Ölmeyi Reddeden Kral



Yüklə 0,54 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/80
tarix18.06.2018
ölçüsü0,54 Mb.
#49351
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   80

Ölmeyi Reddeden  Kral 
"Soy,  kalıtım,  kutsal  kökler,  belli  bir  gen ...  Ona  istediğin 
adı ver." 
"Tanrıların çocuklarının soyundan geldiği için bazı ölüm­
lülerde  de  olan  bir  şey mi?"  Astra konuşurken, koltuğunda 
rahatsızca kıpırdandı.  "Ve sözde tanrıların  insanlarla  evlen­
diğine dair Sümer savını destekleyecek ne var?" 
"İncil!"  dedi  Eli,  kitabı  sallayarak.  "Onun  her  sözcüğü­
ne  inanıyorum,  gerçek  anlamıyla ...  Burada,  Yaratılış  Bölüm 
Altı'da,  Tufan'dan  önce Yeryüzü'ndeki  durum  şöyle  anlatı­
lıyor: 
Ve şöyle oldu ki, 
Dünyalılar sayıca artmaya başladı 
Yeryüzü'nün üzerinde ve kız çocukları doğmaya başladı onlara, 
İnsan'ın kızlarını gördü tanrıların oğulları, uygun olduklarını, 
Ve eş seçip aldılar kendilerine onları ... 
Nefilimler 
o günlerde Yeryüzü'ndeydi ve sonrasında da, 
Dünyalıların kızlarıyla birlikte yaşarken Tanrıların oğulları, 
Ve olurken onlardan çocukları. 
Onlar Sonsuzluğun muazzam olanları, Sam'ın Halkı." 
İncil'i elinden bıraktı. "İşte, burada," dedi. Genellikle 'Dev­
ler, o günlerde Yeryüzü'ndeydi' diye çevrilen dizede, orijinal 
İbranice terimi, 
Nefilim'i 
okudum. 'Gökten Yeryüzü'ne İnmiş 
Olanlar'  anlamına gelir.  Onlar, tanrıların oğullarıydı ve  dişi 
insanlarla evlendiler. Çocukları, muazzam olanlardı; sonsuz­
luğun halkıydı: Ölümsüzlük ayrıcalığına sahip olanlardı!" 
Sağ kolu tuhaf şekilde kasıldı ve adam, onu sol eliyle tuttu. 
"Bir sorun mu var?" diye sordu Astra. 
"Hayır, hayır," dedi adam. "Bizi geçmişimize, köklerimize 
bağlayan  kutsal sözcükleri  okuyunca kontrol edilemez duy­
gulara kapıldım." 
26 


Zecharia Sitchin 
"Dinle," dedi Astra, "belki de başka bir zaman devam et­
meliyiz.  Geç  oldu ve ben  yarın işte olmak  zorundayım.  Git­
sem iyi olacak." Ayağa kalkh. 
"Hayır!"  dedi  Eli,  en  vurgulu  biçimde.  "Kalmalısın!  Bu 
gece  devam etmek zorundayız!" 
"Bu gecenin ne özelliği var? Gılgamış sergisi mi?" 
"Serginin  zamanlaması,"  dedi  Eli.  Kolu  yine  kasılmaya 
başladı ve onu yine tuttu.  "Sana söylüyorum; buna önceden 
karar verilmiş ... Lütfen, kalmak zorundasın!" 
Sesinde gizem ve sabırsızlık vardı. Astra duraksadı. 
"Lütfen,  otur,"  dedi,  kolunun  kasılması  ve  sesinin  tonu 
dinginleşen adam.  "Sana birkaç slayt göstermeme izin ver." 
Kadın  oturdu  ve  Eli,  onun  oturduğu  yerin  karşısındaki 
duvara  giderek  küçük,  beyaz  bir  ekran  çıkardı.  Sehpa  lam­
basını  söndürerek  odayı  mavimsi  loşluğuna  geri  döndürdü 
ve odanın Astra'nın arkasındaki bir köşesine gitti.  Orada bir 
slayt projektörünü çalıştırdı. Henüz gösterecek slayt olmayan 
projektörün  ışını  açıldığında, bir  an  için  odada kör edici  bir 
ışık oluştu. Hemen ardından ekrana bir slayt yansıdı: altı adet 
korunmuş sütunu gösteren, eski bir harabenin fotoğrafı. 
"Baalbek!" diye haykırdı Astra. 
"Evet; Lübnan'ın dağlarında, Sedir Ormanı'ndaki Baalbek. 
Bu, senin geldiğin yer değil mi?" 
"Evet!  Eski  harabelerin  yakınındaki  kentte  doğdum.  Ai­
lem hep orada yaşadı ... " 
Eli ekrana başka bir slayt yansıth. 
"Bu, bölgenin havadan çekilmiş bir fotoğrafı. Şimdi görü­
len kalıntılar, Roma tapınaklarına ait; Roma' da inşa edilenler­
den bile büyük. Tapınaklar, Büyük İskender ibadet edebilsin 
diye, daha önceki Yunan tapınak kalınhlarının üzerine yapıl­
mıştı. Ondan da önce, orada Fenike tapınakları yükseliyordu. 
Kral Süleyman, konuğu Saba Melikesi için alanı genişletmiş-
27 


Ölmeyi Reddeden Kral 
ti; 
daha Kudüs'te krallar bile yokken,  orada tapınaklar vardı. 
Ancak tapınaklar tapınakların yerini aldıkça, değişmeyen tek 
bir  şey  vardı:  tüm  bu  tapınakların  inşa edildiği geniş  plat­
form. Devasa taşlardan yapılmış yaklaşık dört yüz altmış beş 
bin metrekarelik bir platform ve köşelerinden birinde, dünya­
da eşi ve benzeri olmayan kocaman bir podyum!" 
"Harabelere  gitmemize  izin  verilmiyordu,"  dedi  Astra, 
yumuşak bir ses tonuyla. "Annem, babam, büyükanne ve ba­
balarım buranın kutsal olduğunu söylerlerdi. Maruni rahibi­
miz ise Düşmüş Meleklerin Evi olduğunu anlatırdı. Bu yerin, 
Tufan öncesinde devler tarafından yapıldığına dair efsaneler 
duymuştum." 
"Yani  kalıntılara  hiç  gitmedin;  geniş  platformun  üzerine 
çıkmadın?" 
"Bir kez; yalnızca bir kez. Lübnan' dan ayrılıp İngiltere' ye 
gitmeden önceydi. İçimde, beni onlara göbek bağı gibi çeken 
bir şey vardı ...  Böylece uyarılara rağmen oraya gittim.  Dağı 
tırmandım ve platformun üzerinde yürüdüm; sonra da pod­
yumun üzerine çıktım.  Orada uzun bir süre kaldım. Kuzey, 
batı ve  güney ufuk çizgilerine  kadar uzağı görebiliyordum. 
Rüzgar  saçımı havalandırıyordu ve beni  yükseklere çıkara­
cakmış,  uçuracakmış  gibi  hissediyordum,  nereye olduğunu 
bilmeden ...  Ve  o an  biliyordum;  biliyordum  ki,  bir  havayo­
lu  kabin görevlisi olarak tüm uçuşlarımda güvende olacak­
tım." 
"Trilithon'u gördün mü?" diye sordu Eli, podyumun taba­
nındaki  katmanlardan  birini oluşturan üç muazzam taş blo­
ğun görüldüğü yeni bir slayt ekrana getirirken.  "Her birinin 
ağırlığı, bin tondan fazla!" 
"Şu üç kocaman taş blok mu? Evet, daha önce çok kez gör­
düm,  müthiş  büyüklükte  başkalarını  da,"  dedi  Astra.  "Ço­
cukken  dağın  eteklerine sızardık  ve  belli  bir  uzaklıktan  dev 
28 


Zecharia Sitchin 
taşları izlerdik. .. Ama gidip vadide, hala eski taşocağında ya­
tan diğer taş bloğun üzerine hrmanmıştık." 
"Ah, 
evet,"  dedi Eli.  "Bir sonraki slaytımda."  Ekrana, bir 
bölümü  toprağa  gömülmüş,  yanlamasına  yatan  dev  bir  taş 
bloğun fotoğrafını yansıth. Üzerinde oturan adam ince, uzun 
bir buz kütlesinin üzerinde dinlenen bir sineği andırıyordu. 
"Bu dev taş blokların, vadideki taşocağından dağın tepe­
sine kadar nasıl  götürüldüklerini  çözen biri oldu  mu?"  diye 
sordu Astra. 
"Hayır," dedi Eli. "Bin tonu, hatta birçok podyum taşının 
ağırlığı olan beş yüz tonu kaldırabilen donanım, günümüzde 
bile yok. Yine de eski çağlarda birileri, bir şekilde, olanaksızı 
başardı." 
"Hıristiyan efsanelerindeki devler mi?" 
"Ve  Musevi  efsanelerindeki  ve  Yunan  efsanelerindeki ... 
İncil' de harfi harfine 'Aşağıya İnenler' diye adlandırılan o dev­
ler. Sümerliler onlara 
Anunnaki 
diyordu. Aynı anlama geliyor: 
'Gökten Yeryüzü'ne Gelenler'." 
"Gılgamış, Anunnaki'nin  gizli  bir  tüneline  girmeye  çalış­
mamış mıydı?" diye sordu Astra. "Onlar aslında kimlerdi?" 
"Tanrılar,"  dedi  Eli.  "Sümerlilerin  ve tüm eski  insanların 
tanrıları. Sümerlilerin bildirdiğine göre Yeryüzü' ne, türümüz 
henüz maymunsuyken  inmişlerdi.  İnen  ilk grubun  liderinin 
adı Enki, anlamı 'Yeryüzü' nün Lordu' idi. O, parlak bir bilima­
damıydı. Ardından üvey kardeşi Enlil indi Yeryüzü'ne.  Adı 
'gücün  efendisi'  anlamına  geliyordu;  çünkü  Anunnaki'nin 
Yeryüzü  Misyonu'nun  başına  getirilmişti.  Ardından,  üvey 
kız  kardeşleri  Ninharsag,  tıbbi  baş  görevli  olarak  aralarına 
katıldı. Farklı annelerden ancak aynı babadan, asıl gezegenle­
rinin hükümdarı Nibiru'dan olmuşlardı." 
"Bunlar yalnızca efsane," dedi Astra. "Mitoloji ... Zeus'un, 
tanrılar ve Titanlar arasındaki gökyüzü savaşlarının anlatıldı­
ğı Yunan öyküleri gibi." 
29 


Yüklə 0,54 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə