Mit dünden bugüne gizli dünyanin bilinmeyenleri tuncay özkan



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə14/53
tarix08.03.2018
ölçüsü3,49 Mb.
#30949
növüYazı
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   53


makyaj bile yapılır. Nizamettin Sadiye İngiltere'nin Umumi Şarkiyei

Siyasiye Müdürü Mr. Templen olarak tanıştırılır. Karşılıklı belge

alışverişi sürer. İçişleri Bakanlığından ne yapılması gerektiği sorulur.

Yanıt 4 ay sonra gelir, bu sırada ilişki kesilir. Şeyh Sait ayaklanması

başlamadan 2 ay önce Ankara Abdülkadir ve Sadi ile yeniden görüşülmesini

ister. Bu görüşme Şişli Dede Sokağı Zafer Apartmanının 8 numaralı

Dairesi'nde olur. İngilizler adına söz verilir, kararlar alınır.

Ancak Abdülkadir durumdan şüphe edince oğlu Seyit Mehmet'i İngiliz

Büyükelçiliğine gönderir . Bu da gerçeği ortaya çıkarır.

Ancak polis 15 Nisan 1925'de gelen emri uygulayarak Sadi ve Abdülkadir'i

yakalar. Diyarbakır İstiklal Mahkemesinde yargılanır ve mahkum edilirler.

Abdülkadir'in ölüm cezasına çarptırılmasından sonra İngiltere'nin İstanbul

Büyükelçisi Lindsay Dışişleri Bakanlığına gönderdiği 2 Haziran 1925 günlü

raporda şunları söyler:

" 1919-1921 yılları arasında Kürtlerin özerkliği yanlısı hareketlerle çok

yakından ilgisi olan eski senatör Seyit Abdülkadir son ayaklanmanın

kışkırtıcısı olarak idam edildi."

Bu sırada İstanbul bir casus kazanı haline gelmiştir. İşbirlikçi hainler

casusların en büyük yardımcısıdır. Bunların yakalanması için yoğun çabalar

sergilenmektedir. İstanbul'da casusların resmi geçidi yaşanmaktadır.

Sait Molla ile birlikte işgal İstanbul'unda İngilizlerle işbirliği

edenler arasında eski İçişleri Bakanlarından Mehmet Ali Bey'in 27 Ağustos

1921 tarihinde ele geçirilen İngilizlere verilmiş bir ihbarında şu

ifadeler vardır:

"Kuvayı Milli'nin İstanbul memurlarından Erkanıharp Yüzbaşısı Seyfettin

Efendi, Anadolu'ya çağrılmıştır. Erkanıhorp Yüzbaşısı Ekrem ile Topçu

Miralay Eyüp Bey'ler de çağrılmak üzeredir. Bunların gitmesi İstanbul

Hükümeti ile Anadolu'nun arasının açıldığını gösterir..."

İSTANBUL HAİN KAYNIYOR

İstanbul'daki teşkilatlar İngiliz istihbaratından bu raporla birlikte

aynı gün bir başka bilgi daha sızdırmışlardır. Bu da Altunizade'de

oturan ve İngilizlere casusluk edip , evine İngiliz zabitlerini alan

Belkıs Hanım adında birinin adres ve fotoğrafıdır. Bir kaç gün sonra

İstanbul'dan Anadolu'ya cephane kaçırırken yakalanan bir kaçakçı moturunu

ihbar edeninin de kimliği 7 Eylül 1921'de saptanır. Bu eski bahriye

subaylarından ve Reji Örgütünde Kolbaşılık eden Kasımpaşalı Haydar'dır.

İstanbul satılmışların, casusların kaynadığı bir kenttir. Dönem

istihbarat servislerinin saptadığı bir başka hain de Uskumruköy, Domuzdere

ve Hisarkaya'ya gönderilmek üzere silah çıkartıldığını İngilizlere haber

veren Değirmendereli Çerkes Kazım'dır. Eski polis müdürü Tahsin ise uzun

süre izlenir ve iki akşamda bir Maksivel adlı İngiliz'e Kuvvacılar

hakkında rapor verdiği saptanır.

Bu dönemde İstanbul'da kaçakçılık olaylarında kullanılan çöp arabalarını

da bir hain İngilizlere ihbar eder. Bu kişinin adı kayıtlara Saffet olarak

geçer.

İstihbarat birimleri çalışmaktadır. Bu dönem içinde askeri istihbaratın

yanı sıra polis istihbaratı ve güçleri de casuslar savaşında önemli

görevler gerçekleştirmişlerdir.

Örneğin Mustafa Kemal'e karşı 1926 yılında gerçekleştirilmesi planlanan ve

tarihimize "İzmir suikasti" olarak geçen davanın sanıklarının

yakalanmasında ve düzenlenen operasyonlarda polis teşkilatının büyük

çabaları olmuştur.

Bu suikast ile ilgili çalışmalar yapılırken bir yandan da İngilizler

Kürtleri ayaklandırmaya çabalamaktadırlar. Gizli servis bu dönemde

İngilizlerin bu oyununu bozar. Bu sırada Ankara'daki İngiliz

Büyükelçiliğinin ayaklanmayı koordineyle sorumlu istihbarat görevlisi,

aynı zamanda Başkatiptir. Ayaklanmanın bastırılması üzerine Başkatip

intihar eder.

Bu sırada Ankara'da geçmişten gelen İttihatçılık ile Mustafa Kemal

yanlılığı kavgaları boyutlanarak devam etmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa'dan buyana gizli servislerin içinde bulunan ve etkili

olan kişiler arasında Mustafa Kemal'in desteklenmesi veya bertaraf

edilmesi konuları hep tartışılmıştır.

-BEŞİNCİ BÖLÜM-

(MAH-MEH) MİLLİ AMELE HİZMET YA DA MİLLİ EMNİYET HİZMETLERİ (5 OCAK 1927)

:

DEVLET İSTİHBARAT ÖRGÜTÜNÜ KURUYOR

1922 ile 1926 yılları arasında istihbarat çalışmalarını aktif olarak

Genelkurmay İstihbarat Dairesi yürütmüştür. Bu çalışmalar sırasında diğer

gruplar da onlara yardımcı olur. Bu dönemde özellikle Kafkaslar ve diğer

kaybedilmiş topraklarda Teşkilat-ı Mahsusa' nın oluşturduğu brimler

faaliyetlerini sürdürdüler. Bunlar Almanya ve Sovyetler arasında gidip

gelen Enver, Talat ve Cemal Paşalardan emirler aldılar. Buralarda

Kızılorduya karşı önemli sabotaj ve direniş örgütlenmeleri

gerçekleştirdiler. Bu nedenle her üç paşa da Kızılordu ve Ermenilerce

öldürülmüştür.

Savaş sonrası günlerde de Türkiye istihbarat örgütlerinin çok yaygın

faaliyetlerinin gözlendiği bir ülkedir. Almanlar, İngilizler, Fransızlar,

Sovyetler, Amerikalılar istihbarat çalışmalarında Türkiye'yi üs olarak

kullanmışlardır. Almanlar ile İngilizler o dönemde Türkiye'de en iyi

istihbarat ağına sahip iki ülkedir.

Ancak onlarla karşı karşıya gelecek bir Türk istihbaratı yoktur. Ordu

istihbaratı savaş sırasında bu görevi üstlenmiş, ancak sonrasında ne

olanakları ne de elemanları açısından yeterlilik gösteremez duruma

gelmiştir. Mustafa Kemal'in devrimlerine karşı içerde bazı unsurların

tepkileri de ciddi bir sorun oluşturmaktadır ve bunlar dış istihbarat

birimlerince desteklenmektedirler. Savaşın yaraları kanamaya devam

etmektedir. Bir yandan da genç Türkiye Cumhuriyeti ekonomik ve sosyal

alanda gelişmeye çabalamaktadır. İşte bu günlerde kendisini iyiden iyiye

hissetirmeye başlayan bir istihbarat teşkilatının boşluğunu doldurmak

üzere hükümet yeni kararlar alır.

Mustafa Kemal yeni ve güçlü bir istihbarat teşkilatı istemektedir. Bunun

için dünyanın saygın istihbaratçılarından Albay Walter Nikolai ile temasa

geçilir. Nikolai Alman gizli servisini genişleten, gizli polis teşkilatını

kuran kişidir. Nikolai Türkiye için hazırlardığı istihbarat planlarıyla

birlikte 1926 yılının Ekim ayında gizlice Türkiye'ye gelir. İstanbul'da

Yıldız Sarayında özel olarak seçilmişTürk istihbaratcılarına bir dizi

konferanslar veren Nikolai, bu konferanslara katılanlardan oluşan bir

çekirdek kadro ile 1926 Aralık ayında Ankara'ya getirilir. Hacıbayram

yakınında Keskin sokakda kiralanan bir binada Nikolai'nin başkanlığında

toplanan ve çalışmalarına başlayan bu ekip, Türk istihbarat biriminin

yönetici kadrosunu oluşturur. İlk MAH Başkanı Albay Ali Şükrü Ögel olur.

Atatürk'ün 1925 yılındaki uzman istihbaratçı arayışlarının sonucunda

Almanya'da General Naci Eldeniz (Mustafa Kemal'in Harp Okulun'dan

hocasıdır ve Vahdettin ile birlikte Mustafa Kemal'in de katıldığı 1917

yılındaki Almanya ve Avusturya gezilerinde yer almıştır.) tarafından

bulunup Türkiye'ye çağrılan Valter Nikolai, Kayzer'den sonra da gizli

servisin patronu olarak kalır. Hitler de bu uzman istihbaratçıyı yerinden

oynatmaz ve ona Nazi gizli servisi Abwehr'in kurulmasında etkin görevler

verdirir.

Nikolai ile ilgili belge ve bilgilerin büyük bir kısmı Almanya'nın işgali

sırasında Ruslar tarafından Alman dosyalarından ayıklanarak Moskova'ya

götürülür ve halen de burada bulunmaktadır. Kitap hazırlanırken

Alman'ya'dan mektup, telefon ve faks ile görüştüğümüz Koblenz'deki

Bundesarchıv, yetkilileri Nikolai' ye ilişkin Doğu Almanya'da da bir

bilginin bulunmadığını ifade ettiler. Yetkililer Nikolai'nin Türkiye ile

ilgili raporlarının da bulunduğu büyük arşivinin Rusya'da Sammulungen,

ul. Vyborgskaja 3, 125212 Mokova , adresinde bulunan özel bir arşivde

saklandığını bildirdiler.

Nikolai MAH çıların eğitimi sırasında seçtiği elemanları Almanya'ya da

götürerek burada bir eğitimden geçirmiştir. Dönenler ilk çalışmalarına

Ulus'daki Efkaf apartamanı ile yanındaki 2 sarı boyalı binada

başlamışlardır.

MİLLİ EMNİYET HİZMETLERİ , MAH KURULUYOR

Bu gelişmelerin üzerine İçişleri Bakanlığı 5 Ocak 1927 tarihli " Çok

Gizli" ve "Kişiye Özel " bildiriminde valiliklere yeni bir teşkilatın

kurulduğunu belirtip:

" Ecnebi devletlerin propaganda ve istihbarat hizmetlerinin teşebbüsatına

karşı hükümetin ve ordunun emniyeti için tedabiri mahsusa almak zarureti

hasıl olmuş, bu maksatla umumi merkezi Ankara'da , mıntıka merkezleri

memleket dahilinde olmak üzere bir Milli Emniyet Hizmeti İhdas edilmiştir"

görüşünü açıklar.

Milli Emniyet Hizmeti Teşkilatının kuruluşuyla ilgili olarak Genel Kurmay

Başkanı Fevzi Çakmak 6 Ocak 1927 tarihli bir yazı ile şunları dile

getirmiştir:

" Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti'ne

Umumi merkezi Ankara'da ve şubeleri şimdilik İstanbul, İzmir, Adana,

Diyarbakır, ve Kars olmak üzere bir Milli Emniyet Hizmeti teşkil

edilmiştir. Bu şubeler doğrudan doğruya umumi merkeze merbuttur.Şimdiye

kadar ordu müfettişliklerince tedvir edilen istihbarat hizmeti bedama bu

teşkilat tarafından idare olunacaktır."

Bu emirle ordu tarafından yürütülen istihbarat çalışmaları Nikolai

tarafından eğitilen ve MAH ( Milli Amele Hizmet) veya MEH ( Milli Emniyet

Hizmeti ) olarak tanımlanan yeni teşkilata bırakılmaktadır. Çekirdek kadro

içinde askerler ve siviller birlikte çalışmaktadırlar. İçişleri

Bakanlığına bağlı olan kuruluş, bütçesini Başbakanlık örtülü ödeneğinden

karşılar. Dönemin siyasi yapılanmasında asıl bağlı bulunulan yetkili

Başbakandır. Çünkü en etkin kabine yetkilisi Başbakandır ve sorumluluk

ondadır. Bu nedenle MAH'ın Başbakanlığa bağlı olduğu da fiili bir

gerçektir. Ancak doğrudan muhatap İçişleri Bakanıdır. Bu dönemde MAH'ın

giderleri Başbakanlık örtülü ödeneğinden karşılanmıştır.

GİZLİ SERVİS ELEMANLARI POLİS KADROSUNDA

1943 yılına kadar bu teşkilatla ilgili Başbakanlık belgelerinde herhangi

bir başka kayıt yoktur. Çalışmaların yasallığını sağlayacak bir düzenleme

de gözükmemektedir. Çalışanlar İçişleri Bakanlığı'nın 2 numaralı kadro

çetvelinde gözükür ve daha çok Emniyet Müfettişi statüsünde bulunurlar. 23

Haziran 1943 de çıkartılan 443 sayılı Başvekalet Teşkilatı Hakkında

Kanun'un kodro cetvelinde bir adet Milli Emniyet Hizmetleri kodrosu

görülmektedir.1945 de yasada yapılan düzenlemeyle MAH, kadro cetvelinden

yasa metnine geçer ve yine bir kişilik yasallık altında bütün teşkilat

gizlenir. Gizlenen teşkilat mensuplarından asker olanlar Silahlı

Kuvvetlerden , sivil olanlar ise İçişleri Bakanlığı 2. numaralı

çetvelinde polis müfettişi veya uzmanı gibi kadroların karşılığında

gösterilip, buradan maaş alırlar. Yani bunların paraları İçişleri

Bakanlığınca ödenir. Ancak görevli gelenlerin maaş ve diğer parasal

olanakları o kurumların bütçelerinden karşılanır. 1945 de yasalarımızda

Başbakanlık Müsteşarına eş derecede maaşa sahip bir adet Milli Emniyet

Hizmetleri Reisi kadrosu görülmektedir. Milli Emniyet Hizmetleriyle

ilgili yasal düzenleme çok sonraları 6 temmuz 1965 de yapılır. Çıkarılan

644 sayılı yasayla ad da değiştirilir ve MAH'dan MİT'e geçilerek; Mili

İstihbarat Teşkilatı oluşturulur.

1926-1927 yılları arasında oluşan yeni teşkilat 1965'e kadar uzanan zaman

diliminde çok önemli çalışmalar yapmış, büyük tartışmaların odağında

yeralmıştır.

Nikolai tarafından bir başkan, 13 yönetici personel ve dört şube

şeklinde örgütlenen MAH'ın örgüt şeması, Başkan ve altında sıralanan

şubelerden oluşmaktadır. Bu şubeler :

A) İstihbarat ( Espiyonaj )

B) Müdafa ( Karşı espiyonaj )

C) Propaganda

D) Teknik işler

Teşkilatın A şubesi milli savunma kadrosundan askerlerce, B şubesi Emniyet

Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı personelinden, C şubesi

Dışişleri Bakanlığı personelinden ,D şubesi ise asker ve sivil kişilerden

karşılanmıştır. C şubesi sonradan kapatılmıştır.

MAH yurt dışında ilk olarak Viyana( kuzey), Tahran (Doğu), Kahire (güney)

olmak üzere üç büroyla çalışmaya başlamıştır. Daha sonra bu bürolar

ekonomik gerekçelerle kapatılmıştır.

MAH İkinci Dünya Savaşına doğru giden dünyada en sıcak günlerde hizmet

vermiştir.

İtalya'nın Faşist lideri Mussolini ve desteğini aldığı Hitler

Almanyası'nın Balkanlara ve özellikle Türkiye'ye yönelik niyetleri MAH

tarafından ulaştırılan istihbaratlarla açığa çıkartılır. Mussolini'nin

Türkiye'ye karşı çıkışlar yaptığı sırada Atatürk " Musollini ve Hitler

birleşerek en geç 4-5 yıl içinde İkinci Dünya Savaşına sebep olacaklardır"

derken MAH kendisine hem İtalyanların , hem de Almanların Türkiye'ye

yönelik gizli askeri planlarını sunmuştur.

HATAY İÇİN YAZILAN FRANSIZ RAPORU MAH'IN ELİNE GEÇİYOR

Mustafa Kemal'in önem verdiği, üzerinde hassasiyetle durduğu konu bu

dönemde Hatay sorunudur. Hatay'ın Türkiye'ye katılması için bir dizi

hareket başlatan Atatürk, bunun gerçekleşmesi için istihbarat örgütünden

de sonuna kadar yararlanacaktır. Hatta elindekinin ötesinde Teşkilat-ı

Mahsusa türü bir gönüllüler ve seçme yurttaşlardan oluşan örgütlenmeye

gidilmesini de savunacaktır.

O dönem özellikle Ortadoğuda toprak iddiasını tam olmasada büyük ölçüde

yitirmiş, ancak etkinliğini arttırmış Türkiye, istihbarat açısından da

oldukça şanslıdır. Teşkilat-ı Mahsusa'nın temellerini attığı istihbarat

kaynakları şimdi MAH'ın hizmetindedir. Bu hizmet de Fransızlara karşı

yerine getirilir.

Hatay'ı Türkiye'den kopararak işgal eden Fransa bölge petrolünün denize

açılış kapısını elinden çıkarmaya yanaşmamaktadır. Ancak Atatürk'ün

izlediği politikalar sonucu köşeye de sıkışmıştır. Suriye'ye, Hatay'ın

kontrolünü vermeye çalışan Fransa, her seferinde Türkiye'nin tepkisiyle

karşılaşır. Türkiye, Hatay'a bankaları, ticaret adamları ve en önemlisi

istihbaratçılarıyla girmiştir. Etkinliği büyüktür. Fransızlar yeni dünya

dengelerini kollayarak Alman tehlikesi karşısında Türkiye'yi kızdırmamaya

da bir yandan gayret göstermektedir. Bu tutum İngilizlerce de

benimsenmiştir.

İşte bu gelişmeler devam ederken Suriye'den gelen bir mesaj MAH 'ın eline

geçer. Fransızların: " Hatay için dökülecek tek damla Fransız kanı yoktur.

Durumun idaresini sizin eşsiz politik dehanıza bırakıyorum" içerikli

dışişleri raporu MAH'ın eline geçer. MAH, Hatay konusunda İngiliz ve

Fransız gizli servislerinin önünde geçerek Fransızların kan dökmeden

sorunu çözme isteklerini öğrenmiştir. Bu mesaj Ankara'yı rahatlatır ve

elindeki kozlarını çok başarılı ve ustaca oynamasını sağlar. Sonuçta Hatay

önce Fransızlarla imzalanan 23 Haziran 1939 tarihli Ankara anlaşmasıyla

Türkiye'ye bırakılır. Ardından da Hatay Cumhuriyeti Meclisi 29

Haziran'da Türkiye'ye katılma kararı alır. TBMM de 30 Haziranda bu kararı

onaylar. Hatay artık Türkiye'nin olmuştur.

Atatürk çok önem verdiği Hatay konusunda yeni bir gizli örgütlenmenin

gerekliliğini de savunmuştur. Bu konuda dillendirdiği örnek başarılarını

gözleriyle gördüğü Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Atatürk'ün bu konudaki

hassalığı ve yeni örgüt kurma konusundaki düşüncesi onun bir başarıda

gizli servise verdiği önemi vurgulaması bakımından önem taşımaktadır.

Hatay ile ilgili olarak Atatürk'ün yakın arkadaşı Orgeneral Kazım Özalp'in

anılarında bakın neler yeralmaktadır.

"Bir gece Karpiç Lokantasında yemekteydik. Atatürk'ten başka kız kardeşi

ve 20 kadar arkadaşımız da beraberdi. Diğer masalarda Ankara'da bulunan

bazı yabancılar ve Türk müşteriler vardı. Atatürk, burda Hatay konusunda

bir olay yaratmanın propaganda yönünden faydalı olacağını düşünerek Hatay

konusunu tartışmaya açtı. Sofradakiler, hatta müsade ettiği için diğer

masalardan tartışmaya katılanlar, hükümetin gevşek tutumunu protesto

ederek kısa zamanda daha müessir tedbirlerin alınması gerektiğini

söylediler. Atatürk'ün bu konuşma ve protestoları tasvip eder bir tutumu

vardı. Hatay konusunda hükümete karşı yapılacak bazı girişimleri

destekleyeceği havası uyandı. Kız kardeşi Makbule Hanım tavana iki el

ateş etti. Atatürk bu çıkışa ses çıkarmadı. Orada , bizim soframızda

bulunanlardan iki kişinin tabanca ile havaya ateş ettikleri görüldü. Bu

gösteri hükümetin Hatay konusundaki gevşek tutumuna karşı bir protesto

havası taşıyordu. Atatürk'ün böyle bir olayı daha önceden düzenlemiş

olduğu kanısına vardım. Hatta sonradan öğrendiğime göre yanında oturmakta

olan eşime 'Hanımefendi bir silah da siz atar mısınız? ' diye sormuş.

Bizim hanım 'Paşam ben daha elime silah almadım ' diye cevaplandırdığında

' Pekala gerekirse sizin çocuklarınız silah atarlar' demiş."

O gece olaya polisler el koyar, tahkikat açılır ve kız kardeşi Makbule

Hanım ile diğer ateş edenler gözaltına alınır. Olayın bu denli büyümesinin

ardından Atatürk soruşturmaya bir sözünün bulunmadığını Hatay için

hassasiyet gösteren kişilerle ilgili tahkikatı uygun bulduğunu , ancak

hassasiyeti takdir ettiğini belirterek karakoldakileri ziyarete gider.

Böylece de istediği propaganda yapılır.

Özalp bir seferinde de Atatürk'ün Hatay için gizli örgüt önerisinde

bulunduğunu dile getiriyor:

" Savarona'da dinlenirken bir gün yatta yapılan bir Bakanlar Kurulu

toplantısından sonra bana 'Seninle konuşacağım gitme' dedi. 'Milli

Savunma Bakanı olmam nedeniyle Hatay işinde bana önemli görevlerin

düşebileceğini , bu konuda gerekirse Makedonya'daki ihtilal çeteleri

gibi bir teşkilat kurmamızı, benim evvelce Makedonya'da Selanik vilayeti

takip kumandanlığında bulunmuş olmam nedeniyle böyle bir teşkilatın

nasıl kurulacağında tecrübeli olduğumu, bu iş çin yeterli tahsisatın

sağlanabilmesini teminen Başbakan Celal Bey ile görüşeceğini söyledi.

Hatay mutlaka bizim olmalıdır' diyerek sözlerini bitirdi. Yorgun

görünüyordu. Bu kendisiyle görüştüğüm son devlet işiydi."

MAH SAVAŞA HAZIRLANIYOR

Bu olayların yanısıra MAH içe dönük bir gizli polis örgütü gibi de

kullanılmıştır. Atatürk karşıtlarına karşı MAH'ın operasyonları artmıştır.

Dış istihbarat ve casuslukla mücadele için kurulan örgüt, giderek içeriye

dönmek durumunda kalmıştır. Oysa o dönemde bu işlerle uğraşabilecek bir
Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə