Marti jonathan’dan



Yüklə 235,42 Kb.
səhifə5/8
tarix14.01.2018
ölçüsü235,42 Kb.
#20520
1   2   3   4   5   6   7   8

ON


Sabah Şirinmartı’nın seslenişiyle uyandım: “Biliyor musun;” dedi; “...düşümde ne gördüm?”

“Biliyorum; ama gördüklerimiz düş değil, gerçeğin alışmadığımız bir biçimde yansıyışlarıydı. Bilgemartı, -artık o, Bunakmartı olarak anılmamalı- bir başka boyutta yaşamakta hâlâ. Gece anlattı ya olup bitenleri.”

“Oysa ben anlatılanları sanki bir düşmüş gibi dinlemiştim. Ya diğerleri? Onlar da görebildiler mi Bilgemartı’yı?”

Kargaların dışarı çıkmamızı buyuran haykırışlarıyla kesildi söyleşimiz. Meltemmartı mağaradan fırlar fırlamaz yanıma gelip, “Bunakmartı’yla seni gördüm dün gece düşümde.” dedi.

İşe gidene değin, Esenlikmartı’yı ve Bilgemartı’nın anılarını, anlattıklarını aktardım Meltemmartı’ya. Her söyleneni can kulağıyla, özümseme isteğiyle dinliyordu.

Yeni Kargabaşı, çalışacağımız yere varır varmaz yeni kuralları tek tek sıralamaya başladı:

“Bundan böyle, her kim buyruklara anında uymaz ve gerektiği gibi çalışmazsa, sonu Bunakmartı’nın sonu gibi olacaktır. Tanrımartı’ya tapınma törenleri, öğlenleri de yinelenecektir. Yumurtada yatmayan dişi martılar da sizlerle birlikte bu törenlere katılacaklardı. O uçan martıya ilişkin övücü düşünceler söylemek kesinlikle yasaktır. Onunla ilgili övücü görüş belirtenler en az iki üç gün tutsak edilecektir. Var mı sorusu olan?”

Kimseden ses çıkmayınca, konuşmasını sürdürdü Kargabaşı:

“Verimli çalışıp buyruklara eksiksiz uyanlara verilen ödüllerse iki katına çıkarılmıştır. Ayrıca, bir yıl boyunca en ödül alacak martıya, kazanmış olduğu boncuklar denli boncuk armağan edilecektir.”

Ödülü çoğaltmakla, güç birliği olasılığımızı en aza indirmeyi tasarlamaktaydılar. Birbirimizle yarıştığımız oranda, aramızdaki çekişme de artacaktı. Üstelik bizlerin bencilleşmesi onların yiyecek depolarının daha da dolmasını sağlayacaktı.

Ya günde bir yerine iki kez tapınma koşuluna ne demeliydi? Kendimize yabancılaşışımızı hızlandırmak mıydı amaçları?

Tepelerde yansıyan bir haykırış, düşüncelerimi böldü:

“Acunsalmartı gibi Acunsalkarga da olanları üzüntüyle izlemekte. Siz kargalar hiç mi anımsamıyorsunuz Acunsalkarga’yı?”

Gerçi ses Yünatanmartı’nın sesiydi ama gökyüzünde bulutlardan gayrı bir şey görünmüyordu. Kargalar üçer beşer havalandılarsa da hedef belirleyemediler. Bir ara, kayalıkların arasında beyaz bir kıpırtı görür gibi oldum. Çöplüktekilerin tümü olacakları sessizce beklerken, Yünatanmartı’nın haykırışı yeniden duyuldu:

“Öldürülen martının tini esenlik içinde. Yüreklerinize yansıyışı önderiniz olsun.”

Bu ikinci haykırışın ardından, yerde kalan kargalar da havalandı; ama hiçbirinin usuna onun kayalıklarda gizleniyor olabileceği gelmedi. Saatlerce uçup durdu kargalar boşuna.

Öğlen yemeğinden sonra apar topar tapınak mağaraya götürüldük. Daha buyruğun verildiği ilk günden başlayarak, tapınmaları için dişi martılar da getirilmişti.

Sürüdekilerin neredeyse tümü, alçıdan tanrının kendileri için bol yiyecek, boncuk ve uzun yaşam bağışlamasını dileyip durmaktayken Meltemmartı yanıma yanaşıp, “Kargalara boyun eğmeyi düşünüyor musun?” diye sordu.

“Hayır ama yetkinleşmediğimiz ve çoğalmadığımız sürece savaşa kalkışmanın da bir anlamı olmayacaktır.” dedim.

“Şunlara bak hele!” dedi Meltemmartı; “...Hâlâ bir yonuttan yardım ummaktalar. Oysa daha biraz önce ‘Ölen martının tini önderiniz olsun.’ diye uyarıldılar.”

Bir şeyler yapmalıydı ama ne? Nereden başlamalıydı? Yünatanmartı’yla iletişim kurmalıydı ama nasıl?

Tapınmamız bitince, mağara dışında beklemekte olan kargalar, dişi martıları konut mağaraya, bizleri de çalışacağımız yere geri götürdüler. Gözcüleri, Yünatanmartı’nın gelme olasılığına karşı havada nöbet tutmaktaydı.

Ödül umudu ve uygulanmakta olan baskı, martıların neredeyse tümünün de daha çok çalışmasını sağlamıştı. Her biri diğerlerinin ne denli artık topladığını gözlüyor, daha çoğunu devşirebilmek için parçalanıyordu. Nasıl açılacaktı bunların gönül gözleri, gönül kulakları? Acunsalmartı böylesine tutku dolu yüreklere nasıl yansısındı ki? Birkaç boncuk edinmek için kardeşlerinin kendilerinden daha beceriksiz olmasını dileyen bu martılar mı özgürlük ve esenlikleri için çabalayacaklardı?

Gün kararırken Oburmartı’ya ödülü verildi: Bir çift boncuk. Çabaları boşa giden diğer martılar olanca hırslarıyla daha yüksek bir sesle yakardılar Tanrımartı’ya, bir sonraki gün kendilerine ama yalnız kendilerine yardımcı olması için. Yorgun bedenler, kirli yürekler, sağır kulaklar ve kör gözlerle dönüldü konut mağaraya.

ONBİR


Sabah, su içmek için indiğim dere kıyısında zayıf bir köpeğe ilişti gözüm. Tam dilini dereye dokunduracağı anda sudaki yansımasını görüp, dere yatağının dışına değin kaçtı. Bir süre bekleyip yeniden aşağı indi. Başını suya eğmesiyle birlikte yeniden dikiliverdi yansıması karşısına. Benzer kaçışları üç beş kez yineledi köpek. Sonunda, dayanılmaz susuzluğu öylesine baskın geldi ki, düşmanı sandığı yansımasının üstüne atlayan yaratık, o yansımanın yitiverdiğini gördü. Sevinçle suyunu içip ayrıldı oradan.

Ben ve benim gibilerin suya neden ulaşamadıkları sorusu, usumda yanıtlanmıştı birden: Korkularımız, kaygılarımız ve özgüvensizliğimizdi bizleri zincirleyen. Bu duyguların egemenliğinden kurtulamayarak kendi kendimize yaratılan, sonra da ürkülecek denli abartılan böylesi yansımalar, gereksindiğimiz suyla bizlerin arasında bir uçurum oluşturmaktaydı. Yansımalarımızın üstüne içtenlik ve inançla atlayıp onları yok etmediğimiz sürece suya ulaşabilmemiz olanaksızdı anlaşılan.

Değil salt beynim ve yüreğimde, tüm hücrelerimde bir aydınlanma sezinledim birden: Ne yapmam gerektiğini biliyordum artık.

Sevinç içinde mağaraya doğru koşarken, dereye su içmek için inmiş ama içmeden dönmüş olduğumu bile umursamıyordum. Tinimde akmakta olan çağlayanlar, nice susuza yetecek denli bol ve kesintisiz gürüldemekteydi artık.

Çalışmaya gitmek üzere mağara önünde sıralananlar arasında Meltemmartı’yı bulup, salt tanıklık ettiğim olayı değil, o köpeğin davranışlarının benliğimde oluşturduğu etkileri de tüm ayrıntılarıyla anlattım ona.

Kargalar ters ters bakmaya başlayana değin, “Olağanüstü, olağanüstü.” diye bağırdı durdu Meltemmartı.

Yol boyunca, güneşin tepelerin ardında sevimli yüzünü gösterişini izledim. “Çok yakında,” dedim ona; “...çok yakında içimde de doğacaksın; üstelik gece gündüz batmamacasına.”

Daldığım düşünceden, Meltemmartı’nın sesi çekip çıkarttı:

“Kargaların bir bölümü bugün yok mu ne?”

Alıcı gözle bakınca, yirmi dolayında karganın ortalıkta olmadığı sezilmekteydi. Gerçi birkaç gün önce yaralananların bizleri denetlemeye gelmemesi olağandı ama ya diğerleri? Sanımı Meltemmartı’ya aktardım:

“Sakın aralarında ikilik çıkmış olmasın? İster misin Yünatanmartı’nın sözleri bizimkilerden önce şu kargaları etkilesin?”

Daha Meltemmartı kendi düşüncesini söyleyemeden, on on iki kargadan oluşan bir sürü üstümüzsıra uçup gitti doğan güneşe doğru. Martılar ve kargalar, yavaş yavaş yitişini gözledi bu kümenin.

Kalan kargalarda gözle görülür bir burukluk duyumsanmaktaydı.

“Haydi artık!” diye bağırdı Kargabaşı ne yapacağını bilmeyen martılara; “...Oyalandığınız yeter. Davranın bakalım.”

Öğlen, işi bırakıp tapınak mağaraya doğru giderken, “Yünatanmartı’yı aramadı bugün gözlerin.” dedi Meltemmartı.

“Onun anlatmak istediklerini yüreğimde duyar oldum artık; belki bundandır.”

Gerçi onunla söyleşmeye, onun yol göstericiliğine hâlâ gereksinimim vardı; ama eskisi denli yoğun karanlık içinde, el yordamıyla yürümüyordum artık. Meltemmartı’ya anlattım tüm bunları:

“Bizler hazır olmadıkça salt onun çabası hiçbir işe yaramayacaktır. Bu hazırlığın ardındansa, gereksinim daha da artacaktır öylelerine. Çünkü Yünatanmartı, varmak istediğimiz yere çoktan ulaşıp geri dönmekte olanlardan biri.”

Her zamanki gibi, bizleri tapınak mağaraya değin getirip mağaranın ağzında içeri girmemizi bekleyen kargalara, “Sizler için de yakaracağım” dedim; “...ama Acunsalmartı ve Acunsalkarga’ya yakaracağım; içerideki yonuta değil’”

Yaşlı martılar yakarı için en öne geçmeye çabalarken, Şirinmartı yanıma gelip, “Göründü mü bugün?” dedi.

“Hayır ama bizlerin durumunu apaydınlık ortaya koyan bir durumla karşılaştım bu sabah: Bir köpek...”

Gördüklerimle birlikte duyumsadıklarımı da anlattım Şirinmartı’ya. Tam sözlerimin sonuna gelmiştim ki, martı yonutunun arkasında bir kıpırtı oldu. Herkes donup kalmıştı. Tok ve özgüvenli bir ses tüm mağarayı doldurdu:

“Ben,Martı Jonathan, uzak denizlerden sizlere esenlik sunmaya, aydınlık önermeye geldim.”

Mağaradakilerde, önce dalga dalga bir şaşkınlık belirtisi gözlendi; sonra da yoğun bir uğultu yansıdı tüm duvarlara. Kanadını hafifçe kaldırıp susulmasını istedi martı:

“Öncelikle neden burada olduğumu anlatayım dilerseniz: Yeryüzündeki her canlının birbirine karşı yükümlülükleri olduğuna inandığım için aranızdayım. Benim kardeşlerimsiniz de ondan sizlerleyim. Belki, neden bir başka yere değil de burada olduğum sorusu takılabilir kafalarınıza. Bir martı ne denli sayrı ise, sağaltıcı otlara o denli gereksinimi vardır. Sağlıklı martıya sağaltıcı ot mu gerekir?Yaşantınızı birkaç gün gözlemleyince, kendimi sizlere sağaltıcı bir ot gibi sunmaya karar verdim. Dileyen kullanır, dilemeyen üstüne basar geçer.”

Konuşmayı, ön sıralardaki İnatmartı’nın sorusu kesti:

“Nasıl oluyor da uçuyorsun? Üstelik öylesine hızlı ve becerikli?”

Jonathan, yonut alçının yanına gidip bir süre inceledi onu. Sonra da şöyle seslendi bizlere:

“Benim tanrım sizinkilere benzemediğinden uçabiliyorum belki. Uzun, çok uzun yıllar önce sizlerin ataları da tanıyordu o tanrıyı, Acunsalmartı’yı.”

“Her geçen gün, onun yerine tapılar yaratıp o yarattıklarınızı tanrılaştırdınız: Kemikler, boncuklar ve yonutlar... Hiçbiriniz ‘Şu alçıdan yonut bizlerin tanrısı olabilecek denli yetkin mi ki?’ diye kendisini sorgulamadı bile. Sonuçta, tanrılaştırdığınız bu alçı kütlenin imgesi altında ezilip kaldınız. Böylesine devinimsiz bir tanrı varolduğu sürece ne uçulabilirdi ne de Acunsalmartı duyumsanabilirdi.”

Orta sıradaki martılardan biri, “Peki ya sen nasıl duyumsadın Acunsalmartı’yı?” diye sordu.

“Öncelikle bir martının et, kemik ve tüyden öte nitelikler taşıyan bir canlı olması gerektiğine inanıp kendimi tanımaya karar verdim. Zamanla, tenimin içinde bir tinin varlığını duyumsayınca da o tini kirlerinden arındırmayı iş edindim. Neydi bu kirler? Tutkular, iyelenme duyguları, ben odakçılık, ve dahası ‘ben’likti. ‘Ben’imi boşladığım oranda gönül aynam aklanmakta ve Acunsalmartı o aynaya daha net yansımaktaydı. Dünya sunularından kendimi ne denli sıyırdıysam, tinsel aşkınlık da o denli yoğunlaştı. Sonunda Acunsalmartı’yla aramdaki engeller öylesine kalktı ki, artık neredeyse ben o oldum, o da ben.”

Yünatanmartı - yoksa Jonathan mıydı?- soluklanmak için duralayınca, bir soru da Marttamartı’dan geldi:

“O uzak denizlerde de kargalar var mı?”

“Her yerde vardır kargalar; ama martılar tutsaklığı sizler denli kolayca benimseyivermez her yerde. Kargaların olmadığı yerlerde atmacalar vardır, sırtlanlar ya da kurtlar vardır. Öylelerinin varlığı, tutsaklığı içlerine sindirenlerin aklanmasını gerektirmez ne var ki. Egemenlik altına girmeyi benimseyenlerin olduğu her yerde, onlara egemenlik taslayacak birileri de bulunur.”

“Zor özgürlük, zoor.”

Pekimartı’ydı söylenen. Hem söylendi hem de sağına soluna bakındı, sanki kimin konuştuğunu araştırıyormuş gibi.

“Kölelik daha kolay, değil mi?” dedi Yünatanmartı; “...Bırakın kolaylığını bir yana, kargalara kölelik etmekten utanmıyor musunuz? Boncuklara, alçılara, korkularınıza, umutsuzluklarınıza, bunlar da yetmezmiş gibi bir de kargalara kölelik etmenin kolaylığı nerede? Kendinize yabancılaştığınız oranda kardeşlerinize de yabancılaşmakta ve sonuçta düşmanlık duygularıyla dolup birbirinizden kopmaktasınız üstelik. Kolay olan bu mu?”

“Hayır,” dedi Marttamatı; “...böylesi de kolay değil.”

“Neredeyse tümünüz de sarhoşsunuz sanki. Oysa ben size el değmemiş pınarların suyunu önermek için geldim buraya. O sudan isteyeniniz yok mu? Yok mu susayanınız? Kardeşlerimin aymazlığı tinimi incitiyor. Kaçınız utanacak ayıldığı zaman? Acunsalmartı’nın kırıntısı bile kalmadı mı yüreklerinizde; bir yoklayın hele.”

Böyle dedi işte Yünatanmartı... Sonra sustu, her birimizi tek tek süzdü ve yonutun arkasındaki geniş kaya deliğinden uçtu gitti.

Tapınak mağaradaki derin sessizlik, kargalar işbaşı zamanının geldiğini duyurana değin sürdü.

Dışarı çıkarken yanıma yaklaşan Kıvırtanmartı, “’Duyumsayan yürek kaç boncuk eder?’ diye sormuştun;” dedi; “...böyle bir delikanlıda olursa, onunla bir tek gece birlikte kalmak için bile beş boncuk verirdim.”

Bir tek sözcük söylememe bile zaman tanımaksızın, konut mağaraya doğru gitmekte olan dişi martıların arasına karışıverdi.


Yüklə 235,42 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə