20
kızı daha başka bir hayata özendirir. Öykünün ve günün sonunda “film nasıldı” diye
soran anneye başkaldırır: “Babaannelere gittik, dedi Şükrüye, dedeyi çok sevdim”
(14).
Lale Demirtürk’e göre, “Şükrüye’yi asıl büyüten, babası ve onun ailesi ile
annesinin simgeledikleri iki farklı dünyanın çatışmasıdır” (“Çağdaş Kısa Öykü
Kuramı Açısından Bir Uygulama...” 21). Şükrüye’nin onayladığı hayat biçimi
bellidir. Mehmet Kaplan’a göre öykücü Tomris Uyar bu öyküde taraf tuttuğunu
saklamaz. “Tüccar kızı Nazan, daha baştan sevimsiz gösteril[ir]” (402), çenesindeki
sivilceyi sıkıp, elini önlüğüne silmesiyle. Çünkü o, “baba ile oğulun, torun ile
dedenin arasını açan sermayeyi temsil eder”. Kaplan’a göre, “buna karşılık, orta
halli veya fakir tabakaya mensup olan babaanne ile dede sempatik gösterilmişlerdir”
(403).
Aslında Tomris Uyar’ın dünya görüşü öykünün içindeyse de öyküden
taşmamaktadır. Zaten Kaplan da, yazarın, “Şükrüye’nin dünyaya ve insanlara ve
eşyalara yönelik duyuları vasıtasıyla, canlı, somut, taze bir gerçeklik duygusu
yarat[tığını]” kabul ediyor. Uyar’ın küçük kızın “dağınık, atlayışlı, çocukça duygu,
hatırlama, düşünce ve çağrışımları[nın]” bir kesitiyle kurduğu öyküsünün, onu
“basmakalıp, sığ bir ideolojik hikayeci olmaktan kurtar[dığını]” belirtiyor (404-05).
Tomris
Uyar’ın tuttuğu taraf, kitabın, aynı öykünün devamı sayılabilecek son
öyküsü “Sarmaşık Gülleri”nin satır aralarından da okunabilir. Bu seferki “pencere”
Şükrüye’nin annesinin penceresidir. Burada çocuk dünyasının şiirselliğinden çok
büyüklerin dünyasının güncel gerçekleri işlerlik kazanır. Şükrüye’nin annesi,
boşandığını metinden anladığımız eski kocasına Şükrüye’yi şikayet eden bir mektup
yazar. Eski kocasından gelip kızını yanına almasını ister.
21
Evlilikten ağzım yandı ama belki birisi alır beni yaşım geçmeden
diyorum, çok yalnızım şeref bildiğin gibi değil. Raşit beylerle de
ahbaplığım o yüzden ya belki birini bulurlar şöyle arabası felan olsun
kafi. ama kızıma üvey baba acısı çektiremem bak. (122)
Yazarın kullandığı dil benimsediği bakış açısıyla beraber değişir. “Mazi
Kalbimde Bir Yaradır” dörtlüsünün her bir öyküsünde Leyla Hanım’ın şaşalı
düğününün, dört ayrı kişide bıraktığı izlenimler aktarılır. Bakış açısıyla birlikte
üslup da farklılaşır. Hepsinin ruh hali, bu dörtlünün son öyküsü “Biraz Daha”nın
Nuri’si tarafından açıklanır aslında: “Bu şehirde, bu sokakta, bu evde işimiz ne
bizim?” (83) Tomris Uyar değişen değerlerin çalkalandığı bir dış hayatla bireylerin
iç dünyaları arasındaki çelişkileri bazen onlara rağmen yakalamakta ustadır.
Tomris Uyar, 1972 tarihli “Hikayede Yoğunluk” başlıklı yazısında,
1960’lardan bu yana Türk edebiyatını etkisi altına alan “yenilik hikâyesi”nden yana
çıkar. Kendi adını anmadan bu grubun bir üyesi olduğunu açıklar. Uyar burada
şöyle der:
1960’lardan sonraki toplumsal çalkantı, başlangıçta değişik çıkış
noktaları gösteren yazılarla (Leyla Erbil, Sevgi Sabuncu, Füruzan)
yeni hikayecileri aynı eleştirel tutumun çevresinde birleştirecek
berraklıktaydı. Yenilik hikayemiz birlikte yaşanılmış bir dönemden,
bir ortaklaşalıktan güç aldığı için sağlamdır, yüreklidir, ileriye
dönüktür, diridir. (266)
Tomris Uyar, öykücülüğümüzdeki bu yenilikçi hareketi daha önceki
dönemlerle kıyaslayarak ortaya koymaktan çekinmez. Ona göre, artık “imgenin
vurucu gücü” kendini ispatlamıştır (263). “Alegoriden, felsefe tartışmalarından
kanlı canlı insana, gündelik hayata inilmiş; ‘yazarın gözlemi’ planında kalan
22
toplumsal eleştiri, hikaye kişisinin davranışlarıyla, kendini ele veren monologlarıyla
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır” (264). Tomris Uyar ilk kitabıyla, başkalarınca da
onaylanan yenilikçi bir öykü anlayışının içinde bu saydığı özelliklerle yer
alabilmiştir.
Uyar, “ifade”, “günlük”, “monolog”, “mektup” gibi biçimleri ustaca kullanan
Halit Ziya’nın, Ömer Seyfettin’in, Sait Faik’in “çabalarının” kayda değer olmakla
beraber yetersiz kaldığını, “birinci kişi eleştirisi”nden “düzenin eleştirisi”ne
geçemediklerini söyler. Vüs’at O. Bener, Nezihe Meriç, Orhan Kemal, Tarık Dursun
K. gibi yazarları ise “yerel duyarlılığı” arayışları dolayısıyla takdir eder. Uyar’a
göre, “yeni hikayeciler, bu güzel geleneği devralmak, gündeleştirmek, eleştiriye daha
sivri bir anlam kazandırmak, hikayeye kesin bir dünya görüşü koymak isteğinde
görünüyorlar[dır]” (264). Dünya görüşünün öyküye sinme şekli ve derecesi değişse
de Tomris Uyar’ın öyküleri bu inancı hep içinde taşıyacaktır.
O gün için yazara göre bu eğilimdeki bir öykü anlayışını tökezletebilecek en
büyük tuzak “kemiksiz hikaye”ye yöneliş olacaktır. Uyar, kendi öykülerinde de
kemiksiz, yani “yoğunluksuz, seyrek dokulu” (264) yapıdan özellikle kaçınır.
Burjuva dünyasının “yapay ahlak ölçülerini eleştiren” ya da duygusallığa boğulmuş
“mızmız gerçekçilik”ten kaçınmak gerektiğini söyler. Onun bu ilk öykülerinde
dönemin değişen değerleri doğrultusunda yönünü şaşıranlara ve bu dünyanın dışında
kalanlara göndermeleri çoğunluktadır. Yazarın söz konusu güncel ahlâk sorunlarına
dünya görüşü çerçevesinde yaklaştığı doğrudur ama öyküsünü sahtelikten koruma
çabası daha büyüktür. Fischer’dan alıntı yaparak benimsediği yolu şöyle açıklar
Uyar: “Çağdaş burjuva sanatında çoğu zaman belirtilen yıkımın ‘kaçınılmazlığı’
düşüncesine karşı, yıkımın nasıl önlenebileceğini gösteren yapıtlar çıkarmalıdır; ama
bu yapıtlar gerçeğe uygun olmalı, propaganda amaçları gütmemelidir” (265).
Dostları ilə paylaş: |