Niyazi berkes tüRKİYE'de çAĞDAŞLAŞMA



Yüklə 5,75 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/283
tarix04.11.2017
ölçüsü5,75 Mb.
#8492
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   283

G

İ

R



İŞ

 

tutan dünyasal hükümdar olmuştur. Bu hükümdarlarda bile tam anlamıyla ruhanî 



bir nitelik ve yetke yoktur. Osmanlı halife-padişahlığı rejimi Sünnîliği tutmuş 

olmakla birlikte, tarihinde Sünnî, Hanefî ve Matüridî mezhep, hukuk ve ilahiyat 

türlerine aykırı düşen kişiler çok olduğu gibi, bunlara karşı "rafızî" (heretic) olma-

ları yüzünden savaşılması ancak devletin lüzum gördüğü zamanlar, yani devlet 

maslahatına zararlı yanları ve eylemleri olduğu zamanlar olmuş ve bu işte ulemâ 

ancak bu açıdan görev yapmıştır. Ulemânın devlet ve dünya işlerinde kendi başı-

na yargı yürütmek istemesi devlet gücünün çok aşındığı zamanlarda olmuştur. 

Bir din devleti olarak Îslâm devleti ideolojisini yürütmek Osmanlı tarihinde hiç 

görülmemiştir. Ulemânın bir siyasal akım karşısında, "bu dinsel bir iştir; bir dokt-

rin ya da ilahiyat işidir; devleti ilgilendirmez" dedikleri zaman da devlet adamları 

bunları hiç dinlememişlerdir.

 

Osmanlı devlet rejimi (halife-padişahlığı) feodal ya da teokratik olmadığına 



göre onu nasıl tanımlayacağız? Onun en kısa tanımlanışını Batı Avrupa siyasa ve 

din geleneğinden farklı bir gelenekten geldiğini hatırlamakla kavrayabiliriz. Bu, 

siyasaca Doğu despotizmi, dince Sünnî halifeliği geleneğidir. Kimi Türk tarihçileri, 

İran, İslâm ya da Bizans geleneği etkisi yerine yeni İslâmlaşmış Türklerin Kutad-



gu Biligte. görülen siyasa ve toplum görüşünün geleneğini üstün görme eğilimin-

dedirler.

3

 Bunda yanlış bir yan olmamakla birlikte, Kutadgu Bilig’de kendini belli 



eden devlet, toplum ve dünya görüşü daha geniş bir Asya din-devlet görüşü gele-

neğinin yalnızca bir çeşididir. Kimi kişiler İran etkisine önem verirlerse de, onun 

için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Asya ya da Doğu din-devlet görüşü geleneği ulusal 

bir görüş ya da bir ırka özgü bir özellik değildir. Coğrafî ve militer iki koşulun 

gerçekleştiği yerlerde eğilim, despotik rejimlerin kurulması  eğilimi olmuştur. Bu 

rejim en çok karalarda hızlı ve geniş ölçüde fetihlerin yapılabildiği yerlerde kuru-

lur. Bu işi başaran kişileri sağlayan halkların hangisinin tarihine bakarsak onun 

yalnız onlara özgü bir şey olduğunu sanırız. Gerçekte ise bunu sağlayanlar İranlı, 

Arap, Türk, Afgan, Moğol kavimlerinden gelmiş bulunabilirler. Kurdukları rejim-

lerde de çoğu kez kendi ulusal asıllarını unuturlar, zaptettikleri halkların kültürü-

ne girerler. Bunun en iyi örneği, Hindistan'da böyle devletler kuran Doğu Türkle-

ridir. Aslında bu tür siyasal rejim, yalnız Osmanlılara özgü değildir. Dünya tari-

hinde bu siyasa türü Batı türünden daha yaygın olmuştur. Batı türü (devlet-Hıris-

tiyanlık) asıl, Doğu türü istisna değildir. Belki bunun tersi doğrudur. Bu türü, Hı-

ristiyanlık din çevresine girmiş ülkelerde bile görürüz. Tarihte en tanınmış iki ör-

neği, Bizans devleti ile Rus Çarlığı'dır.

 

Bugün bütün dünyayı Batı Avrupa geleneği etkilemekte olduğundan, bu sa-



yılan yerlerdeki tarihsel rejimlerden arta kalan toplumların çağdaşlaşması Batı

 

27

 



TÜRK

İ

YE'DE ÇA



Ğ

DA

Ş



LA

Ş

MA



 

Avrupa siyasa türünün geleneğine göre yürümektedir ya da yürütülmektedir. Bu 

toplumların çağdaşlaşma çabalarının çok güç ve ağır yürümesinin, yolların sık sık 

şaşırılmasının başta gelen nedeni budur. Geleneklerine aykırı ve yabancı bir yön-

de yürümek zorundadırlar. Bu çağdaşlaşma sürecinde bu yönde giderken yalnız 

şaşıran değil, varlığını ya da benliğini yitiren toplumlar da görülmüştür.

 

Fakat bütün dünya ister istemez batılılaşmak zorundadır. Bu yolda gitme-



yenler varlıklarını yitirmekte, yok olmaktadırlar. Bu yolda gitmek isteyip de yolu-

nu bulamayanlar ya da bu yolda gitmenin karşısında olan kişilikleri çok güçlü 

olanlar, benliklerinden çok şey feda etmek zorundadırlar. Bunun en tipik örneği-

nin hikâyesi bu kitabın konusu olacaktır. Yukarıdaki yargının açık bir biçimde gö-

rüldüğü dönem, bu kitabın başlangıç noktası olacaktır. O noktadan sonraki dö-

nemlerde bu anlayış çevresinde bugüne değin süren çabalan, girişimleri, tartışma-

ları inceleyeceğiz.

 

Gene göreceğiz ki ister devlet, ekonomi, eğitim ve toplum kurumları alanla-



rında Batı'dan bir şey alarak eski yapının bir yanına onu takma girişimleri biçi-

minde olsun, ister "kayıtsız şartsız her yanca Batılılaşma" sloganı yürütülmesi bi-

çiminde olsun, bu batılılaşma süreci kolay ve tümüyle başarılı olmamıştır. Tarih 

sahnesinde yaşamasını istediği birimi İslâm, Osmanlı ya da Türk birimi olarak ta-

nımlayan kişiler arasında, o birimin yaşamasının Batı yönünde çağdaşlaşmasıyla 

mümkün olacağına inananlar içinde bunu ölmeden görmek mutluluğuna varan 

olmamıştır. Bugün yarının yüzyıllık yaşamını doldurmuş olan Cumhuriyet 

döneminin, "kayıtsız  şartsız batılılaşma" tezinin dönülmez sonucu olduğu 

sanıldığı halde, bu batılılaşma sürecinin en kritik, en çapraşık, en sorunlarla dolu 

bir aşamasına vardığını görüyoruz.

 

3. Saltanat, hilâfet, gelenek



 

Asıl konumuz Osmanlı halife-padişahlığının din-devlet rejiminin incelenme-



si olmamakla birlikte bu rejimden çağdaşlaşmaya doğru giden sürecin aşamaları-

nı inceleyeceğimiz için bize işaret direkleri olacak bazı belli başlı yanları belirleme-

miz yararlı olacaktır.

 

Gerek Batılı gözlemciler, gerek çağdaşlaşma sürecinin sorunları içinde yaşa-



yan Türk gözlemcilerin kendileri, bunların başında Osmanlı kuruluşunun dinsel 

rengini gösterirler. Onu dinsel bir rejim olarak nitelerlerse de bu, çağdaşlaşma akı-

mının başlaması ve hızlanması ile ortaya çıkmış bulunan bir görünüşün verdiği 

yanılgının ürünüdür. Çağdaşlaşma akımına karşı çıkan her tepki daima dinsel bir

 

28

 



Yüklə 5,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   283




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə