Moderniteden postmoderniteye uzanan bir köPRÜ: zygmunt bauman



Yüklə 2,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə27/164
tarix07.04.2022
ölçüsü2,44 Mb.
#85154
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   164
669ab9e9ff32c2ca0f9a3c70aa28a6a8(1)

Hece,  Aylık  Edebiyat  Dergisi
,  Sayı:  138/139/140,  2008,  Hece 
Yayınları, Ankara 2008; Hans - Williem
Modernleşmenin Paradoksları
, s. 18. 
70
 Modern  toplumun  araştırmacıları  toplum  bilimcilere  ya  da  düşünürlere  bakıldığında  öne  çıkardıkları 
kavramlar  farklıdır,  ama  aslında  her  bir  modern  toplumu  bir  parçasından  yakalamayı  başarmışlardır.  
“Modern  toplumun  ayırt  edici  özelliklerinin  neler  olduğu,  büyük  ölçüde  her  düşünürün  modernleşme 
sürecine  hangi  açıdan  yaklaştığına  bağlıdır.  Durkheim,  gittikçe  artan  işbölümünü  vurgularken;  Simmel, 
özellikle  artan  bireycileştirme  eğilimlerine  dikkat  çekmektedir.  Weber’de  vurgu  gittikçe  ilerleyen 
akılcılaşma  üzerindedir.”  Ve  Marx’ta  altyapı-üstyapı  kavramları  gibi.  Bkz.  Hans-Williem, 
Modernleşmenin Paradoksları
, s. 20. 


34 
 
sonucunda  ulusal  sınırların  aşılmasının  nitelediği,  postmodern,  çokuluslu  kapitalizm 
dönemi.”
71
 
Kapitalizmin zaaflarını gören ve nihayetinde yerini bırakacağı bir ideal toplumun 
varlığına  inanan  Marx’ın  ekonomik  temelde  değerlendirdiği  modern  toplumu, 
metalaşmanın  ve  dolayısıyla  yabancılaşmanın  yaşandığı  bir  toplum  olarak  gördüğünü 
söyleyebiliriz.  Bununla  birlikte  “Modern  kapitalist  toplumun  ekonomik  örgütlenişi, 
araçsal aklın bu nihaî gerçekleşmesini ve Aydınlanma’nın kendini yok edişinin zeminini 
sağlar. Kapitalizmde bütün üretim piyasa içindir; mallar insan ihtiyaçlarını ve arzularını 
karşılamak için değil, kar elde etmek için, daha fazla sermaye edinmek için üretilir.”
72
 
Marx,  İnsana,  bu  çatışmadan  kurtulmak  ve  eşitlikçi  bir  topluma  kavuşmak  için 
gelecekte sağlanacağını düşündüğü sosyalist/komünist toplumu hedef gösterir. 
Modern  toplumu  ekonomik  bakımdan  ele  aldığımızda  modernitenin  yarattığı 
bireyin,  akılsallığını(araçsal),  hukuksal  ilişkisini  ve  iş  bölümüyle  toplumsal  alanda 
bireysel bağımlılıklarını görürüz. Ross, bu modern toplumu ticarî ya da piyasa toplumu 
olarak  nitelendirir  ve  bu  toplumun  karakteristiği  olarak  üç  noktaya  değinir:  “1)    Bir 
toplumsal işbölümü. 2) Özel mülkiyet ve sözleşmeye dair bir yasal çerçeve. 3) Özçıkara 
dayalı davranışa  yönelik bireysel  bir eğilim”dir.
73
 Ross’a  göre;  modern  toplumdaki  bu 
üç  noktanın  merkezi  konumları,  bireysel  ve  toplumsal  hayatın  belirleyicisi  ve 
açıklayıcısıdır. 
Bütün  toplumlar,  değer  ve  ahlâk  oluşturmayı  hedefler.  Ancak  modern  toplumun 
yukarıdaki  merkezi  özelliklerinde  ahlâka  yer  kalmadığını  görebiliriz.  Dışlanan  ahlâk 
klâsik dine yaslanan ahlâk ve temel insani değerlere yaslanan ahlaktır. Aydınlanmanın 
doğuşunda rasyonel ve evrensel bir ahlâk inşa etme girişimleri modernitenin günümüze 
yakınlaştıkça araçsal  aklın ilkeleri/kuralları şekline dönüşmüştür. Yani modern toplum 
geleneksel ahlâkı dışarıda bırakırken, kendi kurallarını gündeme getirmiştir. Bu konuda 
Ross’un  düşüncesi  modernitenin  bağrında  yeni  bir  değerin-ahlâkî-  filizlenemediğidir: 
“modern dünyanın belli evrensel ahlâk ilkelerine ve değerlerine inanılması için gereken 
zemini  yıktığı  değil,  kendi  ilkelerine  ve  değerlerine  inanılması  için  iyi  bir  neden 
sunmadığını  savunuyorum.  Modernlik,  insanın  bir  eylem  nedeni  olması  konusunda 
                                                           
71
 Steven Connor, 
Post-modernist Kültür
, (Çev.: Doğan Şahiner), YKY, İstanbul 2001, s. 68. 
72
 Adorno, 
Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi,
 ss. 9-41. 
73
 Ross, s.16-17. 


35 
 
başat  bir  anlayışı  devreye  soktu;  bu  anlayışın  sonucu,  ahlâkın  buyruklarının,  bu 
buyrukların  seslendikleri  insanların  güdülenimleri  üzerinde  çok  az  etkisi  olduğudur. 
Modernlik, ahlâkî bilgi imkânını dışlayan bir bilgi anlayışı inşa etti.”
74
 Aydınlanmanın 
politik  hedefini  oluşturan  mutluluk,  mutluluk  ahlâkına  yaslanarak  öte  dünyaya 
bırakılmadan,  bu  dünyada  sağlanması  gereken  bir  ahlâk  anlayışını  doğurmuştur. 
Sonuçta  mutluluk,  modern  dönemde,  özgür  bireyin  devlet-toplum  bağlamında 
oluşturduğu  bir  şeydir.  Dinsel  cennet  vaatleri  yerine  politik  anlamda  devletler  ya  da 
toplumlar, bireyi ufukta mutlu olma zamanının geleceğine dair beklentiye sokmuştur. 
Fransız Devrimiyle Aydınlanmanın mirasından çıkan ilk şeylerden biri olan ulus 
devlet  modeli(ulus  devlet  modeli  totaliter  faşist  yönetimlerle  zirveye  ulaştığını 
söyleyebiliriz.) modern toplumun siyasal yapısının çıkış noktasıdır. Ulus Devlet modeli 
on  dokuzuncu  yüzyılın  başlarından  yirminci  yüzyılın  ilk  yarısına  kadar  olan  dönemi 
etkilemiş olup, günümüzde de farklılaşarak devam eden bir siyasal mirastır. Bu mirasta 
sekülerleşen
75
 bir  iktidar  ve  yargıyı  görürüz.  Artık  gökten  gelmiş  kutsal  bir  emir  ile 
kullar üzerinde iktidar sağlanamıyor, bunun yerine halktan alınmış güçle oluşturulan bir 
iktidar  söz  konusudur.  Tabi  bu  yeni  iktidarın  yargısı  rasyonel  ve  eşitlikçi  bir  temele 
yaslanarak  oluşturulan,  dünyanın  kutsalı  ve  efendisi  olan  insanın(devletin)  hukuk 
metinlerini doğurmuştur. Bu durumda kilisenin kurumsal gücü ve dinsel yargısı berhava 
oldu. Modern devlet bürokratik yapısıyla kendi iktidar kollarını oluşturmuş ve bireyi bu 
kollar arasında sıkıştırmıştır. 
Modern  toplumun  insanı,  geçmişiyle  bağları  kopmuş,  değerlerden  arınmış(ya  da 
araçsal  aklın  değerleriyle  donanmış)  bir  birey  olarak  gündelik  hayatın  telâşında  tek 
başınadır ve yalnızdır artık. Bu durumu en iyi açıklayan söz Lefebvre’nin ünlü sözüdür: 
“İnsan  ya  gündelik  olacak  ya  da  artık  var  olmayacaktır.”
76
 Modern  gündelik  yaşam, 
teknolojik  (makineleşmiş)  ve  bürokratik  sitemin  içinde  insanın  bireysel  varoluşunu 
yitirdiği  bir  rutinliğe  yol  açmıştır.  Bu,  gündelik  olanın  içine  sıkışmak  ve  hayatı  yirmi 
                                                           
74
 Ross, s. 9-10. 
75
 Ernest Gellner, modernlikle birlikte Batı’da iki sekülerizm çağının yaşanmaya başlandığından söz eder: 
Birinci  sekülerizm  çağı,  dinin  dünya  hayatından  uzaklaştırılmasıyla  sonuçlanmıştır  ki,  bu,  modernliği, 
deyim yerindeyse “modern çağı” iyi özetleyen bir tanımlamadır. İkinci sekülerizm çağı, bu kez, dünyevî 
olan’ın  dinselleştirilmesi,  dolayısıyla  din-dışı  kutsallıkların  üretilmesi  süresidir  ve  postmodern  durumu 
çok  iyi  açıklar.  Modernliğin  büyük  anlatılar  üzerinden  insanı,  aklı  ve  güç  üreten  araçları 
mutlaklaştırmasından  yakınan  postmodern  düşünürlerin,  önerdikleri  şey,  şüphenin,  dolayısıyla 
izafîleşmenin mutlaklaştırılmasından öteye gidememiştir. Bkz. Kaplan, s.163. 
76
 Lefebvre’den Akt. Hüseyin Köse, 

Yüklə 2,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   164




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə