Kadina yöneliK ŞİddetiN Önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanliklarin tespiTİne iLİŞKİn rapor


Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ruh Sağlığı Daire Başkanlığı Kronik Ruhsal Bozukluklar Şube Müdürü Dr. Gülsüm Kartal



Yüklə 447,57 Kb.
səhifə8/18
tarix14.01.2018
ölçüsü447,57 Kb.
#20524
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   18

5. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ruh Sağlığı Daire Başkanlığı Kronik Ruhsal Bozukluklar Şube Müdürü Dr. Gülsüm Kartal

10.02.2010 Çarşamba günü saat 14.00’te Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ruh Sağlığı Daire Başkanlığı Kronik Ruhsal Bozukluklar Şube Müdürü Dr. Gülsüm Kartal, alt komisyon tarafından dinlenmiştir.


Kadına yönelik şiddetle mücadelenin Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Daire Başkanlığı altında bir birimde yürütülmesinin yanlış olduğu, kadına yönelik şiddetin bir ruh sağlığı problemi olmadığı, asıl sorunun toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamamasından ve geleneksel rollerin devam ettirilmesinden kaynaklandığı ifade edilmiştir. Şiddet uygulayan eşlerin çok azında esas problemin ruh sağlığı sorunları olduğu, esas problemin toplumsal olduğu vurgulanmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin, Kronik Ruhsal Bozukluklar Şubesinin alanına tam olarak girmediği; bu mücadelenin AÇSAP( Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü) tarafından yürütülmesinin daha doğru olduğu belirtilmiştir. Sorunun esasında bir halk sağlığı sorunu olduğu, bu noktada YÖK’ün de sağlık personeli yetiştirilirken eğitim müfredatına bu konuyu ayrıca koymasının gerektiği ifade edilmiştir.
Kadına yönelik şiddetin bir ruh sağlığı problemi olmadığı, kabul görmüş ve devam eden bazı değerlerden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Esasında kadına yönelik şiddetin son dört-beş senedir bir ruh sağlığı problemi olarak görülmediği; öncesinde sadece şiddete uğrayan kadını tedavi etmekle yetinildiği ancak artık farklı bir noktaya gelindiği ifade edilmiştir.
Kadına yönelik şiddetin cinayet, intihar ve AIDS gibi öldürücü sonuçları olabildiği gibi, yaralanmalar ve kronik ağrılar gibi öldürücü olmayan ama kadını çok yaralayan ve sağlığını bozan sonuçları da olduğu söylenmiştir. Özellikle orta yaştaki kadınların hiçbir fiziksel sebep olmadan kronik ağrı sendromuyla sağlık kuruluşlarına geldikleri, ancak bunların birçoğunun eşi tarafından psikolojik şiddete uğradığı belirtilmiştir.
Kadına yönelik şiddetin sonuçları şu şekilde sıralanmıştır:


  1. İstenmeyen gebelikler

  2. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar

  3. Gebelikte gerçekleşen şiddete dayanan erken doğumlar

  4. Psikosomatik hastalıklar

  5. Post-travmatik sendrom

  6. Depresyon

  7. Anksiyete

  8. Fobiler ve panik atak

  9. Yeme düzensizlikleri

  10. Benlik saygısının yitimi

  11. Cinsel işlev bozuklukları

  12. Alkol ve madde kullanımında artış

Kadına yönelik şiddetle mücadele bir halk sağlığı sorunu olarak ele alındığında, Dünya Sağlık Örgütünün de benimsediği modele göre 3 farklı korumanın gerçekleştiği ifade edilmiştir. Birincil korumanın, kadına yönelik şiddet daha ortaya çıkmadan şiddetin önlemesine ilişkin olduğu; bunun kapsamına toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerleştirilmesi, kadına sosyal desteğin artırılması gibi toplumsal dönüşümlerle ilgili tedbirlerin girdiği söylenmiştir. İkincil korumaya, kadına yönelik şiddet ortaya çıktıktan sonra, tanı, tedavi ve şiddetin tekrarının önlenmesine ilişkin tedbirlerin girdiği belirtilmiştir. Üçüncül korumanın kapsamına ise kronikleşmiş şiddete maruz kalmış kadınların rehabilitasyonunun ve bu kadınların, gerekiyorsa başka kurumlara yönlendirilmesinin girdiği söylenmiştir.


Birincil korumada kişisel düzeyde yapılacaklar olarak, kadının eğitilmesi, erkeğin eğitilmesi ve kadının ekonomik bağımsızlığının sağlanması belirtilmiştir. Toplumsal düzeyde koruma için ise sosyal politikalarda ve sistemde yapılması gereken değişikliklere işaret edilmiştir.
İkincil korumanın daha çok sağlık personelini ilgilendirdiği, şiddete uğramış yahut uğrama ihtimali olan, yani risk altında olan kişileri sağlık personelinin teşhis etmesinin önemli olduğu ifade edilmiştir. Sağlık personeline bu yönde eğitimler verildiği ve acil müdahalenin çok önemli olduğu söylenmiştir. Bu noktada kurumlar arası işbirliğinin çok önemli olduğu, özellikle kolluk kuvvetleri, adli kurumlar, sosyal hizmetler ve barolarla işbirliğinin çok önemli olduğu belirtilmiştir.
Üçüncül düzeyde korumada ise sığınma evlerinin güçlendirilmesinin, kadının kişiliğinin güçlendirilmesinin ve kadının çalışma hayatına katılımının sağlanmasının önemine dikkat çekilmiştir.
2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinden sonra, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün hazırladığı eylem planına dayanılarak Sağlık Bakanlığının kendi sorumlulukları üzerinde çalışmaya başladığı ifade edilmiştir. 4320 sayılı kanuna dayanarak çıkarılan yönetmeliğin hazırlanmasında Sağlık Bakanlığının da katkısı olduğu, şiddet uygulayan eşin tedavi olmasına ilişkin mahkemece verilen tedbir kararının nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin olarak prosedürün hazırlandığı söylenmiştir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün desteği ile görsel ve basılı materyallerin hazırlandığı; AÇSAP Genel Müdürlüğünce evlilik başvurusunda bulunan çiftlere yönelik olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddetle ilgili olarak konuşmaların yapıldığı ve bilinçlendirme materyallerinin hazırlandığı ifade edilmiştir. AÇSAP Genel Müdürlüğü tarafından Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunun katkısıyla başlamış olan, ancak şu anda sadece AÇSAP tarafından yürütülen farkındalık programları vasıtasıyla, erlere yönelik olarak toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddete ilişkin eğitimler verildiği ve şu ana kadar 1 milyonu aşan sayıda erin eğitildiği ifade edilmiştir.

Aile içi şiddet konusunda çalışan ve şiddet mağduru kadınlara özelleşmiş ayrı bir birimin kurulmasının öneri olarak geldiği, ancak bu şekilde özel birimler kurmak yerine, bütün sağlık personelini kadına yönelik şiddetle mücadelede sorumlu kılacak bir yapılanmaya gidildiği ifade edilmiştir. Bunu sağlamak için ise Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile yapılan protokol uyarınca sağlık mensuplarının eğitilmeye başlandığı söylenmiştir.


Kadına yönelik şiddetle mücadelede kayıt, bildirim ve izlem mekanizması oluşturulmak istendiği, bu yapıldığı zaman 81 ilden istatistiki bilgi alınabileceği ve bu konuda devletin yapabileceği en büyük araştırmanın bu olabileceği söylenmiştir.
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin bir halk sağlığı problemi olmasının yanında, bir insan hakları sorunu olarak da ele alınması gerektiği, yasal yansımalarıyla şiddetin suç teşkil ettiği, bu nedenle sağlık mensuplarının acil müdahalelerinin ve yasal bildirim yükümlülüklerinin çok önemli olduğu vurgulanmıştır. Tüm bireylerin yaşama hakkına eşit düzeyde sahip olduğu; yaşı, cinsiyeti, ekonomik düzeyi, politik görüşü, cinsel tercihi, milliyeti ne olursa olsun herkesin eşit düzeyde sağlık hizmeti alması yaklaşımıyla şiddetle mücadele politikalarının oluşturulduğu; kişilerin haklarına saygı duyan ve kendi kararlarını almalarına olanak tanıyan bir yol benimsendiği ifade edilmiştir.
Sağlık personelinin yaptığı en büyük hatanın şiddete uğramış kadına akıl vermek olduğu, oysa kadının akla ihtiyacı olmadığı, kadının alternatiflerini görmeye ve hangi devlet kurumunun ona nasıl yardım edeceğini bilmeye hakkı olduğu vurgulanmıştır. Şiddete uğramış kadın hakkında karar vermenin, kadının ikinci kez şiddete uğramasına neden olduğu söylenmiştir.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede bakanlığın politik kararlılığının çok yüksek düzeyde olduğu; diğer sektörlerle işbirliğinin çok başarılı şekilde gerçekleştiği, sağlık personeline yönelik yapılan eğitimlerin ve programı halka tanıtmak için yerel düzeyde yapılan medya çalışmalarının çok başarılı bir şekilde gerçekleştiği ifade edilmiştir.
Hizmetin, il sağlık müdürlükleri, sağlık ocakları, ana çocuk sağlığı merkezleri, hastanelerin acil servisleri ve şimdi de sağlıkta dönüşüm sebebiyle yeni kurumlar olan aile hekimlikleri ve sağlık evleri bazında kurgulandığı belirtilmiştir. Birinci basamak sağlık kuruluşlarına yönelik olarak, aile içi şiddet nedeniyle başvuran bir kadına ne yapılabilir diye algoritmalar geliştirildiği ve sağlık personelinin bunları izleyerek standart ve prosedüre uygun hareket etmesinin sağlandığı söylenmiştir. Sağlık personelinin şiddet mağduru kadının öyküsünü aldığı, buna uygun olarak tıbbi tanı, tedavi ve izlem yaptığı ve bunu sonucunda kadına ilişkin olarak bir risk değerlendirmesi yaptığı ifade edilmiştir. Risk değerlendirmesinin kadına güvenlik planı geliştirmek açısında çok önemli olduğu, çünkü şiddete maruz kalan her kadının sığınma evine yerleşmek istemediği, eşinden ayrılmak istemediği ancak güvenliğinin de sağlanmasının gerektiği belirtilmiştir. Şiddet mağduru kadına alternatifleri hakkında bilgi vermenin kadına en büyük desteği sağladığı, kadın koruma ve destek hizmeti istiyorsa, bu noktada yönlendirilmesinin büyük önem taşıdığı söylenmiştir. Şiddet mağduru kadının kayıt ve bildiriminin yapılmasının ve kadının takip edilmesinin çok önemli olduğu, çünkü bir ortamda şiddet varsa tekrar etmesinin çok muhtemel olduğu ifade edilmiştir.
Hastanelerin acil servislerine başvuran kadınlar burada şiddete uğradıklarını söylerlerse, tıbbi tanı ve tedavinin arkasından durumun hastane polisine bildirildiği ve tıbbi rapor düzenlendiği, gerektiğinde kadının daha üst kurumlara sevk edildiği ve bu noktada alternatiflerinin neler olduğu konusunda bilgilendirildiği; risk değerlendirilmesi yapılması sonrasında hayatı tehlikede olan kadının isterse sosyal hizmetlere yönlendirildiği söylenmiştir. Ancak şiddete uğrayan kadın uğradığı şiddeti gizliyorsa ve şayet hayati tehlikesi yoksa, doktorun bu durumu tanı ve tadaviyi takiben raporunda belirtmek zorunda olduğu; ancak kadının hayati tehlikesinin varlığı tespit edilmişse, sağlık personelinin bu durumu mutlaka hastane polisine bildirmekle mükellef olduğu, aksi halde personelin de sorumluluğunun doğduğu belirtilmiştir. Tıbbi tanı ve tadaviyi takiben, rapor düzenlemenin, gerekiyorsa kadını uygun servise yatırmanın ve kadının durumunda iyileşme olduktan sonra aile içi şiddet kayıt formu doldurmanın sağlık personelinin görevleri arasında yer aldığı ifade edilmiştir.
Aile içi şiddet kayıt formunun ön tarafında kadının kişisel bilgilerinin yer aldığı, özürlülük, kronik hastalık, sosyal güvence vb. kadına ilişkin bilgilerin toplandığı; formun arka yüzünde ise kadının hayati tehlike altında olup olmadığına ilişkin risk değerlendirmesinin yer aldığı belirtilmiştir. Risk değerlendirmesinde sorulan beş sorunun şu şekilde olduğu ifade edilmiştir:

-Şiddet son bir senede artış gösterdi mi?

-Failde alkol veya madde kullanımı söz konusu mu?

-Fail sizi öldürmekle tehdit etti mi?

-Evde silah bulunuyor mu?

-Eve gitmeye korkuyor musunuz?


Kadının bu beş sorudan bir tanesine bile “evet” cevabını vermesi durumunda, risk durumunun yüksek olduğunun söylendiği ve seçeneklerinin anlatıldığı; şayet kadın eve dönmede ısrarlı ise kendisi için acil müdahale planı yapmasının telkin edildiği söylenmiştir. Acil müdahale planı için kadına yol gösterildiği; bir yere bir miktar para saklayabileceği, deprem çantası benzeri bir çantayı hazırda bulundurabileceği, nüfus cüzdanını hep yanında taşımasının iyi olacağı, çok güvenilen bir komşuyla acil durumlarda yardım için haberleşmek üzere bir sinyalin geliştirilebileceği ve benzeri önerilerde bulunulduğu ifade edilmiştir.
Aile içi şiddet kayıt formlarına daha sonra gizliliği sağlamak adına “olgu numarası” denilen bir numara verildiği ve olgu numaralı formların daha sonra il sağlık müdürlüklerine geldiği, buradan da her ay düzenli olarak, icmal formu adı altında ikinci bir form yoluyla Ruh Sağlığı Daire Başkanlığına geldiği ifade edilmiştir. Bu bilgi akışının şiddet mağduru kadınların eğitim durumu, medeni durumu, sosyo-ekonomik durumu ve şiddet türü konusunda istatistiki bilgi sağladığı söylenmiştir.
Şiddete uğrayan kadının uğradığı ilk şiddet sonrasında yasal yollara başvurmadığı, canına tak ettiği zaman yasal yollara başvurduğu; ancak bu durumda da geriye dönük olarak adli tıp raporlarını isteyebildiği, bu durumun ise sağlık personelini çok zor durumda bıraktığı ifade edilmiştir. Bu yüzden adli tıp raporunun çok önem taşıdığı, yapılan eğitimlerde adli tıp raporunun nasıl tutulması gerektiğinin çok ayrıntılı şekilde anlatıldığı, cinsel saldırılarda ve fiziksel saldırılarda tutulması gereken rapor çeşidinin üzerinde özellikle durulduğu, raporların herhangi bir kişisel yorum katmadan, standart bir şekilde nasıl tutulacağının eğitiminin verildiği söylenmiştir.
Aile içi şiddetle mücadeleye engel teşkil eden ve genel olarak sağlık personelinden ve özel olarak doktorlardan kaynaklanan bakış açıları ve bunlara verilen cevaplar şu şekilde sıralanmıştır:

1) “Aile içi şiddet mahrem bir konudur. Karışmamıza gerek yok.”

Aile içi şiddet mahrem bir konu değildir, bir insan hakları sorunudur.

2) “Benim işim değil. Ben tıp eğitimi gördüm, şiddet benim ilgi alanıma girmiyor.”

Aile içi şiddet bir halk sağlığı sorunu olduğu için doktorların sorumluluk alanının içerisindedir.
3) “Zamanın yok, çok hasta bakıyorum, buna ayıracak vaktim yok.”

Aile içi şiddetle mücadeleye ayrılan zaman gelecekte zaman kazandırır.


4) “Ben sorsam bile mağdur olan kadın konuşmak istemez.”

Birçok kadın bu konu hakkında konuşmak, dertlerini anlatmak istiyor.


5) “Kadın mutlaka kışkırtacak bir şey yapmıştır.”

Hiç kimse dayağa maruz kalmayı yahut cinsel istismara uğramayı hak etmez.


6) “Zaten yapabileceğim bir şey yok. Sorsam ne olur ki.”

Yapılabilecek çok şey var. Aile içi şiddet hakkında soru sorarak başlayabilirsiniz.


7) “Benim hastalarımın başına gelmez.”

Her yerde herkesin başına gelebilmektedir.


8) “Bu vakaları kabul etmek istemem.”

Aile içi şiddete yaklaşım eğitimle kazanılan bir beceridir.


9) “Benim başıma geldi ve kabul etmek istemiyorum.”

Şiddete uğramayı kabullenmek zordur ve profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilirsiniz. Böylelikle başkalarına da yardım edebilirsiniz.


10) “Bu olay geçmişte meydana gelmiş. Artık kadını etkiliyor olamaz.”

Geçmiş yaşantılar, özellikle aile içi şiddet, kadının şu anki ruh sağlığını etkileyebilir.


11) “Vücudunda çok fazla iz yok, dolayısıyla o kadar da kötü olamaz.”

Aile içi şiddet kadının ruh sağlığını ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Aile içi şiddetin izleri görünür olmayabilir, ancak çok ciddi boyutta olabilir.


12) “Bu asla benim başıma gelmez. Dolayısıyla benim gibi bir kadının başına da

gelmez.”


Aile içi şiddet herkesin başına gelebilir.
13) “Eşinin onu neden dövdüğü açıkça ortada...”

Unutmayın, erkekler ve kadınlar kendilerini faille özdeşleştirebilirler.


14) “Dayak yiyen kadın eşini terk etmelidir.”

Bu kararı kadının kendisi almalıdır. Onun yerine biz bu kararı alamayız.


15) “İnsanlar böyle olayları çabuk atlatırlar.”

Fiziksel yaralar kapansa da, etkileri devam eder.


16) “Ben sadece tıbbi olaylarla ilgilenirim.”

Aile içi şiddet mağdurlarında genellikle baş ağrısı, pelvik ağrı, gastrointestinal problemler gibi semptomlar görülür. Bu semptomların altında yatan neden aile içi şiddettir.


Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek yerleşim alanlarında görev yapan bazı doktorların, “Benim hastalarımın eğitim düzeyi yüksek, eşlerinden asla şiddet görmezler.” dedikleri ancak bunun yanlış bir algı olduğu, kadına yönelik şiddetin hemen hemen her sosyo-ekonomik düzeyde, her ilişkide görülebildiği ifade edilmiştir.
Neyin şiddet olduğu konusundaki algının kadından kadına değiştiği, bazı kadınların bir tokadı yahut bağırmayı şiddet olarak algılamadıkları; sosyal şiddeti, ekonomik şiddeti ve cinsel şiddeti kadınların hemen hemen hiç bilmedikleri söylenmiştir. Dışarıda gayet sosyal ve efendi davranan erkelerin evde eşiyle hiç konuşmaması yoluyla eşlerine duygusal şiddet uygulamalarına Türkiye’deki evliliklerde çok rastlandığına dikkat çekilmiştir.
Sonuç olarak şayet sağlık personelinde, aile içi şiddet konusunda yeterli duyarlılık yoksa, aile içi şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmetlerin nasıl verildiği bilgisi yoksa, şiddete uğrayan kadına yaklaşım ve destek konusunda yetersizlik hissi varsa, kendini yeterli görse bile müdahale etmesinin bir yararı olmayacağını ve şiddeti engellemeyeceği düşüncesi varsa, bu personelin şiddeti sorgulamadığı ve şiddetin olduğunun ortaya çıkmasında engelleyici rol oynadığı ifade edilmiştir.
Toplam 434 tane eğiticinin eğitiminin yapıldığı, bunların illere gönderildiği ve 81 ilde eşzamanlı olarak eğitime başladıkları, 2009’da 50.650 personelin eğitildiği, bu rakamın 2010 yılında 60.000’e ulaşmasının hedeflendiği ifade edilmiştir.
Kurum içinde karşılaşılan ve çözülmesi gereken sorunların başında önyargıları kırmanın geldiği, ancak bunun uzun zaman içinde gerçekleşeceği; ikincisi, personelin bir kısmının toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmadıkları ve üçüncü bir sorun olarak da sektörler arası iletişimsizliğin olduğu ifade edilmiştir. Bazı örneklerde doktorun şiddet mağduru kadını polise bildirdiği ancak polisin “Bu benim işim değil.” diyerek bir şey yapmadığı, bunun sektörler arası iletişimsizlikten kaynaklandığı belirtilmiştir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun çok iyi niyetli çalışmalar yapmasına rağmen teşkilatının ve personel sayısının yeterli olmadığı söylenmiştir.
5327 sayılı Türk Ceza Kanunun 280. maddesinin4, doktora şiddet gören kadın konusunda ihbar yükümlülüğü yüklediği, bunun ise doktor açısından zaman zaman sorun oluşturduğu ifade edilmiştir. Maddeye göre bir sağlık personelinin görevini yaptığı sırada bir suçun gerçekleştiğini fark ederse, bunu resmi mercilere iletmekle yükümlü olduğu; bu bildirimde bulunmazsa bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırıldığı; bunun ise doktorlar üzerinde ağır bir baskı oluşturduğu ifade edilmiştir. Şiddete uğrayan kadının bunun resmi mercilerce bilinmesini istemediği, çünkü şayet böyle bir şey gerçekleşirse daha fazla şiddete maruz kalacağını düşündüğü söylenmiştir. Bir başka sorunun, hastanın hakkındaki mahremiyeti ihlal etmek istemeyen doktorlardan kaynaklandığı, çünkü bu durumda doktorla hastanın iletişiminin tamamıyla kesildiği; ve bir diğer sorun yaratan noktanın ise tıp etiği açısından hasta mahremiyetinin korunması olduğu ifade edilmiştir. Özellikle fiziksel şiddeti bildirmeyen doktorların zor durumda kaldığı belirtilmiştir. Psikolojik yahut ekonomik şiddetin değil, müessir fiil teşkil eden fiziksel şiddetin bildirilmesinin zorunlu olduğu söylenmiştir. Ayrıca şiddet olaylarını ihbarla yükümlü olan sağlık personelinin de zaman zaman ihbar yükümlülüğü sebebiyle şiddete uğradığı söylenmiş ve buna ilişkin korumanın sağlanmasının gerektiği vurgulanmıştır.


Yüklə 447,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə