KADIN ÂŞIKLARDA VE NEVRUZ BACI ÖZELİNDE
GELENEĞE BAĞLI UNSURLAR*
Yrd. Doç. Dr.Mehmet YARDIMCI*
Aile, tüm toplumların vazgeçilmez en küçük sosyal birliğidir. Bu birliğin temel taşı ise kadındır. Kadın; anne, eş, abla vb. unsurlarla aile içinde olduğu kadar, kadın kimliği ile de Türk toplumunda önemli bir yere sahiptir.
Bütün kültürlerde kadın ön plandadır. Yaratılış destanlarından anlaşıldığına göre, en eski dönemlerde Türkler arasında kadının çok önemli yeri vardır. Tanrı Karahan'a yaratmayı ilham eden de Ak Ana'dır1.
Atatürk'ün dediği gibi "Şuna kani olmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir."
Mitolojide dünyanın dört çağı kadın figürleriyle temsil edilmiştir. Bunlardan, Altın Çağı simgeleyen resimlerde, altın bukleli saçları omuzlarına kadar dökülen, kolundaki meyve ve çiçek sepetiyle bir zeytin dalına yaslanmış genç bir kadın olarak temsil edilir.
Gümüş çağı simgeleyen resimlerde, gümüş işlemeli beyaz bir elbise giymiş, başına beyaz çiçeklerle süslü taç takmış, bir elinde buğday başağı olan kadın olarak temsil edilir.
Tunç Çağı simgeleyen resimlerde süslü, cesur, eli tunç muştalı kadın olarak gösterilir.
Demir Çağı simgeleyen resimlerde de ayaklarında savaş süsleri olan savaşçı kadınlar temsil edilir. 2
Eski çağda, Samsun Terme Çayı ve Amasya yakınlarında yaşayan Dede Korkut’ta Alp Kızları olarak söz edilen Amazonların da kadın savaşçılar olduğu bilinmektedir.
Türk kültür tarihine bir göz atıldığında destanlardan Dede Korkut hikâyelerine , Dede Korkut'tan günümüz yazınına kadar aile yaşamında işlenen konuların tümünde kadının önemli bir işlev yüklendiği görülür. Bu işlevi de en iyi yansıtanlar kadın âşıklardır.
Çocuğu olmadı diye üstüne kuma getirilen kadın, aile zoruyla evlendirilen kadın, gelenek-görenek ve töre zinciri içinde en ağır koşullarda cezalandırılan yine kadındır. Dede Korkut’ta, kadınların dört gurupta yer aldığı ve kimilerinin
“Dede Korkut dilinden ozan aydur:
Karılar dört dürlüdür.
Birisi solduran sopdur.
Birisi tolduran topdur.
Birisi ivün tayağıdur.
Birisi niçe söyler ise bayağıdur.” 3
biçiminde şiirsel bir yükle bazılarının yerildiği de görülmektedir.
Oğuz Kağan, Dede Korkut gibi Türk kültürünün temel taşı metinlere bakıldığında, kadının anne hüviyetiyle kutsal bir özellik taşıdığı görülür.
Dede Korkut’ta kadın anadır, sevgilidir; Dede Korkut’un şiirsel dilinde ananın yeri:
Beri gel ak sütünü emdiğim kadın ana
Ak pürçekli, izzetli canım ana!..
biçiminde özgündür, her türlü zorluğa göğüs geren kadındır. Bu durum neslin devamı için kadının öneminin vurgulanmasıdır.
Destanlarda kadın, yeri geldiğinde erkeğinin dertlerine ortak olan, zorluklara katlanabilen güçlü bir imge olarak görülür.
Dede Korkut'ta, söz ustalığında kimi zaman kadın ozanların da alp-ozanlar kadar etkili olduğu görülmektedir.
Dede Korkut'ta önemli bir yeri olan kadın ozan tipi, Türkiye sahası âşıklık geleneğinde de bulunmaktadır. Çeşitli yüzyıllarda ve günümüzde, bu tipte birçok kadın halk şairi yetişmiştir.
Kanturalı Destanında ‘Selcen Hatun’, Arzu ile Kamber hikâyesinde ‘Arzu’, Kerem ile Aslı hikâyesinde ‘Aslı’, Mahmihri ve Hurşit hikâyesinde:
Tamam yedi aydır yola bakarım
Muhabbetli yârim hoş safa geldin
Sana kavuşunca gitti kederim
Muhabbetli yârim hoş safa geldin
diyen ‘Mahmihri’ bunlar arasındadır.
Kadın, mânilerde ezikliğini, özlemini, duygu ve düşüncelerini en kısa şiir birliği içinde doğaçlama olarak dile getirirken, ninnilerde yüreğinin sesini, türkülerde de sosyal konumunu seslendirmiştir.
Türk kültüründe kadının sosyal konumunun çok yukarılarda olduğunu, Turfan harabelerinde bulunan:
Ayıbsız tişike er
Boyunun sumuş kerek
"Ayıpsız kadın önünde
Başı eğmek gerek"4
biçimindeki Uygur türküsü kanıtlamaktadır.
İslam öncesi Türk kültüründe yüce bir varlık olarak görülen kadını, adı bilinen ilk Türk şairlerinden Aprinçur Tigin:
Küçlüg priştiler küç bırz-ün
Koz-i karam birle
Külüşügin oluralım
"Kudretli melekler kudret versin
Gözü karam ile
Güle güle oturalam"5
biçiminde dizelerine aktarmıştır.
Göktürklerde Kağan'ın eşinin devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibi olduğu bilinmektedir. Şiirlerde sevilen, aşık olunan, uğruna gurbetlere çıkılan ve kalem kaşlı, inci dişli, ak elleri boğum boğum kınalı, selvi boylu kızlar ve kadınlar için yazılan güzelleme, aşk, özlem ve ayrılık şiirleri çoğunluğu oluşturmaktadır. Kadın imajının kendine özgü bir tasviri vardır ve halk şiirinde görülen, “kara saçlı, kara gözlü, al yanaklı kadın” tiplemesi öne çıkmaktadır.
Saz şiirinde aile hayatı ve kadın konusunda şiirlerin genellikle erkek şairlerce yazılması nedeniyle daha çok erkek egemenli bir bakış görülmektedir. Örneğin, mutasavvuf bir âşık olan Kul Himmet’in kadını tasavvufî algılar bağlamında değil, aile ve toplum içinde yaşayan somut bir varlık olarak yerginin merkezine alıp
Kıyamet kopsa kov söyler unutmaz
Eli değip kendi başın kaşımaz
Yükün çözüp içeriye taşımaz
Alçaktan yüceye çıkar avratlar6
biçiminde eleştirmesi bu görüşümüzü doğrulamaktadır.
Âşıklar, kadın konusunda çeşitli eleştirilerde bulunmuş, özellikle taşlama türünün olanaklarından yararlanmışlardır.
Taşlamalar aracılığıyla kadına yönelik eleştiri; iğneleme, alay, kınama hatta bazen ağır bir sövgü biçiminde yer almıştır.
Kaygusuz Abdal’ın:
Kaygusuz aydur atılmaz
Bâzara çeksen satılmaz
Soyunup koynuna yatılmaz
Bir manda çöküp oturur7
Tokatlı Nuri’nin:
Zamane hûbuna meylini verme
Kışın zemheride yaz eder seni
Hakikatli sanıp sakın inanma
Ganîlik vaktinde hazzeder seni8
Zileli Ceyhunî’nin:
Ne düşmüşsün Ceyhunî’nin kastına
Zebaniler yapışalar destine
Dokuz ay yatasın bir yan üstüne
On bir ayda can veresin sevdiğim9
biçimindeki taşlamalarıyla kadın oldukça hırpalanmıştır.
Karacaoğlan’ı, sevecen ve kadınlara bol iltifatlı bir âşık olarak bilirken kadına:
Kötü avratlara etmen emeği,
Midem çekmez pişirdiği yemeği,
Kazandan çıktı bir kıl eneği,
Alman kötü avradı hörü de olsa.10
biçiminde hakarete varan bir üslupla karşımıza çıkmaktadır.
Âşık Veysel’in de:
Güzelliğin on par’etmez,
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman,
Gönlümdeki köşk olmasa11
biçiminde sevgiliye seslenirken onu güzel kılanın kendi aşkı olduğunu vurgulayıp, ona üstten bakan, onu yeren bir bakış açısıyla seslendiği görülmektedir.
Geleneksel yaşam tarzından farklı olarak sosyal yaşantısını günümüz koşullarına göre uyarlayabilen, kendine zaman ayıran, evinin dışında da yeni yaşam alanları yaratabilen kadınların bazı âşıklar tarafından olumlu karşılanmadığını da görmektedir. Âşık Ferrahî’nin:
Evine varılmaz pisli paslıdır
Bir iş görmüyorlar sanki yaslıdır
Çarşıda gezerken süslü püslüdür
Kimisine dudak büzüyor bunlar
biçimindeki taşlaması bir kısım âşıkların yaşadıkları çağın gerisinde kaldığını, değişen koşullara göre kadının kimlik değiştirmesini kabul edemediğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır.”
Kadın duyarlılığı ön planda tutan kadın âşıklardan Şah Senem Bacı
Avuç avuç çiçek ektim yollara
Barış seven canlar toplasın diye
Barut kokusuna gül yağı sürdüm
Tetik çeken eller koklasın diye
gibi söyleyişlerle anne şefkati ile sazının teline vururken, zaman içinde kadına verilen önem ve duyulan saygının zaafa uğraması sonucu Şah Turna gibi kimi kadın âşıklarımız da âşıklık geleneği gereği vurup sazının teline:
Toplumda oturur birer süs gibi
Kadın erkek ayrı sanki küs gibi
Dünyası kararmış kara is gibi
Neden ses çıkartmaz kadınlarımız12
biçiminde katı gerçekleri sergilemiştir.
Âşık Sarıcakız gibi âşıklar da:
El kızı dediler ele saydılar
Sineye çekip de ağlamadık mı
Töre namus dedi cana kıydılar
Rıza göstermeyi yeğlemedik mi
At kaderi it kaderi
İlle de avrat kaderi
Berdel oldu öldü hem diri diri
Çift kuma getirdi sütsüzün biri
Boş ol dedi karı elinin kiri
Duyduk da karalar bağlamadık mı
At kaderi it kaderi
İlle de avrat kaderi
biçimindeki yargıyı sezdirirerek Anadolu kadınının dramını sazının teline dökmüştür.
Her türlü olanaksızlıklara karşı varoluş mücadelesi veren kadın âşıklarımız, sayıları neredeyse yok denecek kadar az da olsa, varlıklarını sürdürmektedirler.
Halk şiirine sımsıcak, zarif duygularıyla, mücevher pırıltısı katan kadın âşıklarımız, şiirlerindeki şah beyitlere mahlaslarını mühürleyerek, eserlerini toplumun beğenisine sunmaktalar.
Âşıklık geleneklerinin başında saz gelir. Âşıklık geleneğinin tek çalgısı saz (bağlama) ve sazın türevleri olan kemani gibi telli sazlardır. Âşık için her ne kadar duygu güzelliği ön planda gelse de, saz ilhamı kamçılayan bir alet olup âşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir. Âşıklara saz şairi denmesi de bundandır. Divan şairinin kalemi ne ise âşığın sazı odur. Bu nedenle, "Sazsız âşık kulpsuz testiye benzer." sözü yaygınlık kazanmıştır.13
Saz çalmayı kendi kendine öğrenenlerin dışında kadın âşıkların âşık olarak tanınmaları ve sanatlarını icra etmelerine yardım edenleri, saz öğretenleri genel olarak erkek âşıklar olmuştur. Nevruz Bacı, Âşık Nurşah, Arzu Bacı, Gülşah Bacı, Âşık Fatma Taşkaya eşleri tarafından desteklenen âşıklardır. Döne Sultan, Dursune Bacı, Kul Elif, Ezgili Kevser, Didarî, Fevziye Bacı, Münevver Tolun, Şah Turna, Sarıca Kız, Şahsenem Bacı vb. ise saz çalan kadın âşıkların ilk akla gelenleridir.
Bunlardan:
Gönlü sızım sızım Sarıcakız’ım
Dökerim derdimi sazım üstüne14
diyen Sarıcakız ve:
Dedim telli sazım biraz dertleşek,
Dedi, gene hangi yana gidersin.15
diyen Şahsenem Bacı sazla ilgilerini perçinleyen kadın âşıklardandır.
Halk şiirinde mahlas alma geleneğe bağlı bir kuraldır. Âşığın imzası olup mutlaka son dörtlükte kullanılır. Kimi kadın âşık Durşen Mert gibi ad ve soyadını ya da Nevruz gibi birini mahlas olarak kullanır, kimi âşık sanatına, vücut yapısına uygun olarak örneğin, sarışınlığından dolayı mahlasını “Sarıcakız” gibi kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır, Kimi kadın âşıklar mahlas olarak adlarının sonuna, yaşlarına göre, “Ana” veya “Bacı” sözünü getirmiştir. Yeter Ana, Sinem Bacı bunlardandır. Alevi-Bektaşi erkek âşıklarda yaygın olarak kullanılan Kul mahlasının kadın âşıklardaki karşılığının Gül olduğu bilinmektedir. Bilindiği gibi Âşık Ayten Çınar, soyadının başına gül ekleyerek oluşturduğu ‘Gülçınar’ı mahlas olarak kullanmıştır.
Kimi kadın âşık da mahlasını usta bir âşıktan, pîr ya da mürşidden almıştır. Âşık Gülşadî, çırağı âşığa “Sevdanur” mahlasını vermiştir, fakat neden böyle bir mahlas verdiği hakkında bilgi verilmemiştir. Âşık Emanetî, evlendiği Hülya Yıldırım’a kızlık soyadı “Şahin”den yola çıkarak “Şahinî” mahlasını vermiştir.16 Kimi âşığa da ustası duruma göre bir mahlas verir, kimi âşık da rüyasında bade içerken alır.
Ben rüyamda bâde içtim
O zaman bu aşka düştüm17
diyen Âşık Mah Turna mahlasını Mahzuni Şerif'ten almıştır.
Rüya sonrası âşık olma, bade içme de âşıklık geleneklerinin önemle üzerinde durulması gereken yönlerinden biridir. Türk kültüründe rüya motifinin izleri çok eskilere kadar gider. Çeşitli efsane ve destanlarda rüya motifine sık sık rastlanmaktadır.
Bade halk biliminde rakı, şarap gibi alkollü içki anlamına gelmez. Rüyada içildiği hissedilen şerbet su vb. içilecek mai olduğu gibi, elma, nar, ekmek, üzüm gibi bir yiyecek de olmaktadır. Hatta ele verilen bir saz da bade olmaktadır. Âşık edebiyatında bade içme, rüya motifi bir gelenek icabıdır. Âşık edebiyatında rüya, kişinin şiir söyleme yeteneği kazanmasında, dini bilgilerle ledün ilmini öğrenmesinde, kişinin âşıklık özellikleri kazanmasında önemli etkendir 18
Bu konuda saptanmış ilginç öyküler bulunmaktadır. Rüya sonrası âşık olma, bade içme olgusuna bazı kadın âşıklarımızda da rastlanmaktadır. Bunların bazıları şöyledir:
Âşık Nevruz Bacı'nın eşi Âşık Semaî, âşık arkadaşları ile Anadolu turnelerine çıkmakta, âşıklık geleneklerini sürdürmektedir.
1963 yılının bir kış günü, Tokat'ta düzenlenen bir âşıklar gecesine gitmek için evine sazını almaya gelir. Nevruz Bacı'nın sazı vermek istemeyip sazın bulunduğu odanın anahtarını gizlemesi üzerine sinirlenen Semaî, eşine vurup elindeki anahtarı alarak odayı açıp sazı alır. Giderken de "Kadın senin âşıklıktan haberin yok. Ben de sana âşıklığı sevdirmez, senin içine benim içimdeki gibi kor düşürmezsem o meydanlarda çalıp söylemem." diye intizarda bulunarak , 'hoşçakal' demeden gider.
Bu hal Nevruz Bacı'nın, eşinin arkasından "Çoluk çocuğun rızkı peşine koşmayıp âşıklık diye kuru sevda peşine yeliyor." diye söylenmesine sebep olur. Söylene söylene çocuklarına sarılıp ağlayarak oturduğu yerde uyuya kalır.
Âşık Semaî Tokat yolunda içten içe ağlayarak:
O yâr insafsız mı gönlü olmuyor
Aşkım zor eyliyor geri durmuyor
Gönül şehri alev alev yanıyor
Gör senin sevdana yandım ha yandım
diye söylenip, âşıklık uğruna hayatında ilk kez eşini dövmenin burukluğunu yaşarken Allahım ya benim canımı âşıklık uğruna bu yolda al ya da Nevruz'a âşıklık sevdası ver, sazıma, sözüme karışmasın diye yürekten dua eder. Nevruz Bacı da bu sırada bir rüya görmektedir.
Evlerinin önü tren yoludur. Nevruz'un rüyasında saz çalıp demeler söyleyişine komşular başına birikip 'Tren gelir çiynenirsin, kalk evine git' ikazları üzerine komşularına; 'O devletin treni, beni çiynemez, burda durur. O durur da, aşkın treni durmaz. Önemli olan aşkın trenidir.' der.
O sırada rüyasında hiç tanımadığı bir kişinin; 'Sen eşinin âşıklığa girmesine razı olmuyorsun da niye kendin çalıyorsun?' sorusuna; 'Eşim bana intizar etti. Onun için ben de sazımı alıp tren yoluna oturdum' diye cevap verir. Tam bu sırada tren yoluna küçük bir kız çocuğunun indiğini ve hızla trenin geldiğini görerek fırlayıp çocuğu raylardan çeker ve uyanıverir.
Uyandığında kendini kan ter içinde bulur, ne saz vardır kucağında ne çocuk. Sadece kendi çocukları sarılıp uyumuşlardır annelerine. Şaşkınlıkla kalkıp, evde kocasının eski sazını arar. Kendisinde hiç hissetmediği duygular vardır, hafiflemiş gibidir. Sabırsızlıkla sabaha kadar Âşık Semaî'nin yolunu bekler.
Kızgın gittiği için eşinin tavrından endişeli olan Semaî ancak eşinin sabahın erken vaktinde kendisini beklediğine, sanki hiç kırgınlık olmamış gibi karşılayışına şaşırır.
Nevruz Bacı, "konser başarılı oldu mu?" diye sorunca, Semaî kendisi ile eğlendiğini sanarak eşine şaka yollu takılır. Ciddileşen Nevruz Bacı, rüyasını anlatıp:
Nevruzuyam hayran oldum haline
Düşümde de saz verdiler elime
Saz ile oturdum tren önüne
Tren durur aşkın treni durmuz
biçiminde bir dörtlüğü mırıldanınca gerçeği anlayan Semaî, "Dualarım kabul olmuş, sen bade içmişsin." deyip istekli olan eşine belagat ve saz dersi verip kadın âşıklar kervanına güçlü bir âşık katar.
Yıllarca birlikte âşık toplantılarında geleneğe bağlı olarak çalar söyler, ödüller alırlar. Kadın âşıklarımızın önde gelenlerinden Nevruz Bacı:
Hakkın birliğinde hazine buldum
Ummandan boş kabın doldur ha doldur
Bu aşıklık bana bir uzak yoldur
Gemini deryaya daldır ha daldır
Eğer kaptan isen yüzebilirsin
İstersen sırrını çözebilirsin
Şu gönlüm evinde gezebilirsin
Sinem baştan başa yoldur ha yoldur
Yar boyuna göre libas biçeyim
Bizi taktir edenlere gerçeğim
Âşık Nevruza'yım binbir çiçeğim
İster kokla ister soldur ha soldur
biçiminde söyleyişleri ile gönüller kazandığı, sanatının en verimli döneminde çalıp söylerken, kadere bakın ki, eşinin kırk yıl önce bir kavga sonucu: 'Allahım ya benim canımı âşıklık uğruna bu yolda al, ya da Nevruz'a âşıklık sevdası ver, sazıma, sözüme karışmasın' diye ettiği dua Tanrı katında kabul bulur ve Âşıklığa başlamasına neden olan eşinin gittiği Tokat konseri gibi bu kez birlikte gittikleri Tokat'ın bir ilçesi olan Niksar'daki konserden dönerken Tokat yolunda arabalarının önüne çıkan bir kamyonla çarpışarak karı koca âşıklar, âşıklık uğruna Hakk'a yürümüşlerdir.
Bir deyişinde:
Ey âşık pirine sıtkeyle sarıl
Telli kitap olan sazın var mıdır?
Ariflerin nutku kelamı ağır
Hakkı hakikatta gözün var mıdır?
Hakkı hakikata erebildin mi?
Aşkın badesini alabildin mi?
Cenneti alâya varabildin mi?
Elinde fermanın, yazın var mıdır?
Nevruzu’yem der ki pişmeyen çiğdir
Aşkın badesini içmeyen çiğdir
Can ile serinden geçmeyen çiğdir
Yenecek lokmada tuzun var mıdır?
biçiminde ustalığını sergileyen Nevruz Bacı’yı rahmet ve minnetle anıyoruz.
Kadın âşıklarımızdan bade olayı bilinen biri de Sabire Güler'dir. Şeyma Güngör'ün anlattığına göre "Sabire Güler'e bir gece rüyasında postacı bir mektup getirir, içinde şu mısralar yazılıdır:
Yavrum mektup yazmış ne hoş kelamı
Kelamlar içinde vardır selamı
Yavrum selamların başım üstüne
Yavrum mektup yazmış elinde kalem
Yavrum hasretliktir bağrımı delen
Sabire Güler heyecanla uyandığında rüyasındaki deyişi hatırladığını fark ederek onu kâğıda geçirir ve söylediklerinin manzume olduğunu görür.
Gök gürledi şimşek çaktı
Yağmur yağdı başımda
Kurumuş bir ağaçtım
Yeşerdim kırk yaşımda
Geldi bana bir sevda
Ey kulum etme tasa
Başında cennet tacı
Eline verdim asa
böylece kırk yaşında 'rüyadan sonra' içinden gelen ilhamla irticalen şiir söylemeye başlar"19
Bir deyişinde:
On yıl oldu Nurşah adım alalı
Bir rüyadan sazım telde çalalı20
diyen ve 1980 yılının başında gördüğü bir rüya ile âşıklığa adım attığını belirten Nurşah Bacı, bu rüyada Seyitgazi Sülalesi’nden saz aldığını ve bâdeli olduğunu açıklamıştır. Gördüğü rüyanın etkisiyle sazı kendi kendine çalarak öğrenen Âşık, mahlasını ise, katıldığı bir şenlikte yer alan efeler tarafından, “Yunus’tan şiir açmışsın, Seyitgazi’den de mahlasını al” ifadeleriyle verildiğini söylemektedir.
Bir şiirinde:
Aşkı muhabbeti sorduğum zaman
Pirim bade sundu düşümde gördüm21
deyip badeli âşık olduğunu belirten Ayşe Çağlayan,
Bir şiirinde:
Pir elinden dolu içtim
Can ile hem serden geçtim22
diyen Âşık Emine Beyza,
13 yaşında ağır bir şekilde hasta yatarken rüyasında bâde içen ve o zamanlar çocuk aklıyla rüyasına önem vermediğini söyleyen Fatma Oflaz, 3–4 yıl sonra birşeylerin farkına varır ve irticâlen şiir söylemeye başlar.
Bir şiirinde:
Âşık ne sorarsın benim halimi
Sivas’ta meydanı açtım da geldim
Pirler masasına sundum elimi
Serian bir bade içtim de geldim23
diyen ve Derdimend mahlasını kullanan Fatma Oflaz, badeli kadın âşıklarının önde gelenlerindendir.
Telli Suna da, 1994 yılında gördüğü bir rüya da ocağın başında aşure kaynatmakta olan ve elinde bir saz bulunan ince yapılı bir adamın elinden aşure yediğini ve bu rüyanın ardından saz da çalmaya başladığını ifade etmektedir.
Âşıklık geleneklerinden atışma kadın âşıklarımız tarafından da ustaca yapılmaktadır. Dursun Cevlanî ile Döne Sultan’ın yaptıkları atışmalardan bir bölümü:
Cevlanî:
Ey âşık senden bir haber alam
İlk eteğin yerden sürüten kimdir
Motorlu bineğin ismi yok iken
Cansız duvarları yürüten kimdir
DöneSultan:
Eylen ustam ben de verem cevabı
İlk eteğin sürten Hacer Ana’dır
Cansız duvarları yürüten veli
Hacı Bektaş Veli’ye can kurbandır24
biçimindedir. Güllühan ve Pervane’nin atışmaları ise:
Aldı Güllühan:
Benim ile hicret etme meydana
Keserim çevreni yolsuz kalırsın
Fazlalaşır artar burada telaşın
Keserim nefesin dilsiz kalırsın
Aldı Pervane:
Güzel benim ile etsen bu hali
Açılmaz çiçeğin gülsüz kalırsın
Kırarım kanadın budarım kolun
Hayatta kanatsız kolsuz kalırsın
örneklerden biridir.
Âşık Fatma Oflaz’ın:
Derdimendim daim şahane gezdim
Nice muammalı manalar çözdüm
Ummiyem velkin kalbime yazdım
Lisanımdan gevher saçtım da geldim
biçiminde dile döktüğü gibi, âşıklık geleneğine bağlı leb değmez, muamma çözme, tarih düşürme vb. unsurları en iyi sergileyen kadın âşıklarımızdan; Âdile Sultan, Aslı Bacı, Âşık Döne, Banu Hanım, Ozan Nurşah, Hüsniya Bacı, Nevruz Bacı, Sarıcakız, Derdimand, Şahturna sadece birkaçıdır.
Dostları ilə paylaş: |