Marti jonathan’dan



Yüklə 235,42 Kb.
səhifə3/8
tarix14.01.2018
ölçüsü235,42 Kb.
#20520
1   2   3   4   5   6   7   8

ALTI


Dalıp gittiğim uykunun karanlığı içinde, önce birkaç akça bulut belirdi, sonra parça parça aydınlandı ortalık. Aydınlığa kanat sesleri eklendi, güçlü, kararlı ve net... Sesler gitgide yoğunlaştı., büyüdü, yaklaştı. Bulutların arasında biçimlenmeye başlayan bir martı süzülerek indi yanıma.

“Kimsin sen?” dedim.

“Korkma” dedi; “...yabancı sayılmayız birbirimize”.

“Kimsin peki?” dedim.

“Esenlikmartı’yım ben; bugün dinledin ya öykümün bir bölümünü?”

“Ama Bunakmartı benimle söyleşirken sen yoktun ki orada!”

“Acunda hiçbir şey yitmez; kimi kez yer değişir kimi kez de biçim. Gönül kulağı açık olan, dilediğinde dilediğini, bir başka yerde bulunsa bile duyabilir.”

“Bunakmartı’yı mı dinlemekteydin yoksa?”

“Bunakmartı, bir zamanlar benim de içinde yaşadığım sürüden yeryüzünde kalan tek türdeşim. Kimi kez dinlerim onu. Ne var ki ilk kez birkaç gün önce anımsadı beni. Anlatmak istediklerimiyse ancak bugün kavrayabildi. Sevinç duydum.”

“Neden onun yanında değil de benimlesin öyleyse?”

“Birinin yanında oluş, başkalarıyla birlikte olmayışı mı gerektirir sence?”

“Tüm bildiklerimi altüst ediyorsun sen!”

Sesli sesli güldü Esenlikmartı.

“Doğru sanılan yanlışlar altüst edildiğinde gerçekler çıkar ortaya; yararsız çöpleri altüst edip yararlıları çıkartışınız gibi. Doğrular da altta kalmış besinlere benzer kimi kez; onları bulabilmek için üstlerindeki tabakayı kaldırmak gerekir.”

“Yani şu anda hem onunla hem de benimle misin?”

“Yalnız siz ikinizle de değil, beni duyabilecek yetkinlikteki tüm martılarla birlikteyim daha açıkçası.”

“Acunsalmartı yansımışmış yüreğine; değil mi?”

“Ben ve o ayrımı kalmayacak denli bütünleştik hem de.”

“Yani sen Acunsalmartı mısın şimdi?”

“Hem öyleyim, hem de değil.”

“Nasıl yani?”

“Mağaranın çıkışına doğru baktığında ne görüyorsun?”

“Gökyüzünü.”

“Tümünü mü gökyüzünün?”

“Hayır, bir bölümünü.”

“Peki, iyice dışarı çıkıp da yukarı doğru baktığında?”

“Yine gökyüzünü; ama bu kez çok daha geniş bir boyutta görüyorum onu.”

“İkisi de aynı mı gördüklerinin?”

“Hem öyle, hem de değil.”

“İşte bunun gibi, ben de hem Acunsalmartı’yım, hem de değil.”

“Ya ben?”

“Gönül aynası temiz olan her martı için böyledir bu sevgili Oğulmartı.”

“Adımı da biliyorsun!”

“Her şey acunsal bellekte yazılıdır. Görmesini bilene, onca bilgi eksiksiz sunulmakta.”

“Birkaç gündür uçup durmakta olan o martı kim peki?”

“Acele etme, onunla da tanışacaksınız.”

“Seni çok sevdim; gitmesen olmaz mı?”

Işıl ışıl gözlerine sıcacık bir gülümseyiş yayıldı. “Esenlik seninle olsun!” deyip kanadını salladı ve yavaş yavaş havalandı. Aydınlıklar arasında yitirdim gülümsemesini.

Sonra aydınlık grileşmeye, kararmaya başladı. Geriye iki ak bulut kaldı yalnızca.

Sonra onlar da yitti.

YEDİ


Sabah uyanır uyanamaz, yürüyüş sırasına girmekte olanların arasında Bunakmartı’yı bulup, “Biliyor musun;” dedim; “...kimi gördüm düşümde?”

“Biliyorum.” Dedi Bunakmartı.

“Ama, ama yalnızca bir düştü o! Yani sanırım bir düştü...Üstelik, biz söyleşirken uyuyordun sen. Uyumuyor muydun yoksa?”

“Ya sen uyuyor muydun?”

“Ben? Ben uyuyor muydum ki?”

Esenlikmartı’nın önerisini anımsayıp doğrularımı altüst etmeyi denedim: “Sakın ‘Uykudayken uyanık kalmayı becerebilmişsin.’ deme bana!”

“Birkaç gün önce beliren martı ‘Gönül gözlerinizi açın!’ demişti; anımsıyor musun?”

“Nasıl unuturum?”

“Gönül gözünün açık oluşu, işte bu sanırım Oğulmartı. Dün gece Esenlikmartı bir süre benimle görüştü, sonra da seninle. ‘Bunca yıldır onu neden anımsamadım?’ diye hayıflanıyordum. Sen ne kutlu kişisin ki gözlerin benim gibi yaşamının son günlerine değin kapalı kalmayacak.”

“Peki, gönül gözlerimizin bütün bütün açılmasını nasıl sağlayacağız?”

Yanıtlamadı Bunakmartı; “Nasıl unuttum seni bunca yıldır?” diye söylenmekteydi kendi kendine. Sorumu yinelemekten vazgeçip, onun geçmişiyle söyleşmesini dinlemeyi yeğledim.

Kargabaşı’nın “Arkadakiler, hızlanın biraz!” diye bağırmasıyla bozuldu büyü. Sürüye yetişebilmek için adımlarımızı sıklaştırdık.

Bunakmartı, kendisiyle hesaplaşmasının yarıda kesilmesinden dolayı kızgındı; “Bizler” dedi; “...bu tutsaklığı kendimiz hazırladık. Kemikler kargalardan da önce tutsak etmişti zaten bizleri. Özümüze öylesine yabancılaşmıştık ki, yaşam dolu tertemiz denizlerin çağrısını bile duyamadık. Kemiklere taparak öncelikle tinsel özgürlüğümüzü yitirdik senin anlayacağın. Bedensel özgürlüğümüzü de kargalara sattık karın tokluğuna.”

“Özlüyor musun özgürlüğü?”

“Özlenmez mi? Ne var ki bunca yıldır Acunsalmartı’yı da, Esenlikmartı’yı ve onun anlattıklarını da anımsamamayı yeğlemişim demek ki. Daha doğrusu, Özümü unutmayı yaşam biçemi edinmişim bunca yıldır.”

“Keşke gençken sen de bırakıp gitseydin sürüyü.”

“Hâlâ gecikmiş sayılmam Oğulmartı. Şu son günlerimde yeniden karşıma çıkan Esenlikmartı’yı bu kez düş kırıklığına uğratmayacağım. Önümsıra açılı duran o büyük geçidi görmezden gelmeyeceğim bu kez.”

“Bunca yıldır kanat açmadın. Anımsayabilecek misin uçmayı?”

“Önemli olan yürek kanatlarının açılmasıdır ey oğul. Geç de olsa öylesine açıldı ki onlar, bedenim havalanmasa bile tasalanmam gayrı.

Sevinç, Bunakmartı’nın gözlerinde yaş olup damla damla akarken çalışılacak yere ulaşmıştı sürü.

Eşelenmeye başlamadan, tüm gökyüzünü bir kez gözden geçirdim. Uçan martı bugün gelir miydi ki? Yanımsıra çöp kazmakta olan Meltemmartı, “Onu bekliyorsun, değil mi?” diye fısıldadı. Gülümseyerek başımı salladım.

Benden bir yaş küçüktü Meltemmartı. Bunakmartı’nın öykülerinden tanıdığı denizlere öylesine sevdalıydı ki, denizden esen yeller bile mutlu ederdi onu. Bu tutkusundan ötürü, ‘Meltemmartı’ diye çağrılır olmuştu sürüdekilerce.

Yağmur bulutlarının güneşi gölgelediği bir anda, Bunakmartı’nın sesi sanki yakınlardan çöp kamyonu geçiyormuşçasına sarstı ortalığı:

“İşte o. İşte Acunsalmartı’nın yansıması!”

Haykırıştan ötürü irkilen tüm martı ve kargalar önce Bunakmartı’dan yana, sonra da onun gözlerini ayıramadığı yönde gökyüzüne doğru baktılar. Evet, oydu gelen. Kendimi tutamayıp olanca gücümle “Seni seviyorum...” diye bağırdım.

Kargalar martının önünü kesmek için hırsla havalanıp yarım ay biçiminde ona doğru uçmaya başladılar. Martı, yağmur bulutlarıyla alt alta üst üste oynaşırcasına kanat çırpmaktaydı doğu yönünde. Bulutları pamukmuşlar, yünmüşler gibi fırlatıp atmaktaydı sanki.

Martı, becerikli ve hızlı yön değiştirişlerle, bir o yana, bir bu yana uçtukça kargalar birbirleriyle çarpışıyorlardı havada. Sürünün üstünden geçip batı yönünde kaçtı bir süre. Birden geri döndü ve yeniden bizden yana gelmeye başladı. Tam tepemizde hız kesip, dimdik inişe geçti. Kanatları bedenine yapışmıştı. Bir et yığını gibi inmekteydi aşağı doğru. Çöplüğe çakılması kaçınılmazdı ve ben bunu görmemek için gözlerimi yumdum.

“Özünüze dönün!” diye haykıran bir ses kendime gelmeme ve başımı yukarı kaldırmama neden oldu. İnanılır gibi değil ama tam bir ağaç boyu yükseklikte, gökyüzünde asılı kalmıştı sanki. Neredeyse hiç devinmeksizin bizlere bakmaktaydı.

Martıya yetişebilmek için hırsla aşağı doğru inmekte olan kargalar benzer beceriyi gösteremeyince, birer kaya parçası gibi yere çakılmaya başladılar. Martı bu kez de doğuya doğru kanat açmıştı. Kargaların havada kalan bölümü kendisine yetişene değin, yağmur bulutlarını sanki oraya buraya atarak daireler çizdi. Sonra da yitip gitti. Nasıl da yakışacaktı ‘Yünatanmartı’ adı ona.

Yaralı kargaların çığlık ve iniltileriyle sessizliği altüst olan çöplükte, Bunakmartı’yı aradı gözlerim. İlk bakışta tanıyamadım onu: O yaşlı, yorgun, umutsuz martı gitmiş de yerine dipdiri, inançlı, kanatları “Uçtum uçacağım!” diyen bir başkası gelmiş gibiydi.

Tek tek yere inmeye başlayan kargalar, yaralı arkadaşlarına yardım etmeye çalışıyorlardı. Çöplüğe çakılanlar arasında bacağı kopanlar, kanadı kırılanlar bile vardı.

Kargabaşı, martılara yaralıları en yakın ağaç dibine taşımalarını buyurdu. Üç dört martı dışında yerinden kımıldayan olmayınca, çevresindekilere kanatlarıyla vurmaya başladı. Kısa sürede yeter sayıda martının görev alması sağlanmıştı bile.

Yaralı yedi, sekiz karganın taşınması bitip yeniden çöp ayıklamaya başlamıştık ki Kargabaşı gürledi:

“Kimdi o ‘Seni seviyorum.’ diye bağıran?”

Sesinde kin, kızgınlık ve öç alma isteği titreşmekteydi. Korkudan dilim damağıma yapışmış, gagam kilitlenmişti. Sanki yıllar boyu süren suskunluğu, Bunakmartı’nın kararlı sesi bozdu:

“Bendim!”

Kargabaşı, tepesine hırsla çullandığı Bunakmartı’yı pençelemeye, gagalamaya başladı. İlkin hiç tepki göstermeyen Bunakmartı, birden Kargabaşı’nı boğazında yakalayıp onu altına aldı ve yeri eşeleyen pençeleri, havayı döven kanatları devinimsizleşene değin salmadı onu. Sonra da ölüsünü fırlatıp attı.

Olup biteni bizler denli inanmaksızın izleyen kargalar, dört bir yandan Bunakmartı’nın üstüne saldırdılar o anda.

İçimden bir ses “Neden ‘Bağıran bendim!’ demiyorsun?” diye soruyor, diğeriyse “Sus; seni de berelerler,” diyordu. Bir süre sonra dayanamayıp haykırdım:

“Bırakın onu; bendim bağıran.”

Onca gürültü arasında duymadılar bile beni. Tam Bunakmartı’ya yardım etmek için yerimden fırlarken Meltemmartı önümü kesti. “Artık çok geç!” diyordu; “...çok geç, çok geç.” Öylesine güçlüydü ki, kendimi bir türlü kanatlarından kurtaramadım. Bunakmartı, kapkara bir yumağı andıran kargaların arasında görülmez olmuştu.

Gerçekten de çok mu geçti?

Kargaların kümelenmiş olduğu yerde, tüm tüyleri yolunmuş, derisi paramparça bir martı bedeni göze çarpmaktaydı.

“Koruyamadık onu.” dedim Meltemmartı’ya.

Kendimi, çöplükteki atıkların bir parçasıymışım gibi duyumsamaktaydım. Bunakmartı’nın yanına ulaşmak, daha ölmediyse söyleşmek istiyordum onunla. Bedenimi zorlayarak yerimden kalkıp, boylu boyunca yatmakta olan dostuma doğru yürüdüm. Sağdı daha, soluk alıyordu.

“Neden?” dedim; “...Neden sen üstlendin? Bağıran bendim.”

Soluk sesi, hırıltılı sözcükler çıkarırken zorlanmaktaydı:

“Biliyorum, sendin ama seni bekleyen önemli görevli var Oğulmartı,”

“N’olur ölme. Seni çok seviyorum.”

“Yalnızca bedensel varlığım son bulacak. Benim için yapabileceklerinin en iyisini yaptı kargalar, bu yaşlı ve bıkkın bedenden kurtulmamı sağladılar. Tinim, köhneleşmiş bedenimden sıyrılıp Acunsalmartı’yla bütünleşecek. Onunla aramda engel kalmadı artık.”

Göz yaşlarımı tutamaz olmuştum. İlk kez ağlıyordum! Gözlerim, görme işlevi dışında ilk kez bir işe yarıyordu!

Hıçkırıklarımı sezinledi Bunakmartı:

“Beni düşünerek ağlamaktaysan, özgürleşmeme sevinmen gerek!” dedi; “...Yok, bensiz kalacağından ötürü ağlamaktaysan, boşuna yorulma; çünkü yine birlikte olacağız.”

Ağzından kan gelmeye başlamış, konuşabilme gücü bütün bütün azalmıştı. “Gerek benim, gerekse Acunsalmartı’nın en güçlü yansımaları, duyumsayan yüreklerle birlikte olacaktır Oğulmartı.” diye sürdürdü sözlerini. Sonra da sustu.

Kargalardan birkaçı yanımıza gelip, yaka paça uzaklaştırdı beni Bunakmartı’dan. O ara, “Herkes taşlasın Bunakmartı’yı!” diye bir buyruk verildi. Buyruğun yerine getirilmesi için, martıları dürtüklemeye başladı kargalar. Oradan birkaç, şuradan birkaç martı, buyruğu yerine getirmiş olmak için bulabildikleri en küçük taşları can çekişen Bunakmartı’nın çevresine attılar gönülsüzce.

Yeni Kargabaşı, “Tam üstüne atın taşları” dedi; “...Onun gibi geberip gitmek istemiyorsanız buyruğa uyun.”

Kargalar, kanat vuruşları ve pençe darbeleriyle buyruğun yerine getirilmesini sağlamaktaydılar. Meltemmartı’nın çöpler arasındaki birkaç solmuş çiçeği Bunakmartı’ya doğru fırlattığını gördüm.

Atılan taşlar dostumun bedenini bütünüyle örtünce, Kargabaşı artık mağaraya dönülmesini buyurdu. Taşınacak yaralılar vardı daha.

Meltemmartı’nın çiçekleri bulmuş olduğu yeri gözlerimle tarayıp kalanları da ben toparladım. Taşların oluşturduğu kümeye doğru her birini tek tek atarken bir yandan da “Hoşça kal,” diyordum Bunakmartı’ya; “...hoşça kal, hoşça kal.”




Yüklə 235,42 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə