Fatih TÜRE
38
“Sanayi Devrimi” denilen değişimin; üstyapıya yansıyan toplumsal,
kültürel ve kaçınılmaz olarak da siyasal etkileri, yeni bir yaşam biçimini
ve ideolojiyi de beraberinde getirmiştir. Açıkçası Sanayi Devrimi
öncesinde merkantilist politikalar ile oldukça güçlenen ve zamanla
ekonomik iktidarı eline geçiren burjuvazi, bu kez siyasal iktidara gözünü
dikmiş ve bu yolda mutlak monarşi ile aristokrasiye yönelik muhalefetini
doruğa çıkarmıştır. İşte liberalizm, XVII. yy. sonlarından itibaren
burjuvazinin söz konusu muhalefetinin söylemi ve ideolojisi olarak
belirmiştir.
Etimolojik açıdan ele alındığında liberalizm sözcüğünün İngilizce’ye
ve siyaset literatürüne İspanyolca’dan geçtiği görülür. İspanyollar,
Latince “liber” kökünden türettikleri “liberty” sözcüğünü, XVIII. yy.’da
İngiliz kaynaklı siyasal politikaları nitelendirirken aşağılayıcı bir anlamda
kullanmışlar ayrıca, mutlak monarşiye karşı meşruti monarşiyi
savunanlara da “liberales” demişlerdir (Yayla, 1992: 13). XIX. yy.’da ise
siyasal terminolojiye giren bu terim, bireysel özgürlüğü ve üretim
araçlarının özel mülkiyetini savunanlar için kullanılmaya başlanmıştır.
Simgesel olarak 1789 Fransız Devrimi ile özdeşleştirilen, burjuvazinin
mutlak monarşi ve aristokrasiye karşı zaferinin ve siyasal iktidarı ele
alışının ardından, XIX. yy.’da bu kez burjuvazi ile işçi sınıfı arasında,
öncekinden daha ciddi ve kapsamlı bir çatışma ortaya çıkmıştır. Bu
bağlamda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde liberalizmin gelişimi, gerek
aristokrasi-burjuvazi çatışmasının niteliğine, gerek sanayileşme ile ortaya
çıkan işçi sınıfının bilinçlenme durumuna ve tutumuna, gerekse
toplumsal ve kültürel yapılarındaki özel farklılıklara dayalı olarak, aynı
yönde ancak farklı yollarda ve farklı hızlarda yaşanmıştır. Sözgelimi
İngiliz liberalizmi, genel olarak dış zorlamalardan, müdahalelerden
korunma anlamına gelen “negatif özgürlük” anlayışına dayanarak sınırlı
devlete doğru uzanırken, Fransız liberalizminde hem Locke’cu, hem de
“pozitif özgürlük” anlayışına dayanan Rousseau’cu ‘etatist liberalizm’
akımları ortaya çıkmıştır (Yayla, 1992: 19). Locke’cu liberalizm “bir
şeyden özgürlük (freedom from)” ilkesi çerçevesinde devletten bağımsız
olmayı özgürlük olarak görürken, etatist liberalizm, özgürlüğün yalnızca
“müdahale edilmemek” olarak ele alınmasına karşı çıkar ve devleti
küçültmek yerine devleti biçimlendirmeyi önererek, özgürlüğü devletin
gerçekleştirebileceği bir olanak olarak görür.
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi
39
Öte yandan XVIII. ve XIX. yy. liberalizminin biri siyasal diğeri
ekonomik olmak üzere iki boyutlu bir gelişme süreci bulunmaktadır. Özel
mülkiyet, serbest girişim, kar ve rekabet gibi esaslara dayanan ekonomik
liberalizm, devlete ekonomik alanda imtiyaz tanıyan merkeziyetçi
doktrinlerin karşısında yer alır. Bununla birlikte güncel tartışmalara sıkça
konu olan liberalizm, daha çok -kapitalizmin de temeli olan- ekonomik
liberalizmdir.
Çalışmada kapsamı sınırlı tutmak ve temel konudan sapmamak
amacıyla gerek liberalizmin ülkeler bazındaki gelişim farklılıklarına,
gerekse siyasal-ekonomik ayrımına girilmeyecek, yalnızca XVII.-XIX.
yy. aralığında kendilerini liberal ya da özgürlükçü diye tanımlayan
düşünürlerin ortak savları ele alınacaktır.
2.1.Liberal Kuramın Temel Noktaları
Bir İngiliz düşünce adamı olan John Locke (1632-1704)’un, 1690
yılında yayımladığı Hükümet Üzerine İki Deneme (Two Treatises on
Civil Government) adlı yapıtında –ancak özellikle ‘İkinci’sinde- öne
sürdüğü görüşler, siyaset felsefesinde yeni bir bakış açısının da
temellerini atmıştır. Locke’un bu düşünce iskeleti üzerine Jeremy
Bentham (1748-1832), James Mill (1773-1836), Alexis de Tocqueville
(1805-1859), John Stuart Mill (1806-1873) ve Herbert Spencer (1820-
1903)’ın katkılarıyla Klasik Liberalizm adı verilen siyasal kuram ortaya
çıkmıştır. Aynı bağlamda Adam Smith (1723-1790) ve David Ricardo
(1772-1823) da, liberal dünya görüşünün ekonomik boyutlarını
temellendirmişlerdir.
Söz konusu düşünürlerin söylediklerine toplu olarak bakıldığında
liberalizm, bireyin özgürlüğünü, özerkliğini, temel haklarını garanti altına
almayı amaçlayan ve bu amaçla siyasal iktidarın sınırlandırılması
üzerinde duran bir düşünce olarak ortaya çıkmaktadır (Held, 1987: 41).
Bireyin kendi yaşamına kendisinin yön verebileceği ilkesi üzerine kurulu
özgürlükçü bir sistem iddiasındaki liberalizmin amacı, bireysel
özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak, temel hak ve özgürlükleri
korumak, bireyin inisiyatifini serbestçe kullanabilmesini
gerçekleştirebilecek ortamı yaratmak (Erkal ve Baloğlu, 1997: 180-181)
Fatih TÜRE
40
ve dolayısıyla düşünce, inanç, siyaset ve ekonomide serbestliği yaşama
geçirebilmektir.
Bu çerçevede klasik liberal düşünürlerin savları bireysel özgürlük,
bireysel çıkar, yetkileri ve işlevi sınırlandırılmış devlet ile kendiliğinden
işleyen serbest ekonomik düzen temaları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
2.1.1.Bireycilik
Liberalizmde birey, temel varlık ve kavram olarak ele alınır. Bireyin
varlığı ulus, halk, toplum, sınıf vb. “bütün”lerin varlığından daha üstün
ve gerçektir. Liberalizmin özgürlük, fayda, sınırlı devlet, doğal hukuk
gibi diğer tezleri hep birey için, onun varlığını ve anlamını
gerçekleştirebilmek için ileri sürülmüştür.
Locke’un savunduğu üç temel hak, yaşama, özgürlük ve mülkiyet
hakları, doğal olarak birey içindir; kollektif varlıklar için değil. Locke’la
başlayan süreçte liberalizmin bireye toplumdan ve diğer kollektif
varlıklardan daha çok değer vermesinin nedeni, bireyin ve bireyin
haklarının toplumdan önce varolmasıdır (Elma, 2002: 145).
Birey üzerinde devlet ya da başka herhangi bir kollektif yapı
bulunmadığı yolundaki yaklaşımın siyasal izdüşümü, kişinin devlet için
var olduğu değil tersine devletin kişi için var olması gerektiği
biçimindeki anlayıştır. Bu bağlamda liberalizmin devleti, bireylerin temel
hak ve özgürlükleri ile sınırlanmış bir devlet olarak belirmektedir.
Diğer yandan toplum ve devletin ontolojisi de bizatihi bireyin
ürünüdür. Daha açık bir deyişle liberal kuramda toplum ve devlet,
bireysel iradelerin ürünü olan, insan yapısı, dolayısıyla da doğal olmayan
kurumlardır ve varlıklarını bireye borçludurlar. Böyle bir bakış açısında
birey, zorunlu olarak, “tüm yolların başladığı ve bittiği merkez”
konumunda yer almaktadır.
2.1.2.Özgürlük
Liberal düşünceye göre, bireycilik, bireyin kendi yaşamına yön
verebilmesi, kendi amaçlarını serbestçe seçebilmesi ve bunları
gerçekleştirebilmek için gerekli eylemleri yapabilmesi koşuluna bağlıdır.
Dostları ilə paylaş: |