Kadina yöneliK ŞİddetiN Önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanliklarin tespiTİne iLİŞKİn rapor


Uçan Süpürge Temsilcisi Selen Doğan



Yüklə 447,57 Kb.
səhifə14/18
tarix14.01.2018
ölçüsü447,57 Kb.
#20524
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   18

11. Uçan Süpürge Temsilcisi Selen Doğan

10/03/2010 Çarşamba günü saat 15:30’da Uçan Süpürge temsilcisi Selen Doğan, alt komisyon tarafından dinlendi.


Selen Doğan tarafından, Uçan Süpürgenin tüm medya çalışmalarından kendisinin sorumlu olduğu ifade edilerek, 2003 yılından beri Uçan Süpürgenin editörlüğünü yaptığı belirtilmiştir. Konuya yaklaşımının iki şekilde olacağı; birincisinin yurttaşların bu sorun hakkında ne yapabileceklerinin olacağı, diğerinin ise yasama ve bu konuyla ilgilenen kurumlar arasında ne tür bir işbirliği yapılabileceğine ilişkin olacağı söylenmiştir.
Medyanın kadınlara yönelik olarak uyguladığı şiddet türlerinden bir tanesinin doğrudan şiddet olduğu, doğrudan şiddette kullanılan dilin alaycı, küstah ve özgüvenli bir dil olduğu ve kadınları doğrudan hedefe koyan bir dil olduğu belirtilmiş; bu dilin kadınlara bir şey söyleyen, bir fotoğrafla, bir başlıkla, bir ifadeyle kadınları kolayca aşağılayabilen, kadınların haklarını kolayca gasp edebilen bir dil olduğu söylenmiştir.
Medyada kadınlara yönelik doğrudan şiddetin nasıl gerçekleştiğine ilişkin örnekler verilmiştir. Bir gazete haberinde “Seçilmek için bu kadının güzelliği yetmedi.” başlığının kullanıldığı; bu başlığın, güzel, bakımlı, şık kadın olmanın aslında siyaset yapmak için bir geçer koşul olduğunu söyleyen bir dil kullanıldığı ifade edilmiştir.
Bir başka gazetede manşet olarak “yuva yıkan kadın” olarak bir kadının gösterildiği; burada kadının bedenini ve cinselliğini kullanarak yuva yıkan, diğer kadınları mağdur eden bir şekilde gösterildiği; bu durumun kadına yönelik şiddet ve hak ihlali olduğu ifade edilmiştir.
Bir televizyon sayfası yazarının, kendi köşesinde “Kadınlar kötü şofördür.” başlığı altında yazı yazdığı; bunun kadınlara yönelik şiddet olduğu, kadınlar şöyledir, şunu yapamazlar, bunu yapamazlar şeklindeki kalıp ifadelerin sık sık kullanıldığı söylenmiştir.
Medyada “Kim demiş kadından itfaiyeci olmaz.” , “Kim demiş kadından Einstein olmaz diye.” gibi söylemlerle sık sık karşılaşıldığı ifade edilmiş, bu tür söylemlerin son derece cinsiyetçi olduğu, bunların kaş yapayım derken göz çıkaran ifadeler olduğu; esasında erkeğin yapabileceği ve kadının yapabileceği işler gibi bir ayrımın kafalarda var olduğunu yansıttığı ifade edilmiştir. Einstein’ın bir erkek olarak bilim ve teknolojiyle özdeşleştirildiği ve bunun başlı başına bir cinsiyetçilik örneği olduğu ifade edilmiştir.
Medyada “Cankurtaran kızları gören boğuluyor.” diye bir haberin çıktığı, kullanılan bu tür başlıkların ve bunların yanında kullanılan resimlerin cinsiyetçi olduğu ifade edilmiştir.
Özellikle magazin basınında makyaj yapmamış, sokağa bakımsız çıkmış ünlü bir kadın görüntülendiği zaman, bu kadına saldırıldığı ifade edilmiş; burada kadının bedenine saldıran ve şiddet uygulayan bir söylem olduğu belirtilmiştir. Kadınlar bakımlı olmalıdır klişesinin tersyüz edilip başka bir şeye dönüştürülmesinin gerektiği söylenmiş, kadınların her gün makyaj yapmak ve kuaföre gitmek zorunda olmadığı ifade edilmiştir.
Doğrudan şiddetin yanında bir diğer şiddet biçiminin örtük şiddet olduğu, bunun aslında şiddet gibi durmayan ancak dokulara nüfuz eden ve çok güçlü bir şiddet biçimi olduğu söylenmiştir. Bu şiddetin öğretilmiş cinsiyet rollerinden kaynaklandığı ve burada şiddet içeriğini inkar etmenin kolay olduğu ifade edilmiştir. Medyada, erkeklere isim ve soy isimleriyle yahut sadece soy isimleriyle hitap edilirken, kadınlara sadece isimleriyle hitap edilmesinin örtük şiddete örnek olduğu ifade edilmiş; söz konusu kadın olduğu zaman, sanki kadının başka aidiyeti yokmuş gibi, bir soyadı, bir kimliği yokmuş gibi davranıldığı ve bunun şiddet uygulamak olduğu belirtilmiştir. Kadınlara sadece isimleriyle hitap etmenin kadınları ikincilleştiren bir hitap biçimi olduğu söylenmiştir.
Meclisin açıldığı gün medyada, “Mecliste kaç kadın kuaförü var?” şeklinde haberler yapıldığı; bunun da örtük şiddete örnek olduğu ifade edilmiştir.
Medyada fuhuş haberleri verildiği zaman, sadece kadınların fotoğraflarının ve görüntülerinin yer aldığı, erkeklerin görüntülerinin yer almadığı söylenmiştir. Bunun da örtük şiddete örnek olduğu belirtilmiştir.
Bir fotoğraf makinesi reklamında makinenin kadınlar için üretildiğinin belirtilmesinin, farklı renkleri olduğunun ve makineyi kullanmanın çok kolay olduğunun vurgulanmasının kadına yönelik örtük şiddet içerdiği belirtilmiş; bu reklamdan komplike makinelerin kadınlar tarafından kullanılamayacağı anlamının çıktığı belirtilmiştir.
Gazetelerde, özellikle ekonomi sayfalarında şirketlerin evlenmesinden bahsedildiği, bu tip durumları kadınlık haliyle, kadınlarla özdeşleştirilmelerinin çok yanlış olduğu, bu tür başlıkların çok cinsiyetçi bir dil tarafından yazıldığı ifade edilmiştir.
Gene “adam yerine koymak”, “adam gibi davranmak” şeklindeki ibarelerin cinsiyetçi ibareler olduğu ve bunların kadınlar tarafından kullanılmamasının gerektiği belirtilmiştir.
Medyada yer alan, “Eş Cinayetlerinde Baş Rol Kadının” şeklinde bir başlıktan söz edilmiş; kadınlar niçin suçun failleri oluyor, bunun sosyolojik sebeplerinin çok iyi araştırılmasının gerektiği ifade edilmiştir. Bu başlığı atan gazetenin güya durumu eleştirir gibi gözüktüğü, oysa bunun gazeteyi okuyanlar tarafından böyle algılanmadığı söylenmiştir.
Türkiye’de kadına yönelik şiddete ilişkin çok sağlam istatistikler olmadığı, TUİK’in yaptığı araştırmanın çok yanlı ve yanlış olduğu, diğer taraftan sivil toplum örgütlerinin kendi kıt olanaklarıyla ve az zamanda bir şeyler yapmaya çalıştıkları ancak bunların da geneli kapsamadığı anlatılmıştır. Konu hakkında çok fazla araştırma ve bunlara dayanan rakamlar olduğu, hangisi doğru hangisi değil, kafalarda karışıklık olduğu belirtilmiştir.
Medyada çalışan kadınlara yönelik olarak da şiddetin gerçekleştiği, bazı erkek ve deneyimli köşe yazarlarının gazeteci olmak isteyen bir kadınla dalga geçebildikleri; şayet gazeteci olmak isteyen bir erkek olsaydı böyle davranmayacakları ifade edilmiştir.
“Kadın Öğretmene Müdür Dayağı” başlıklı haberde dayağa maruz kalan öğretmenin kadın olduğunun özellikle belirtildiği söylenmiş ve bunun hak ihlali olduğu ifade edilmiştir.
Medyada şiddet haberlerinde mağduriyetin bütün çıplaklığıyla anlatılmasının, özellikle cinsel saldırı haberlerinde saldırının bütün detaylarının anlatılmasının olayın pornografikleştirilmesi manasına geldiği ifade edilmiştir.
“Berdeli Kabul Etmedi Öldürüldü” başlıklı bir haberde bilinçaltına işleyen bir yan olduğu, aslında berdelin kabul edilebilir bir şey olduğunun, makul ve yasal olduğunun insanlara empoze edildiği belirtilmiştir.
“Üniversiteli Eş Dayak Taraftarı” başlıklı haberin şiddet içerdiği; Türkiye’de taraftar olmanın çok hoş ve meşru karşılandığı, futbol taraftarlığının çok yüceltildiği ülkemizde, dayağa taraftar olmanın olumlu çağrışımlar yaptığı söylenmiştir.
Ünlü bir gazetecinin “Bu ordu kadınların iki bacağının arasını da koruyor.” şeklinde yazı yazdığı, buna karşılık olarak MEDİZ’in ve kadın örgütlerinin tepki gösterdikleri ifade edilmiştir.
Kadınların gazetelerde, özellikle üçüncü sayfa haberlerinde kurban olarak temsil edildiği belirtilmiş; kadınlara annelik ve kadınlıkları üzerinden bir kutsiyet atfedildiği, aslında bu şekilde bilinçaltında kadınlara, “Siz biraz haddinizi bilin, annesiniz ve çok kutsalsınız, oturun evinizde, ne işiniz var bütün bunlarla.” denildiği ifade edilmiştir.
Kadının, birisinin kardeşi, birisinin kocası olarak tanımlanmasının şiddetin bir başka biçimi olduğu ifade edilmiş, kadının bu şekilde birey olarak görülmeyip, kadınların varlıklarının başkalarının üzerinden tanımlamanın çok sık karşılaşılan bir olay olduğu ifade edilmiştir.

Gazetelerde arka sayfa güzel olarak, bir nesne olarak, bir kar ve arzu nesnesi olarak kadın bedeninin gösterildiği ve bunun şiddet olduğu belirtilmiştir.


Medyada kadın temsillerinden bir tanesinin “yok temsil” olduğu ifade edilmiş, bazı gazetelerde kadınların hiç temsil edilmediği, adeta yok sayıldığı belirtilmiş; bu gazetelerde kadının gerçekten olmadığı, haberin içinde, sayfalarda, hiçbir yerde olmadığı anlatılmış; bunun kadını yok saymak anlamına geldiği ve bir şiddet türü olduğu ifade edilmiştir.
Medyanın, kadına yönelik şiddetin gerçekleştiği bir alan olduğu, ancak aynı zamanda bu şiddetle mücadele için de iyi bir mücadele aracı olduğu ifade edilmiş; Hürriyet Gazetesinin konuyla ilgili yaptığı konferansta “İş yerinde aile içi şiddete maruz kalındığında şirket ne yapmalı?” şeklinde bir sunumun da olduğu ve medyada bu tip örneklerin iyi modeller olduğu söylenmiştir. Hürriyet Gazetesinin yaptığı araştırmaya göre, kadınların haklarını %70 oranında medyadan öğrendikleri ifade edilmiş ve medyanın bu yönüyle çok önemli olduğu vurgulanmıştır.
Bu mücadelede milletvekilleriyle sürekli iletişim halinde olmanın önemli olduğu, milletvekillerinin bu sorunu TBMM’de dile getirmelerinin, konu hakkında soru sormalarının önemli olduğu ve TBMM içerisinde bu konuyla ilgili bir kamuoyu yaratmanın önemli olduğu ifade edilmiştir.
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, mağazaların indirimli mücevherler, kıyafetler satmasının istenmediği; toplumdan istenenin çiçek olmadığı; kadınların öldürülmemesinin, ayrımcılığa maruz bırakılmamasının, kadınların birey olarak kendilerini var etme olanaklarının onlara tanınmasının yeterli olduğu ifade edilmiştir.
Cinsel şiddete maruz kalmış genç bir oyuncunun fotoğrafının günlerce gazetelerde yayımlandığı ve kadın bir televizyon programına bağlandığında “Bu şekilde vermeyin, buna demeyin, buna tecavüz demeyin, bu bir cinsel saldırıdır, şu an siz bana şiddet uyguluyorsunuz.” diyerek gerçek bir ders verdiği ifade edilmiştir.
Yurttaşların televizyonda, kadına yönelik şiddet içerikleriyle karşılaştığı zaman şikayet mekanizmalarını kullanmasının gerektiği, RTÜK’ün Alo 178 şikayet hattına şikayette bulunmasının gerektiği; gazetelerin, televizyonların özdenetim mekanizmalarının işlemesinin gerektiği, bu mekanizmaların gazete ve televizyonları bu konuda uyarmasının gerektiği ifade edilmiştir. Gazete ve televizyonların okur ve izleyici temsilcilerinin de önem taşıdığı, sıkıntıların bu kimselere de iletilmesi gerektiği söylenmiştir. Parlamentoda bu konuya ilişkin olarak daha ağır yaptırımlar içeren düzenlemelerin yapılmasının gerektiği belirtilmiştir.
Toplumsal cinsiyet odaklı eleştirel medya okur-yazarlığının çok önemli olduğu, bunun yaygınlaştırılması gerektiği; ancak medya okur-yazarlığını okulların müfredatına koyarak bu sorunun çözülemeyeceği belirtilmiştir.
Şiddetsizliğin her yerde dile getirilmesinin gerektiği, medyadan öncelikli talebin bu yönde olmasının gerektiği söylenmiştir. Uçan Süpürge’nin 2003 yılında alternatif bir ağ yarattığı, bu ağ uyarınca Türkiye’nin her yerinde yerel kadın muhabirlerinin bulunduğu; bu muhabirlerin sayıları bulundukları illere göre değişmekle beraber, medyada asla yer almayan, medyanın haber değeri biçmediği haberlerin bu şekilde Uçan Süpürge’ye geldiği ifade edilmiştir.
Reklam Verenler Derneği, Reklam Öz Denetim Kurumu gibi yerlerle mutlaka ilişki içinde olunması gerektiği ve onların konu hakkında farkındalıklarını arttırmak gerektiği söylenmiştir. Burada kastedilenin sansür olmadığı ancak biraz baskı gücü oluşturmanın faydası olacağı anlatılmıştır.
CEDAW’ın özellikle 2, 5, 7, 10, 11, 13’üncü maddelerine dayanılarak, medyadan şiddet içeren içerikle ilgili olarak hesap sorulabileceği, CEDAW’ın iç hukukun bir parçası olduğu ve kanun gücünde olduğu ifade edilmiştir.
Üniversitelerde, iletişim fakültelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin müfredata girmesinin gerektiği söylenmiştir. RTÜK yasa taslağına bakıldığı zaman, taslağın 9. maddesinin (b) bendinde “Cinsiyet farkı gözetilerek düşmanlığa tahrik edilmemeli.” dendiği, nefret oluşturmama üzerine hükmün olduğu, özel hayatın gizliliğine ilişkin hüküm olduğu belirtilmiş; ancak taslağın bu halinin dahi çok muğlak olduğu ve burada yer alan ifadelerin çok yetersiz olduğu söylenmiştir. RTÜK uzmanlarının, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünden toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi aldıkları, ancak gene de yasanın bir adım dahi dışına çıkamadıkları ve aslında hala toplumsal cinsiyete odaklı medya okur-yazarlığından yoksun oldukları belirtilmiştir. RTÜK uzmanlarınca, şayet televizyonda kadının dayağa maruz kaldığı bir sahne varsa, yani doğrudan şiddet varsa, hemen not alındığı; ancak şayet örtük şiddet varsa bunların görülemediği ifade edilmiş, bunun önüne geçmek için bu uzmanların bir farkındalık eğitiminden geçmesinin gerektiği belirtilmiştir.
Kadın programlarının çok eleştirildiği, aslında bu tarz programlara ihtiyaç olduğu ancak bu programların daha faydalı hale getirilebileceği; daha eğitici olan ve toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısına sahip programlar yapılabileceği söylenmiştir.
Çocuklara ağır makyajlar altında acıklı şarkılar söyleten televizyon programlarının bu çocuklara şiddet uyguladığı; Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi vb. diğer sözleşmeler vasıtasıyla bu tür programların yayımlanmaması üzerine baskı oluşturulması gerektiği söylenmiştir.
Konuyla ilgili kurum ve kuruluşların bir araya gelmesinin çok önemli olduğu, yapılacaklar üzerinde tartışmaların olması gerektiği ve eylem planlarının olmasının gerektiği ifade edilmiştir. Bu konuyla ilgili başlı başına bir devlet politikasının olması gerektiği söylenmiştir. Medyada kadına yönelik şiddetle ilgili olarak Ceza Yasasından faydalanılabileceği, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesinden yararlanılabileceği ifade edilmiştir.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede “Bu erkeklikse biz erkek değiliz” inisiyatifini erkeklerin oluşturduğu ve bu inisiyatifin eylemlerinin son yıllarda yapılan en parlak eylemlerden olduğu ifade edilmiştir.
Bayan-kadın kelimelerine ilişkin tartışmada, kuvvetle kadın kelimesinden yana taraf olunduğu; “bayan” diye bir cins adı olmadığı, bu kelimenin Türkçe için de yanlış olduğu; kadına sadece kadın denmesinden yana oldukları belirtilmiştir. “Dayak yemek”te yer alan “yemek” kelimesinin beslenmek gibi olumlu çağrışımları olduğu, bu yüzden “dayağa maruz kalmak” şeklindeki kullanımın tercih edildiği; “bomba gibi haber” , “bilgi bombardımanı”, “tetiklemek” gibi kullanımların çok militarist ve ataerkil çağrışımları olduğu, bu yüzden kullanmayı tercih etmedikleri ifade edilmiştir. “Bilim adamı”, “İş adamı” vb. kavramlarının aynı gerekçelerle kullanılmadığı; “kadınların geleneksel rolleri” yerine “ataerkil roller” şeklindeki kullanımın tercih edildiği, çünkü çok güzel gelenek ve törelerin de bulunduğu söylenmiştir. Bir takım kötü uygulamaların geleneklere dayanılarak meşrulaştırılması olasılığının bile aslında şiddet olduğu belirtilmiştir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KOMİSYON TARAFINDAN KONU İLE İLGİLİ GERÇEKLEŞTİRİLEN ZİYARETLER


Yüklə 447,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə