111
4.
AZINLIK
KONUMUNDAKİ
TÜRKLERİN
GÜCÜNDEN
FAYDALANMA
ARACI
OLARAK
SİVİL
TOPLUM
ÖRGÜTLERİ
Daha önce de tanımlandığı üzere, azınlık, bir ülkenin içinde, baskın halka
mensup olmayan, ancak kendine ait bir kültürü, bütünlüğü olan topluluklardır.
Avrupa devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde azınlık olgusunu
Osmanlı İmparatorluğu içindeki gayrimüslimleri koruma ve bu sayede de
Osmanlı’ya müdahale etme çabaları olarak kullanmıştır. Azınlıkları koruma çabaları
önce tek taraflı koruma fermanları ve ikili antlaşmalar biçiminde başlamış, XIX.
yy’da çok taraflı antlaşmalar evresine geçmiş ve nihayet 1920’de Milletler
Cemiyeti’nin kurulmasıyla “uluslararası örgüt güvencesinde azınlık koruması”
dönemi açılmıştır. Günümüzde uluslararası azınlık koruma mekanizması BM,
Avrupa Konseyi, AB, AGİT gibi kuruluşların şemsiyesi altında yürümektedir
(www.memurlar.net). Türkiye azınlık kavramı, tanımı ve hakları konusunda sürekli
ithamlara uğramıştır. Oysa Türkiye bu süreci tersine çevirebilecek büyük bir
potansiyel güce sahiptir. Yabancı ülkelerin sınırları içinde azınlık olarak yaşayan
Türk nüfusu, Türkiye için bir güç öğesi konumundadır. Türk azınlıklar hakkında
ikinci kesimde geniş olarak bilgi verilmişti. Günümüzde uluslararası azınlık koruma
mekanizmasının BM, Avrupa Konseyi, AB, AGİT gibi kuruluşların şemsiyesi altında
yürütüldüğü düşünüldüğünde uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak
Türkiye azınlık konumundaki Türk halkların liderliğini yapabilecek konumdadır.
Ayrıca özellikle ABD ve AB ülkelerinde işlemekte olan temsili demokrasiler, örgütlü
insan topluluklarını bir güç unsuru haline dönüştürmektedir. Bir hedefi olan ve o
hedef doğrultusunda örgütlü bir şekilde hareket edebilen insanın öneminin giderek
arttığı günümüzde, uluslararası alanda mevcut çok önemli insan gücüne sahip olan
Türkiye’nin bu gücü atıl bir şekilde bırakması ve kullanmaması düşünülemez.
Türkiye’nin azınlık konumundaki Türk halkların liderliğini yapabilmesinin en etkili
yöntemi ise azınlık Türk halklarının bilinçli bir sivil toplum oluşturabilmesi ve
akabinde örgütlenebilmesi, Türkiye’nin de tüm bu sürece liderlik etmesiyle olacaktır.
Yabancı ülkelerin sınırları içinde azınlık olarak yaşayan Türk nüfusu Türkiye için bir
güç öğesi konumundadır. Bu konuya en güzel örnek olarak Bulgaristan’da Şubat
112
2007’de yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri verilebilir. Ocak ayında Avrupa
Birliği’ne giren Bulgaristan’ı Avrupa Parlamentosu’nda temsil edecek 18
milletvekilini belirlemek için 05 Şubat 2007 tarihinde yapılan seçimde, çoğunluğunu
Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) % 20,26 oranında oy
toplayarak Avrupa Parlamentosu’na 5 milletvekili sokmaya hak kazanmıştır. Bu
sonuç ile 7,3 milyon olan Bulgaristan nüfusunun % 9,4’ünü oluşturan Türkler,
Avrupa Parlamentosu’nda nüfus oranına göre çok daha yüksek bir temsil oranı elde
etmiştir. HÖH’nin ülkedeki etnik Türklerin nüfusa oranının iki katından fazla bir oy
oranı ve temsil elde etmesinde, seçime katılım oranının % 28,6’da kalması etkili
olmuş, ülkede çoğunluğu oluşturan Bulgarlar seçime kayıtsız kalırken, Türk azınlığı,
HÖH’nin yürüttüğü aktif kampanyanın da etkisiyle sandığa ilgi göstermiştir
(www.milliyet.com). Özellikle AB’ne giriş sürecinde olan bir ülke konumunda
bulunan Türkiye’nin Avrupa Parlamentosu’nda ihtiyaç duyduğu destek göz önüne
alındığında bu başarının önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu başarı bir anlamda tam
bir sivil toplum örgütlenmesi başarısıdır. Diğer ülkelerde yaşayan Türk azınlıklar göz
önüne alındığında aynı başarılı örgütlenmenin sağlanabilmesiyle oluşacak
durumunun hem Türkiye hem de o ülkelerde yaşayan Türk azınlıklar açısından ne
kadar yararlı olacağı açıkça görülmektedir. Ancak HÖH başarısının verilebilecek tek
örnek olması Türkiye’nin bir güç öğesi konumunda olan Türk azınlıklardan yeterince
yararlanamadığını göstermektedir. Bunun en önemli etkenlerinden biri ise
Türkiye’nin sivil toplum tecrübesinin yetersizliğidir.
Bu bölümde Türkiye’nin Türk azınlıklarla gerektiğince ilgilenememesinin ve
bu gizil gücü yeterince kullanamamasının sebebi olarak görülen sivil toplum tecrübe
yetersizliğiyle ilgili olarak bir çalışma yapılmış ve bu doğrultuda sivil toplumun
kavramsal kökenlerine, işlevlerine ve yapısına ilişkin genel bilgilendirme verilmiştir.
Takiben uluslararası sivil toplum kuruluşları ve işlevliliği konusu hakkında bilgi
verilmiştir.
4.1. Sivil Toplumun Tarihsel Temelleri
Sivil toplum kavramını tarihte ilk kullanan Aristoteles olmuştur. İnsanların
güven içerisinde yaşayabileceği, insan hayatının değer kazanabileceği şehir devletini
tanımlamak için kaleme aldığı “Politika” adlı eserinde Aristoteles “Politike
113
Koinonia” kavramını kullanmıştır. Bu kavram Latinceye “Civilis Societos”,
İngilizceye ise 1400’lü yıllarda “Civil Society” olarak çevrilmiş ve kullanılmıştır
(Biber, 2006,10).
Günümüzdeki anlamıyla kullanımı ise XII. yy’da güçlenmeye başlayan ticaret
burjuvasında görülmektedir. Hobbes, Locke ve Rousseau gibi filozoflar tarafından
“Toplumsal Sözleşme” düşüncesi altında ele alınan sivil toplum, devlete özdeş
tutulmuştur (Biber, 2006,11). Bu düşünceye göre insanlar eşit şekilde yaratılmış ve
bu eşit koşullar altında rekabet insanları birbirlerini yok etmeye götüren bir süreci
başlatmaktadır. Böyle bir durumda kaos ve kaosun yaratacağı savaş durumu
kaçınılmazdır. Kaosu engellemenin tek yolu ise insanların denetim altında
tutulmasıdır. İnsanlar tüm güçlerini tek bir insana ya da heyete devretmelidir.
Oluşacak bu güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu ortadan kalkacak ve medeni
topluma geçilecektir.
Devlet ve sivil toplum kavramlarını birbirinden ayıran düşünür ise Hegel
olmuştur. Hegel sivil toplumu aile ve devletin siyasi ilişkileri arasında yer alan bir
ara kurum olarak tanımlar. Sivil toplum, özel kişilerden, gruplardan, sınıflardan
oluşan bir mozaiktir. Çalışmaları hukuk tarafından düzenlenir ancak siyasal devlet
kendisine doğrudan bağlı değildir. Bu özellikleriyle sivil toplum, Hegel’e göre
modern dünyanın bir başarısıdır. Siyasal devlet sivil topluma doğrudan bağlı değildir
ancak sivil toplum siyasal olarak düzenlenmelidir. Sivil toplum bu anlamda, ahlaki
bir değer ve erdem kazanmak için devlete gereksinim duyar. Devlet de temsil ettiği
ahlaki amaçları gerçekleştirmek amacıyla sivil toplumdan yararlanmaktadır. Sivil
toplum bir araç iken devlet bir amaçtır (Sabine, 2000, 59).
Marks’a göre ise sivil toplum siyasi hayatı belirleyen bir alandır. Marksist
teoride, üretim ilişkileri altyapıyı oluşturmaktadır. Bu altyapı toplumun hukuki ve
siyasi kurumlarında oluşan üstyapıyı belirlemektedir. Altyapı değişirse üstyapı
kurumları da değişecektir. Bu anlamda siyasi olaylar, hukuki değişimler ve kültürel
değişimler sivil toplumun yapısındaki gelişmeler neticesinde şekillenmektedir (Çaha,
2000, 37).
Sanayi devrimiyle birlikte sivil toplum yeniden kavramsallaştırılmıştır.
Marksist kuram izleyicilerinden olan Gramsci’nin bu dönemde sivil toplum
tartışmalarına önemli katkıları olmuştur. Gramsci’nin düşüncelerinde Hegel
Dostları ilə paylaş: |