Kadina yöneliK ŞİddetiN Önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanliklarin tespiTİne iLİŞKİn rapor


İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ayhan Gödekmerdan



Yüklə 447,57 Kb.
səhifə9/18
tarix14.01.2018
ölçüsü447,57 Kb.
#20524
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   18

6. İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ayhan Gödekmerdan

10.02.2010 Çarşamba günü saat 15.00’te İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ayhan Gödekmerdan, Alt Komisyon tarafından dinlenmiştir.


İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ayhan Gödekmerdan tarafından İzmir Barosu tarafından yakın bir tarihte yapılan bir araştırmadan bahsedilmiştir. Bu araştırmaya göre aile içi şiddetin %89’unun kadına yönelik olduğu, %1,5-2’lik kısmının erkeğe yönelik olduğu, geriye kalan kısmının ise çocuklara ve aile büyüklerine yönelik olduğu ifade edilmiştir.
Bakırköy Adliyesinde yer alan 10 tane aile mahkemesine aile içi şiddetten kaynaklı olarak, 01.01.2009-31.12.2009 tarihleri arasında toplam 827 tedbir talebinin geldiği söylenmiştir. Bu başvuruların 489 tanesinin cumhuriyet savcılıklarınca, 338 tanesinin ise taraflar tarafından yapıldığı ifade edilmiştir. Ancak kadına yönelik şiddetle mücadeleden birinci derecede sorumlu olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
(SHÇEK) tarafından hiç başvuru yapılmadığı belirtilmiştir. Aile içi şiddetle karşılaşıldığı zaman ne polisin ne de savcılıklarla aile mahkemelerinin SHÇEK’e ulaşamadığı; aile mahkemesi hakiminin kararını verip şiddet mağduru kadını polis aracılığıyla SHÇEK’e gönderdiği, buradaki memurun ilgili müdürden havale istediği, ilgili müdürün ise vali yardımcısına gidilmesini istediği; bu prosedürün ise özelilikle mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde büyük sorunlara yol açtığı ifade edilmiştir.
Sağlık mensuplarının Türk Ceza Kanunu md.280 uyarınca ihbar etmeleri gereken bir fiille karşılaştıklarında bunu ihbar etmelerinin gerektiği vurgulanmıştır. Sağlık mensubunun yapacağı ihbarın aslında şiddet mağduru kadına iyilik olduğu, çünkü bir an evvel uygulanması gereken tedbir kararı geciktiği zaman daha büyük mağduriyetlerin, ölümlerin gerçekleşebildiği ifade edilmiştir. Doktorların büyük oranda tıbbi etiği göz önünde tutarak ihbarda bulunmadıkları söylenmiştir. Irza tecavüz halinde dahi bazı doktorların hakim kararı olmasına rağmen mağdurun rızasını almadan mağduru muayene etmedikleri ifade edilmiştir. Ceza Kanununda bu tip durumlar için “Savcı gerekli tedbirleri alır.” ibaresinin bulunduğu ancak kanunda bu tedbirlerin neler olduğunun belirtilmediği ve bunun zaman zaman sıkıntılar yarattığı söylenmiştir. Bu noktada Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Şube Müdürü Dr. Gülsüm Kartal tarafından “aydınlatılmış onam” kavramından bahsedilmiş, bu kavramın tıbbi etiğin temelini oluşturduğu ifade edilmiştir. “Aydınlatılmış onama” göre 18 yaşını dolduran her kişiye herhangi bir tıbbi girişimde bulunulacağı zaman –ki buna ateş ölçmek bile dahil- o kişinin yapılacak işlem hakkında aydınlatılmasının ve onamının alınmasının gerektiği ifade edilmiştir.
4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanuna göre aile mahkemesinden korunma kararını, eşlerin, çocukların, aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin, cumhuriyet başsavcılığının, yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinin isteyebildiği söylenmiştir. Ancak kadına yönelik şiddet konusunda bir tek 4320 sayılı yasanın olmadığı, kadına yönelik şiddetle mücadelede artık iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olan Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) özellikle 8. maddesinin de göz önünde tutulmasının gerektiği ifade edilmiştir. AİHS’nin 8. maddesinde aileye ilişkin düzenlemenin yer aldığı, buna dayanarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oluşturulan uygulamaların ve içtihatların da göz önünde tutulması gerektiği belirtilmiştir. Bu noktada uygulamada problemler çıktığı, AİHM’nin Medeni Kanunumuzda yer alan aile tanımını genişlettiği, aile tanımı için resmi şekil şartlarına bakmadığı, bir arada yaşama iradesinin varlığına, bir arada yaşamanın şartlarına baktığı, kişiler arasındaki duygusal, fiziksel, ekonomik bağlara baktığı ve aileyi öyle tanımladığı söylenmiştir. Bu tanımlamanın göz önünde tutularak fiili birliktelikler denilen gayri resmi evliliklerde de 4320 sayılı kanunun uygulanmasının gerektiği ifade edilmiştir. Anayasanın 90. maddesi uyarınca usulüne uygun olarak yürürlüğe giren uluslar arası anlaşmaların iç hukukun bir parçası haline geldiği ancak aile mahkemesi hakimlerinin, savcıların ve polisin büyük bir kısmına bu durumun kabul ettirilemediği belirtilmiştir. 4320 sayılı kanunun gayri resmi birlikteliklere uygulanmasının, gayri resmi evliliklere yasal bir statü kazandırılması anlamına geldiği konusunda yanlış bir kanı oluştuğu, bunun tamamıyla şiddetin önlenmesine ilişkin uluslar arası yükümlülüklerden doğan bir sonuç olduğu söylenmiştir. Nişanlılık ilişkisi olanlarla ve eşcinsel birlikteliklerde de 4320 sayılı kanunun uygulanmasının uluslar arası yükümlülüklerimiz arasında olduğu ifade edilmiştir.
4320 sayılı kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmelik uyarınca şiddet gören kişilerin dört yere başvurabildiği; buraların, genel kolluk birimleri, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, cumhuriyet başsavcılıkları ve aile mahkemeleri olduğu söylenmiştir. 2009 verilerine göre başvuruların %80’ninin savcılık kanadıyla geldiği, %20’sinin doğrudan aile mahkemesine yapıldığı; 2010 yılına gelindiğinde ise başvuruların %55 civarında savcılık kanadıyla geldiği, %45’inin ise doğrudan aile mahkemelerine yapıldığı ifade edilmiş, bunun ise şiddet mağdurlarının doğrudan aile mahkemelerine başvurmayı öğrendikleri anlamına geldiği belirtilmiştir.
Aile mahkemelerinin aile içi şiddet ve aile içi uyuşmazlıklara bakması gerekirken, kuruluş amaçları dışında kullanılmaya başlandığı ve normal mahkeme gibi çalışmaya başladıkları ifade edilmiştir.
4320 sayılı kanunun ceza kanunun yanında ek bir kanun olarak uygulandığı, ancak savcılılık kurumunun 4320’de ihbarcı olarak yer aldığı; talep eden, itiraz hakkı olan bir konumda bulunmadığı ifade edilmiştir. Savcılığın, aile mahkemesi kararının sonrasında, kararın infazcısı olarak yer aldığı; ancak mesai saatleri dışında nöbetçi aile mahkemesi hakimi olmadığı, savcının da hakim adına geçici karar verme yetkisinin olmadığı, bu yüzden savcıların zor durumda kaldığı belirtilmiştir. Mesai saatleri dışında gelen kadını, savcılığın rica ile geçici olarak bir yere yerleştirebildiği, SHÇEK’e ulaşılamadığı, şiddet gören kadının aileye teslim edilmesinin zaten mümkün olmadığı ifade edilmiştir.
Aile mahkemesi hakimlerinin tedbir kararı vermek için, kadına yönelik şiddetle ilgili olarak savcıdan tam tekmil rapor ve evrak istedikleri, oysaki 4320’de yer alan tedbirlerin acilen verilmesinin gerektiği, istenen rapor ve evrakları tamamlamanın uzun sürdüğü, bu durumda şiddet görenin mağdur olduğu ifade edilmiştir. Hakimin istediği soruşturmanın tamamlanması için sanığın, tanığın çağırıldığı, işlemlerin uzadığı söylenmiştir. Pratikte polisten gelen raporun başka bir rapor beklenmeden aile hakimine gönderildiği, aile hakimine destek olarak görevli olan psikologların, pedagogların aile içi şiddeti adli tıp doktoru kadar değerlendirme yetisine sahip oldukları belirtilmiştir.
Aile mahkemesi hakimleri nöbet tutmadıkları için ve nöbetçi diğer hakimlerin de 4320’ye göre tedbir kararı verme yetkisi olmadığı için, mesai saatleri dışında yahut tatil günlerinde gelen vakalarda sıkıntı yaşandığı ifade edilmiştir. Bu durumun önüne geçmek için çeşitli düzenlemelere gidilebileceği söylenmiştir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda olduğu gibi, 4320’de yer alan bir kısım tedbir kararlarının, aile mahkemesi hakiminin onayı alınıncaya kadar savcı tarafından verilmesine ilişkin bir yasal düzenlemenin yapılabileceği ifade edilmiştir. 4320 sayılı kanunda bu yönde yapılacak bir düzenlemede ise savcının ihbarcı konumundan çıkıp, talep eden taraf konumuna sokulmasının gerektiği söylenmiştir.
Savcının, 4320’de yer alan tedbir kararlarının bir kısmına, aile mahkemesi hakimi bu tedbir kararını sonradan onaylamak üzere, hükmedebilmesinin gerektiği; örneğin şiddet uygulanan günün gecesi için, şiddet uygulayan erkeği evden uzaklaştırma yetkisinin savcıya verilmesinin gerektiği ifade edilmiştir. Savcıya bir takım acil tedbirleri alabilme yetkisinin verilmesinin gerektiği ancak bunların hangileri olacağının düzenleme yapılırken kararlaştırılabileceği söylenmiştir. 4320 sayılı kanunda yer alan tedbirler şu şekilde sıralanmıştır:
-Şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışta bulunmama

-Konuttan uzaklaştırma

-Evdeki eşyalara zarar vermeme

-Şiddet gören kişiyi iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme

-Silah ve benzeri araçları kolluğa teslim etme

-Ortak konutta alkol veya uyuşturucu madde kullanmama

-Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurma

-Hakimin uygun göreceği benzer koruma tedbirleri


En önemli koruma tedbirinin son olarak sayılan tedbir olduğu, bu koruma tedbirinin hakime çok geniş yetkiler verdiği; örneğin evden uzaklaştırma tedbiri verilen eşe evin elektrik, su, doğalgaz vb. faturalarını ödemeye devam etmesi yükümlülüğünün getirilebildiği ifade edilmiştir. Bu sayılan tedbirlerden bir kısmının savcıya acil durumlarda uygulanmak üzere verilebileceği söylenmiştir.
Aile mahkemesinin verdiği tedbir kararlarının ihlal edilmesi üzerine çok sayıda dava açıldığı, şiddet mağduru kadının yahut komşularının tedbir kararının ihlalini bildirmeleri üzerine polisin hemen olayın gerçekleştiği yere gittiği ve bu şekilde açılmış olan çok sayıda dava olduğu ifade edilmiştir.
4320’de savcının ihbarcı konumundan çıkarılıp, taraf konumuna sokulmasına ilişkin öneriye alternatif bir diğer önerinin ise, cumhuriyet savcılığının bu işten tamamıyla çıkarılması, bütün işlemlerin aile mahkemesi hakimi eliyle yapılmasına ilişkin bir düzenlemenin getirilmesi olduğu söylenmiştir. Aile mahkemesinin adliyelerde kurulu bulunan denetimli serbestlik merkezi çalışanları vasıtasıyla aileyi devamlı olarak kontrol altında tutabileceği; kolluğun, denetimli serbestliğin talebi üzerine yardımcı olabileceği belirtilmiştir.
Getirilen önerilere alternatif olabilecek bir diğer düzenleme önerisinin ise, Ceza Muhakemesi Kanunun 109. maddesinde düzenlenen adli kontrolün, 4320 sayılı kanunla ilişkilendirilmesi olduğu; adli kontrolle ilişkilendirmenin pek çok sorunu çözeceği ifade edilmiştir.
Aile mahkemelerinde nöbet usulünün getirilebileceği, mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde de polisin aile mahkemesi hakimine ulaşmasına olanak sağlanmasının gerektiği söylenmiştir.
4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanunda yer alan tedbir kararlarının ihlali durumunda uygulanan cezanın Sulh Ceza Mahkemelerince değil Aile Mahkemeleri eliyle verilmesinin gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca aile mahkemesinin verdiği kararlara karşı gene aynı mahkemede duruşmalı olarak görülmek üzere, itiraz yolunun açılmasının gerektiği ve bunun yasal düzenlemeye aktarılmasının gerektiği belirtilmiştir.
Emniyet teşkilatına verilen eğitimin önemli olduğu ancak aile içi şiddet durumlarında müracaat alan ve bütün evrakları hazırlayan mukayyit polis memurlarının bu konu hakkında çok iyi yetiştirilmelerinin gerektiği söylenmiştir. Çünkü karakol amirinin sadece bu memurların yazdığı evrakın havalesini yaptığı ve bu memurların eğitiminin büyük önem taşıdığı vurgulanmıştır.
Sığınma evlerinin koordinasyonunun sağlanmasının gerektiği, bir elde toplanmasının gerektiği çünkü sığınma evinden sorumlu kimselerin hakime, savcıya, valiye gizlilik dolayısıyla bilgi vermedikleri ve bunun sıkıntı yarattığı ifade edilmiştir. Valilikte bir birim kurulabileceği, bu birimin başında bir vali yardımcısının olabileceği ve sığınma evleri arasında koordinasyonun ve bilgi akışının bu şekilde sağlanabileceği belirtilmiştir. Sığınma evlerinin yerlerinin gizli olması sebebiyle, valilikte oluşturulacak birim aracılığıyla sığınma evlerine gidecek postaların ulaştırılmasının yerinde olacağı, bu şekilde sığıma evlerinin adreslerinin deşifre olmayacağı ifade edilmiştir.
Sıkıntılardan bir tanesinin de resmi silahlar olduğu, çünkü 4320’de yer alan koruma tedbirlerinden bir tanesinin şiddet uygulayan eşin silahının alınması olduğu, yönetmeliğe göre de silaha el konulup adli emanette saklanmasının gerektiği; ancak resmi silah-özel silah ayrımının yapılmamış olmasının büyük sıkıntı yarattığı, resmi silahıyla görev yapan bir polis hakkında ilgili koruma tedbiri uygulandığı zaman sıkıntı yaşandığı ifade edilmiştir. Hakkında tedbir kararı uygulanan polisin silah olmadan görev yapabileceği şekilde görevlendirilmesinin istendiği ancak polis eve giderken yanında silahının olmasın gerektiğinin ileri sürüldüğü belirtilmiştir. Bu konuda da bir düzenleme yapılmasının gerektiği ifade edilmiştir.

Yüklə 447,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə