Nureddin Yıldız Hocaefendi'nin 16. 03. 2014 tarihli (17.) Şehzâdebaşı Sohbetidir



Yüklə 81,14 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix15.04.2018
ölçüsü81,14 Kb.
#38561


 

 

 



 

 

ZULÜM 



KAYDIRIR 

 

 



 

 

 



 

 

 



 

 

 



Nureddin Yıldız Hocaefendi'nin 16.03.2014 tarihli (17.) Şehzâdebaşı Sohbetidir. 


Bismillahirrahmanirrahim 

Elhamdüli’llahi Rabb’il âlemin vessalatu vesselamu âla resulina Muhammed’in ve ala alihi ve 

sahbihi ecmaîn. 

 

Aziz Kardeşlerim, Değerli Mü’minler, 



 

Yeryüzünde insan yöneten hiçbir sistem zulmü makul görmez. Zalim bütün dünya sistemlerinde 

suçlu  kabul  edilir.  Bilhassa  yaşadığımız  çağdaki  insan  ismini  abartan,  özellikle  insanı  üstün  tutma 

iddiasına  olan  sistemler  en  ince  ayrıntılarına  kadar  zulme  karşı  çıkmışlardır.  Zulmü  kanunlarla 

yasaklama zalimi cezalandırma düzeyine gelmiş bir anlayış vardır. Hatta insan dışındaki mahlûkata bile 

zulmetmenin, hayvanlara eziyet etmenin kanunlarla yasaklandığı bir zamanda yaşıyoruz. Şüphesiz bu 

insanlık adına güzel bir seviyedir. Hayvanların bile belli bir hak sahibi olarak kabul edilmesi, hayvana 

bile  kanunlarla  korunmuş  güvencelerin  verilmesi  hoştur,  takdir  edilmesi  gereken  bir  şeydir.  Ancak 

değerli mü’min kardeşlerim, insanlık bugün sokaklarda dolaşan köpeklere bile belli bir hak tanıyarak, 

köpeklere  bile  kanunların  himayesi  altına  alarak,  insana  dair  bir  hak  hukuk  beyannamesini 

evrenselleştirerek şüphesiz güzel bir noktaya gelmiştir. Ancak bu gelinen nokta hiçbir zaman Resûlullah 

sallallahu aleyhi ve sellemin Medine’de daha önce insanoğlunu getirdiği noktaya yakın bir nokta bile 

değildir.  

 

Biz  Müslümanlar  olarak  Resûlullah  sallallahu  aleyhi  ve  sellemin  zulme,  zalime,  mazluma 



getirmiş olduğu Allah’ın Şeriatı ile perçinlenmiş ilkeleri, kuralları elhamdülillah bugün bütün insanlığın 

önünde övünerek “biz böyle bir Peygamber’in Ümmet’iyiz, biz böyle bir itikadı olan mü’miniz” diyerek 

göğsümüzü kabartmayla ifade edeceğimiz çok büyük bir nimetin içindeyiz. Çok yüksek bir seviyedeyiz. 

İnsanlık bugün insan hakları ve zulmü engelleme açısından ciddi bir seviyeye gelmiştir. Ama bu seviye 

hâlâ  Avrupa  sokakları  seviyesindedir.  Henüz  Medine  düzeyine  insanoğlu  yaklaşamamıştır.  Hâlâ  din 

ayrımı, ırk ayrımına dayalı bir zulüm kabul etme veya etmeme vardır. Avrupalıya göre bir çeşit Avrupalı 

batılı olmayana göre başka bir çeşit zulüm tarifi bulunduğu sürece,  paralı zalimle  parasız zalim aynı 

tutulmadığı  sürece  Medine  sokaklarına  bile  yanaşamamış  bir  anlayış  yeryüzünde  hâkim  demektir. 

Elhamdülillah mü’min olmanın göğsümüzü kabartan mutluluğu içerisindeyiz. Medine eksenli dinimizin 

olmasından mutluluk duyuyoruz.  

Evet,  insanlık  bir  yandan  köpekleri  bile  zulme  karşı  korumuş  ama  köpekten  aşağı  gördüğü 

insanlara  zulmetmeyi  de  adeta  teminat  altına  almıştır.  Bir  anadan  doğmuş  olmak,  iki  ayaklı  toprak 

üzerinde yürüyen insan olmak onurlu olmak için yeterli kabul edilmemiştir. Irkına, toprağına, yönetim 

sistemine  göre  insanlar  puanlamaya  tabi  tutulduğu  sürece  Veda  Hutbesi’ndeki  “Aynı  babanın 

çocuklarısınız o baba da topraktan yaratılmıştır, bir tarağın dişleri gibi eşitsiniz. Takvadan başka hiçbir 

üstünlük ölçüsü yoktur” diyen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Şeriat’ına yakın bir noktaya bile 

insanlık henüz gelememiştir. Bütün dünyadaki yaşanılan facialar gözümüzün önündedir. Biz henüz yeni 

bir sistem keşfedecek ya da acaba nasıldır bu dünyadaki zulüm, zalim, mazlum anlayışı diye araştırma 

yapacak durumda değiliz. Sadece üç gün üst üste bir haber bültenini izlemiş olsa insanlık zulüm, zalim, 

mazlum  ne  demektir  çok  rahatlıkla  anlar. Coğrafyaya  göre  hatta  bir coğrafyanın  a  yerindekine  ve  b 

yerindekine  göre  insan  ayrımı  yapan  insan  sistemler,  “kölelerinizle  dahi  aynı  sofraya  oturun”  diyen 

Peygamber aleyhisselama yaklaşabilmiş değillerdir.  

 

 



 

Aziz Kardeşlerim, 

 

Zulüm ve zalim konusunda bugün konuşması gereken mü’minlerdir. Gerek mazlumlar olarak, 



gerekse  zalime  direnmekle  mükellef  olan  mü’minler  olarak  bugün,  yarın,  kıyamete  kadar  en  ciddi 

sözleri  söyleyecek  olanlar  “Muhammed’un  Resûlullah”  diyerek  Veda  Hutbesi’nde  konuşan 

Peygamber’iyle din edinmiş bizleriz elhamdülillah. Biz zulme, zalime, mazluma ve eyleme karşı tavrı 

olan insanlarız. Bu dünyada zalime de karşıyız. Mazlum olmaya da karşıyız. Zulmü haberlerde bile olsa 

seyretmeye karşıyız biz. Zalim olamadığımız gibi zalimi seyretmemiz bile yasak olan insanlarız biz. Biz 

bugün insanlık hangi noktaya gelirse gelsin Medine sokaklarında: “mazluma yardım et zalime de yardım 

et” diyen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yönlendirmesiyle bu dünya sokaklarında yürüyoruz. 

Ne demek “mazlumun elinden tut zalimin de elinden tut?” Bu mü’min seviyesidir elhamdülillah. 

 

 Sadece  yaralanmış,  hırpalanmış  insanları  kurtarmak  değildir  insanlık.  Yaralayanın 



yaralayıcılığını  engellemek  de  zalimin  zulmünün  karşısında  dik  durmak  da  mü’minin  vazifesidir. 

İnsanları sadece güçlünün önünden kaçmaya teşvik eden anlayış, yanlış bir anlayıştır. Kaç, güçlü seni 

ezmesin  değil  dur,  güçlü  zulmetmesin  anlayışı  mü’min  anlayışıdır.  Bunun  için  Sevgili  Peygamber 

aleyhisselam Efendimiz ashabına insanlık dersi öğütlerken: “mazluma da yardım edin, zalime de yardım 

edin”  diye  tembih etmiştir.  Belli  mazluma  nasıl yardım edeceğimiz  belli. Mazluma  yardım edeceğiz. 

Zulüm  görüyor.    Zalime  nasıl  yardım  edelim  ve  niye  yardım  edelim?”  “Zalim  da  olsa  kendisini 

cehenneme sürükleyecek çirkin bir kimlik sahibi olduğuna göre tutun elini zulmetmesin, ‘yapma’ deyin 

yapmasın, o da cehenneme  girmekten kurtulsun.” Mü’min seviyesi bu!  Öyle demeç verip kınayarak 

değil, güç verip güçle zulmü engelleyerek insanlık yapılabilir. Bu da ancak insanlığa bir “Veda Hutbesi” 

okuyarak  giden  Peygamber  sallallahu  aleyhi  ve  sellemin  düzeyidir  ve  onun  peşinden  gidenlerin 

yeryüzünde gerçekleştirebilecekleri yüksek bir düzeydir Allah’ın izniyle. 

 

Aziz Kardeşlerim, 



 

“Zulüm  konusunda  söyleyecek  çok  sözümüz  var”  dedik  biz.  Birinci  söyleyeceğimiz  şey; 

 biz  mü’miniz  ya, Müslüman’ız  ya;  Müslümanlığımız  camilere  kilitlenmiş  namazdan  namaza  devreye 

giren bir sistem değildir. Yürüdüğümüz sokaklarda, gezdiğimiz caddelerde, ticaret için bulunduğumuz 

yerlerde her yerde mü’miniz biz, her yerde Müslüman’ız. Allah’ın yeryüzündeki dinini yaşıyor olmamız 

bize  öyle  bir  kimlik  koymuştur,  öyle  bir  şahsiyet  getirmiştir  ki;  camiden  çıktığımızda  da  camiye 

girdiğimizde de biz Allah’ın kuluyuz. Allah’ın kulu olarak bir kediye de, bir insana da zulmedilmesine izin 

veremeyiz.  Biz,  yılanlara  hürriyet  tanırız.  Ormanlarında  yılanlar  yaşayabilirler  ama  ister  beni  soksun 

ister başkasını soksun, yılanın eziyet etmesine tahammül edemeyiz. Yılanı o zaman; ininde, ormanında 

kalmaya mahkûm ederiz. “Yılan olmak suç değil. Yılanlık yapmak suç” demek ki bizim telakkimizde. 

 

Sevgili Peygamber’imiz sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu’d Derda isimli sahabinin rivayet ettiği 



bir  hadis-i  şerifte  Medine  sokaklarında  gezerken  bir  grup  Ensar’dan  Müslüman’ın  yani  Medineli 

Müslüman’ın evlerinin evlerinde oturduğunu görmüş. Şu hadiseye dikkat edin kardeşlerim! “Mü’min 

kim, Medine’de hangi medeniyet kurulmuş” bunu bütün insanlığa ilan eden şu hadiseye dikkat ediniz: 

Bakmış ki aleyhisselam Efendimiz sokaklarda evlerinin önünde oturuyorlar. “Bu doğru bir şey değil. Bu 

evlerinin önünde böyle oturmayın, gelip geçeni rahatsız edersiniz” buyurmuş. “Ya Resûlullah nerede 

oturacağız  ki  biz?  Evlerimizin  önünde,  sokaklarda  oturmak  zorundayız.”  Buyurmuş  ki  o  zaman: 

”Mademki  evlerin  önünde,  caddelerde  oturacaksınız,  madem  ‘caddelerde  oturmaya  mecburuz’ 

diyorsunuz,  bu  sokaklarda  siz  bulunduğunuz  sürece  her  mazluma  yardım  edecek  zalimi 

engelleyeceksiniz; o şartla bu sokaklarda oturabilirsiniz.” buyurmuş. Yardım isteyen bir insana yardım 



etmek  zorundasınız  bu  caddelerde  oturursanız.  Medine,  Medine;  medeniyetten  kaynaklanan  ve 

medeniyet kuran Medine’de anlayış budur. 

 

Mü’minler  Allah’ın  mülkü  olan  sokaklarda,  caddelerde  zalimi  seyrederek  yürüyemezler. 



Mü’minlerin  yaşadığı  şehrin  sokaklarında  yürüyenler  takatleri  kadar,  becerebildikleri  kadar  zulmü 

engelleyen kimseler olmak zorundadırlar. Ne kadar aktif olabiliyorlarsa o kadar. Ama hiçbir mü’minin 

Müslümanların  sokaklarında  film  seyreder  gibi  zulüm  seyretme  hakkı  yoktur.  Bu  şehir,  İslam  şehri, 

ezanlar okunan bir şehirse bu sokaklarda yürüyenler kediden, köpekten, çocuktan, insandan, kadından 

erkeğe  kadar  herhangi  bir  canlının  zulüm  görmesine  karşı  her  an

 

kolluk  görevlisi  olarak  kendisini 



hissedecek. Belki silahlı bir görevli değil ama Allah’ın kulu olmakla, “Veda Hutbesi” dinlemiş Müslüman 

olmakla şereflendikten sonra “yanlıştır bu, bunu yapma ” deme kudreti her mü’minde var olacak ki 

şehrin sokaklarında hak ederek dolaşabilesin. 

 

Demek  ki  sadece  vergi  ödemek,  sadece  alış-veriş  yapmak  için  bir  dükkân  açmak  yetmiyor. 



Mü’min olmak, Müslüman olmak bir sorumluluk getiriyor. Zulme karşı tek vücut olmuş, zalime nefes 

aldırtmayan mü’min, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu dünyayı kendisine emanet edip gittiği 

mü’mindir. Elhamdülillah! Bu ne anlayıştır? “Polisi arayın.“ demiyor. “Bu sokaklarda oturabilmek için 

zulme engel olacaksınız.” diyor. 

 

Zulüm,  sadece  insanların  kırbaçlanması  veya  insanların  dövülmesi  değil  ki.  Bir  annenin 



çocuğuna yanlış davranması da zulüm, bir delikanlının annesine hakaret etmesi de anaya karşı zulüm. 

Sokaklarımızda,  ezan  okunan  şehirlerin  sokaklarında  dolaşanlar,  o  zulmü  de  bu  zulmü  de  kedileri 

kovalayan  çocukların  zulmünü  de  engelleyerek  ezan  okunan  şehirlerin  sokaklarında  dolaşmayı 

kendilerine  mubah  hâle  getirmiş  olabilirler.  Müslümanlık!  Müslümanlıktan  konuşuyoruz. Medine’de 

temeli atılmış İslam Devleti’nin insana ve mü’mine verdiği onurdan konuşuyoruz.  

 

Aziz Kardeşlerim, 



 

Sadece zalim olmamak yeterli değil. İkinci insanların, zalimin ağına düşmesini engellemek de 

zalim  olmamak  için  şarttır.  Sevgili  Peygamber’imiz  sallallahu  aleyhi  ve  sellem  ne  buyuruyor: 

“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Müslüman, Müslüman’ın kardeşi olduğu için ona asla zulmetmez. 

Zulmetmediği  gibi onu  zulüm  göreceği  bir  yere  de  teslim  etmez.”  Her  Müslüman,  her  Müslüman’ın 

doğal koruyucusu, avukatıdır. Her Müslüman’ın evi, öbür Müslüman’ın sığınacağı yerdir. Zulmetmez, 

onu zulüm göreceği yere teslim etmez. Bu Peygamber emridir! 

 

“Bir Müslüman zulme karşı yardıma muhtaç olduğu zaman Müslüman ona sahip çıkar. Allah da 



o  Müslüman’a  sahip  çıkar.  Kim  bir  Müslüman’ın  muhtaç  olduğu  desteği  verirse  Allah  da  onun  en 

muhtaç olduğu zaman olan kıyamet günü en büyük ihtiyaçlarından birisini karşılar.” Bir ödül vaadi ama 

aynı zamanda bir tehdit! Bir ödül vaadi ama bir de tehdit! “Bir Müslüman’a zorda iken yardım edene 

Allah da yardım eder.”  sözünden ne  anlaşılıyor? “Zordaki bir Müslüman’ı yalnız bırakan da yalnızdır 

kıyamet  günü.”  demek  istiyor.  Müslüman  ne  zaman  zorda  olur?  Sadece  Afrika’da  aç  kaplanlar 

kovalarken mi veya Haçlılar Kudüs’ü işgal etmek için Anadolu’dan geçerken mi? 

 

Para kursağında yakalanmış Müslüman, ailesinin dürttüğü Müslüman, soğuktan çaresiz kalmış 



Müslüman, iftiraya uğramış Müslüman, ailesini geçindiremeyen Müslüman, evlatlarından zulüm gören 

Müslüman, anne-babası ihmal ettiği için zulüm gören çocuk herkes yardıma muhtaç demek ki. Yardıma 

muhtaç  olmak  için,  yardım  konumlu  konvoyları  ayarlamak  için,  yardım  destekleri  tertiplemek  için 



kâfirlerin ülkeler işgal etmesi gerekmiyor. Kim nerde “bir Allah’ın kulu elimden tutsa keşke” diyorsa 

orada bir yardım söz konusu demektir. O çevredeki bütün mü’minler de: “Bu insanın yerinde ben de 

olabilirdim. Aman Allah’ım!” deyip hareket etmek zorundadırlar. İşte İslam’dan söz etmek istiyoruz. 

 

Aziz Kardeşlerim, 



 

Bugün  insanlığın  kedileri,  köpekleri  bile  kanunla  koruduğu  anlayışa  güldüğümüzü  beyan 

edişimizin,  “bu  anlayışın  çok  yol  kat  etmesi  gerekir  Medine’ye  ulaşana  kadar”  diye  haykırarak 

söylediğimizin ikinci belgesi de nedir biliyor musunuz? Burada insanlığın zulüm dediği şey -her ne kadar 

bir tür cezaya tabi tutturuluyorsa da- avukatını bulan, ağzı laf yapan zalim olduğu hâlde mazlum gibi 

karşılanabiliyor  bile.  Güçlü  her  zaman  haklı  zaten!  Hem  öldürüyor,  öldürdükten  sonra  da  “savaş 

tazminatı” diye bir şey getiriyor. “Sizden dört yüz bin kişi öldürdüm. Şu kadar kurşun masrafı var. Getirin 

bunları.” diyor. “Sizi öldürmek için şu kadar çevre kirliliği oldu, onları düzeltmem lazım, şu masrafları 

devlet  olarak  karşılayın.”  diyor.  Bu  tiyatroyu,  zalim  ve  mazlumun  kim  olduğunu  anlamak  için 

seyretmeye değer alimallah. Aylarca toprak işgal ediyor. Onlardan sonra da “savaş tazminatı” diye para 

istiyor  üstelik.  Hem  öldürüyor  hem  güçlü.  Hem  zalim  hem  de  zulmün  masraflarını  istiyor.  Hikâye 

anlatmıyorum! Burnumuzun dibindeki vakıayı anlatıyorum. “On senedir senin ülkeni işgal ettim. Şimdi 

yirmi sene bu petrol benim depolarıma aksın. İşgalin masrafı oldu.” diyor. Şüphesiz böyle bir düzende 

adalet  bekleyecek  hâlimiz  yok.  Ama  biz  Peygamber  aleyhisselam  Efendimiz’in  zalimle  mazlumun 

karşılaşacağı yere dair uyarılarıyla hareket eden bir ümmetiz, elhamdülillah.  

 

Biz  evimizde  beslediğimiz  bir  koyuna  bile  eziyet  etsek,  boynuzlu  veya  boynuzsuz  o  koyunla 



karşılaşacağımız bir mahşer yerine iman ederiz. Kendi doğurduğumuz çocuğumuza bile kazara yanlış 

bir uygulamak yapsak Allah bunu zulüm kabul etse bunun hesabını soracağına iman ederiz. Çünkü bize 

buyurdu ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir zulüm davanız varsa bu dünyada bunu halledin.” 

Çünkü zulüm bu dünyada halledilmezse zalimle mazlum bu dünya da helalleşmeden giderlerse mahşer 

yerinde  bu  helallik  karşılanacak.  Nasıl  karşılanacak?  Zalimin  yaptığı  zulme  karşılık,  Allah  mazlumun 

hakkını zalimden alacak. Nasıl alacak? Sevapları varsa, yaptığı zulüm ne kadar sevaba karşılık geliyorsa 

o kadar sevabı alıp mazluma verecek. Alınacak sevabı  yoksa  bu  mazlumun  günahlarından  onun 

sırtına yüklenecek. Bu fark, doğu ile batı arasındaki kadar, beyazla siyah arasındaki kadar açık bir farktır. 

  

Ölenin kurtulduğu bir dünyada konuşuyoruz biz. Parası olanın, avukatı güçlü tutabilenin, hep 



haklı  olduğu  bir  dünyada  konuşuyoruz  biz.  Katilin  üstüne  bir  de  öldürme  parası  aldığı  bir  dünyada 

konuşuyoruz biz. Mazlumun her şeyi içine gömdüğü bir dünyada konuşuyoruz biz. Ama bizi Peygamber 

Efendimiz  sallallahu  aleyhi  ve  sellem  biraz  daha  ötelere  götürüp  kimsenin  mazlum  kalmayacağı, 

kimsenin  kimsede  hiçbir  hakkının  kalmayacağı  bir  meydanı  hatırlatarak  ikaz  ediyor.  Biz,  bunun  için 

zalim asla olamayız. Mazlumluğu kendimize yakıştıramayız. Biz, ensesi tokat vurulmak için yaratılmadık. 

Aynı şekilde, zalimin zulmünü seyredecek kadar gafil bir insan da değiliz. Elhamdülillah, ne zulmederiz 

ne zulme rıza gösteririz ne de zalime meydan salarız. Çünkü yeryüzünde adaletli, huzurlu bir hayatı, 

Allah  mü’minlerin  teminatı  altına  koymuştur.  Mü’minlerin  hayata  sahip  olması  kadar,  yeryüzü 

hükümranlığının Kur’an’a iman edenlerin elinde olması kadar bu dünyada  zulümsüz gün geçecektir. 

Bugün Irak’taki keçilerden bile kendisini sorumlu hisseden Ömer’in dünyasına muhtacız. Zaten kendi 

pasaportunu taşımayanları keçi bile görmeyenlerin elinde bu hâle gelmiş bulunuyoruz. 

 

Değerli Kardeşlerim, 




  

Sevgili  Peygamber  aleyhisselam  Efendimiz,  akşam  haber  izlemekle  yetinen,  komşusunun 

evindeki  faciaları  “kapısı  kapalı  bir  ev  ne  anlarım,  ne  karışırım  ben”  diye  kendisinden  uzak  kabul 

edenlere karşı gayet ciddi bir uyarıda bulunuyor. Buyuruyor ki: “Sizden herhangi biriniz, ipsiz sapsız bir 

adam olmasın. ‘İyilik yapana iyilik yaparım. Kötülük yapana da cevabını veririm.’ demesin.” buyuruyor. 

“İyiye iyi, kötüye kötü” doğal olarak herkesin göstereceği bir reflekstir. Siz, Ümmeti Muhammed olarak 

“İyilik  yapana,  iyilik  yapan  adam  olun.  Kötülük  yapanın  da,  kötülüğünü  engelleyen  adam  olun.” 

buyuruyor. Fark burada! 

  

“Zulmedersen sana cevap veririm” demek yanlış. İyilik yapan bir adamsan ben de sana iyilik 



yaparım. Kötülük yapmaya kalkarsan sana kötülük yaptırmam. Çünkü mü’min; canını kurtaran adam 

değildir.  Mü’min;  canlar  kurtaran  adamdır.  Mü’min  keyfini  garanti  ederek,  yeryüzünde  huzurlu  bir 

hayat hayali kuramaz. Mü’min yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak ne kendine zulmeder ne başka bir 

insana zulmeder. Ne de en büyük zalimlik olan Allah’a isyan edilmesine izin verir. Çünkü zulüm; sadece 

insanların  çocukları  dövmesi,  ülkelerin  ülkeleri  işgal  edip  şehirleri  yakması,  kadınları  sürgün  etmesi 

değildir.  Zaten  bunun  zulüm  olduğunu  herkes  anlıyor.  Yeryüzünde  bir  kere  en  büyük  zulüm  Haçlı 

ordularından önce, Moğol istilalarından önce yeryüzünde en büyük zulüm; Allah tanımamak, Allah'a 

başkaldırma  cüretinin  yayılmış  olmasıdır.  Allah'a  baş  kaldıranların  diğer  insanları  ezmekte  sakınca 

görmeyecekleri zaten besbelliydi. Bunun için biz mü'minler olarak yeryüzündeki en büyük zulüm çeşidi 

olan  Allah'a  isyanın  varlığından  rahatsız  oluruz.  Bu  isyanın  kalkması,  Allah'a  başkaldırı  zulmünün 

olmaması için mücadele ederiz, etmek zorundayız. 

 

Bir  insanın  bir  insanı  ezmesine  tahammül  edemeyiz.  Kendi  kendimize  de  zulüm  ve  işkence 



yapamayız.  Zulüm  ister  hayvana  olsun,  ister  insana  olsun,  isterse  kişi  kendine  karşı  yapmış  olsun 

zulümdür ve haramdır. Çünkü bir insan başkasının canına kast etme hakkına sahip olmadığı gibi kendi 

canına da kast etme hakkına sahip değildir. Kimse kendisinin sahibi olamaz. Biz bizim değiliz, biz Allah'ın 

kullarıyız.  Veren  Allah,  alan  Allah  olur.  Ne  başkasının  ne  de  kendimizin  canına  ve  huzuruna  kast 

edemeyiz. 

 

Kardeşlerim, 



 

Çok  üzülerek  bilmemiz  gerekiyor  ki  zulüm  dediğimiz  zaman  aklımıza  filanca  ülkenin 

zindanlarına  düşmüş,  filanca  ülkenin  semalarında  bombalanan  kardeşlerimizi  hatırlıyoruz.  Şüphesiz 

bunlar zulüm. Hem de çok ağır zulümler. Ama Peygamber’imiz sallallahu aleyhi ve sellem zulmü tarif 

ederken  kulun  kula  yaptığı  dayak  atmayı,  dövmeyi,  fiziksel  işkenceyi  zulüm  kabul  ettiği  gibi  bizim 

dikkatimizi  başka  zulüm  çeşitlerine  de  çekmektedir;  onur  kırıcı  tavırlar  da  zulümdür  ve  haramdır. 

Gıybet, onur kırıcı bir tavır olduğu için zulümdür. Kaş göz hareketiyle, el kol hareketleriyle bir insanı 

rencide etmek de zulüm çeşididir, haramdır, “Allah'ın azabı bunu yapanlar için" demiştir Kur'an'ı Kerim. 

 

Ve çok daha gözden kaçmış bir zulüm çeşidi. "Zalim ayağa kalksın bu toplumda" dendiğinde 



köpekleri kovalayanlar, kedileri döven çocuklar ayağa kaldırılıyor. "Kalksın zalimler! Zalimi tanıyalım" 

dendiğinde hep insanları karakollarda kırbaçlayanlar, zindanlara doldurup dövenler, kollarını ayaklarını 

kesenler hatırlanıyor. Hâlbuki Peygamber aleyhisselam Efendimiz: "borcunu ödemeyen de  zalimdir" 

diyor. Ayın dördünde vaat ettiğin çekin, senedin beşinci gününe taşındığında o yirmi dört saatlik süreyi 

sen zalim filanca olarak geçiriyorsun. Peygamber ilanı. Ödeme sıkışıklığı olabilir, bir gün önceden gidip 

izin isteyebilirdin. O zaman da Kur'an o izin istediğin alacaklıya "Allah da sana kolaylık sağlaması için 

sen de buna kolaylık sağla" diye ricada bulunacaktı. Ama ödeme günü gelmiş borcunu ödemiyorsun 

sana Peygamber aleyhisselam "yaptığın zulümdür" diyor.  




 

Biz  çocuk  döven,  filanca  Yahudi  askerini  zulüm  yapan  adamı  zalim  olarak  görüyoruz,  bir  de 

bakıyoruz ki Peygamber aleyhisselamın listesinde masum esnaf dediğimiz nice zalimler varmış. Mescidi 

Aksa'nın  eteklerinde  çocukları  kırbaçlayan,  döven,  kurşunlayan  ve  Allah'ın  katında  zalim  olarak 

isimlendirilenlerle  kıyamet  günü  dirilip  borcunu  ödemediği  için,  mü'mine  iftira  ettiği  için,  mü'minin 

gıybetini  yaptığı  için,  mü'mini  toplumda  hor  hâle  getirdiği  için,  mü'min  olduğu  hâlde  Kudüs 

sokaklarında  mü'min  çocuklara  zulmeden  zalim  Yahudi’nin  karakteriyle  diriltilmiş  olmak  büyük  bir 

hüsrandan başka bir şey değildir. 

 

Allah  borç  geciktirmeyi  de  zulüm  kabul  ediyor olduktan  sonra  bizim  buna  ekonomik  isimler 



bulmamız temerrüt vs. dememiz işin gerçeğini değiştirmiyor. İşte Peygamber'in ilanı ortada: "Borcunu 

geciktiren zalimdir" diyor. Zulme yeni bir pencere açmak zorundayız. Bir hakikati daha yine Peygamber 

aleyhisselamdan öğrenmek zorundayız. Zulmeden suçludur. Borcu geciktiren zalimdir. Allah bu zalimi 

niye zengin etti peki? Günü gününe borcunu ödeyen esnaflık bile yapamıyor, geciktiren, başkalarının 

malı üzerinden ticaret yürüten âbâd oluyor.  

 

Kardeşlerim, 



 

İşin hakikati öyle değil. Efendimiz aleyhisselam buyuruyor ki: "Allah zalimin ipini salar. Ona belli 

bir  mühlet  verir.  Ama  zalimi  yakaladı  mı  ya  da  verdiği  mühlet  bitti  mi  zalim  kesinlikle  kurtulamaz.” 

Demek ki zulmettiği hâlde zalimin keyfinin yerinde olması Allah'ın nazarından kaçan bir şey değil, bilakis 

zalime Allah'ın kurduğu bir tuzaktır. Hem zalim imtihan ediliyor hem de "mü'minler bu zalime karşı ne 

yapacaklar"  diye Allah onları imtihan ediyor. Çünkü Peygamber aleyhisselam Efendimiz asırlar önce 

Medine'de  "zalime karşı mazluma yardım etmeyen bir Ümmet'te hayır yoktur" diye ilan edip gitmiştir. 

Sadece  zalim  kaybetmiyor.  Mazlumun  yanında  olmayan  da  zalim  gibi  hayır  ve  bereket  kapılarını 

kapatıyor. Resûlullah bizim ümmetimizi kastederek buyuruyor ki: "eğer benim Ümmet’im de zalime 

karşı mazlumun yanında olmuyorlarsa 'yapamazsın, zulmedemezsin' diyerek zulmün bütün çeşitlerine 

karşı dik duramıyorlarsa o ümmeti salabilirsin" buyuruyor.    

 

Ne demek o ümmeti salabilirsin? Yani o ümmetin cenazeleri camilerin önüne geldiğinde “şefaat 



ya Resûlullah” demeleri, biz Ümmeti Muhammed’deniz diye afiş bastırmaları, kandil akşamları, mevlit 

kandillerini  kutlamaları  Ümmeti  Muhammed  olgusunun  içini  doldurduklarını  göstermiyor. 

Zulmetmeyen, zalimin zulmüne seyirci kalmayan ümmet, Ümmeti Muhammed’dir sallallahu aleyhi ve 

sellem. 


 

Vefatından çok az bir zaman önce ashabı kiram O’na: “Hatırlar mısın ya Resûlullah! Ta cahiliye 

döneminde, siz gençken Mekke’de toplanmış, zulme karşı bir oluşum, dernek kurmuştunuz. Hatırlıyor 

musunuz? Abdullah ibni  Cud’a’nın evinde  bir toplantı yapmıştınız, hatırlar mısın ya Resûlullah”  diye 

sorduklarında  ne  buyurdu?  Yeryüzü,  Mekke  fethedilmiş,  şirk  yeryüzünden  kaldırılmış,  Ebu  Cehil’in 

Bilâl’i kırbaçlayacağı ortam giderilmiş bir dünyada bu soru kendisine soruluyor: “Hatırlar mısın böyle 

bir faaliyet yapmıştınız ya Resûlullah?” Ne buyuruyor: “Hatırlamam mı? Hatırlarım tabi. Şimdi bile öyle 

bir oluşum olsa oraya katılırdım” buyuruyor. Hâlbuki zulüm yok dünyada artık. Allah’ın Nasr’ı gelmiş. 

Artık meleklerle yarışan insanlar dünyayı idare ediyorlar. Olsun, “zulme karşı böyle bir ortamda bile bir 

oluşum,  bir  sivil  dayanışma  ortaya  çıksa  ben  ordayım”  diyor.  Böyle  bir  Peygamber’in  ümmeti, 

haberlerden  zulüm  filmlerini  seyredemez.  O  gece  uyuyamaz.  Mü’min  o  gecenin  sabahında  kahvaltı 

yapamaz  olmalıdır.  Çünkü  Ümmeti  Muhammed’in  karakteri  sadece  zulmetmemekle  anlatılabilecek 

kısır bir karakter değildir.  



 

Zulüm yok! Mazlum adayı olmak yok! Zulmü seyretmek yok! Zalimin önünde gevşek susmak 

yok! Zulme destek olacak yanlış tavırlar çerisinde olmak yoktur!  

 

Ali bin Ebu Talip radıyallahu anhın dediği gibi: “Pasif kalıp zalimin zulmüne dayanak olmak da 



suçtur.” Mü’min ne kendisine  ne  de  çevresindekilere zulme  karşı sessiz kalmayacağını bütün dünya 

bilmelidir.  Mü’minin  değil  şamar  oğlanı  olması  kimsenin  kimseye  bir  şamar  atmasına  bile  izin 

vermeyecek karakter, güç ve otoritenin sahibi olduğunu bütün dünya bilmelidir.  

 

Kâfirlerin  bile  sığındığı  mü’min  güç  ve  otoritenin  sahibi  bir  ümmetiz  biz  elhamdülillah.  Bu 



karakteri de Allah’a imanımızdan alıyoruz. Biz konjonktürel nedenlerle değil akidevî nedenlerle böyle 

düşünüyoruz. Bu gücü bulunduğumuz coğrafyadan almadık. İman edip zihinlerimize ve yüreklerimize 

yerleştirdiğimiz akidemiz bizi bu hâle getirdi. Çünkü biz, mazlum kâfir bile olsa onun mazlumluğunun 

yanında olmayı, kâfire zulmeden kâfirin bile elinden tutmayı Resûlullah’tan öğrendik sallallahu aleyhi 

ve sellem. İman budur, mü’min budur, Müslüman budur, İslam böyle bir dindir!  

 

Bugünkü  hâlimize  göre  değil  şu  kıblesine  yöneldiğimiz  İslam’ın  Kâbe’sine,  Medine’sine  göre 



konuşmak  zorundayız.  Biz  kimsenin  kimseyi  dövmesine,  kimsenin  kimseyi  öldürmesine,  kimsenin 

kimseyi  gıybet  etmesine,  kimsenin  kimsenin  borcunu  ödememesine,  kimsenin  eşine  zulmetmesine, 

çocuğuna  zulmetmesine,  babasını  seviyesiz  görmesine,  annesine  hakaret  etmesine  dayanamaz  bir 

ümmetiz. Bize ağlayan bir ana, susmuş bir minare kadar acı verir. Bir caminin cemaatsiz kalmasıyla yaşlı 

bir  anne-babanın  çocuklarından  mahrum,  onların  ilgisinden  uzak  kalmasını,  Allah’ın  emirlerinden 

birinin  yerine  gelmiyor  olması  açısından  aynı  tutarız.  Bir  yaşlı  dede,  nene  şu  kadar  çocuğu,  torunu 

olduğu hâlde günlerdir bir evde, barakada ilgisiz duruyorlarsa bir apartman dairesine terk edildilerse 

bu Allah’ın razı olmadığı bir iş olduğu gibi bir camide ezan okundu veya okunmadı cemaat gelip imam 

efendi  ile  namaz  kılmıyorlarsa  aynı  acıyı  hissederiz.  “Camileri  doldurun”  diyen  de  Allah’tı,  “yaşlı 

annelerinizi, babalarınızı ihmal etmeyin”  diyen de  Allah’tı. Camiler filan dinsiz ülkede boş kaldı diye 

üzülüyorsun da modern modern binalarda horlanmış anaların-babaların varlığına niye üzülmüyorsun 

ki? İkisi de Allah’ın emri, ikisini de Allah soracak. Biri mahzun cami biri mahzun bir dedenin kaldığı bir 

ev.  

 

İslam hayat dini, camilerde çiçek gibi açan, evlerde solan kurumuş bir budak değil. İslam evlerde 



de  ticarethanelerde  de  sokaklarda  da  camilerde  de  Allah’ın  dini  olarak  kıyamete  kadar  bu 

kapsamlılığıyla var olacak ki bütün dinleri kuşatan İslam, önceki kitapları kuşatan Kur’an elimizde olsun. 

Böyle  bir  İslam’a  iman  ediyoruz,  böyle  bir  İslam  için hareket  ediyoruz.  Elbette bütün  kusurlarımıza, 

yanlışlarımıza, beceremeyişlerimize rağmen inşallah gelmek istediğimiz son noktamız budur, bu gaye 

için gençler yetişecekler, çocuklarımıza Kur’an’ı, Peygamber aleyhisselamı bu mantıkla öğreteceğiz ve 

bir  gün  bu  çiçek  kâinatın  her  tarafında  açacak,  evlerimiz  de  camilerimiz  gibi  Allah  dediğimiz  yerler 

olacak.  

 

Vel'hamdülillahi Rabbi’l âlemin.   



Yüklə 81,14 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə