Muhataplarının Seviyesi Bağlamında Gazzâlî’nin Kelâm Algısı


Kelâm İlmiyle Meşgul Olan Kişide Bulunması Gereken Nitelikler



Yüklə 114,05 Kb.
səhifə2/4
tarix17.11.2018
ölçüsü114,05 Kb.
#80317
1   2   3   4

3. Kelâm İlmiyle Meşgul Olan Kişide Bulunması Gereken Nitelikler

Kelâm ilmi tefekkür ve tedebbür gerektirdiği için herkesin bu ilimle meşgul olması kolay bir husus değildir. Bu ilmi tedris edecek kişinin belli özellikleri haiz olası gerekir.

1. Kendini ilme adama ve hırs, bu ilim ile meşgul olmak isteyenlerin niteliği olmalıdır. Zira böyle olursa kendini şüphelere kaptırmaz. Aksi takdirde kişi, meşguliyeti kendisini engellediği ve bu ilme tam anlamıyla bir vukûfiyet sağlayamadığı için, şüpheleri izâle edecek kadar bilgi birikimi oluşmaz ve neticede amacına ulaşamaz.

2. Zekâ, anlayış kabiliyeti ve fesahat, bu ilmi tahsil etmek isteyenlerde bulunması gereken diğer vasıflardır. İlm-i Kelâm, istidlal yöntemi gereği keskin zekâ gerektirmektedir. Deliller arasında irtibatın kurulabilmesi için, zihnin intikâli süratli olmalı ve kavrayış hızlı bir şekilde gerçekleşmelidir.

3. Tabiatında istikamet, diyanet ve takvanın olması, kişinin temâyülünü engellemesi açısından önemlidir. Aksi takdirde şüpheye düşmesi muhtemeldir.88

Kelâmdaki deliller, hastalık tedavisinde verilen ilaçlara benzer, eğer ehli tarafından kullanılmazsa zararı faydasından çok olur. Bu sebeple bu ilaçları kullanan kişinin mahir, keskin zekâlı ve sağlam görüşlü olması gerekir.89 Bu ilaçların (delillerin) kullanım miktarı açısından insanlar dört gruba ayrılır:



1. Avam: Bu kişileri bulundukları hal üzere bırakmak ve itikâdlarını sarsmamak gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bedevileri sadece tasdik etmeye davet etmiş, araştırmaya ve delil bulmaya teşvik etmemiştir.

Baş ağrısı çeken birine, bir başkası gelip gül suyu kullanmasını, kendisinin bu suretle şifa bulduğunu söyler. Baş ağrısı çeken kimse de karşısındakine, gül suyu her türlü ağrıya iyi gelir mi, benim hastalık nedenim seninki ile benzerlik arz ediyor mu vb. diye sormaksızın gül suyunu kullanmak aklına yatar.90 İşte avamın hali de böyledir. Onlar bir konunun araştırılmasını talep etmeksizin ona itimat ederler.



2. Kafir ve bidatçiler: Zayıf akıllı, taklide aşırı derecede yapışmış ve bütün ömrünü batıl üzere geçirmiş kişilerdir. Bu kişilere ancak kılıç fayda verir. Yarasaların güneşin ışığını idrak edememesi gibi onlar da akıl yetersizliğinden, aklın delillerini kavrayamazlar. Onlara delil sunmak, onların ancak inatlarını artırır.

3.Yaratılıştan zekâ ve kavrayış sahibi taklidi iman edenler: Bu özelliklerine binaen onlar içlerine doğan şüphenin farkındadırlar. Bunlara ikna edici sözlerle iyi muamelede bulunmak gerekir.

4. Zeki, anlama kabiliyeti olan ve mizacen şüpheye mütemayil sapkınlar grubu: Bunları doğru itikada yönlendirmek için tartışma ve taassuba düşmeden iyi geçinmek gerekir. Zira bu tartışmalar onların sadece sapkınlık ve inatlarını artırır.91

Cedel ehlini hakka davet, letafetle olmalı, taassup ve inat barındırmamalıdır. Zira ayette geçen mücadelenin "en güzel şekilde" yapılması ifadesi bunun delilidir. el-İktisâd kitabında açıklandığı şekilde, önce muhatabın kabul ettiği esaslar üzerinden hak ispat edilmeye çalışılır. Bu kimse zekâsına güvenip daha çok açıklama talep eder ve bununla ikna olmazsa, o zaman bir miktar daha açıklama yapılır. Hâlâ ikna olmaz ve taassup ve inatçılık gösterirse, onların ilacı demir ile dövülmektir.92

Cedel ehli, zekâ sahibidir ve bu zekâları sebebiyle avam tabakasının seviyesinden daha yüksektedir. Fakat onların bu zekâları noksandır. Her ne kadar fıtraten kâmil olsalar da içlerinde pislik, inat, taassup ve taklit yerleşmiştir. İşte bu sebepler, kalplerine perde, kulaklarına tıkaç olmak suretiyle, onların hakkı idrak etmelerine engel olur.93

Burada zikredilen üçüncü ve dördüncü gruplar aynı zamanda el-İktisâd kitabının muhatap kitlesidir.

Şayet kişi ahiret yolunun yolcusu olmak istiyorsa ibadet, takva, nefsi heva ve hevesten uzak tutma, riyazet, mücâhede gibi hususlarla meşgul olmalıdır. Böylece kendisine hidayet kapıları açılır ve ancak bu şekilde akâidin hakikatlerini kavrar. Allah'ın onun mücahedesi sebebiyle kalbine attığı ilahi bir nûr buna aracı olur.94Nitekim, "Bizim için cihad edenler, biz onlara yollarımızı irşad ederiz. Muhakkak Allah, iyilik edenlerle beraberdir." (Ankebût, 29/69) buyrulmaktadır. Mücâhede ne ölçüde olursa, bu sırrın kişide inkişafı o derece olur. Bu belli bir alanda uzmanlaşmaya benzer; gayret ne kadar ise himmet de o ölçüdedir.

4. İlmî Hiyerarşi: Avam-Havass Ayrımı

Gazzâlî'ye göre insanlar avam (halk) ve havass (ulemâ) olmak üzere ikiye ayrılır: Bu zihnî ve entelektüel bir ayrım olup sosyal, siyasi ve ekonomik tabakalaşma gibi bir anlam taşımaz.95Gazzâlî'ye göre avam, sadece zahir manayı kavrama yetisine sahip, fıtrî ve zihnî donanımı kâfi olmadığı için bunun ötesine geçemeyen topluluğa verilen bir isimdir. Havass ise ulemânın teşkil ettiği, kavrayış gücü yüksek, zihnî ve fıtrî donanımı oldukça zengin seçkinler grubudur.96

Avamın tevile kalkışması doğru değildir. Hatta onların akidelerinin her tür teşbih ve hudûsa delalet eden hususlardan arındırılması gerekir. Bu gibi konularda soru sormaktan menedilmeleri gerekir ve onlara " Bu sizin işiniz değil, uzak durun. Her işin bir ehli vardır." denilmelidir. Avama İmam Malik'e 'istiva'dan sorulunca verdiği cevap ile mukabelede bulunmak da mümkündür; "İstivâ malum, keyfiyyeti meçhuldür. Bu konuda soru sormak bidattır, bu konuya iman etmek ise vaciptir." Çünkü onlar ma'kulâtı kavrayamaz, Arapların istiâre yoluyla anlattıkları manaları anlayacak dil kabiliyetine de sahip değildir.97

"Mü'minin kalbi Rahman'ın iki parmağı arasındadır." sözü cahile (avam) Allah'ın et, kemik ve sinirlerden oluşan iki uzvunun olduğunu düşündürür, lakin âlim (havass) burada bir istiâre olduğunu ve "parmak" lafzının Allah'ın kudretine tekâbül ettiğini bilir.98 Anlayış kapasiteleri aynı olmadığı için, insanlara karşı hitap da farklı olmak durumundadır.

Avâma, akâid esasları hususunda gereken sadece telkîn ve katıksız takliddir. Bununla birlikte böyle bir itikâdın başlangıçta zayıflıktan yoksun olduğunu söylemek mümkün değildir. Kişinin, bu hal nefsinde sukûn bulup yerleşsin ve zayıflıktan kurtulsun diye tefsir, hadis gibi ilimlerle meşgul olması, kendisini ibadete vermesi, salihlerin meclislerinde bulunması gerekir. Böylece telkîn ve taklîd yoluyla kalbe atılan tohum, sonrasında yapılan taâtlerle büyür ve gelişir.99

Kişinin kendisini bu dönemde cedel ve kelâmdan son derece koruması gerekir. Çünkü cedelin karışması, faydadan çok zarara sebep olur. Bu işe cedel karıştırmak, demirden bir sopa ile ağaca vurmaya benzer. Maksat ağaçtan fayda elde etmek iken, sonuç tam tersine olur.100

Gazzâlî, amellerle desteklenmesi durumunda avamın itikadını, kelâmcının imanından daha üstün görmektedir.Gazzâlî, imanın Allah'ın fiili olması açısından meseleyi inceleyerek onun insan kalbine atılan bir nur olduğunu söylemekte ve amellerin yapılmasıyla da imanın nurunun artacağını ifade etmektedir.101 Bu bağlamda o, amelin tasdikle birlikte değerlendirilmesini ve doğrudan imanı etkileyen bir yönünün olduğunu söyleyen ilk mütefekkirdir. Gazzâlî, amelin imandaki konumunu etkin kılacak bir yaklaşım sergilemiştir. O, takliden ulaşılan tasdikin en zayıf tasdik çeşitleri arasında yer aldığını kabul etmekle birlikte, bu iman amelle güçlendiğinde kelâmcılardan daha üstün bir seviyeye çıkacaklarına vurgu yapmaktadır. Böylelikle o, tasdikin alanını mukallidin imanını geçerli kılacak şekilde genişletmiştir.102Avam ile kelâmcıların itikâdı mukayese edildiğinde, avamın inancını sağlamlık cihetinden afetlerin kendisine zarar veremediği yüce bir dağa; kelamcıların itikadını ise havada serbest bırakılmış, rüzgâr ne yandan eserse oraya giden bir ipe benzetmek mümkündür.103Dolayısıyla Gazzâlî'nin taklid seviyesinden daha üst makamlara çıkmalarının mümkün olmaması sebebiyle avamı küçümsediği104 iddiası doğru değildir.

Sabî/avam bu itikad üzere yetişirse, sonrasında sadece dünya malı kazanmak ile meşgul olsa ve başka hiçbir şey ile ilgilenmese dahi, ahirette Ehl-i Hak itikâdı üzeredir. Bunun delili ise, Hz. Peygamber'in bedevileri, akâid esaslarını mahza taklidden daha fazlasıyla mükellef tutmamış olmasıdır.105

Gazzâlî'nin avâm-havâss ayrımı, dinî ve ahlâkî bir tasniftir ve bu iki farklı gruba, iki farklı dinî yaşam şekli gerekmektedir. Birinci grupta yer alan avâm için dini ameller noktasında aslolan fetvâ, yani asgarî düzeyde bir dinî hayat iken, havâss için gereken ise daha yüksek düzeyde olan, farklı kişilere göre farklı seviyelerde bulunan takvâ boyutudur. Fetvâ seviyesi havâss için kafî gelmez; takva seviyesi de avâm için fazla gelir.106

I. Müteşâbih Lafızlar Karşısında Avamın Görevleri

Gazzâlî, vefatından bir kaç gün önce tamamladığı107İlcâmü'l-Avâm an ilmi'l-Kelâm adlı eserinde hak olan mezhebin, Sahâbe ve Tabiînin izinden giden Ehl-i Sünnet-i Hâssa olarak da anılan Selef mezhebi olduğunu ifade etmektedir.108O bu eserinde,müteşabih lafızlar karşısında avamdan sayılan kişilerin uyması gereken kuralları, sebepleriyle birlikte izah eder. Hayatının sonlarına doğru, sıradan kimseleri Kelâm ilminden men etmek için yazdığı bu eser, o zamanın anlaşılması güç rasyonel kelâmını ilgilendirmektedir, dini eğitimin üzerine bina edildiği somut konuları içine almaz.109

Gazzâlî'ye göre Selef anlayışının temel ilkeleri şunlardır:

1. Takdis: Allah'ı her türlü cisim özelliği taşıyan hususlardan tenzih etmektir.Cisimden murad, üç boyutlu ( eni, boyu ve yüksekliği olan), boşlukta yer tutan ve onun kapladığı yer sebebiyle başka bir cismin onun yerine geçemediği şeydir.110Söz gelimi "Allah her gece dünya semasına iner."111hadisinde yer alan 'nüzûl' kelimesi, müşterek mâna ifade eden bir isimdir.112İmam Şafii, "Mısır'a gittim, (onlara meramımı anlattım) lakin onlar beni anlamadılar, bunun üzerine indim de indim."113sözünde bu kelimeyle vücudunu aşağıya indirdiğini kastetmemiştir. Bu misalde olduğu gibi, kelimenin ilk anlamının dışında farklı manaları da vardır. Hadiste geçen nüzul kelimesinin de Allah hakkında cisimlere mahsus olan 'bir şahsın veya bir şeyin yukarıdan aşağıya inmesi' manasıyla kullanılmadığı apaçık ortadadır.114

2. Tasdik: Hz. Peygamber'in haber verdiği hususlarda doğru ve güvenilir olduğuna şeksiz şüphesiz iman ve onu tasdik etmek gerekir. Tasdik, tasavvurdan115; iman da tefehhümden sonra meydana geldiğine göre Allah ve Resulünün sözlerini anlamayan bir kimse onun sözlerinin doruluğuna nasıl itikat eder? Bu itiraza Gazzâlî'nin cevabı; bazı şeyleri mücmel (toptan ve kısaca) bir şekilde tasdik etmek imkânsız değildir. Her akıl sahibi bazı lafızların birden çok mânası olduğunu bilir. Her ismin bir müsemması vardır ve ismi kullanan kimse muhatabına o ismin müsemmasını kasteder.116

Müteşabih lafızları, tafsilata girmeden toptan ve kısaca (mücmel) anlayıp tasdik etmek de mümkündür. "Evde canlı vardır." denildiğinde bunun insan, at ya da başka bir şey olduğu düşünülmeksizin tasdik edilmesi mümkündür. Aynı şekilde "Allah, arşa istiva etti." (Tâhâ, 20/5) ayetinde geçen 'arş' kelimesinin "istikrar kıldı, mahlukata yöneldi, onlara kahrı ile muamelede bulundu" gibi anlamlardan hangisine tekâbül ettiğini bilmeden tasdik etmesi imkan dâhilindedir.117

Muhatabın anlamayacağı hususu ona söylemenin faydası nedir? diye sorulacak olursa, bununla işin ehline bazı şeyler anlatılmak istenmiştir ve onlar da bu hususları kavramıştır.118 Ariflere nisbetle avam, aklı başındaki kimseye nisbetle çocuk gibidir. Akıllı kimselere, çocukların ve avamın anlayacağı şekilde konuşmak gibi bir zorunluluk yoktur. Çocuklar, her şeyi ihata etmek zorunda değildir; anlamadıkları hususları büyüklerine sorarlar. Büyükler de onlara henüz zamanının gelmediği, bu sebeple sordukları hususu kavrayamayacaklarını anlatırlar.119 Aynı şekilde avamın da anlayamayacağı hususlar vardır. Kur'ân'da da ifade edildiği üzere "Bilmediğiniz şeyleri ilim sahiplerine sorun." (Nahl, 16/43) ayeti düstur edinilip işi ehline götürmek gerekir.

3.Aczi İtiraf:Müteşabih kelimelerin manalarına vâkıf olamayan, tevilini yapamayan ve o mananın ne ifade ettiğini anlayamayan kişinin aczini itiraf etmesi gerekir. Çünkü tasdik vacip olmasına rağmen, kişi bu mânaları anlamaktan acizdir. Hz. Ebu Bekir " İdrak edemeyeceğini idrâk etmek de bir idraktir." diyerek aczi itiraf etmenin gerekliliğine vurgu yapar.

4. Sükût: Gücünün yetmediği, ehil olmadığı bir mevzua dalacağı, sorusu sebebiyle cehaletinin daha da artacağı, hatta bu sebeple küfre dahi girebileceği ihtimallerine binaen avamın, bu hususta hiçbir şey sormaması gerekir.120 Yeni doğan bebek, et ve ekmek ile beslenmez. Bu ekmeğin ya da etin yokluğu yahut içinde zararlı madde bulundurması gibi nedenlerden dolayı değil de bebeğin fıtratının bu işleve müsait olmayışından kaynaklanır. Avam da işte böyle, idrakine güç yetiremeyecekleri mevzulardan sordukları zaman men edilmelidir.121Hz. Ömer'in, kendisine birbiriyle çelişik görünen iki ayet hakkında soru soran kişi ile ilgili olarak kırbaç cezası verdiği ve bu suretle kelâm ilmine ehil olmayanları men ettiği bilinmektedir.122

5. İmsak: Kişinin müteşabihat üzerinde her türlü tasarruftan, müdahaleden dilini tutması ve kendini alıkoyması gerekir.

6. Keff: Allah'ın zât ve sıfatlarına ait müteşabih kelimelerin manası üzerinde tefekkürden zihnini çekmesidir. Bu ilke, yapılması gerekenler içinde en zoru olmakla birlikte, meseleleri sormaktan dilin tutulması gibi zihni alıkoymak da bir zorunluluktur.123 Şayet kişi bunlar üzerinde düşünmekten kendini alamazsa, ibadete yönelmeli, namaz kılmak, Kur'ân tilaveti ve zikir ile meşgul olmalıdır. Bunlarla mümkün olmazsa, içinde bu nevi tartışmalar barındırmayan dil, gramer, hat, tıp ve fıkıh gibi ilimlerle ilgilenebilir. Yine çözüm olmazsa tarla, bağ-bahçe işleri ile meşgul olmalıdır. Bunlarla da olmazsa kendini oyun ve eğlenceye verir.124 Zira avamın bedeniyle günah işlemesi, marifetullaha dair meselelere dalmaktan daha iyidir. Çünkü birinin sonu fısk, diğerinin sonu ise şirktir.

Hudûs delili gibi tefekkür ve tetkik gerektiren delillerle Allah'ın celal ve azametini idrak etmeye çalışmak, avam için uygun değildir. Zira kelâmcıların bu delilleri desteklemek amacıyla ortaya koydukları mukaddimeleri, taksimleri, vb hususlar, avamın zihnini karıştırır ve gönüllerini bulandırır.125

Avam için maksadı kolayca ve açıkça anlatan Kur'ân delilleri kafidir, nitekim bunlar içlerine huzur verir ve kalplerinde kat'î inançları yerleştirir. Bu bakımdan Kur'ân'daki deliller herkesin kullandığı, içinde pek çok faydayı haiz gıda hükmünde iken, kelâmcıların delilleri sadece ihtiyaç duyanın kullandığı, sağlam kişiye faydasından çok zararı dokunan ilaç mesabesindedir.126

7. Marifet ehlini teslim: Avamın müteşabihatın kendisine kapalı olduğunu kabul etmesi ancak bunların Hz. Peygamber ve rusuh sahibi ulema ve evliyadan gizli kalmadığını da tasdik etmesi gerekir. Bu konuda kendisini ilim sahipleri ile kıyaslamaz. Nasıl ki insanlar bazı işleri yapmak konusunda kabiliyet ve maharet bakımından farklı yaratılmışlarsa, aynı şekilde Allah'ı bilmek ve tanımak hususunda da farklı mertebelerdedir.127

Bir kimse bir çocuğun yanında "Bağdat Halife'nin elindedir." derse, o çocuğun Bağdat'ın Halife'nin parmakları arasında olduğunu düşünmesi mümkündür. Ancak Bağdat'ın büyük bir şehir olduğunu bilen kişi, böyle bir durumu hatırına getirmez. Avam da cehaleti sebebiyle çocuğun misalinde olduğu gibi zanna kapılıp hataya düşebilir.128 "İnsanlara akıllarının ermediği şeyler söylemeyin."129Zira "İnsanlara anlamadıkları sözü söylemek, bazıları için fitne olur."130

Müteşabih ayetlerin nazil olduğu şekilde bırakılması gerekliliğinin bir sebebi de ibtilâve imtihan boyutudur.131 Allah, kullarının iman edip etmeyeceklerini denemek için bu nevi ayetleri indirmiş olabilir. Bu sebeple müteşabih ayetleri lafzî mânaları nasıl ise öyle anlamak vacip olmuştur.

II. Avamın İmanını Delillendirmesi

Sahih ve sağlam bir inanç sahibi olmak için avamın da delilleri bilmesi gerekmez mi? Zira herkes iman sahibi olmak için tasdik etmek zorundadır ve tasdik de delili zorunlu kılar.132

İman, Kelâm ilminde üzerinde en çok durulan ve ayrıntılı bir şekilde incelenen konuların başında gelir. Zira dinin merkezinde bulunmakta ve dini hayatın bütün yönleri bu merkeze göre anlam ve değer kazanmaktadır. İslâm düşünce geleneğinde imanın; dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve uzuvlarla amel olmak üzere üç esası olduğu kabul edilir. Mâtürîdiyye ve Eş'ariyye'den oluşan Ehl-i Sünnet kelâmcılarına göre kalp ile tasdik imanın aslî unsuru kabul edilmektedir.133

Eş'arî kelâmcılar, imanın tasdik kelimesine karşılık geldiğini kabul eder. İman kalbin tasdiki, inananın iman ettiği kimsenin doğruluğuna inanmasıdır. Ancak Eş'arî kelâmcıların kahir ekseriyeti, müminin iman ettiği şeyle ilgili tasdikinin doğru olarak temellendirilmesi için muhakemenin hukukî bir zorunluluk olduğunu ısrarla belirtmektedirler.134 Tasdikin bu şekilde gerçekleşmediği durumda taklit devreye gireceği için Gazzâlî öncesi Eş'arîlikte tahkiki iman öncelenmiştir.

Cüveynî' ile birlikte farklı bir düşüncenin başladığı ve öğrencisi Gazzâlî'ye zemin hazırlayacak bir söylem geliştirdiği anlaşılmaktadır. "İnsanların avamının bu meselelerle ilgili olarak istidlal ve nazarla mükellef tutulmaları, kaçınılmaz olarak güç yetirilemeyen şeyle sorumlu tutulmayı gerektirmektedir; bu düşüncenin kabul edilmesi aslında onların kâfir olmalarına sebebiyet vermektedir. O onların sadece zan ve şüpheden uzak yalnızca doğru inançla mükellef tutulduklarını söylemektedir.[...] Avam için zan ve şüpheden arındırılmış doğru inanç yeterlidir, o da iman ve tasdiktir."135

Gazzâlî, imandaki aslî unsurun tasdik olduğunu ifade eder.136Tasdik haberle, daha doğrusu haberi veren kimse ile ilgili bir durumdur. Bunun hakikati ise, Hz. Peygamber'in varlığından haber verdiği her şeyin mevcudiyetini itiraf ve kabul etmektir.137Bu sebeple iman, Hz. Peygamber'in Allah'tan getirdiği şeylerin tamamını tasdik etmektir. Tasdikin özel mekânı kalptir. Lisan, kalpteki tasdikin tercümanıdır. Kalple tasdik etmek, inkâr ve yüz çevirmeyi terk ederek teslim olmaktır. Bu teslimiyet dil ile ikrar etmeyi, azalarla inkıyâd ve itaati de ihtiva eder.138 Görüldüğü üzere Gazzâlî, tasdikin imanın bütün unsurlarını içeren bir manaya geldiğini ifade etmektedir.

Kesin tasdik, şu altı mertebede elde edilir:

1. Şartları tam, usulleri ve mukaddimeleri tetkik edilmiş, hiç bir ihtimale mahal bırakmaksızın derece derece, kelime kelime araştırılmış burhanlar (deliller) vasıtasıyla elde edilir. Bu tasdikin en yüksek mertebesidir, her asırda bir ya da iki kişi bu mertebeye çıkabilir, bazen hiç kimse de bulunmayabilir.139

2. Vehme dayanan, kelâmî bir takım delillerle hâsıl olur. Âlimler arasında yaygın olan bu yöntem, çok fazla tartışmaya girmesi sebebiyle insanda nefret hissi oluşturması gibi bir takım zararları da ihtiva eder. Bunun, dinleyenlere halkı aciz bırakmak için bir cedel sanatı olduğu, doğru bir şey olmadığı hissini vermesi ve bu sebeple insanların kalbinde inadın yerleşmesi ve kökleşmesine neden olması ihtimali bulunmaktadır.140Aksine imkan vermemesi sebebiyle kişide kesin/katî tasdik meydana gelmesi ise faydalı yönünü teşkil etmektedir.141

3. Hatâbî delilerle hâsıl olur. İnsanlar arasında meydana gelen diyalog ve hitaplarda kullanılan bu yöntem, fikri açık ve anlayış kabiliyeti olan pek çok insana faydalıdır. Kur'ân delillerinin çoğu da bu nevidendir.142 İnsanların herhangi bir konudaki hükümleri tasdik edip özümsemelerini sağlayan bu deliller, ikna etme bakımından farklılık göstermektedir.143

4. Sema' (işitme) ile hâsıl olur. Doğru sözlü olduğuna inanılan kimselerden işitmek suretiyle hâsıl olan tasdiktir. Babası, hocası gibi sözüne itimat ettiği bir kimseden ölüm ya da kayıp gibi bir haber geldiği zaman, doğruluğunu araştırmaya gerek görmeksizin, o haberi tasdik eder. Bu tasdikin yegâne sebebi, o kişiye olan hüsnü zandır.144

5. Bazı karineler işitmesine binaen kalbin belli bir tarafa yönelmesidir. Bu yöntem havas nazarında kesin bir kanaat oluşturmaz lakin bununla avamın kalbinde sağlam bir itikad husule gelir. Bir kimse, kendi beldesindeki reisin hasta olduğuna dair birtakım duyumlar alsa, daha sonra o kişinin evinden çığlıklar, ağlama sesleri duysa ve bir çocuk gelip ona reisin öldüğünü söylese, bu çocuğa kesin surette inanır. Çocuğun yanılmış olabileceği, bu seslerin baygınlık veya hastalığın artması sebebiyle meydana gelebileceği gibi ihtimalleri aklına getirmez. Ahlakının güzelliği, letafeti ve güzel sözlü olması gibi vasıflara sahip Hz. Peygamber'e Arapların hemen inanmaları bu nevidendir.145

6. Kişinin ne sözü söyleyene hüsn-i nazarı ne de bir karineye binaen inanması değil de sadece tabiatı ve ahlakına münasip bir söz işitmesi sebebiyle hâsıl olan tasdiktir.146

Avamın imanı bu mertebelere dayanmaktadır. Bunlar arasında da Kur'ân delilleri en yüksek derecede bulunur. Avamın Kur'ân delillerinden ileri geçmesi, kalplerinde itmi'nan sağlayan ve onları tasdike götüren yoldan ayrılmaları, takatlerini aştığı için, doğru değildir.147

Gazzâlî'nin tasdikin farklı mertebelerinden hareket etmesi, bu tasdikler sonucu oluşan imanların da birbirlerinden farklı olacağını ifade etmek içindir. Aslında tasdiki esas alan iman anlayışında insanların eşit olması söz konusuyken Gazzâlî imanın çeşitleri ve mertebeleri bulunduğunu gündeme getirmektedir.

1. Avamın imanı; mahza taklitten oluşmuş bir imandır. Doğruluğuna güvendiği ve yalan söylemeyeceğini bildiği bir kimsenin söylediği şeyi kabul edip kanaat getirmesidir. Ancak bunları imana götüren haber, nakil yoluyla ve şifahi kanalla geldiğinden bu imanda hata ihtimali söz konusudur. "Zeyd evdedir." sözü, o evde olmadığı halde söylenmiş olabilir.

2. Mütekellimin imanı; bir çeşit istidlalle karışık haldedir ve derece olarak avamın imanına yakın bir konumdadır. "Zeyd evdedir." sözünü, onun sesini işittiğinde doğrulayan kimsenin imanı böyledir. Ancak bu da yanılma ihtimalini barındırır. Zira sesler birbirine benzer ve Zeyd olduğu düşünülen kimse başka biri olabilir. Fakat bu mertebe, taklit mertebesinden daha güçlüdür.

3. Arifin imanı, yakîn nurundan müteşekkildir. "Zeyd evdedir." sözünü bizzat içeri girip müşahede etmektir. Yakînen müşahede etmek sebebiyle hata imkânı söz konusu değildir. 148



II. Varlık Mertebeleri Ve Avam İçin Tevil

Varlığın beş mertebesi vardır, bundan bîhaber olan kimseler kendilerine muhalif olanları tekzip etmişlerdir.



a. Zâtî varlık: Gazzâlî'ye göre zâtî varlık, hissin ve aklın haricinde sabit olan hakiki varlıktır. Fakat his ve akıl bundan suretini alır ve bu suret, idrâk diye isimlendirilir. Göklerin, yerin, hayvanların ve bitkilerin var olmaları böyledir, bu nevi varlık çok açıktır.149 Bu mertebe o kadar açıktır ki idrak edilse de edilmese de zatında mevcuttur. Bu mertebe için misal vermeye lüzum yoktur, zira son derece açıktır. Hz. Peygamber'in haber verdiği arş, kürsî, yedi kat gökler gibi hakiki ve mutlak varlık oldukları için zahir manası üzere anlaşılır ve tevil edilmezler.150

b. Hissî varlık: Yalnız duyu organlarının hissettiği, varlığı onu hissedene mahsus, hariçte maddî bir varlığı bulunmayan varlıktır.151Hz. Peygamber'in rüyada görülmesi bu nevidendir. Hadis-i Şerifte "Kim beni rüyasında görürse, hakikaten görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez."152buyrulmuştur. Rüyada görülmesi, Hz. Peygamber'in mübarek bedeninin Medine'de ravzasından çıkıp uyuyan kimsenin bulunduğu yere intikâl etmesi suretinde değildir. Bilakis sûretinin, uyuyan kişinin hissinde var olması şeklindedir.153

Yüklə 114,05 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə