Journal of Life Economics 2/2014
55
kullanılabildiği zaman “şenlikli toplum” oluşturulabilir (Illich, 2011: 33-34). Bu da kamusal
olan ile özel olan arasındaki dengenin sağlanmasında yardımcı olacaktır.
2.
KAMUSAL ALAN VE DEMOKRAS
Anlaşıldığı üzere, kamusal alan herkese açık bir görünme ve görüşme mekanıdır, bu
sayede hem insanları bir araya getiren hem de birçok alt “kamusal alan”lara ayıran bir alandır.
Bu yapıdaki bir kamu alanı, dünyaya bakış haline dönüşmüştür. Bu bakış bağlamında, kişisel
ve toplumsal hakların diğer haklar üzerinde egemenlik kurmadan gerçekleştirilmesi yollarının
bulunması beklenmektedir. Çünkü özne halinde özel birey kesimlerinin yanında, özne haline
gelemeyen toplumun zayıf kesimlerinin korunması süreci üzerinde düşünülmesi yolları
geliştirilmesi gereksinimi vardır (Tekeli, 1999: 8-10).
1980’li yılların neoliberal hareketi küreselleşmeyi önceleyen bir süreç niteliğindedir.
Bu süreç toplumda daha gevşek örgütlerin, yatay ilişki ağının güçlenmesinin vb. oluşumların
kökenini oluşturur. Buna karşın, kamusal ve özel alanların ayrışması olgusu karşısında klasik
liberal demokrasiler doyurucu bir cevap vermekte yetersiz kalmaktadır. Çünkü sınıfsal
yapıların çözülüyor ve eski keskinliklerini yitiriyor gibi görünmesine karşın, emek-sermaye
çatışmasının giderek farklı özellikler göstermesi, siyasal partilere ve siyasal sürece duyulan
güveni azaltmıştır. Çünkü amaçlaştırılmış bir demokrasi anlayışı ona olan bağlamı zayıflatmış
ve onun kamusal denetimden uzaklaşmasına yol açmıştır. Oysa, “denetim…demokrasinin
kamusal alandaki paydaşıdır” (Kahraman, Keyman ve Sarıbay, 1999: 17).
Kamusal alan ve demokrasi bağlamında kamu (public) kavramı “herkese açık”
anlamını içerir ve buradan da anlaşılacağı üzere kamu, özel olandan ayrı bir alan olarak
kendini ortaya koyar. Kamu bazen de kamu gücünün karşıtı bir kamuoyu alanı olarak da
sunulur. Bu durumda, bazen devlet organları bazen basın kamusal alanın organları sayılırlar.
Kamusal-özel alanların ayrımı giderek kamusal (ortak) çıkara dayalı yurttaş-bireyler
toplumu ile, kendi özel-bireylerin çıkarlarına dayalı burjuva toplumu arasındaki temel ayrıma
dönüşmüştür, ki bu politik alan ile ekonomik alan ayırımı olarak daha önce varolan bir
ayırımın izdüşümü ve uzantısıdır. Zamanla sivil toplum ile devlet arasındaki ayırım doğmuş
ve bu ayırım burjuva kamusal alanının temeli olarak belirmiştir. Kamusal alan “gerçekten
devlete karşı bir konumdaymış gibi göründü. Diğer yandan, toplumun giderek ilgi alanına
girmesiyle beraber, pazar ekonomisi gelişmesinin başındaki üretim olgusu da özel alandaki
yerel otoritenin sınırlarının dışında gelişmeye başladı, burjuva kamusal alanı, bireylerin
kamusal organ içinde örgütlendiği özel bireylerin alanı haline geldi (Habermas, 1997: 64)”.
H. Arendt’e göre, kamusal alanın bir özelliği onun ortaya çıktığı ortam ise, diğer
özelliği bireyleri ve toplumu bir arada tutan dünya ve bu dünyanın “herkese açık” oluşudur.
Ancak bu sayededir ki, deneyimler paylaşılır ve kimlikler açıklanabilir. Bu da bizi hem
birleştirdiğini hem de gerekirse birleştirmediğini gösterir. Böylece kamusal alan, topografik
(kara parçasına ilişkin) ve kurumsal olmayan nitelikte özgürlüğün kendini gösterebildiği
yerdir. Buna göre, çeşitli topografik yerler eğer ortak eylem ve iktidar alanları haline geliyorsa
bunlar kamu alanı sayılabilir: Kent meydanı veya parkı buna örnek verilebilir. “Gerçekte
sokak, …fonksiyonları da içermektedir: bilgilendirici, sembolik… sokaklarda, insanlar
karşılaşmazlar, birbirlerine yaklaşırlar” (Lefebvre, 2013: 22-23). Öyleyse kamusal alan
kavramının ikili bir anlamı vardır: Hem içinde çalışmaya ya da emeğe karşıt olarak eylem gibi
Journal of Life Economics 2/2014
56
belirli bir etkinliğin gerçekleştirildiği yerdir, hem de karşılıklı diyalogun tözel (asıl, cevher)
içeriğiyle ilişkili olarak diğer toplumsal alanlardan farklılaşmadır (Arendt, 1994).
Buradan da anlaşılmaktadır ki, kamusal alan, sadece özel alan karşıtlığı olan bir
ikilemi içermez ve “özel-kamusal - (farklı) kamusallıklar” ayırımı yapılabilir. Burada “özel”
olan bireysel öz çıkarları; “kamusal” olan toplumun ortak kararlarını; “kamusallıklar” ise
etnik ve dinsel vb. çıkar, kimlik ve inanç gruplarını kapsar. Dikkat edilirse görülecek nokta
ş
udur: Farklı kamusallıklar, bir anlamda kollektif (toplumsal) bir anlamda ise özel nitelikler
gösterirler, yani kollektiftir çünkü ortak normlar tarafından yönlendirilirler, özeldir çünkü
bireylerin özgül ihtiyaçlarının ifade edilmesini sağlayabilirler (Kahraman, Keyman ve
Sarıbay, 1999: 38).
3.
KAMUSAL ALAN VE MAHREM YET (G ZL L K)
Feodal sistemin giderek ortadan kalkmasıyla birlikte kamusallığın bir anlamda
taşıyıcısı olan kilise, prens, soyluların iktidarları, bir yandan özel ögelere diğer yandan
kamusal ögelere ayrıldı. Doğaldır ki, özel olanlar devlet aygıtı alanının dışında kalma
anlamına gelmiş, buna karşılık kamusal olanlar devleti ima eder hale gelmiştir. Habermas bu
gelişimi şöyle açıklar: “Kamusal, özel olan her şeyin aksine kamu kurumuydu. Devlet
memurları, kamusal şahıslar bazı resmi görevlerle yükümlüydüler, bunların resmi görevi
kamusal
dı ve hükümet binalarına ve kurumlarına kamu deniyordu. Öte yandan, bağımsız
bireyler, özel hizmetler, özel görevler ve özel evler vardı…kamu görevinin dışında kalanlar
kendi özel çıkarlarının peşinde koşarken, yetkili makamların kamu yararına hizmet ettiği
söyleniyordu” (Habermas, 2012: 71).
Kamu
, giderek bir kamusalı birlikte oluşturmak şeklinde özel şahısların toplamı
anlamına gelmeye başlamış ve “efkar-ı umumiye” (kamuoyu) terimini de birlikte taşımıştır.
Bu iki kamu kavramı, hem resmi hem de bağımsız bireylerin toplamı olmak üzere birlikte
açıklık
kavramını oluşturdu. Kamusal alan akla dayalı bir alan olacaktı. Bu da “insan aklının
kamusal
kullanımı” olacaktı (Neocleous, 2014: 107 ve Dacheux, 2012: 15-16).
Hem resmi hem de bağımsız bireylerin toplamı olmak üzere birlikte ortaya çıkan
açıklık ilkesinin net ve tek hedefi, gizlilik’e karşı olmaktı. Burada elele giden iki süreç bir
aradadır: Bir yanda mahremiyete (gizliliğe) yönelik artan bir vurgu, öte yanda ise devlet
gizliliğini sınırlandırma talebi. Bireyin mahremiyete çekilmesi devletin gizliliklerinin kaybı
ve saflaşması anlamına geliyordu. Öyle ki, özel olan tümüyle özel olurken, kamusal olan
giderek daha kamusal oldu. Özel alanın bu tutumu ve kamusal alanda açıklığın arttırılması
talebi, burjuva sınıfının ve ideolojisinin merkezî stratejik ögesi oldu (Neocleous, 2014: 110).
Oysa, gizlilik devlet erkinin dahi bir parçasıdır ve devlet erkini meşrulaştırır. Öte
yandan, özel olan mülkiyet ile birleştirildiğinde sadece bireysel bir şahısla değil de tüzel
kişilerin talep ettiği dışlayıcı mülkiyet haklarıyla ele alındığında dışlanmış kesimler ve emek
açısından farklı sonuçlar yaratacağı açıktır. Mülkiyet ve mahremiyetin bireysel insan haklarını
savunmasına ilaveten, yeri geldiğinde kolaylıkla tüzel kişilerin ve sermayenin haklarını
savunmasında kullanılabileceğini yeniden düşünmek gerekir.
Kamusal alan ile birlikte oluşmuş/oluşturulmuş “kamuoyu” kavramı örneğin 18.
yüzyılda öncelikle Fransa’da ve daha sonrada ngiltere’de giderek olgunlaşmıştır. Kamuoyu
kavramı Fransa’da 18. yüzyıl gazetecilik yazınında da ortaya çıkmıştır ve bu kavramın
enazından teoride kurumsal bir ayağı olmuş/oluşturulmuştur. leride göreceğimiz üzere