Sağlık alanındaki kısır döngü; Yoksulluk-yetersiz beslenme-sağlıksız bir vücut ve çalışma gücünün azalması-düşük verimlilik-düşük gelir- yoksulluk.

Eğitim alanındaki kısır döngü; Yoksulluk-yetersiz eğitim alma-düşük verimlilik-düşük gelir-yoksulluk.

Küçük ölçekli üretim alanındaki kısır döngü; Küçük ölçekli üretim-verim düşüklüğü ve yüksek maliyet-küçük pazarlar-düşük yatırım-küçük ölçekli üretim.

Emek alanındaki kısır döngü; Emek arzında fazlalık-emek yoğun üretim zorunluluğu-emek başına düşük verimlilik-düşük karlılık-düşük sermaye birikimi-düşük istihdam düzeyi-emek arzında fazlalık.

Emek alanındaki kısır döngü işsizliğin açıklanmasında kullanılır (BERBER, 2004, ss.262-267).


Kısır Sınıf (Sterile Class): Fransız Fizyokratların sanayi ve ticaret erbabı için kullandıkları bir deyimdir. Onlara göre ekonomide gerçek servet yaratan ve verimli olan sektör tarımdır. Bu nedenle tarımla uğraşan sınıfı üretken sınıf olarak nitelerken; sanayi ve ticaretle uğraşan sınıfın bir katma değer yaratmadığı düşünülerek onlara “kısır sınıf” yakıştırması yapılmıştır (SEYİDOĞLU, 2002, s.351; HANÇERLİOĞLU,2006, s.232).
Kıtlık (Scarcity): Mal ve hizmetlerin insan ihtiyaçlarını karşılayabilecek yeterlilikte olmaması durumudur. Göreceli bir kavram olup ekonomik kaynaklarda insan ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeterlilikte olmadıkları için kıt sayılırlar. Kıt olmaları dolayısıyla kaynakların alternatif kullanım alanları arasında dağıtımının çok iyi yapılması gerekir. Kapitalist toplumlarda bu dağıtım fiyat mekanizması tarafından sağlanırken; planlı toplumlarda bu dağıtım plan otoritelerinin kararıyla gerçekleşmektedir (PARASIZ, 1999, s.340; SEYİDOĞLU, 2002, s.352).
Kıtlık Kanunu (Scarcity Law): Kapitalizmin temel öğretisi bu kavram üzerine kuruludur. Kaynakların kıt insan ihtiyaçlarının sonsuz olduğunu ifade eden bir öğretidir. Bu öğretiye göre kaynaklar yetersiz olduğundan arz yetersiz kalacağı için doğal olarak malların fiyatında artış olacaktır ((T.Y.) www.analiz.ibsyazilim.com,(12.03.2007)).
Kıtlık Rantı (Scarcity Rent): Kıt bir kaynağın sahibine ödenen bedele denir. Klasik iktisatçılar doğal kıtlıkla yapay kıtlık arasında bir ayrım yapmaktadırlar. Doğal olarak kıt olan bir kaynağın arzı tamamen esneksizdir. Bu tür kaynağın sahipleri rant elde ederler. Yapay olarak sınıflandırılan bir faktörün arzı ise tamamen esneksiz değildir. Bu tür bir kaynağın sahibi monopolcü getiri sağlamaktadır. Kanundan doğan bazı sınırlamalar yapay kıtlığın kaynağını oluşturmaktadır. Bir mucide verilen patent, bir yazara verilen telif hakkı, bazı mesleklere girme hakkı ve bazı faaliyetleri yapma hakkı yapay olarak kıtlık yaratmakta ve sahiplerine monopolcü getiri sağlamaktadır. Ekonomik rant bir kaynağa fonksiyonunu terine getirmesi için gerekli olan bedelin ötesinde yapılan yada atfedilen ödemedir. Daha genel bir ifadeyle rant; toprağın orijinal ve imha edilemeyen kudretinin kullanılması karşılığında verilen tazminattır. Tanınmış sinema oyuncuları ve sporcular da kıtlık rantı elde etmektedirler. Bu tür becerilerin arzı çok sınırlı olduğu ve arttırılamadığı için söz konusu becerilerin sahipleri çok yüksek ücretler talep etmektedirler. Ancak bu ücretlerin bir kısmı kendilerini meslekte tutmak için ödenek olduğundan üretim maliyetlerinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Bunun dışında ödenen ek ücret asıl ücretten daha yüksek olabilmekte ve kıtlık rantını ya da ekonomik rantı oluşturmaktadır. Arzın genişlemesine engel olan doğal sınırlamalarla idari kısıtlamalar ve monopol unsurları da kıtlık rantının oluşmasına yol açmaktadır ((2005), http:/www.ekodialog.com/konular/kitlik.html#, (11.05.2007)).
King Kanunu (Kings Law): Talep elastikiyeti zayıf tarımsal malların arzındaki değişmelerin bu malların fiyatlarını ters yönde etkilemesini ifade eder. Gregory King buğday arzındaki %10 bir azalmanın % 30 oranında fiyatları yükselttiğini tespit etmiştir. Buradan hareketle tarımsal ürünlerin arzındaki azalmanın fiyatları ve üreticinin gelirini arttırıcı etki yaptığı sonucunu çıkarmıştır. Bazı varsayımları vardır.Bunlar; üretimi tabiat şartlarına bağlı ve talebi elastik olmayan mal söz konusu olmalı, kapalı bir pazar bulunmalı, nüfusun değişmesine imkan vermeyecek bir kısa dönem söz konusu olmalıdır. Bu kanun aynı zamanda çiftçi gelirlerinin ve tarım ürünleri fiyatlarının istikrara oturtulması için hükümet desteğine ihtiyaç olduğunu ortaya koyar (SEYİDOĞLU, 2002, s.354; HANÇERLİOĞLU, 2006, s.233; ERGİN, 1973, s.528).
Kişi Başına Gelir (Income Per Capita): Bir ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasının nüfusuna bölünmesi ile ortaya çıkan gelirdir. Hesaplandığı ülkenin parasal yaşam standardının genel göstergesi olarak kullanılır. Ancak ülke içindeki gelir dağılımını göz ardı etmesi bir eksikliğidir (PARASIZ, 1999, s.339).
Kişi Başına Günlük Kalori İhtiyacı (Daily Calorie To Need Per Head): Uluslararası kuruluşlar tarafından günlük hayatın devamı için bireyin günlük alması gereken kalori miktarı 2500 kalori olarak belirlenmiştir. Günümüzde yaklaşık olarak 1 milyardan fazla insan 2500 kalorinin altında kalori almaktadır. Bu topluluğun 1/3’ü iki yaşın altındaki çocuklardan oluşmaktadır (BERBER, 2004, s.204).
Kişisel Gelir Dağılımı (Income Distribution Among Households): Milli gelirin bireyler yada hane halkı arasındaki dağılımını ifade eder. Bu dağılımdaki dengesizlikler Lorenz eğrisi yardımıyla incelenir (SEYİDOĞLU, 2002, s.355).
Kitlesel Üretim (Mass Production): Mevcut teknolojiden yararlanılarak makine tesislerde büyük çapta mal üretimini ifade eder. Fabrika üretimi anlamına da gelir. Kitlesel üretim ürünün ve üretimin standartlaştırılabildiği ve piyasa hacminin yeterince büyük olduğu endüstri dallarında gerçekleştirilebilir ve gerçekleştirildiği endüstrilerde büyük ölçekli üretim ekonomileri doğurur. Üretim hacmi genişledikçe iç ve dış tasarruflarla maliyetler düşer (SEYİDOĞLU, 2002, s.355).
Kitle Tüketim Safhası (Mass Consumption Stage): Rostow’un her toplumun geçeceğini varsaydığı safhaların sonuncusudur. “Kitlevi Refah Çağı” olarak ta adlandırılır. Bu safhada toplum arz ve üretimi bir yana bırakarak talep ve tüketimle ilgilenmeye başlar. Toplumsal refah maksimizasyonunu sağlamak için uğraşlar verilir. Artık ekonomik hedeflerden sosyal hedeflere geçilmiştir. Üretim daha çok dayanıklı tüketim mallarına yönelir. Kentleşme oranı artarak toplam nüfus içinde kent nüfusunun payı yükselir. Vasıflı işgücü oranında artışlar meydana gelir. Toplumsal hedefler askeri ve dış politikada üstünlük sağlama, refah devleti olma ve artık tüketimde belirli standartları aşmaya yönelik olur (BERBER, 2004, ss.261-262).
Klasik Büyüme Kuramları (Classical Growth Theories): Liberal ekonomiciler tarafından ortaya sürülen kuramlardır. Özellikle Ricardo, Malthus, J.B.Say, F.Bastiat ve J.S.Mill tarfından ileri sürülen kuramlar bu adla anılırlar. Bu kuramların sentezini tek bir dinamik model içinde ele alan W.Baumol’dür. Modelin kötümser cephesini Malthus ve Ricardo temsil ederken; iyimser cephesini ise J.B.Say, F.Bastiat ve J.S.Mill temsil ederler (HANÇERLİOĞLU, 2006, s.236; ERGİN, 1973, ss.533-536).
Klasik Ekol (Classical Scholl): Adam Smith’le başlayan ve daha sonra Ricardo ile zirveye ulaşan liberal ekonomi öğretisidir. A.Smith, J.S.Mill, D.Ricardo, T.R.Malthus, J.B.Say klasik ekol mensuplarındandırlar. Daha sonraki yıllarda yaşamış olan A.Marshall ve A.C.Pigou da klasik ekol geleneğini sürdürmüşlerdir (SEYİDOĞLU, 2002, s.355; HANÇERLİOĞLU, 2006, s.237).

Klasik İktisat Doktrini (Classical Economics): Klasik iktisat doktrini Adam Smith’in 1776 da yayımlanan Milletlerin Zenginliği adlı eserinden John Stuart Mill’in 1848 de yayımlanan Politik Ekonominin Prensipleri eserine kadar olan dönemi kapsar. Bu doktrin özellikle David Ricardo’nun çalışmalarıyla şekillenmiştir. Smith Fizyokratların tarımın ekonomik servetin kaynağı olduğu görüşlerine karşı çıkmış imalat sanayinin geliştirilmesi gerektiğine ve emeğin verimliliğine dikkatleri çekmiştir. Ona göre değer ölçüsü emektir. Ricardo Smith’in bu görüşünü ele alarak Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisini ortaya koymuştur. Bu teoriyi emeğin maliyetine dayandırmıştır.

Rekabet Klasik Doktrin’in temelini oluşturur. Onlara göre ekonomik hayatta düzeni sağlayan “görünmez el” vardır. Ayrıca kişisel çıkarların toplumsal çıkarlardan farklı olmadıklarını, kişinin kendi çıkarlarını elde etmek için çaba gösterirken topluma da hizmet etmiş olduğunu vurgularlar. Bu nedenle devletin ekonomik hayata müdahale etmemesi gerektiğini kişinin girişim haklarını kısıtlamamsı gerektiğini savunurlar. Klasikler Konjonktür Dalgalanmaları gibi makro ekonomik boyuttaki konularla fazla ilgilenmemişler çoğu da J.B.Say’ın “Mahreçler Kanununu” benimsemişlerdir. Bu iktisatçılar faiz oranlarındaki değişmeler yoluyla tasarrufların yatırımlara eşitleneceğini savunan teoriyi ortaya atmışlardır (SEYİDOĞLU, 2002, s.356).


Klasik İstihdam Teorisi (Classical Employment Theory): Ücret ve faiz fleksibilitesine dayanır. Klasikler tam istihdamı belirli bir ücret düzeyinde emeğini arz etmeye razı olan tüm işçilerin iş bulabildiği durum olarak tarif ederler.

Teorinin varsayımları şunlardır; emek arzı ücret değişmelerine karşı hassastır ücretlerdeki bir düşüş emek arzını azaltıcı etki yapar, emek talebi de ücret değişmelerine karşı hassastır işverenler ücretlerde düşüş olduğunda işgücü taleplerine arttırırlar, emek piyasasında emek arzı emek talebini aştığında ücretlerde düşüş meydana gelir, ücret değişmeleri toplam talebi etkilemez ücretlerde bir düşüş gözlense dahi toplam talebin değişmediği varsayılır. Bunlara ilave olarak Klasikler üretim tekniğini, üretim faktörleri bileşim oranını ve diğer faktör arzını sabit olarak kabul ederler. Şüphesiz ki ücret değişmelerini toplam talebi etkilemediği varsayımı kabul edilemez. Çünkü ücretlerin düşmesi durumunda toplam tüketim harcamalarında azalış meydana gelecektir. Klasikler bu teoriyi ortaya atmalarına rağmen eleştirildikleri bazı noktalarda vardır; ücretlerin esnek olduğunu kabul etmişlerdir: ancak uygulamada ücretlerin katı olduğu durumlarda gözlenebilir özellikle sendikal faaliyetlerin olduğu ve asgari ücretlerin devlet tarafından belirlendiği ülkelerde bu durum açık bir şekilde görülür, ikinci olarak toplam talebin istihdam üzerindeki etkisini dikkate almamışlardır: ücretlerin değişmesi halinde toplam talepte değişmeler meydana gelebilir, üçüncü olarak ise emek dışındaki üretim faktörlerinin üretime etkilerinin dikkate alınmamış olması büyük eksikliktir.



Bu teorinin yetersizliği J.M. Keynes tarafından ortaya konulmuş ve istihdam konusunda daha gerçekçi bir teori geliştirmiştir (ERGİN, 1973, ss.536-537).
Klasik Uluslararası Kalkınma Teorisi (Traditional International Theory Of Development): Bu teoride dünya ülkeleri “merkez ülkeler” ve “çevre ülkeler” olarak iki gruba ayrılır. Az gelişmiş ülkelerin sanayileşmesi gelişmiş merkez ülkelerin sürekli, hızlı ve istikrarlı biçimde genişlemelerine bağlıdır. Çünkü merkezde başlayan büyüme otomatik olarak çevreye yayılır ve çevre ülkelerin de kalkınmasına yardımcı olur. Böyle bir ortamın söz konusu olduğu bölgelerdeki az gelişmiş çevre ülkeler gelişmiş merkez ülkelere emek yoğun mallar ihraç ederek onlardan sermaye yoğun malları ithal ederler. Sonuçta Karşılaştırmalı Üstünlükler modeline uygun bir uzlaşma modeli yaratılarak dış ticaret fırsatlarının artması az gelişmiş ülkelerin kalkınma süreçlerine katkıda bulunur (SEYİDOĞLU, 2002, s.357).
Kolbertizm (Colbertism): Fransız devlet adamı J.B. Colbert’in adını alan Merkantilist düşünce akımıdır. “Fransız Merkantilizmi” olarak ta bilinir. Devlet eliyle sanayileşmenin geliştirilmesine ve koruyucu dış ticaret politikası izlenmesi görüşüne dayanan bir akımdır. Devletin ekonomiye yoğun müdahalesine dayanan bir sistemdir (SEYİDOĞLU, 2002, s.358).
Kollektivizm (Collectivism): Merkezi hükümetin eline ekonomik yetkiler veren ve bu yetkilerin kamu mülkiyeti yoluyla doğrudan ya da geniş kapsamlı bir merkezi ekonomik planlama ile dolaylı olarak kullanıldığı siyasi ve ekonomik sistemdir (ERGİN, 1973, s.541).
Komünizm (Communism): Üretim araçlarının toplum malı olmasını, tüketim mallarının ihtiyaca göre paylaşılmasını ve sosyal sınıf ayrılıklarının ortadan kalkmasını hedefleyen doktrindir. Günümüzde Komünizmin özellikleri şunlardır: sermayenin devlete ait olması, tüketim mallarından yararlanma koşulu ve imkanını devletin tayin etmesi, siyasi iktidarın partiye hakim lider ya da grup elinde toplanması, emeğin devlet takdiri ile değerlendirilmesidir (PARASIZ, 1999, ss.343-344; ERGİN, 1973, ss.546-548).
Korumacılık (Protectionism): Hükümetler çeşitli amaçları gerçekleştirmek için uluslararası ticarete müdahalede bulunurlar. Bu müdahaleler ekonomik amaçlı olabileceği gibi sosyal ve siyasal amaçlı da olabilirler. İthalatın ulusal ekonomiye verebileceği zararlar düşünülerek çoğu ülkede bu tür politikalar uygulanabilir. Bu konuda özellikle kamuoyu ve yerli üreticiler hükümetler üzerinde baskı yaratarak bu yönde önlemlerin alınmasını talep ederler. Az gelişmiş ülkeler de sanayileşmelerini hızlandırmak adına bu tür yollara başvurabilirler. Bu yöndeki hükümet müdahaleleri sadece mal akımlarıyla ilgili değildir. Zaman zaman emek, sermaye ve teknoloji akımları üzerine de müdahalelerde bulunurlar. Günümüzde de birçok ülkede bu yönde uygulamalar mevcuttur. İktisat tarihinde korumacılığı savunan önemli görüşler ortaya atılmıştır. Genç Endüstriler Tezi, Milli Savunma Tezi, Stratejik Ticaret Politikası Tezi, Sanayi Politikası Tezi, Haksız Rekabete Karşı Korunma Tezi, Dış Açıkları Azaltma Tezi, İstihdamı Arttırma Tezi, Dış Ticaret Hadlerini İyileştirme ve Refahı Arttırma Tezi, Üretim Maliyetlerinin Eşitlenmesi Tezi bunlar arasında önemli olanlarıdır (ÇELİK, 2005, ss.191-203).
Kölelik (Slavery): İnsan mal olma niteliğidir. Yalnız üretim araçları üzerinde değil köle üzerinde de özel mülkiyet gerçekleşir. Bu durum toplumu sınıf bölünmesine uğratmıştır. Sınıf kavramı köleci toplumda oluşmuştur. İlk sömürü biçimi köle emeğinin sömürüsüdür (HANÇERLİOĞLU, 2006, s.246).
Kölelik Çağı (The Age Of Slavery): Marx’ın tarihi aşamaları sıralamasında ikinci sırada yer alır. Marx’a göre toplumlar çeşitli aşamalardan geçerek pür komünizm safhasına geleceklerdir. Kölelik çağı da bu aşamalar arasında yer alır. Marx’a göre aşamaların değişiminde rol oynayan unsur da altyapıdır. Bir ülkenin hangi aşamada olduğunu belirleyen faktör ise üretim faktörlerinin mülkiyetidir. Kölelik çağında üretim faktörleri mülkiyeti kapitalistin elindedir ve kölelerin emeği sömürülmektedir (BERBER, 2004, ss.243-244).

Kölelik Rejimleri (Slavery): Çalışma özgürlüğünü kabul etmeyen zoraki iş rejimini ifade eder. Şahsiyetinden yoksun olan köle sahibinin malı olduğundan gösterilen işi yapmaya mecburdu. İlk ve orta çağda köleler savaş esirlerinden ve özgürlüğünü satmış kimselerle bunların çocuklarından oluşuyordu.18. yüzyıldan itibaren kölelik rejimleri Avrupa toplumlarında önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu duruma yol açan unsurlar kölelerin verimsiz çalışmaları ve hümanist düşüncenin gelişmiş olmasıdır. Ancak buna rağmen sömürge toplumlarında kölelik rejimleri varlığını bir müddet sürdürmüştür. Bunun başlıca nedeni buralarda dini, siyasi ve felsefi fikir akımlarının daha az yaygın olması ve gıda maddelerinin ucuz olmasıdır. Kölelik rejimleri günümüzde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gereği reddedilmiştir. Fransız İhtilalinden gelen bu özgürlükçü görüşler tüm dünya ülkelerinde hakim olmuş ve anayasalarında yer edinerek herkesin çalışma hürriyetine sahip olduğu açıklanmıştır (ERGİN, 1973, s.561).
Köy Kalkınması (Rural Development): Ülkemizde nüfusu iki bine kadar olan ve genellikle tarımsal faaliyetlerle geçinen toplulukların iktisadi gücünü arttırmak, sosyal ve kültürel olanaklarını geliştirmek suretiyle yüksek refah seviyesine kavuşturmak ve artan milli gelirden sosyal ilkelerine göre pay almalarını sağlayabilmektir. Türkiye nüfusunun önemli bir kısmının tarım kesiminde bulunması köy kalkınmasını genel kalkınma içinde önemli bir sorun haline getirmiştir. Köy kalkınmasının iktisadi yönü tarım kesiminde üretimin ve verimliliğin arttırılmasıyla yakından ilgilidir. Köy kalkınmasında etkili toprak reformu, artımsal üretim metodlarının iyileştirilmesi, sulama imkanlarının geliştirilmesi, tarımsal mücadeleye hız verilmesi, yeterli kredi ve istikrar politikasının izlenmesi, kooperatifçiliğin teşviki gibi çok yönlü tedbirlerin düzenli bir şekilde yürütülmesine ihtiyaç vardır.

Özellikle büyük bir işgücü potansiyeline sahip köy çevresinin kalkınabilmesi için tarım kesiminden sanayi kesimine doğru işgücü akımına ihtiyaç vardır. Bu ise sanayide yeni istihdam alanlarının yaratılmasıyla gerçekleştirilebilir (ERGİN, 1973, s.562).


Kronik İşsizlik (Cronical Unemployment): Ekonominin bünyesinden gelen, önlenmesi uzun vadeli ve köklü tedbirleri gerektiren az çalışma ve çalıştırma halidir. Az gelişmiş ülkelerde görülen bir işsizlik türüdür. Buralarda görülmesinin nedeni işgücünün büyük kısmının üretime katıldığı halde sarf edilen zamana göre işçinin ürettiği mal ve hizmetin üretebileceğinden daha az olmasıdır. Ayrıca az gelişmiş ülkelerdeki bu sorun sermaye yetersizliğinden de kaynaklanabilir. Diğer işsizlik türlerine göre giderilmesi zor olan bu işsizlik türünün ortadan kaldırılabilmesi için ekonomik bünyeyi değiştirmek, istihsal tekniğinde değişiklik yapmak ve sermaye kaynaklarında yeterli derecede ve hızlı artış sağlamak gibi yollara gidilebilir (ERGİN, 1973, s.567; SEYİDOĞLU, 2002, s.372).
Kullanılabilir Gelir (Disposable Income): Kişisel gelire transfer ödemelerinin eklenip dolaysız vergilerin bundan çıkarılmasıyla elde edilen gelirdir. Kişi ve tüm ekonomi bazında bakıldığında kullanılabilir gelir tüketim için yapılabilecek harcamalarla tasarrufların toplamına eşittir (SEYİDOĞLU, 2002, s.372).
Kutuplaşma Teorisi (Polarization Theory): Gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasında serbest ticarete dayanan bir ortaklık kurulduğunda zengin ülkeler daha zengin fakir ülkeler ise daha fakir konuma gelebilir. Bu teori İsveçli ekonomist Gunnar Myrdal tarafından geliştirilmiş ve ekonomi literatürüne sokulmuştur. Teoriye göre gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasında ticaret ilişkisi kurulduğunda ülkeler arası mal ve faktör hareketi serbest olacağından az gelişmiş ekonomilerdeki zayıf sanayiler çökecek vasıflı işgücü gelişmiş ekonomilere göç edecektir. Bu teorinin sonuçları aynı ülke sınırları içinde yer alan az gelişmiş bir bölge ile gelişmiş bir bölge arasında görülebilir (PARASIZ, 1999, s.358; SEYİDOĞLU, 2002, s.378).
Kuzey-Güney Diyaloğu (North-South Dialogue): Yeryüzünden açlık ve sefaletin kaldırılması, adil ve dengeli bir yeni uluslararası ekonomik düzen kurulması için uluslararası formlarda az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki tartışma ve görüş alış verişini ifade eden kavramdır. Bu ifadede Güney daha çok güney yarım kürede bulundukları için az gelişmiş ülkeleri, Kuzeyde daha çok kuzey yarım kürede bulunan sanayileşmiş ülkeleri ifade eder. Kuzey Güney diyaloğu ilk kez 1960’larda gündeme gelmiş ve Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) toplanmasıyla ağırlık kazanmıştır. Az gelişmiş ülkeler kendi çıkarlarının korunması yönünde tedbirlerin alınmasını bu yönde gelişmiş ekonomilerin çeşitli avantajlar sağlamasını talep etmişlerdir. Azgelişmiş ülkelerin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da çoğunluğu sağlamaları onlara güç kazandırmıştır. UNCTAD’a kadar diğer formlardan da yararlanarak sanayileşmiş ülkelere karşı bu isteklerini savunmaya devam etmişlerdir.

Gelişmiş ekonomiler ise kuzeyde OECD vasıtasıyla kendi aralarında görüş birliği yaparak uyum sağlamışlar ve güneydeki az gelişmiş ülkelerin isteklerine de sıcak bakmamışlardır (SEYİDOĞLU, 2002, s.379).


Kuznets Eğrisi (Kuznets Curvet): Kuznets’in 1955 yılında ortaya attığı hipoteze göre gelir düzeyi arttıkça gelir dağılımındaki adaletsizlikte önce artmakta daha sonra ise azalmaktadır. Gelir dağılımı ve gelir düzeyini gösteren eğri Kuznets eğrisi olarak ifade edilmektedir. Kuznets’e göre eğitim düzeyinin arttırılması daha adil bir gelir dağılımı sağlanmasına katkıda bulunur ((T.Y.), www.yigitoglu.org, (03.05.2007)).
Kuznets Ters U Hipotezi (Kuznets Reverse U Theory): 1955 yılında geliştirdiği hipoteze göre gelir düzeyi arttıkça eşitsizlik önce artmakta daha sonra azalmaktadır. Bu ilişki ters U hipotezi olarak ifade edilir. Kuznets adı geçen ilişkiyi tarımda tarım dışı sektörlere olan istihdam akışıyla izah etmektedir. Tarım dışı sektörlerde verimlilik tarım sektörüne göre daha yüksektir. Oluşacak bir göç dalgasıyla önceleri üretim artacak ve gelir dağılımı bozulacaktır. Ancak daha sonra elde edilen üretim artışı gelir dağılımının düzelmesini ve iyileşmesini beraberinde getirecektir((T.Y.),http://emrahkarakas.googlepages.com/GELİRDAĞILIMIVEYOKSULLUK. doc, (27.04.2007)).
Kuznets, Simon: 1901 doğumlu Rus asıllı iktisatçıdır. Kariyerini Amerika’da yapmıştır. Columbia Üniversitesi’nde ekonomi okudu ve doktorasını aynı üniversitede 1926’da tamamladı. Gayri Safi Milli Hasıla terimini iktisat literatürüne sokan iktisatçıdır. Çevre kirlenmesinin sebebiyet verdiği zararlar dolayısıyla gayri safi milli hasıla ve büyüme hızı değerlerinin gerçeği yansıtmayacağına dikkatleri çekmiştir. 1961 yılına kadar Ulusal Ekonomi Araştırma Dairesinde görev yapmıştır. 1949’da Amerika İstatistik Birliğinin başkanlığını da yapmıştır. Doktora tezi zaman serileri üzerine olup araştırmalarında 20 yıllık bir dalgalanmayı hesaplamıştır. 2. Dünya savaşından sonra modern büyüme adını verdiği çalışmaları üzerine yoğunlaşmıştır (ERGİN,1973, ss.571-572; PARASIZ, 1999, ss.359-360).
Küçük Ölçekli Sanayi (Small Measure Industry): Günümüzde yalnızca ülkemiz gibi kalkınmakta olan ülkelerin değil aynı zamanda gelişmiş ülke ekonomilerinin de vazgeçilmez bir parçası olarak kabul ettiği kavram “küçük ölçekli işletme”dir. Bu işletmeler ülke ekonomilerinin büyümesi, istihdamı, sanayileşmesi ve uzun dönemde kalkınması açısından önemli rol oynamaktadırlar. Türkiye’ye baktığımızda ülkenin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin payını ve etkinliğini arttırmak, rekabet güç ve düzeylerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde geliştirmek amacıyla Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Destekleme ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı kurulmuştur. Ülkemizdeki işyeri sayısı, çalışan sayısı ve katma değer gibi üç önemli göstergeye bakıldığında bu işletmelerin gerek sosyal gerek ekonomik dokusunda önemli yer işgal ettikleri görülmektedir.

Bu işletmeler daha az yatırımla daha çok üretim ve ürün çeşitliliği sağlamaktadırlar, istihdam imkanları yaratmaktadırlar, ekonomik dalgalanmalardan daha az etkilenmektedirler, talep değişiklik ve çeşitliliğine daha çabuk ayak uydururlar, teknolojik yeniliklere daha çabuk ayak uydurarak bölgeler arası kalkınmada etkin rol oynarlar (www. die.gov.tr;www.mevzuat.basbakanlik.gov.tr; www.kobinet.org.tr, (11.05.2007)).


Küresel Isınma (Global Warm): İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma denilir. Son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazlarının atmosferde yığılması artış gösterdi. Bilim adamlarına göre bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. Küresel ısınma en büyük etkisini 21. yüzyılda gösterecek. Dünyanın her yerinde küresel ısınmanın etkileri üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Yıkıcı etkilerin nasıl yavaşlatılabileceği konusunda araştırmalar yapılmaktadır. Küresel ısınmaya karşı oluşturulan komisyon ilk önerilerini Bakanlar Kurulu’na sunmaya hazırlanıyor. En radikal öneri mesai saatlerinin 1 saat öne çekilmesi. Enerji tasarrufu için sokak aydınlatmasının güneş enerjisiyle yapılması planlanıyor. Daha az su kullanımı için sifon depolarının kapasitesinin 6 litreden 4 litreye düşürülmesi de planlanmakta. Küresel ısınma nedeniyle 2080’e kadar 200 ile 600 milyon arası insan açlık sıkıntısı çekecek. 1.1 ile 3.2 milyar dolayında insan da susuzluk çekecek. 130 ülkeden 2500 bilim adamının katılımıyla BM tarafında oluşturulan “Hükümetlerarası İklim Değişimi Uzmanlar Grubu’nun” hazırladığı rapora göre küresel ısınma nedeniyle 2030’a kadar 7 milyon insan su baskınlarıyla karşı karşıya kalacak. Rapora göre küresel ısınmanın insani ve ekonomik bedelinin özellikle Afrika gibi en yoksul ülkelerde ve su kenarındaki Bangladeş ve Büyük Okyanustaki adalarda daha büyük olacağına işaret ediliyor ((T.Y.), www.kuresel-isinma.org, (04.05.2007)).
Küreselleşme(Globalization):Özellikle 1980 sonları ve 1990 başlarından itibaren dünyada yaygın olarak kullanılan bir kavramdır. Ekonomik olduğu kadar sosyal, siyasal, kültürel yönleri de bulunmaktadır. Ekonomik anlamda küreselleşmenin şu üç boyutu dikkat çekicidir: Ticari küreselleşme, mali küreselleşme ve üretimde küreselleşme. Ticari küreselleşme 1947’de kurulan GATT çerçevesinde gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılarak uluslararası ticaretin evrensel boyutlarda serbestleştirilmesi çalışmaları ile başlatılmıştır. Küresel ticaretin gelişmesinde GATT çerçevesinde uluslararası düzenlemelerle iletişim ve haberleşme başta olmak üzere teknolojik gelişmelerin önemli etkileri vardır. Fakat küreselleşmenin yaygınlaşmasında dünyadaki siyasal gelişmelerin etkisi göz ardı edilmemelidir. 1990 başlarında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçilmesi böyle bir gelişmenin ana koşullarını hazırlamıştır. Gelişmeler sayesinde sermayenin uluslararası alanda serbest dolaşımında artışlar olmuştur. Dünya adeta tek bir mali piyasa konumuna gelmiştir. Mali küreselleşme özellikle 1980 sonrası döneme aittir ve küreselleşme tartışmaları da daha çok mali liberalleşme ile yaygınlık kazanmıştır. Ekonomik küreselleşmenin üçüncü boyutu da üretimin küreselleşmesidir ki buda sınır ötesi üretim artışlarını ifade eder. Başka bir ifadeyle günümüzde dünya üretiminin büyük bir kısmı çok uluslu şirketler tarafından ülke sınırları dışında gerçekleştirilmektedir. Küreselleşme toplumları ekonomik ve kültürel bakımdan birbirine benzer duruma getirmiştir. Ancak küreselleşme ile ülkeler dış piyasa gelişmelerine karşı daha savunmasız duruma gelmiş, dünyada ekonomik krizler daha sık görülmeye başlanmış ve çevre ülkelerinin ulusal kimlikleri de aşırı biçimde egemen Batı toplumlarının etkisi altına girmiştir (SEYİDOĞLU, 2002, ss.379-380).
Yüklə 170 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə