120
Diyalogu” başlıklı tebliğ ışığında bu faaliyetlerin desteklenerek sürdürülmesi ve
pekiştirilerek daha ileriye götürülmesini beklemektedir. AB, üye ve aday ülkelerde
kendi bünyesindeki sivil toplum yapısına benzer bir sivil toplumu hedeflemektedir
(Çepel, 2006).
AB Katılım Ortaklığı Belgeleri ve İlerleme Raporları ışığında, Türkiye’de
2001 yılından bu yana sivil toplumun gelişmesine yönelik kararlar alınmakta, yasalar
değiştirilmektedir. Yasal altyapının değiştirilmesi çok önemli bir unsur olmakla
birlikte tek başına yeterli olmamaktadır. Devletin kural koyucu, oyuncu ve
denetleyici rolüne STK da katkıda bulunmalıdır. AB tarafından yayınlanan İlerleme
Raporları ışığında, Türkiye’de sivil toplumun demokratikleşmesi ve gelişmesi
önünde devletin sınırlayıcı, dayatıcı özelliklerinin yanı sıra mali kaynak, eğitim,
toplumsal alışkanlıklar, katılım, insanların kendi kendini motive etme eksikliği,
örgütlerarası iletişimsizlik gibi toplumsal ve yapısal engeller de bulunmaktadır
(Tosun, 2001, 333).
4.4. Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri
Sivil toplum örgütleri, ortak talep, ortak bakış ve ortak duyarlılık sahibi
yurttaşların bir araya gelerek, devletin hukuki, idari, üretici ve kültürel organlarının
dışındaki alanlarda oluşturdukları dernek, vakıf, sendika gibi örgütlenmelerdir (Uğur,
1998, 69). Sivil toplum örgütleri özellikle XX. yy’ın son çeyreğinde tüm dünyada
yayılıp gelişmiş ve hükümet dışı örgütler, gönüllü kuruluşlar, sivil toplum örgütleri,
STÖ (Sivil Toplum Örgütleri), STK (Sivil Toplum Kuruluşları) ve NGO (Non-
Govermental Organizations) gibi sözcük ve kısaltmalarla ifade edilir olmuştur
(Belge, 1998, 23).
Sivil toplum örgütleri, gönüllülük esasına göre devletin hiçbir zorlaması
olmadan oluşmakla birlikte, devletten maddi destek alabilmektedirler. Sivil toplum
örgütlerine yönelik tartışmalar da büyük oranda bu konuda, devletle olan ilişkiler
ekseninde sürmektedir. Devletten maddi destek alabilmeleri devlete bağlı oldukları
anlamına gelmemektedir. Devletten bağımsızdırlar ve devlet politikalarını
etkilemeye, değiştirmeye çalışırlar.
Sivil toplum örgütleri, siyasi partilerin ve siyasi görüş farklılıklarının üstünde
bir noktada yer almaktadırlar. Bu konumları siyasi alanda üstlendikleri roller
121
gereğidir ve insanların hangi siyasi görüşte olursa olsun belirli ortak noktalarda
buluşabilecekleri varsayılmaktadır (Erözden, 1998, 14).
Günümüzde geleneksel toplumlardaki dayanışmanın ortadan kalkması ve
bireyselliğin öne çıkması insanları çeşitli alanlarda dayanışmaya itmekte ve
örgütlenmelerini sağlamaktadır. Bunun yanında siyasi partilerin, belirli sınıfların
temsilciliğinden uzaklaşarak yöneticilerinin koltuk sevdasına düşmesi ve bu
doğrultuda parti politikaları geliştirilmesi sistemin toplumsal beklentilere yanıt
veremez hale gelmesine, sonuçta insanların örgütlenme ihtiyacı duymasına sebep
olmuştur.
Bu gelişmeler özellikle son yıllarda sivil toplumun küresel ölçekte gündeme
gelmesini ve önemli işlevler üstlenmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gelişmelerin
yanında teknolojik gelişmeler örgütlenme, kamuoyu oluşturma ve talepleri dile
getirme konularını kolaylaştırmıştır.
Sivil toplum örgütlerinin üstlendikleri işlevler, içinde yer aldıkları sistemin
ekonomik ve siyasal gelişmişliğine göre farklılaşmaktadır.
Sivil toplum örgütleri, ortak bir amaç doğrultusunda farklı çözüm önerilerine
sahip bireyleri bir araya getirerek, çoğulculuk kültürünün oluşmasına ve toplumsal
yapının toplumsal bir nitelik kazanmasına önemli katkılar yapmaktadır. Aynı
zamanda devlet uygulamalarında ortaya çıkan olumsuzlukların önlenmesinde ve
serbest piyasa ekonomisi içerisinde vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine
yönelik tampon rolü oynamaktadır. Toplum tarafından tepkiyle karşılanan bazı
politikalar
sivil
toplum
örgütlerinin
çalışmaları
sonucu
uygulamadan
kaldırılmaktadır. Sivil toplum örgütlerinde bireylerin aktif katılımı sağlanarak birey
hakları korunmaktadır (Erözden, 1998, 14–16). Aynı zamanda sivil toplum örgütleri,
demokratik rejim içerisinde demokrasiye katkı sürecinde eğitim, çevre, adalet, sosyal
refah ve istihdam konularında devlete projeler üreterek topluma katkı sağlamaktadır.
Bu çerçevede yaşanılan sorun ise yasal çerçevenin belirlenmesi ve mali
kaynak edinimidir. Özellikle mali kaynak sıkıntısı bazı sivil toplum örgütlerinin var
oluş amacına ters düşecek şekilde hareket etmelerine sebep olmaktadır (Emrealp,
1998, 43). Bu tür yönelmeler, sivil toplumun yasal yapısının tam olarak
belirlenemediği ve güçlü sivil toplum oluşumunun görülemediği toplumlarda daha
çok görülmekte ve sivil toplum örgütlerinin meşruiyet tartışmalarını gündeme
122
getirmektedir. Oysa toplum tarafında daha geniş çapta kabul görmüş ve bu sayede
kamuoyu oluşturabilen, baskı yapabilecek güç elde etmiş sivil toplum örgütleri,
bireysel talepleri, beklentileri, eleştirileri ve beğenileri farklı ortamlarda dile
getirerek, politika ve uygulamaları etkileyebilmektedir.
Türkiye’de sivil toplum örgütleri dernek, vakıf, sendika gibi adlar
taşımaktadır. Bu tür örgütlerin yanı sıra yarı kamusal nitelikli mesleki örgütlenmeler
de bulunmaktadır. Ancak sivil toplum örgütlerinin en temel özelliklerinden birisi
üyeliğin gönüllülük esası çerçevesinde gerçekleştirilmesidir. Barolar, tabip odaları
gibi mesleki örgütler üyeliği zorunlu tuttuğundan sivil toplum örgütü olarak kabulü
tartışmalı bir konudur (Biber, 2006, 32).
4.4.1. Dernekler
Çoğulcu toplumlarda sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamın önemli unsurları
olan dernekler, sanayileşmenin ve kentleşmenin yabancılaştırdığı, yalnızlaştırdığı
insanların gönüllü olarak bir araya gelerek varlıklarını sürdürmek, bazı ortak
amaçları gerçekleştirmek için oluşturdukları örgütlenme biçimleridir (Yıldırım, 2004,
125). Dernekler genellikle eğitim, sağlık, spor, aile, insan hakları, kalkınma, çevre
gibi konularda çalışma yapmak, bu konularda kamu ve özel örgütlerin politikalarına
yön vermek için kurulmaktadır (Yücekök, 1998, 6).
1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu ile Türkiye’de ilk dernek kurma
özgürlüğü kabul edilmiştir. 1961 Anayasası sonrası ise dernek sayısında hızlı bir artış
gözlenmiştir. Bu anayasanın 29. maddesinde “Herkes önceden izin almaksızın
dernek kurma hakkına sahiptir” hükmü mevcuttur (Biber, 2006, 33). Bu düzenleme
sonrası 1938 yılında dernek sayısı 205 iken, bu sayı 1971 yılında 41.000’e ulaşmıştır
(Nazlıoğlu, 1994, 24).
1961 Anayasası ile geniş bir hareket alanı kazanan sivil toplum örgütlerine
1983 yılında çıkartılan 2908 sayılı Dernekler Yasası ile Önemli kısıtlamalar
getirilmiştir. Bu yasada uzun bir liste halinde kimlerin dernek kuramayacağı
belirtilmiş ve derneklerin çalışma alanı büyük ölçüde daraltılmıştır (Eroğul, 1995, 8).
Bu çerçevede derneklerin politika yapmaları, diğer dernek ve sendikalarla işbirliği
yapmaları yasaklanmış, diğer ülkelerdeki sivil toplum örgütleriyle ortak çalışma
Dostları ilə paylaş: |