Marti jonathan’dan



Yüklə 235,42 Kb.
səhifə6/8
tarix14.01.2018
ölçüsü235,42 Kb.
#20520
1   2   3   4   5   6   7   8

ONİKİ


Artık bir şeyler yapmanın zamanı gelmişti. En azından uçuş denemelerine girişilebilirdi. Meltemmartı ve Şirinmartı’ya açtım düşüncelerimi. Sevinerek benimsediler.

Bir gece, herkesin uyumuş olduğuna inanana değin bekleyip art arda çıktık konut mağaradan. Her üçümüz de, karanlıkların bu denli gizemli olduğunu ilk kez o zaman duyumsadık. Biz martılar, tapınma bitip de mağaraya geri getirilişimizin ardından, hiç dışarı çıkamazdık ki. Korkularımız, mağaranın içi ve dışı arasında gözle görülmeyen bir duvar oluştururdu sanki. Bunun böyle olduğunu sezinleyen kargalarsa, geceleri başımızda nöbet tutmadıkları gibi, karanlıkta dışarı çıkılmasını yasaklamaya gerek de duymamışlardı.

Şirinmartı “Nasıl da ürkütücü!” diye fısıldadığında, üç ağaç boyu bile yol alınmamıştı daha; geri döndü dönecekti.

Sesime yapay bir özgüven tonu vererek “Hadi,” dedim; “...kayalıklara doğru gidelim.”

Kesintisiz süren yürek tıpırtılarımız bizlere yol boyunca eşlik etti. Diğerleri gibi ben de bir avuç ter döktüm korkuya yenilmemek için çabalarken.

Kayalıklara varınca “Evet,” dedi Meltemmartı; “...ne yapacağız şimdi?”

Önce, yıllardır kapalı durmaktan ötürü artık neredeyse bedenlerimize yapışmış olan kanatlarımızı kıpırdatabilmek gerekiyordu. Öneri diğerlerince de benimsendi. Bir süre beceriksizce süren kanat çırpma çabalarımız, Şirinmartı’nın “Artık bu acıya dayanamayacağım.” Demesi ve yere yığılıvermesiyle kesintiye uğramak üzereydi ki yamaçtan aşağılara doğru bir ses yankılandı:

“Çok iyi, çook iyi...”

Karanlık sessizliği, düşen bir kaya denli gürültülü bir biçimde parçalayan bu beklenmedik ses, tüm tüylerimizi diken diken etti. Büyük bir olasılıkla, kargalar bizleri izleyip buralara değin gelmişlerdi. Yoksa başlamadan bitecek miydi umutlarımız?

“Benim; Martı Jonathan.”

Bu kez iyice yakınımızdan geliyordu ses. Sevinçten yüreklerimiz patlayacaktı neredeyse. Ne kanatlarımızda yorgunluk ne de içimizde korku kalmıştı. Martı, gitgide belirginleşip yanımıza değin yaklaştı.

Yere güvenle basışı, gözlerindeki erinç parıltıları, her an uçmaya hazır duran kanatları ve yüzündeki sevecen gülümseyişi, karşısındakileri kendisine nasıl da bağlamaktaydı...”

“Adım Jonathan; ama dilediğiniz gibi çağırabilirsiniz beni.”

Coşkuyla, “Uçarken, bulutları sanki yünmüşler gibi savurduğun izlenimi edinip adını ‘Yünatanmartı’ koymuştum kendi kendime. Eğer sence de uygunsa...” dedim.

“Tamam; bundan böyle Yünatanmartı’yım.”

Kendimizi tanıtmamızın ardından Şirinmartı, sevginin şakıyışa dönüşmesine benzer bir sesle, “Senden çok söz edildi. Senin gibi uçabilmeyi nasıl da istiyoruz; bilemezsin.” dedi.

“Hiçbirimizin diğerlerinden fazlası ya da eksiği yok; bunu böyle bilesiniz. Bizler her ne isek, çaba ya da uyuşukluğumuz sonucunda oyuz. Neyi arıyorsak işte onu buluyoruz. Neyi amaç edinmekteysek, varabildiğimiz en uç nokta da orası. Baksanıza; koca bir sürüden çıka çıka yalnızca üç martı çıkıyor öğlenki söyleşimizin ardından. Ya diğerleri?”

“Uyuyorlar.” dedi Meltemmartı.

Hafifçe gülümseyen Yünatanmartı, “Kimileri uyanıkken bile uyumaktadırlar.” dedi; “...Gönül gözlerini ve can kulaklarını açmadıkları sürece de uyanamazlar zaten. Özünü tanıyamayanlar, doğumu anlık bir olay gibi nitelendirenler, yetkinleşme istemlerini köreltenler doğmadan ölürler ne yazık ki!”

“Peki, bizler uçabilmeyi nasıl öğreneceğiz?” diye sordu Şirinmartı.

“Uçabilmek öylesine kolay ve öylesine küçük bir ayrıntı ki! Uçabileceğinize gerçekten inandığınızda uçacaksınızdır. Yetkinlik, kanat bile devindirmeden dilendiği an dilendiği yere gidebiliştir. Acunsalmartı’nın gönül aynalarına yansıdığı martılar bunu bile gerçekleştirebilirler.” diyen Yünatanmartı, birden bir öneride bulundu:

“İsterseniz hem uçalım hem de konuşalım.”

Düşünmeye bile zaman kalmadan ayaklarımın yerden kesildiğini, kanatlarımın inip kalkmaya başladığını sezinledim. Uçuyordum...! Uçuyordum...! Uçuyordum...! Ardımsıra gelen kanat sesleri, diğerlerinin de havalanmış olduğunu sanki muştulamaktaydı.

Yünatanmartı, kendisine yetişebilmemiz için yavaşladı bir süre sonra. Arkalardan yetişen Meltemmartı, “Olacak şey değil!” dedi; “...Nasıl becerdik bunu?”

“Yalnızca uçuş korkunuzu yendiniz sevgili kardeşlerim. Kanatlarınızı yere bağlayan, korkular, kuşkular ve kaygılardı. Bir an bunları unutuvermeniz, özünüze dönmenizi sağladı.”

Göğü tutmaya başlayan ayın ışıltısı altında gerçek bir martı olabilmek, uçabilmek nasıl da güzeldi. Omuzlarımızda inip kalkmakta olanlar sanki birer çift kanat değil de avuç avuç yaşama sevinciydi. Konut mağaranın üstünden geçerken, aşağıya doğru öpücükler göndermekteydi Şirinmartı.

Yünatanmartı’nın “Şimdilik bu denli uçuş yeter.” demesiyle, genişçe bir daire çizip kayalıklardan yana yöneldik. Bu kez de, yere nasıl ineceğimiz konusunda kaygılanmaya başlamıştım.

Yünatanmartı, sanki düşüncelerimi sezinlemiş gibi “Sakın iniş sırasında berelenmekten korkmayın.” dedi; “...Yedikleriniz kursağınıza giderken, ‘Bunları nasıl sindireceğim?’ diye düşünüp korkuyor musunuz? Kaygıları alt ederseniz, özünüz, doğru olanı kendiliğinden gerçekleştirecektir.”

Bizler de Yünatanmartı denli kolayca konuverdik yere! Olağandışı sandığımız bir şeyleri eksiksiz tamamlamanın sevinci yeri göğü ışığa boğdu sanki.

“Sana” dedim; “...teşekkür edebilir miyiz?”

“Yüreğinizdeki koru üflemeye, onu aleve dönüştürmeye çabalayarak sizler, kendiniz becerdiniz tüm bunları. Beni bir yol gösterici olarak benimsediğiniz için ben sizlere teşekkür borçluyum; sizler bana değil.” dedi Yünatanmartı.

Yine görüşeceğimizi muştulayıp, göğe karıştı gitti.


ONÜÇ

Mağaraya dönüşümüzde, her birimiz birer Yünatanmartı kesilmiştik sanki. Adımlarımız, onunkiler gibi özgüvenli ve kararlıydı. Kuluçkadaki martılardan biri, içeri girişimizi sezinleyerek fısıltılı bir sesle yanına çağırdı beni. Annemdi bu; daha uyumamıştı.

“Nereden geldiğinizi sormayacağım çünkü sezgilerimin beni yanıltacağını sanmıyorum.”

“Yanılmıyorsun.” dedim; “...Yünatanmartı’yla birlikteydik. Üstelik bu gece uçmayı da becerdik. Bunu da sezinleyebilmiş miydin?”

“Bu martı da nereden çıktı böyle?” dedi annem. Kuluçkada yattığı için, tapınak mağaraya getirilenler arasında hiç bulunmamış, Yünatanmartı’yı da ancak diğer martıların anlattıkları denli tanımıştı.

Biraz üzgün, biraz kızgındı sesi, “O geldiğinden beri her şey altüst oldu.” derken. Uyumakta olan diğer martıları umursamaksızın, sesini yükselterek konuşmasını sürdürdü:

“Bunakmartı Kargabaşı’nı, kargalar da Bunakmartı’yı öldürdü. Sen ve arkadaşların boncuklarınızı yerlere saçmaktasınız. Bir Acunsalmartı deyimi ortalıkta dolaşıp duruyor. Duyduklarım doğruysa, kargaların bir bölümü buraları bırakıp gitmiş. Tüm bunların ardından bir de uçtuğunuzu savlamaktasın; delirmiş olman gerekir.”

“Hayır anne, delirmedim. Üstelik usum hiç bu denli aydınlık bir yola yöneltmemişti beni şimdiye değin. Delilik buysa, var öyle say sen. Ancak şuna inan ki biz martılar gerçekten de uçabiliyoruz. Yünatanmartı’nın anlattığına göre, tinsel aşkınlığa ulaştıktan sonra, bedenleri devindirmeden uçabilmek bile olasıymış; ya buna ne dersin?”

Birkaç martı, gürültümüzden rahatsız olup söylenmeye başladı.

Annem sözlerini fısıldayarak sürdürdü:

“Tüm söylediklerin deli saçması şeyler. Böylesi anlamsızlıklarla oyalanacağına biraz olsun geleceğini düşünüp kargaların gözüne girmeye bak. Haa; o akşam attığın boncukları diğer martıların elinden zor kurtardım. İster şimdi al götür, ister daha sonra.”

“Artık gereksinimim yok onlara.”

Kimi şeylerin hiç de sandığım denli kolayca gerçekleşmeyeceğini düşünerek köşeme doğru yürürken, annem ardımsıra hâlâ söyleniyordu.



Yüklə 235,42 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə