123
yapabilmesi için İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarından izin alma zorunluluğu
getirilmiştir.
Dış dünyadaki gelişmelerden Türkiye’nin de etkilenmesi sonucu 1980’li
yılların sonunda, iletişim ve bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeleri ülkeler
arasındaki iktisadi ve sosyal yakınlaşmalar gibi etmenlerin de süreci hızlandırmasıyla
bazı yeni yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerle örgütlenmelerin
önündeki engeller önemli ölçüde kaldırılmıştır.
4.4.2. Vakıflar
Türkiye’de en köklü sivil toplum kuruluşları vakıflardır, kökleri Selçuklulara
dayanmaktadır. Osmanlı’da ise devletin siyasi ve ekonomik gücü ile orantılı olarak
gelişmiştir. Vakıflar genel olarak, adil gelir dağılımını dağlamaya, fakirlere yardım
etmeye ve yol, su gibi hizmetlerin vatandaşlara götürülmesine çalışmışlardır.
1926 tarihli Türk Medeni Kanunu ile yeni düzenlemelere gidilmiş, 1935
yılında 2762 sayılı Vakıflar Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunla vakıflar ikiye
ayrılmıştır. Bunlar “mülhak” ve “mazbut” vakıflardır. Mazbut vakıfların yönetimi
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bırakılmış ve bu vakıflar tek bir tüzel kişilikte
toplanmıştır. Mülhak vakıflara ise bağımsız kişilik tanınmıştır (Biber, 2006, 35).
Türkiye’de anayasal düzeyde ilk kez vakıf kurumundan 1982 Anayasası’nda
söz edilmiştir. 1982 Anayasası’nın 33. maddesinde “bu madde hükmü vakıflara ve bu
nitelikteki kuruluşlara da aynen uygulanır” denilerek derneklere verilen haklar
vakıflara da tanınmıştır (Biber, 2006, 36).
1986 tarihli 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Teşvik Kanunu ile sosyal
yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulmaya başlanmıştır. Vakıfların mal varlığı
yönetimlerinin oluşturduğu sorunlar dolayısı ile 1997 tarihinde Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün 23.117 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan tebliği ile vakıf kuruluşu
zorlaştırılmış, vakıflara ve yöneticilerine yeni yükümlülükler getirilmiştir (Vakıflar
Genel Müdürlüğü, 2007).
4.4.3. Sendikalar
Sanayi devrimi ile birlikte toplumlarda işçiler, toplumsal bir grup olarak
ortaya çıkmıştır. Sanayileşmenin ilk dönemlerinde hiçbir hak ve güce sahip olmayan
124
işçiler ilerleyen zamanlarda toplumsal bir kimlik kazanmaya başlamış ve sendikalar
kurarak kendilerini ilgilendiren konularda görüş bildirmek, işverene baskı yapmak
için örgütlenmişlerdir (Turan, 1986, 54).
Sendika kavramı ilk kez İngiltere’de kullanılmıştır. Bu kavram ABD,
İngiltere, Almanya gibi ülkelerde sadece işçi örgütleri için kullanılırken, Fransa gibi
bazı ülkelerde hem işçi, hem de işveren örgütleri için kullanılmıştır (Tokol, 1997,
17).
Türkiye’de de hem işçi, hem de işveren örgütleri için kullanılan sendika
kavramı Türkiye için geçmişi çok eskiye gitmeyen yeni bir kavramdır. Osmanlı’nın
ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı sendikaların oluşumunu engellemiştir.
II. Meşrutiyet ilanı sonrası sendikal hareketlerde bir canlanma başlamıştır.
Artan grevlere bir önlem olarak, “Tatil-i Eşgal Cemiyetleri Hakkında Kanun-ı
Muvakkat” adı ile geçici bir kanun çıkarılmış ve bu kanun ile işçi örgütlenmeleri ve
eylemleri son derece kısıtlanmıştır. Bu kanun 1937 tarihinde yürürlükten
kaldırılmıştır (Alkan,1998, 59).
Cumhuriyetin ilanından sonra ise sendikalara dair ilk kanun 1947 tarihli İşçi
ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun’dur. Takiben 1961
Anayasası ile sendika kurma hakkı anayasal güvence altına alınmıştır. 1963 yılında
yeni sendikalar kanunu çıkarılmıştır (Biber, 2006, 38).
1960–1980 yılları arasında sendikal hareketlerde önemli gelişmeler olmuş,
sendikalar hem mali açıdan, hem de üye sayısı açısından güçlenmiştir. Bu
gelişmelerde 1961 Anayasası’nın sağladığı haklar ve özgürlük ortamının etkisi
büyüktür. Ancak yine de sanayileşmenin yetersiz oluşu, işverenlerin sendikalara
karşı olumsuz tutumları gibi sebeplerden dolayı sendikaların üye sayısı çok büyük
rakamlara ulaşamamıştır. 1980 yılında 733 işçi sendikası ve 7 konfederasyon
bulunmaktadır (Tokol, 1997, 31).
12 Eylül askeri darbesi sonrası ise birçok sendika kapatılmıştır. Çalışmalara
devam eden sendikalar ise yasal düzenlemeler ve ekonomik politikalar dolayısıyla
etkilerini yitirmişlerdir. İlerleyen yıllarda çeşitli tarihlerde kapatılan konfederasyon
ve sendikalar yeniden çalışmaya başlamış, 1990’lı yıllarda sendika sayısında büyük
bir artış gözlense de üye sayısı sendika sayısına oranla oldukça sınırlı kalmıştır. Bu
125
tarihlerde toplam işgücü içerisinde sendikalaşma oranı %11 dolaylarındadır (Tokol,
1997, 33).
Sendikaların hem siyasi hem de iktisadi işlevleri vardır. Toplu pazarlık
yapmak gibi iktisadi işlevleri ön planda olup, demokratik hayatın bir gereği olarak
siyasal işlevleri de siyasal katılım açısından önemlidir.
4.5. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları
Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları (USTK), hükümetler arası bir antlaşma
ile kurulmayan, devletten otonom, en azından bilinçli bir organik bağı olmayan, bu
anlamda bağımsız hareket edebilme yetisine sahip, kar amacı gütmeyen, en az iki
ülkede faaliyet gösteren, belirli bir görevi olan ve bu görevini gerçekleştirmek için
bir kurumsal yapı altında toplanmış, kişi ya da kişi gruplarından oluşan bir
yapılanmadır (Çalış, 2006).
Sivil toplumun hem kavramsal olarak hem de bir gerçeklik olarak yaklaşık
2.500 yıllık tarihi olmasına rağmen USTK’nın literatürde kullanımı oldukça yakın bir
zaman dilimine denk düşmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasından başlayarak
küreselleşmenin ilk sinyallerinin görülmeye başlaması ile birlikte ulus-devletin etki
alanı dışında, ondan bağımsız ve onun etkinliğini sarsacak yeni güç merkezleri ve bir
anlamda iktidar paydaşları türemeye başlamıştır. Özellikle 1960’ların başından
itibaren uluslararası ilişkiler, sadece devletlerin aktif rol oynadığı alandan ziyade,
ulus aşan kimlikleri bulunan devlet dışı aktörlerin de içinde yer aldığı bir ilişki türü
olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu devlet dışı aktörlere verilebilecek en iyi örnek,
uluslararası örgütlerdir. Devletin otonom karakterine kıyasla çok fazla otonom
olmayan bu örgütlerin yanı sıra “çok uluslu şirketler” ve hükümet dışı kuruluşlardan
da bu bağlamda söz etmek mümkündür (See, 2001, 81).
Tarihsel süreç içerisinde iki yönlü gelişme sayesinde USTK yerlerini gittikçe
sağlamlaştırmışlardır. Bir tarafta ulus devletlerin bir aktör olarak güçlerini
kaybetmeye başlamaları, öte yandan da yeni gelişen ilişki türlerine paralel devlet dışı
yapılara olan şiddetli ihtiyaç, USTK’nın önemini gittikçe artırmaktadır. Karşılıklı
bağımlılık, devletleri, dünya politikalarını ve USTK’nı etkilediği gibi, devletler de
oluşturdukları yapılanmalar ve aralarında aldıkları kararlarla elbette ki USTK
kanalıyla uluslararası ilişkileri etkilemeye çalışmaktadırlar. Bu çabalarının bir sonucu
Dostları ilə paylaş: |