TÜRK
İ
YE'DE ÇA
Ğ
DA
Ş
LA
Ş
MA
yıldönümü için hazırlanması çalışmaları arasında İngilizcesi üzerine çıkan
eleştirileri izleyememiştim. Daha sonra bunu yapacak duruma geldiğim zaman
hepsinin olumlu yazılar olduğunu gördüğüm halde, İngiltere'de Türkiye'nin
bugünkü siyasa, parti ve din konularında uzman sayılan bir yazarın onlardan
ayrıldığını gördüm. Ona göre ben Osmanlı - Türk tarihini anatomi masasına
yatırarak istediğim gibi kesip biçmiş, istediğim sonuçları çıkarmıştım. Böyle bir
savı elinizdeki yapıtın kapsamına ve düzeyine denk denecek bir araştırma
yapmadan kendi kişisel eğilimine ve inancına göre yapmıştı. Ona göre,
Cumhuriyet'in laiklik ilkesi ne gözden geçirdiğimiz sürecin doğal bir sonucudur,
ne de Müslüman Türk toplumunun istek ve eğilimine uygundur.
Son yıllar içinde Cumhuriyet'in ana ilkelerine karşıt eylemlere eğilimli olan
parti politikalarının yanını tutan bir kişi için böyle bir görüşün ileri sürülmesi
doğaldır. Ancak, bu yapıtın yazarı olarak Türkçesinin bu ikinci yayımlanışı
amacıyla düzeltmeler yapmak için onu satır satır yeniden okuduğum zaman,
incelediğim oluşumun nasıl kaçınılmaz bir yolda ve yönde sözünü ettiğim ilkelere
doğru geldiğini gördüm. Bu geliş öyle bir zorunlulukla olmuştur ki onu
beğenmeyerek "başka ya da tersine bir yönde olmalıydı" inancı ile ele almak için
bir kimsenin ya tarih olaylarını bilmemesi, ya kişisel bir eğilimin etkisi altında
bulunması, ya da tarihe çağdışı bir açıdan bakması gerekir.
Ancak, "son yılların kimi olayları bu nitelendirdiğim kişinin haklı olduğunu
göstermez mi?" sorusunu da yanıtlamak zorundayız. Ben, Türk çağdaşlaşmasının
geçmişinin inip çıkışlarına dayanarak bu yayımlanışın önsözünde yine ileri
sürüyorum ki, ne denli geri dönme çabaları olursa olsun hiçbiri tarihsel oluşumu
durduramayacaktır. Tersine, daha da ileriye itecektir. Bu yapıtı okuyun, kaç kez
böyle geriye dönük çabalar olduğunu, kaç kez hepsinin saman alevi gibi sönerek
daha ileriye doğru atılımlara yol açtığını göreceksiniz.
Niyazi Berkes
Mart, 1978
14
I
GİRİŞ
1. Çağdaşlaşma kavramı
Bu kitabın konusu, Türkiye'nin son iki yüzyıl içindeki yenilenme çabalarının
aşamalarını (din ve dünya işlerini ayırma davasını ölçek alarak), çabaların düşün
düzeyindeki yansımalarının yardımı ile, incelemektir. Bu yapıtın son bölümünde
görüleceği gibi din ve dünya işlerini ayırma sorunu Cumhuriyet döneminin laiklik
ilkesi ile son görünümünü almıştır. Türkçe'ye, Fransızca'da laicisme biçiminde
yazılan bir terimden geçen bu sözcük, İslâm, Osmanlı, Türk din ve siyasa gelene-
ğine yabancı bir terimdir, ileride göreceğimiz gibi, bu gelenekte (hem dinde, hem
devlet alanında "devlet maslahatı" kavramı bulunmakla birlikte) din-devlet ikiliği
anlayışı yoktu. Din-devlet bileşimi doğal, olağan bir biçim olarak görülürdü, ikisi-
nin birbirinden ayrılması ya da ikisinin kendine buyruk birer yetke (autoritâ) ol-
ması gibi bir görüş yer almamıştı.
Ne din, ne devlet geleneğinde, ne de dilde karşılığı olan bir kavram olarak bir
terimin bu yabancı, hem de bozulmuş biçimi ile girişi, anlaşmazlıklara yol açmıştır
Bu anlaşmazlıkların altına bakarsak, iki çatışık inancın yattığını görürüz. Bunların
biri terimin geldiği din geleneğindeki (Hıristiyanlık'taki) durumun İslâm geleneğinde
de bulunduğu inancıdır. Öteki, bunun tersi, yani İslâm geleneğinde böyle bir durum
olmadığı için laiklik davasının İslâm dinindeki toplumlarda yersiz, anlamsız olduğu
görüşüdür. Bu görüşlerin ikisi de yanlış olduğu için terimin Îslâm-Türk toplumunda-
ki anlamı ve geçerlik derecesi, gereği kadar kavranamamıştır.
İslâm-Osmanlı geleneğini miras alan modern Türk tarihinin incelenmesi, bu
iki sanrının yanlışlığını, yetersizliğini, eksikliğini gösterecektir. Ancak bu işe
giriş-
17
TÜRK
İ
YE'DE ÇA
Ğ
DA
Ş
LA
Ş
MA
meden önce, Avrupa'daki (Hıristiyanlık'taki ya da Batı'daki) durumun ve bunun
çeşitli yanlarıyla ilgili terimlerin de kesin, açık seçik anlam taşıyıp taşımadığını kı-
saca gözden geçireceğiz. Bu tanıma bize hem İslâm-Osmanlı geleneğinin farklı
olan yanlarını, hem de dilimize giren terimin nereden gelip ne anlam taşıdığını
gösterecektir.
Bu kısa tartışmada göreceğimiz gibi, terim Hıristiyanlık'taki anlamında bize
tümüyle uymadığından bu kitabın temel konusunun adı olarak kullanılmamıştır.
Çünkü gerçekte, sorun sadece din-devlet ayrımı davası olmaktan daha geniş bir
davadır ki buna en uygun terim olarak "çağdaşlaşma" terimini daha yerinde bu-
luyorum. Batı'nın bir kesiminde Fransızca'dan gelen laicisme't eş olarak kullanı-
lıp ve (aşağıda söyleyeceğimiz nedenlerle) Türkçe'ye girmemiş olan başka bir
sözcük, secularism sözcüğü, bu "çağdaşlaşma" sözcüğüne hem anlam, hem kö-
ken açısından daha yakındır, hattâ onun tam karşılığıdır.
Laicisme sözcüğü Katolik Hıristiyanlığın yayıldığı halkların dilinde, özellikle
Fransızca'da kullanılır ve kökenine bakılırsa "halksallaştırma" demektir. Çünkü
kaynağı olan Hıristiyanlık-öncesi Grekçe'deki laos (halk), laikos (halksal) söz-
cükleri Hıristiyanlık döneminde clericus, yani din adamları dışında olan kişiler
için kullanılırdı. Modern Fransızca'da laicisme, din adamlarından, rahiplerden
başka kişilere, kurullara, yetkililere dünya işlerinde hattâ din işlerinde üstün bir
yer verme anlamını taşır.
Katolik Hıristiyanlık dışındaki Hıristiyanlığın yayıldığı yerlerde, özellikle Pro-
testanlığın etkisi altında olan İngilizce ve Almanca'da kullanılan terimin kökeni
ise Grekçe değil, Latince'dir. Bu köken de zamanla değişikliğe uğrayarak şimdiki
anlamını almıştır. Aslındaki sözcük, saeculum sözcüğü, "çağ" anlamına gelir ki
Arapça'da bunun karşılığı olan asr sözcüğü son zamanlara değin Türkçe'de "asır"
olarak kullanılıyordu. Laiklik teriminden önce asrilik biçiminde bir sözcük kulla-
nılıyordu. Bu sözcük secularism sözcüğünün kapsadığı anlamı taşırsa da, Cum-
huriyet döneminden önceki dönemde "çağa uymak" ya da "onun gereklerine
uyacak biçimde değişmek" anlamı, dincilerin elinde kötü bir kavram durumuna
getirilmişti. "Asrîlik", züppelik, köksüzlük, yüzeysellik, dinsizlik anlamlarına gel-
meye başladı. Terimi "muasırlaşmak" biçiminde kullanan Ziya Gökalp, belki de
bu talihsiz anlamlardan, anlamı hiç bilinmeyen bir sözcük bularak kurtulmaya
çalıştı; Arapça sözlüklerden o zamana dek kimsenin duymadığı, bilmediği bir söz-
cük bulup çıkardı. "Zenîm" biçimindeki bu sözcük, Gökalp'in kendi yazılarında
bile tutunmadı, kendisi "muasırlaşmak" terimini sonuna değin kullandı.
Asrîleşmek ya da muasırlaşmak gibi daha uygun olan terimin yerine (anla-
mının kötüleştirilmesi yüzünden halkın kulağında olumsuz çağrışımlar yaptığın-
18