Journal of Life Economics 2/2014
57
1870’lerde Fransa’da Maliye Bakanlığı yapan J. Necker’in hazine hesaplarını yayınlamış
olması bu konuda ilk ve en önemli adımlardan biridir (Melton, 2011: 73). Fransa halkının
Hollanda, Almanya ve Brüksel’deki yabancı basın organları dışında başka siyasal bilgilenme
kaynaklarının olması kamuoyunun oluşması sürecinde önemlidir.
Bu oluşumda rol oynayan diğer kaynaklardan birisi, Fransız sarayının büyüklüğü,
dönemin mutlak monarşisinin gizliliğine engel oluyordu. Çünkü sarayda yaşayan ve istihdam
edilen 20 bin kadar insanın bulunması, bir o kadar çift göz ve kulağın olması demekti ve
sarayın kapalı kutu olmasını engellemiştir. Saray içi hizipler, saraya ilişkin bilgiler ve
saraydaki dedikodular bilgi ve haber akışı için önemli araçlar idi. Ayrıca, dönem içinde
girişilen savaşlar siyasal bilgi akışını hızlandırmıştı. Öte yandan, döneme ve yönetime ilişkin
komplo iddiaları ise özellikle kıtlık dönemlerinde ister istemez yayılıyordu. Çünkü 18.
yüzyılın hemen her büyük kıtlık krizinde çok sayıda Fransız, tahıl sıkıntısı ve kıtlığın, sadece
kötü iklim koşullarından değil, daha çok, halkı aç bırakacak sinsi ve gizli bir komplodan
kaynaklandığı inancını taşıyordu. Bu komplolarda çoğunlukla kralın bir bakanının parmağı
olduğu kanaati doğuyordu. Hatta komplonun bir diğer uzantısı olarak, Fransız hükümetinin
tahıl ticaretini ele geçirerek hazineye daha çok gelir sağlamak için fiyatları artırdığı dahi
söyleniyordu. Dahası, maliye bakanı Ossy’nin tekel konumundaki tahıl tüccarları ile beraber
tahıl pazarına müdahale ettiği suçlamaları yapılıyordu. Doğaldır ki bu dedikoduların siyasal
kültürde bir inandırıcılık payı söz konusuydu (Melton, 2011: 85-87). Bir yorumcuya göre,
Fransa’daki “devrimde kumpas fikri … eylemi örgütlemek ve yorumlamak için bir referans
noktası olmuştur” (Melton, 2011: 90). ngiltere’de ise halkın bu yöndeki şüpheciliği ve
dedikodu alanı saraydan çok, yerel ve bölgesel yönetimleri kapsıyordu (Melton, 2011: 87).
Dolaysıyla, kamuoyunun adeta bir mahkeme olarak, gücü ellerinde tutan kurum ve
kişilerin eylemlerini yargılayan bağımsız bir organ gibi ele alınması, bu kavramı siyasal bir
kilit ögesi haline getirmiştir.
Birahane, kafe, okuma klüpleri, salonlar, tiyatroların kamuoyu oluşması ve
mahremiyetin yorumlanması bağlamında yorumuna ilişkin şu ifadeler çok dikkat çekicidir:
Aydınlanma çağı filozoflarından F. M. Grimm, tiyatro seyircisi hakkında, “bizim
partnerimizden daha adil, daha kesin ve daha dakik” olduğunu belirtir; Alexander Pope,
tiyatro seyircisine “çukurun çok başlı canavarı” sıfatını takar. Gazeteci J. Pezzl, Viyana
birahanelerini “siyasal dedikodu tapınakları” olarak adlandırır; Leipzigli eleştirmen Th. J.
Quistrop, “kafeler siyasetin borsasıdır…en saklı hakikatleri gün ışığına çıkarırlar”, der
(Melton, 2011: 184-185, 262 ve 274). Benzer bir yorumu F. Nadir, “meyhane halkın
parlamentosudur” adlı gazete makalesinde yapar (Nadir, 2014). Öyleyse iletişim mekanları
olan meyhane, birahane, kafe, tiyatro vb. gibi yerler Lefebvre’ye göre; birer “iletişim mekanı
olan sokaktan geçiş, hem zorunludur hem de baskı altında tutulur.” Öte yandan, yine “sokak,
tüketim için/tüketim tarafından organize edilen bir şebekeye dönüşmüştür…tüketimin
neokapitalist tarzda örgütlenmesi, gücünü sokakta gösterir” (Lefebvre, 2013: 24).
4.
DEVLET KT DARI VE S V L TOPLUM
Sivil toplum ve burjuva toplumu anlamına gelen deyimleri kullanarak Hegel, sivil
toplum alanının iki özelliğini vurgulamıştır: Önce, sivil toplum, devlet iktidarının ve siyasal
olanın karşısındaki sosyoekonomik olandır, sonra bu yeni alan özünde burjuva niteliğindedir.
Yani bu alan atomize niteliktedir ve bencil bireylerin egemen olduğu alandır. Bununla
birlikte, sivil toplumun ortaya çıkışının burjuva niteliği yanında, kendisinin özünde modern
Journal of Life Economics 2/2014
58
bir yönü vardır. Yani siyasal devletin çağdaş bir ürünüdür ve modern toplumun yabancılaşmış
ilişkilerinin bir yönüdür. Çünkü bu alan aynı zamanda kendisini yok etme tehdidi taşıyan
yoksulluk ve zenginlikleri bir arada üretir. Bu nedenledir ki, Hegel kamu hizmetlerini modern
devletin bu olumsuzluklarını gidermenin bir özelliği olarak görmektedir.
Marx ise, sivil toplum analizine karşı, devleti ve sivil toplumu yeniden bir araya
getiren görüşün özellikle toplumsal gereksinimler alanında bir maddi dayanağı olduğunu
belirtir. Zira yabancılaşmanın ve yoksullukların ortadan kaldırılacağı temel baz buradadır.
Çünkü devlet içerisinde elde edilen veya verilen özgürlükler yeterli olmamaktadır. Sadece
siyasal özgürlük, toplumsal insani özgürlük demek değildir. Açıktır ki, toplumsal özgürlük
ihtiyaçlara (gereksinimlere) ve emek alanına gönderme yapıyor iken, siyasal özgürlük ise
sadece biçimsel özgürlüğe atıfta bulunur (Neocleous, 2013: 34). Aksi halde, “burjuva
toplumunun siyasal olarak sağlamlaştırılması, toplumsal mücadelenin devlet tarafından
örgütlenmiş bir yönetsel biçim altında aşılarak korunmasını içerir (Neocleous, 2013: 35)”.
Bu noktada Marx üç ana boyuta işaret eder::Birincisi, “aracı” rol oynayan
kurumlardan çoğunun devletin kurumları olduğunu; ikincisi, sivil toplumun ardındaki gerçek
itici gücün “gerçek” mücadelenin yaşandığı arenanın bulunduğunu; üçüncüsü, devlet ve sivil
toplum ayırımının nasıl giderileceğini belirtir. Sonuçta ise, ona göre bu üç boyut denge içinde
bir arada bulunmalı ve tarihsel materyalizm bu üç boyutu da içermelidir (Neocleous, 2013:
36).
5.
BURJUVA KAMUSALLIĞ
ININ OLUŞ
UMU VE DÖNÜŞ
ÜMÜ
Habermas’a göre halk, kulistir; öyle ki soyluların, kilise mensuplarının ve en belirgin
öge olarak kralların oluşturduğu Ortaçağ egemen zümreleri bu kulisin önünde kendilerini
meşru göstermeye çalışır ve statülerini temsil ederler. Halk, bu temsilî kamunun temel ögesi
ve koşullarından biri niteliğindedir. Halk kültürü de, egemen ögelerin kurduğu hiyerarşik
dünyaya ve ilişkilere karşıt bir oluşum ve isyan özelliklerini taşır. Burjuva toplumunda özel
alanın çekirdeğini ve kendi kendisine dönük bir öznelliğin çıkış noktasını oluşturan çekirdek
ailenin ataerkil (patrimonyal) bir karakter taşıdığı açıktır (Landes, 1988).
Burjuva kamusunun yapısal özellikleri devlet-kamu, ekonomi-sivil toplum-birey-
dışlanmışlar bağlamında ele alınırsa, bunun kamusal alana olan olumlu ve olumsuz uzantıları
daha belirgin şekilde ortaya çıkar. Ortaya çıkan sonuç, bizi kamusallığın yapısal bir dönüşüm
geçirdiği anlayışına kolaylıkla yaklaştıracaktır.
Kamunun yapısal dönüşümü üç ana boyutta gerçekleşmiştir: Önce; konumuz itibariyle
esas olan ve gözden uzak tutulmaması gereken nokta, kamunun yapısal dönüşümünün, devlet
ve ekonomideki dönüşümün ve deviniminin içinde ortaya çıktığıdır. Çünkü kamu erki ile özel
hukuk ve alana göre örgütlenmiş olan iktisadi toplum arasındaki ilişki, hem liberal temel
haklar teorisine hem de özünde demokratik olmayan bir hukuk devleti oluşumuna dayanır.
Kişilerin özgür iradeleriyle oluşmuş toplum üyelerinin öz-örgütlenmesi, devlet ile
toplum arasında ayrışma yaratmıştır. Bu ayrışmaya ilaveten bir de, piyasalar üzerinden
yönlendirilen ekonominin, ortaçağdaki veya modern-öncesi siyasal egemenlik düzenlerinden
ayrışması vardır. Bu da, kapitalist üretim biçiminin giderek kendini kabul ettirmesiyle birlikte
ortaya çıkmıştır. Bu gelişme veya ayrışmaların birleştiği veya kendiliğinden bir arada
oluşturduğu ortak nokta, burjuva toplumunun ve onun örgütlenmiş iktisat toplumunun
ekonomik özyönetimi ve özerkliğidir. Burada, devletle ekonominin birbiriyle iç içe olması,