Orta çAĞ’da türk-güRCÜ MÜnasebetleriNİ ŞEKİllendiren faktörler telliOĞLU, İbrahim



Yüklə 105,68 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix15.03.2018
ölçüsü105,68 Kb.
#32018


3077

ORTA ÇAĞ’DA TÜRK-GÜRCÜ MÜNASEBETLERİNİ 

ŞEKİLLENDİREN FAKTÖRLER

TELLİOĞLU, İbrahim

*

 

TÜRKİYE/ТУРЦИЯ



ÖZET

Müslüman  Türk  unsurların  Gürcistan’a  yönelik  gaza  ve  cihat  faaliyetlerine 

karşılık Gürcülerin, Hristiyanlığın yoğurduğu millî hislerle bağımsızlığı korumaya 

çalıştığı  sırada  gün  yüzüne  çıkan  din  farklılığı  temelli çatışmalar,  Orta  Çağ’da 

Türk-Gürcü  ilişkilerini  yönlendiren  faktörlerin  başında  gelir.  diğer  taraftan 

Kıpçakların desteğiyle Selçuklu hâkimiyetine karşı yürütülen mücadelede de din 

birliği, yapılan ittifakın önemli bir sebebi olmuştur. İkinci olarak üçüncü devlet 

ve  topluluklarla  iş  birliği Türk-Gürcü  münasebetlerinin  şekillenmesinde  büyük 

rol oynamıştır. İki taraf arasında ortak menfaate dayanan yakınlaşmalar bir buçuk 

asra yakın devam ederken, Gürcistan’da iç çekişmeler de özellikle Kıpçaklarla 

ilişkilerin şekillenmesini önemli ölçüde etkilemiştir.

Anahtar Kelimeler: Türk, Gürcü, Orta Çağ, Selçuklu, Kıpçak, Harzemşah, 

Hazar, Bizans İmparatorluğu.



ABSTRACT

The Factors that Shaped Turkish-Georgian Relations in the Middle-Ages

Religious conflict, arising from religious identity motivated war and spiritual 

jihat  activities  of  Muslim  Turkish  elements  against  Georgia  and  challenge 

of  Georgians,  which  was  derived  from  their  Christian  faith  to  defend  their 

independence appear to be the major factor which shaped the Turkish-Georgian 

relations  in  the  Middle-Ages.  On  the  other  hand,  religious  ties  were  the  main 

motivation behind the alliance with Kipchaks and the support of them against the 

Seljuks sovereignty. Secondly, alliance with the third countries and communities 

also played a major role in the shaping of Turkish-Georgian relations. Reciprocal 

beneficary based-cooperation of two sides were lasted for about 150 years and 

internal  conflicts  of  Georgia  significantly  affected  the  relations  of  this  country 

particularly with the Kipchaks. 



Key Words: Turk, Georgian, Middle Ages, Seljuk, Kipchak, Khwarazmshah, 

Khazar, Byzantine Empire.

*

  Doç. Dr, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, TRABZON-



TÜRKİYE. e-posta: 

telliogluibrahim@gmail.com




3078

Türkler ve Gürcüler, MÖ VIII. asırdan beri münasebeti bulunan iki toplumdur. 

MÖ 705 civarında Orta Asya’dan Kafkasların güneyine göç eden (Minns, 1970: 

188 vd.; Tarhan, 1984: 111 vd.; Tansuğ, 1949: 535 vd.; Siharulidze vd., 1988: 42 

vd.) ve bugün elde bulunan kanıtlarla bilim dünyasında Türklerin öncülerinden 

birisi olduğu kabul edilen (Tarhan, 1979: 355-360.) Kimmerlerden itibaren Türk-

Gürcü ilişkileri de başlamıştır. Kimmerleri takiben bölgeye gelen İskitler, Urartu 

devleti’ni  yıkmış,  destekledikleri  Medlerin,  Asurluları  ortadan  kaldırmasına 

yardım etmişlerdir. Bu süreç içerisinde ortaya çıkan siyasi boşlukta, kaynaklarda 

ilk  defa  Gürcü  kabilelerinden  bahsedilmeye  başlanmıştır.  doğu  Anadolu 

bölgesinde, MÖ 665 yılından itibaren Kür ve Çoruh nehirleri arasındaki sahayı üç 

asırdan fazla bir süre yurt tutan İskitler, daha sonra bu bölgeye yerleşen, içerisinde 

Gürcü ve Ermenilerin de bulunduğu diğer unsurlar arasında eriyip giderek tarih 

sahnesinden silinmişlerdir. (Tellioğlu, 2005: 237-245.)

Anonim  Gürcü  tarihi,  Kartlis  Chovreba’daki  kayıttan,  İskit  hâkimiyetinin 

sona  ermeye  başladığı  dönemde,  Perslere  karşı  bağımsızlığını  kazanmaya 

çalışan Gürcülerin, Türklerle anlaşarak onları Meskheta şehrine yerleştirdikleri 

bilinmektedir.  (Brosset,  1849:  27-32;  Thomson,  1996:  19-23.)  Bu  eserin 

Rumyantsev  yazmasından  bölgeye  gelen  Türklerin  sayısının  yirmi  sekiz  bin 

aile  olduğu  görülmektedir.  Gürcüler,  kendilerini  İran  tahakkümünden  kurtaran 

Türklere,  yerleştikleri  kaleye  izafeten  Orbelyan  adını  vermişlerdir  ki  XII. 

yüzyıldaki Kıpçak göçüne kadar Orbelyanlar, ülkenin önde gelen aileleri arasında 

yer almıştır. (Kırzıoğlu, 1992: 19; Bala, 1997: 837.) diğer taraftan aynı kaynakta 

yer alan kayıtlardan, Orbelyanların Meskheta’da bulunduğu sırada bölgeye gelen 

Makedonyalı  İskender’in  ordularının,  MÖ  336’da,  doğuda  Hazar  denizinden 

batıda Çoruh boylarına kadar genişleyen sahada Kıpçaklarla karşılaştığı ve onların 

mukavemeti sebebiyle uzun süre bölgeyi ele geçiremediği bilinmektedir. (Brosset, 

1849: 33; Allen, 1971: 52.) Aynı şekilde, ayrıntısı bilinmemekle birlikte Ermeni 

kaynaklarından, 

III. yüzyıldan Orta Çağın başlarına kadar Türklerle Gürcülerin 

zaman  zaman  aynı  orduda  birlikte  görev  yaptıkları  anlaşılmaktadır.  (Langlois, 

1880: 115.) Son olarak VII. yüzyılın ortalarında Erzurum’un kuzeyi ile Artvin 

çevresinde  bağımsızlığını  ilan  eden,  akabinde Tiflis, Anı,  Kars  ve  çevresini  de 

topraklarına kattıktan sonra XI. yüzyılın başlarında Gürcü Krallığı’nı da ele geçiren 

(Rapp,  2000:  572-576.)  Bagratlı  ailesi  de  bu  dönemde  Ermeniler  ve  Gürcüler 

arasında yaşamaktaydı ki bu ailenin Türk kökenli olduğuna dair önemli kanıtlar 

mevcuttur. (Kırzıoğlu, 1953; 233-246) Ermeni kaynaklarındaki bilgilerden, III. 

yüzyılın  başlarına  doğru  Hazarların  ve  Hunların  bugünkü  Gürcistan’a  akınlar 

düzenlediği,  ancak  burada  tutunamayarak  Karadeniz’in  kuzeyine  çekildikleri 

görülmektedir. (Moses Khorenats’i, 1980: 211; Langlois, 1880: 115.) 

İlk  Çağ’da  Türk-Gürcü  münasebetleri  bu  seyirde  gelişirken  XI.  yüzyılın 

ortalarından Orta Çağın sonlarına kadar devam eden süreçte iki taraf arasındaki 

ilişkileri yönlendiren faktörlerin başında dinî sebepler gelir. Totemizm-naturizm 



3079

ağırlıklı  inançların  terk  edilerek  I.  yüzyılda  ülkenin  batısındaki  Kolhis’te, 

IV.  yüzyıldan  itibaren  de  Kartli  olarak  bilinen  bugünkü  Tiflis  ve  çevresinde 

Hristiyanlığın benimsemesiyle birlikte bu din, Gürcüler arasında yaygınlaşmıştır. 

Kral  Mirian’ın  (265-342)  geleneksel  Gürcü  inancının  temsilcileriyle  yaşadığı 

güç  çatışmasını  sona  erdirmek  ve  ülkesini  Pers  saldırılarından  korumak  için 

20  Temmuz  317’de  Hristiyanlığı  resmî  din  hâline  getirmesi,  aslında  bu  din 

değiştirmenin  siyasi  sebeplere  dayandığını  açıkça  göstermektedir.  Nitekim  bu 

din değişikliğinden kısa süre sonra Kral ülkenin en önemli gücü hâline gelmiştir. 

(Kılıç, 2005:  64-71.) 

diğer  yandan  V.  yüzyıldan  sonra  bağımsız  kilise  teşkilatlarını  oluşturan 

Gürcüler,  kendilerini  Bizans’tan  ayırarak  Hristiyanlığın  doğudaki  temsilciliği 

hususunda onlarla rekabete girişmişlerdir. (Tarchnisvili, 2001: 90-100; Çiloğlu, 

1993:  24.)  Bunun  bir  sonucu  olarak  din  bağını  diğer  devlet  ve  topluluklarla 

münasebetlerinde  en  önemli  unsur  olarak  gören  Gürcüler,  bölgedeki  İslam 

fetihlerine  karşı  uzun  süre  mücadele  etmişlerdir.  643’te  ülkeye  ulaşan  İslam 

ordularını  püskürtürken  645’te  yenilerek  cizye  verme  karşılığında  iki  taraf 

arasında antlaşma imzalanmıştır. 736’da tamamlanan fetihler sırasında Gürcülerin 

Araplara  uzun  süre  direndiği  kaynaklarda  yazılıdır.  (Hayyât,  2001:  188  vd.; 

Belazuri,  1987:  278  vd.,  289  vd.) Ancak  bu  çabalar  bir  sonuç  vermeyecek  ve 

VIII. yüzyılın ortalarından itibaren Tiflis’te bir Müslüman topluluğu oluşacaktır. 

(Asatrian-Margarian,  2004;  31.)  Buna  rağmen Abbasiler  döneminde  de  devam 

eden bu çekişme sırasında Gürcüler, IX. yüzyılın ortalarında isyanı bastırmak üzere 

bölgeye gönderilen hilafet ordusu hizmetindeki Türklerle mücadele ettiklerinde 

ilk kez Müslüman Türklerle karşılaşmışlardır. Abbasi-Bizans rekabeti sırasında 

Azerbaycan’da ortaya çıkan Sacoğulları hanedanı vasıtasıyla bölgedeki Gürcülerin 

Müslüman Türklerle münasebeti sürmüştür.(Yıldız, 1985: 29-51.) Ancak iki taraf 

arasındaki ilişkilerin din farklılığı temelinde şekillenmesi, Selçukluların bölgeye 

yönelmesinden sonra olacaktır.

XI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren meydana gelen Selçuklu-Gürcü savaşları 

iki  taraf  arasındaki  münasebetler  açısından  önemli  bir  kırılma  noktasıdır. 

Gürcülerin VII.-X. yüzyıllarda İslam hâkimiyetine karşı gösterdiği mukavemet 

bu kez Selçuklu hâkimiyetine mukavemet şekline dönüşmüştür. Zira bu dönem 

zarfında Abbasilerin çöküşünden doğan boşlukta İslam’ın siyasal temsilcisi hâline 

gelen Selçuklular; Kafkasların güneyi, Azerbaycan, Anadolu’ya doğru ilerlemeye 

başladığında Gürcüler de ilk kez bir Müslüman Türk devleti’nin hâkimiyeti altına 

girme  tehlikesiyle  karşı  karşıya  kalmıştı.  diğer  yandan  Selçuklularla  birlikte 

Müslüman  Türk  devlet  ve  beylikleri  Gürcüler  üzerine  gaza-cihat  akınlarını 

yoğunlaştırmaya başladığından iki taraf arasında din ayrılığı merkezli mücadele 

de hız kazanmıştır.




3080

Selçukluların  Gürcülerle  mücadelesi  1018’de  Çağrı  Bey’in  yurt  bulmak 

maksadıyla çıktığı batı seferinde olmuş ve üç bin kişilik akıncı kuvvetine karşı 

uğradıkları  mağlubiyet  Gürcüler  arasında  büyük  tedirginliğe  sebep  olmuştu. 

(Vardan, 1937: 172-178; Urfalı Mateos, 1987: 48 vd.; Grousset, 2005: 539 vd.; 

Kafesoğlu, 1943: 259-274.) Bundan sonra, bağımsızlıklarını koruyabilmek adına 

1045’ten itibaren de hem aralarındaki mezhep mücadeleleri (Bedrosian, 1985: 32 

vd.; Bedrosian, 2005: 16 vd.) hem de Kafkasya’yı ilhak etmek istemesi sebebiyle 

(Lordkipanidze, 1987: 56 vd.) ilişkilerinin bozuk olduğu Bizans İmparatorluğu’yla 

siyasi ve dini meselelerini bir kenara bırakarak onlarla iş birliği yapma yolunu tercih 

etmişlerdir. Ermenilerin de katılımıyla üçlü bir ittifak hâlini alan bu iş birliğinde 

Hristiyanlığın önemli bir tesiri bulunduğu açıktır. diğer bir deyişle Gürcüler için 

Bizans  İmparatorluğu,  Selçuklulara  göre  “kötünün  iyisi”dir.  Bu  sebeple  1047, 

1048  ve  1054  harekatlarında  Selçuklulara  karşı  Bizans’la  birlikte  mücadele 

etmişlerdir.  (Brosset,  1849:  323;  Bedrosian,  1985:  67  vd.,  95  vd.;  Bedrosian, 

2005: 22-26; Bedrosian, 1991: 112 vd.; Azimî, 1988; 8; Turan, 1996: 122 vd.; 

Honigmann, 1970; 177; Kafesoğlu, 1992: 23; Sevim, 1993: 51; Peacock, 2005; 

213.) Ancak Azerbaycan ve doğu Anadolu’daki Selçuklu ilerlemesinin bir neticesi 

olarak  1064’te  Sultan Alp Arslan  (1063-1072)  Gürcülere  yüksek  hâkimiyetini 

tanıtmıştır. Bağımsızlığın kaybedilmesi dönemin Gürcü kaynaklarından açık bir 

biçimde anlaşılacağı üzere Gürcüler arasında derin bir üzüntüye sebep olmuştur. 

Bunun  bir  neticesi  olarak  1065’te  Selçuklulara  saldırmakla  imzaladıkları 

antlaşmayı bozmuşlardır. 1067-1068’de Tiflis’ten Rustov’a kadar olan sahayı ele 

geçirerek bölgeyi yeniden kontrol altına alan Alp Arslan (1063-1072) döneminde 

Gürcüler,  Selçuklu  tabiiyetinde  yaşamışlardır. Ancak  Melikşah’ın  (1072-1092) 

başa  geçmesi  sırasında  ortaya  çıkan  taht  kavgalarından  faydalanan  Gürcüler, 

1073-1074 yıllarında Şavşat ve çevresini alarak yeniden Selçuklu hâkimiyetinden 

kurtulmaya  çalışmışlardır.  Kafkasların  güneyindeki  denetimini  kaybetmek 

istemeyen  Melikşah  ise  önce  1076’da  yeniden  Gürcülere  yüksek  hâkimiyetini 

kabul ettirirken üç yıl sonra da bölgeyi ilhak ederek sınırlarına katmıştır. Ancak 

Gürcülerin yaptıkları antlaşmaları bozarak 1080 yılına kadar üç kez isyan etmesi 

sebebiyle ülkedeki Selçuklu baskısı daha da artmış ve bu da iki taraf arasındaki 

ilişkiler açısından bir dönüm noktası olmuştur. (Hüseyni, 1943: 24 vd., 30 vd.; 

Brosset, 1849: 331 vd.; Ahmed b. Mahmud, 1977: 60-65, 76; Turan, 1980; 76 

vd.; Minorsky, 1953: 75; Lordkipanidze, 1987: 75 vd.; Bedirhan, 2000; 160, 183; 

Peacock, 2005: 214-224.) Zira o döneme kadar bugünkü Gürcistan’da Selçuklu 

varlığı sadece askerî güç ile sınırlıyken 1080’den sonra kalabalık Türkmen grupları 

ülkeye yerleşmiş ve bu da yurtlarını terk etmek zorunda kalan Gürcüler arasındaki 

Selçuklu ve onların şahsında Müslüman düşmanlığını daha da artırmıştır. Gürcü 

kaynakları bu hisleri açık bir biçimde yansıtır. (Brosset, 1849: 346 vd.; Vryonis, 

1975: 50 vd.; Özkan, 1968: 115)



3081

Gürcüler  üzerindeki  Selçuklu  hâkimiyeti  XII.  yüzyılın  ilk  çeyreğine  kadar 

devam etmiş, ileride bahsedileceği üzere bu dönemde Kıpçaklardan destek alan 

Kral IV. david (1089-1125), 1118’de başladığı harekatın neticesinde üç yıl sonra 

ülkesindeki  Selçuklu  varlığına  son  vererek  yeniden  bağımsızlığı  kazanmayı 

başarmıştır.  (Thomson,  1996:  338;  Allen,  1971:  99;  The  Georgian  Chronicle, 

1991: 23 vd., 28.) david’in elde ettiği bu başarılar Gürcüler arasında VII. yüzyılın 

ortalarından itibaren ülkelerini baskı altına alan ve Selçuklularla birlikte etkisini 

artıran İslam hâkimiyetine karşı Hristiyanlığın bir zaferi olarak kabul görmüştür. 18 

Ağustos 1121’de didgorni’de kazanılan zaferin her yıl Ağustos ayının ortalarında 

“didgoroba” bayramı olarak kutlanması (Suny, 1989: 36.) bunun bir göstergesidir.

Selçukluları  ülkesinden  çıkararak  bağımsızlık  elde  eden  Kral  david,  doğu 

ve  batıdaki  farklı  Gürcü  siyasi  teşekküllerini  birleştirip  bugünkü  Gürcistan’ın 

meydana  gelmesini  de  sağlayarak  devleti’ni  gücünün  zirvesine  ulaştırmayı 

başarmıştır. Bu siyasi gelişme içtimaî sahada da kısa sürede etkisini göstermiştir. 

Kısa  süre  öncesine  kadar  Selçukluların  yenilmez  olduğunu  düşünerek  onlara 

karşı savaşmaya cesaret edemeyen (Lordkipanidze, 1987; 88 vd.) Gürcüler, şimdi 

kendilerini  Bizans  İmparatorluğunun  yerine  koyarak  Hristiyanlığın  doğudaki 

temsilcisi  olarak  görmeye  başlamışlardır.  Yaklaşık  beş  asırdır  Müslümanlara 

karşı uğradıkları başarısızlıklar karşısında david döneminde kazanılan zaferler, 

Gürcülerde  üstünlük  duygusunun  oluşmasına  sebep  olmuştu  ki  bu  duygunun 

oluşmasında  en  önemli  sebeplerden  birisi  Hristiyanlığın  koruyucusu  oldukları 

yönündeki  inançtır.  Bu  sebeple  1121’den  sonraki  savaşlarda  Gürcülerin 

ordudaki sayısı gün geçtikçe artmaya başlamıştır. 1122’de yaklaşık dört asırdır 

Müslümanların  elindeki  Tiflis’i  ele  geçiren  (Brosset,  1849:  367)  20  Ağustos 

1124’te de altmış yıldan sonra Selçuklulardan Anı şehrini geri alan (Thomson, 

1996: 338) Gürcüler, Müslümanların elindeki kutsal yerlerini tekrar ele geçirmeye 

başladıkça dinin toplum üzerindeki gücü ve birleştiriciliği daha da artmıştır. Bu 

değişimin bir neticesi olarak bölgedeki tarihî roller değişmiş ve Gürcüler, daha 

önce ülkelerine gaza ve cihat akınları düzenleyen Türk unsurlara karşı faaliyetlere 

girişmişlerdir. 1123’te Selçuklulara, ertesi yıl da doğu Anadolu’daki Türk siyasi 

teşekküllerine karşı kazandıkları zaferler Gürcülerin dinlerini üstün kılmak için 

yaptığı  ilk  faaliyetlerdir.  david’in  elde  ettiği  zaferlerin  neticesinde  bölgedeki 

Hristiyan  unsurlar  da  Selçuklulara  karşı  Gürcülerin  etrafında  birleşmeye 

başlamıştır.  (Thomson,  1996:  338.)  Böylece  Gürcü  Krallığı,  doğu Anadolu  ve 

Azerbaycan’daki  Hristiyanlar  nezdinde  XI.  yüzyılın  ortalarındaki  Bizans’ın 

konumuna yerleşmiştir. 1124’teki galibiyetleri 1126, 1154, 1161, 1174 ve 1175 

zaferleri takip etmiştir. (İbnu’l-Ezrak, 1992: 34 vd., 114 vd., 140, 168 vd., 181; 

Urfalı  Mateos,  1987:  268,  284  vd.;  Brosset,  1849:  365  vd.,  385  vd.,  456  vd.; 

Azimî, 1988: 53; İbnü’l Esîr, 1991: 164, 228 vd., Thomson, 1996: 331 vd. 338; 

Hüseyni, 1943: 94, 100, 110 vd., 120; Ahmed b. Mahmud, 1977: 90, 104, 112-

116).  Elde  edilen  bu  başarı  ve  oluşan  üstünlük  duygusunun  bir  neticesi  olarak 




3082

o zamana kadar “Kartli Kralı”, “Abhaz Kralı” gibi bölgesel unvanlar kullanan 

Gürcü  Kralları,  adlarının  önüne  dinî  semboller  de  koyarak  “Tanrı’nın  inayeti 

ile  Abhaz,  Kartli,  Ran  ve  Someh’lerin  kralı,  Şirvanşah  ve  şâhenşâh”  unvanını 

kullanmaya başlamışlardır. (Bala, 1997: 840.) Paralarının üzerine “Mesihin kılıcı” 

veya “Mesihin taraftarı” ibareleri yer alan Gürcülerin Hristiyan dünyası içerisinde 

de  prestiji  önemli  ölçüde  artmıştır.  (Lang,  1997:  101  vd.)  Kraliçe  Tamara 

(1184-1213)  dönemine  gelindiğinde  ise  çevredeki  Müslüman-Türk  unsurlara 

karşı  kurduğu  üstünlük  bariz  bir  hale  gelen  Gürcüler,  1195’ten  itibaren  Çoruh 

boylarındaki topraklarına girdikleri (Berdzenişvili-Canaşia, 2000: 153.) Türkiye 

Selçuklularını 1202’de mağlup ettikten (Brosset, 1849: 456 vd.; Aksarayî, 2000: 

24)  sonra  1205-1209  arasında  her  yıl  doğu Anadolu’daki  ve Azerbaycan’daki 

Türk  siyasi  teşekküllerine  karşı  önemli  başarılar  kazanmışlardır.  (Allen,  1971: 

107; İbnü’l Esîr, 1991: 207, 232; Bedirhan, 2000: 259.) Bu büyümenin bir neticesi 

olarak Gürcülerin yanı sıra çeşitli Hristiyan topluluklarca da dinin koruyucusu 

kabul  edilen  Tamara  döneminde  Gürcistan’daki  din-siyaset  ilişkileri  yeni  bir 

çehreye bürünmüştür. Kilisenin kutsadığı krallığın başında bulunan Kraliçe, bu 

desteğin karşılığında ülkesinin her yanında, adeta Bizans’la rekabet edecek kilise 

ve manastırlar inşa ettirmiştir. (Eastmond, 1998: 99-181.) Böylece ülkede dinin ve 

kilisenin nüfuzu daha da artmış, eğitimi tekeline alan kilise ekonomik bakımdan 

da büyük imtiyazlar elde etmeyi başarmıştır. (Lang, 1997: 104 vd.)

Gürcülerin  çevresindeki Türk  unsurlara  kurduğu  üstünlük  XIII.  yüzyılın  ilk 

çeyreğine  kadar  devam  etmiştir.  Moğolların  önünden  çekilerek  Azerbaycan’a 

gelen Celaleddin Harzemşah’ın Gürcüler üzerine düzenlediği seferlerle birlikte 

iki taraf arasındaki din farklılığına dayanan mücadele yeniden hız kazanmıştır. 

1225’de  başlayan  akınlar  neticesinde  Mart  1226  başlarında  bir  asırdan  fazla 

süredir  elinde  tuttukları  Tiflis’i  kaybeden  Gürcüler  Celaleddin  Harzemşah’la 

yaptıkları  mücadeleyi  kaybederek  Abhazya’ya  kadar  olan  bölgeyi  boşaltmak 

zorunda  kalmışlardır.  (Nesevi,  1934:  70-77;  Cüveynî,  1988:  354-358;  Gümüş, 

2006: 155-173.) 1229’da güçlü bir ordu toplayarak bu hâkimiyete son vermek 

isteseler  de  buna  muvaffak  olamamışlardır.  dönemin  Gürcü  kaynaklarında, 

Harzemşahlar  vesilesi  ile  yeniden  Müslüman  hâkimiyetine  girmenin  verdiği 

rahatsızlık açıkça belli olmaktadır. (Brosset, 1849: 502 vd.) Nihayet Celaleddin 

Harzemşah’ın 1230 Yassıçemen savaşında mağlup olduktan sonra gücünü önemli 

ölçüde kaybetmesi (İbn Bibi, 1996: 394-410) ve 1231’de Moğollara yenildikten 

kısa  süre  sonra  da  hayatını  yitirmesiyle  (Nesevi,  1934:  155  vd.)  Gürcüler 

tekrar bağımsızlığını kazanacaktır. Ancak bu durum uzun sürmeyecek, 1232’de 

ülkesine  gelen  Moğolları  Türkiye’ye  yönlendiren  Kraliçe  Rusudan  (1223-

1245)  bu  hareketinin  bedelini  ağır  bir  biçimde  ödeyecektir.  Zira  Sivas’a  kadar 

olan bölgeyi yağmalayan Moğolların, Gürcü Kraliçesi’nin tavsiyesiyle ülkesine 

yöneldiğini öğrenen Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad (1220-1237) aynı yıl 

Emir Kemaleddin komutasındaki bir orduyu Gürcistan’a göndermiş ve bu ordu 



3083

kırka yakın kaleyi kısa sürede ele geçirerek başkente doğru yürüyüşe geçmiştir. 

Bu orduya karşı duramayacağını anlayan Rusudan barış talebinde bulunmuş, bu 

talebi kabul edilince de Türkiye Selçuklularının yüksek hâkimiyetini tanımıştır. 

(İbn Bibi, 1996: 421 vd.) Ancak aynı yıl Moğolların Gürcistan’a hâkim olmaya 

başlamasıyla bu bağ sona erecektir.

1232’de  başlayan  Moğol  hâkimiyetinden  İlhanlıların  gerilemeye  başladığı 

dönemde, XIV. yüzyılın ortalarına doğru bağımsızlığını yeniden kazanan Gürcüler 

bu  konumu  uzun  süre  muhafaza  edemeyecek  ve  1387-1403  arasında  altı  kez 

Gürcistan’a sefer düzenleyen Timur’un bölgedeki faaliyetleri neticesinde yeniden 

bir Türk-İslam teşekkülüne bağlanmak zorunda kalacaktır. (Brosset, 1831: 1 vd.) 

Timur’un bölgeden çekilmesini müteakip I. Aleksander (1412-1442) zamanında 

bağımsızlığını  kazanan  Gürcü  Krallığı  İstanbul  fethedildiği  sırada,  İran  ve 

Azerbaycan’da ortaya çıkan Akkoyunlulara vergi vererek yeniden bir Türk-İslam 

siyasi teşekkülünün himayesinde varlığını sürdürmekteydi. (Bala, 1997: 841.)

Gürcülerin  din  farklılığı  sebebiyle  Müslüman  Türk  unsurlarıyla  ilişkileri 

yaklaşık  dört  asır  boyunca  bu  seyirde  devam  ederken,  Hristiyanlık  bağıyla, 

bir  tarihçinin  deyimiyle  XI-XIV.  yüzyılda  Gürcistan’a  gelen  göçebe  Türkler 

içerisinde  Gürcülerle  yakınlaşan  tek  unsur  olan  (Margarian,  2001:  76.) 

Kıpçaklar  gelmektedir.  don-Kuban  boylarında  XII.  yüzyılın  başlarından 

itibaren Hristiyanlığı kabul etmeye başlayan Kıpçakların lideri, Gürcü Kralı IV. 

david’in kayınpederi olan Atrak’tı. 1103’ten 1116’ya kadar Ruslarla yaptıkları 

savaşlarda  yenilen  (Golden,  2002:  233.)  Kıpçaklar,  1118’de  david’in  davetini 

kabul ederek Gürcistan’a gitmeye karar vermiştir. daryal geçidini aşarak Atrak 

önderliğinde  Abhazya’dan  güneye  doğru  inmeye  başlayan  kırk  bin  ailelik  bu 

grupla önce düzenli bir ordu kurarak iç birliğini sağlayan (Lordkipanidze, 1987: 

89  vd.)  david,  onların  desteğiyle  yukarıda  bahsedildiği  üzere  Selçukluları 

ülkeden çıkartıp bağımsızlığını kazanmıştır. (Brosset, 1831: 365-369; Thomson, 

1996:  327-334;  The  Georgian  Chronicle,  1991:  23-28;  Urfalı  Mateos,  1987: 

268; İbnu’l-Ezrak, 1992: 35.) Kıpçaklar, bu hizmetlerinin karşılığında   Kakheti-

Hereti gibi Gürcistan’ın çeşitli kesimlerini yurtluk olarak almışlardır. Kısa sürede 

tamamen  Hristiyanlığı  benimseyen  ve  Gürcüce  öğrenen  (Lordkipanidze,  1987: 

90.)  bu  grupla  Gürcüler  arasındaki  ilişkiler  XIII.  yüzyılın  ilk  yarısındaki  bazı 

hadiseler dışında hep dostluk çizgisinde devam etmiştir. Hatta bir Gürcistan tarihi 

uzmanına göre bugün her üç Gürcüden birisi Kıpçak antropolojik özelliklerine 

sahiptir (Lang, 1997: 18.) ki bu da iki taraf arasındaki kaynaşmanın önemli bir 

delili olarak görülebilir. Böylece dinî farklılık sebebiyle Selçuklularla bir asırdır 

mücadele eden Gürcüler, Hristiyanlığı benimseyen diğer bir Türk topluluğunun 

yardımıyla ülkelerini İslâm hâkimiyetinden kurtarmak üzere harekete geçmiştir. 

Bu da uzun bir süredir devam eden çekişmenin aslında bir Türk-Gürcü mücadelesi 

değil, bir din çatışması olduğunu göstermektedir.



3084

Türk-Gürcü münasebetlerinin şekillenmesinde, üçüncü devlet ve topluluklarla 

kurulan ilişkiler de önemli bir yer tutmaktadır. Bunun ilk açık örnekleri, yukarıda 

açıklandığı  üzere  Gürcü-Bizans  yakınlaşmasıyla  ortaya  çıkar.  XI.  yüzyıl 

başlarından itibaren dinî ve siyasi sebeplerden dolayı Gürcüleri itaat altına alıp 

ülkelerini ilhak etmeye çalışan Bizans İmparatorluğu, Selçuklu tehlikesine karşı 

bu politikadan vazgeçip Gürcüleri yanına çekerek Türkmenlere karşı kendileriyle 

birlikte mücadele etmelerini sağlamıştır. Gürcülerin uzun bir süre Müslüman Türk 

unsurlara mukavemet etmesinde bu yakınlaşma önemli bir yer tutar. Benzer bir 

münasebet, Gürcistan’a yerleşen Kıpçaklarla Harzemşahlar ve Moğollar arasında 

da  kurulmuştur.  Celaleddin  Harzemşah  Gürcistan  üzerine  akınlar  yapmaya 

başladığında, 1227’den itibaren Gürcü ordusundaki Kıpçakların bir kısmı onun 

safına geçmiştir. (Cüveynî, 1988: 362 vd.) Bu, Kıpçaklarla Gürcüler arasındaki ilk 

önemli ayrılıktır. Bu tarihten kırk yıl sonra, ülkenin batısını yurt tutan Kıpçaklar, 

İlhanlılarla iş birliği yaparak Ahıska-Furtuna deresi arasını ikta almış, İlhanlılara 

tâbi olmak suretiyle burada Gürcülerden bağımsız hareket etmeye başlamışlardır. 

(Kırzıoğlu, 1992: 148-181.) Böylece XII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ortaya 

çıkan Kıpçak-Gürcü ayrılığı, 1267’den itibaren Gürcistan’ın batı kesiminde ayrı 

bir siyasi teşekkülün meydana gelmesine zemin hazırlamıştır.

Türk-Gürcü ilişkilerinin tarihî gelişimini şekillendiren diğer önemli bir faktör, 

ortak menfaate dayalı iş birliğidir. Bu ittifakın ilk tezahürü askerî alanda kendisini 

göstermiştir. Girişte bahsedildiği üzere ilk Çağ’dan itibaren iki taraf arasındaki 

münasebetlerin yönünün belirlenmesinde bu iş birliği mühim bir yer tutmuş ve 

XI. yüzyılın ortalarına kadar da önemini kaybetmemiştir. Ortak menfaate dayanan 

bu  iş  birliği,  İslam  ordularının  Kafkasların  güneyine  yayılmasını  istemeyen 

Gürcülerin  Hazarlarla  iş  birliği  yapmasında  açık  bir  biçimde  görülebilir.  V. 

yüzyılın ortalarında başlayıp üç asır boyunca devamlı surette birbiriyle mücadele 

eden (Belazuri, 1987: 278; Thomson, 1996: 161-172; Kuzgun, 1993: 53; Gumilëv, 

2003: 246-252; Artamonov, 2004: 110; Grousset, 2005: 295; Golden, 2002: 197.) 

bu  iki  topluluk,  VIII.  yüzyılın  sonlarında  Müslüman  Araplara  karşı  iş  birliği 

yapmışlardır.  (Gumilëv,  2003/2:  73  vd.) Aynı  şekilde  Selçuklulara karşı  Gürcü 

ve Alanların 1065’te ittifak yaptığı bilinmektedir. (Hüseyni, 1943: 30; Minorsky, 

1953: 75.)

Türkler ve Gürcüler arasındaki ortak menfaate dayanan iş birliğinin hayata 

geçirilmesinde ekonomik sebepler de önemli yer tutar. Bu ortaklığın ciddî bir sebep 

olarak ortaya çıkışı XII. yüzyılın başlarına dayanır. Bahse konu dönemde ülkenin 

Selçuklu kontrolünde olması sebebiyle Gürcüler belirli bölgelere toplanmış, geri 

kalan  büyük  kısmı  yaylak-kışlak  hayatını  sürdüren  Türkmenler  ele  geçirmiş, 

dolayısıyla halkın gelir seviyesi de oldukça düşmüştü. (Brosset, 1831: 346 vd.; 

Vryonis, 1975: 283 vd.) 

1120’li yıllarda Kıpçakların ülkeye göç edip Selçukluları 

çıkarmasıyla birlikte ekonomik hayatta büyük bir canlanma görülmüş, bu sırada 

ıssız olan özellikle Türkiye’ye yakın batı kesimi de bu Türk topluluğu tarafından 



3085

şenlendirilmişti.  (Allen,  1971:  99.)  Bu  gelişmenin  bir  neticesi  olarak  Kraliçe 

Tamara döneminde Gürcülerin zenginliği çevredeki unsurlarla kıyaslanamayacak 

derecede artmıştı. (Özkan, 1968: 84; Çiloğlu, 1993: 48.) 

Türk-Gürcü  ilişkilerini  belirleyen  unsurlardan  birisi  de  Gürcistan’da  ortaya 

çıkan iç mücadeleler sonucu meydana gelen siyasi rekabettir. İki taraf arasındaki 

ilk  ciddi  çekişme  Kral  I.  Giorgi  (1156-1184)  döneminde  yaşanmıştır.  1177’de 

Orbelian ailesinin başı çektiği soylular, prens demna’yı tahta çıkarmak suretiyle 

idareye el koymak için harekete geçtiklerinde, Kral, Kıpçakların yardımıyla isyanı 

bastırmış ve görevd.en aldığı Gürcü asilzadelerinin yerine Kubasar, Kutlu Arslan 

gibi Kıpçak önderlerini getirmiştir. (Suny, 1989; 37; Berdzenişvili-Canaşia, 2000: 

147  vd.)  Bu  görev  değişikliğine  sessiz  kalan  Gürcü  soyluları,  Kraliçe  Tamara 

devrinde  kaybettikleri  mevkileri  geri  almak  üzere  harekete  geçerek  Kubasar’ı 

ve  hazineden  sorumlu  Kutlu  Arslan’ı  görevlerinden  aldırmayı  başarmışlardır. 

(Brosset,  1831:  407  vd.)  Ancak  ülkedeki  bu  Kıpçak  aleyhtarı  faaliyetler  kısa 

süre sonra iki taraf arasındaki münasebetlerin bozulmasına yol açmış ve Kubasar 

önderliğindeki  Kıpçaklar,  Gürcistan’ı  terk  ederek  kuzeydoğu  Anadolu’ya  göç 

etmiştir. (Bilgin, 2000: 86; Tellioğlu, 2007: 147.)



Sonuçta,  Orta  Çağ’da  Türk-Gürcü  ilişkilerinin  şekillenmesinde  dinî 

farklılıktan doğan mücadelenin büyük yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Selçuklularla 

birlikte Müslüman Türk devlet ve beyliklerinin gaza/cihat inancıyla Gürcistan’ı 

fethetmeye yönelik faaliyetlerine karşılık olarak, Hristiyanlıkla güçlenmiş Gürcü 

milliyetçiliğinin  bağımsızlığı  korumayı  amaçlayan  direnişi,  iki  taraf  arasında 

yaklaşık iki asır süren mücadeleye dinî bir mahiyet kazandırmıştır. Orta Çağda 

milliyet anlayışının din esasına göre belirlendiği göz önünde bulundurulursa, bu 

mücadelenin iki millet arasındaki bir düşmanlıktan ziyade çağa damgasını vuran 

ve  Haçlı  seferlerinde  en  açık  örneği  görülen  dinî  çekişmenin  sonucu  olduğu 

açıkça  anlaşılabilir.  Nitekim  Hristiyan  Kıpçaklarla  yaptıkları  iş  birliğinden, 

Gürcülerin  Türklere  karşı  düşmanlık  beslemediği,  aynı  medeniyet  dairesinde 

oldukları  müddetçe  iki  taraf  arasındaki  münasebetlerin  dostça  sürdürülebildiği 

görülmektedir.  Müslüman Araplara  karşı  Hazarlarla  yaptıkları  ittifak  ve  david 

döneminde ülkenin bir bayrak çatısı altında toplanıp büyük Gürcü Krallığı’nın 

kuruluşunda Kıpçakların askerî, siyasi ve ekonomik destekleri, iki tarafın ortak 

menfaatler  etrafında  birbiriyle  dayanışma  içinde  olabileceğinin  Orta  Çağdaki 

örnekleridir.

KAYNAKÇA

Ahmed b. Mahmud, (1977), Selçuk-name, I-II (Nşr.: E. Merçil), İstanbul.

Aksarayî,  Kerîmüddin  Mahmud-i,  (2000),  Müsâmeretü’l-Ahbâr (Nşr.:  M. 

Öztürk), Ankara.




3086

Allen, W. E. d., (1971), A History of the Georgian People, London.

Artamonov, İ., (2004), Hazar Tarihi (Nşr.: A. Batur), İstanbul.

Asatrian,  Garnik-Hayrapet  Margarian,  (2004),  “The  Muslim  Community  of 

Tiflis (8

th

-19



th 

Centuries”, Iran and the Caucasus, 8 (1), 29-52.

Azimî, (1988), Azimî Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler (Nşr.: A. Sevim), 

Ankara.


Bedirhan, Yaşar, (2000), Selçuklular ve Kafkasya, Konya.

Bedrosian, Robert, (1985), Aristakes Lastivertc’i’s History, New York.

-----, (1991), Juansher’s Concise History of the Georgians, New York.

-----, (2005), Smbat Sparapet’s Chronicle, New Jersey.

Belazuri,  Ahmed  b.  Yahya  b.  Cabir,  (1987),  Fütuhu’l  Büldan (Nşr.:  M. 

Fayda), Ankara.

Berdzenişvili, Nikoloz-Simon Canaşia, (2000), Gürcüstan Tarihi (Nşr.: H. 

Hayrioğlu), İstanbul.

Bilgin, Mehmet, (2000), Doğu Karadeniz, Trabzon.

Brosset, M., (1831), Chronique Georgienne, Paris.

-----, (1849), Histoire de la Georgie, I, Saint-Petersburg.

Cüveynî,  Alaaddin  Ata  Melik,  (1988)  Tarih-i  Cihan  Güşa,  I,  (Nşr.:  M. 

Öztürk), Ankara.

Çiloğlu, Fahrettin, (1993), Gürcülerin Tarihi, İstanbul.

Eastmond,  Anthony,  (1998),  Royal  Imagery  in  Medieval  Georgia

Pennsylvania.

Golden,  Peter,  (2002),  Türk  Halkları  Tarihine  Giriş (Nşr.:  O.  Karatay), 

Ankara.


Grousset, René, (2005), Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi (Nşr.: S. 

dolanoğlu), İstanbul.

Gumilëv, L. N., (2003), Eski Türkler (Nşr.: A. Batur), İstanbul.

-----, (2003/2), Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, I, (Nşr.: A. Batur), 

İstanbul.

Gümüş, Nebi, (2006), “Celâleddin Harizmşah’ın Gürcistan Seferleri”, Ekev 



Akademi Dergisi, 10 (29), 155-178.

Halife b. Hayyât, (2001), Tarihu Halife b. Hayyât (Nşr.: A. Bakır), Ankara.




3087

Honigmann, Ernst, (1970), Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (Nşr.: F. Işıltan), 

İstanbul.

Hüseyni,  Sadruddin  Ebu’l-Hasan Ali  ibn  Nasır  ibn Ali,  (1943),  Ahbâr  üd-



Devlet is-Selçukiyye, (Nşr.: N. Lugal), Ankara.

İbn Bibi, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’feri er-Rugadi, (1996), El 



Evamirü’l Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye, I-II (Nşr.: M. Öztürk), Ankara.

İbnü’1-Esir, Ebu’l-Hasan İzzeddin Ali b. Ebi’l-Kerem Muhammed el-Cezerî, 

(1991), El-Kâmil fî’t-TarihXI (nşr. A. Özaydın), İstanbul.

İbnu’l-Ezrak, Ahmed b. Yusuf b. Ali, (1992), Meyyâfârikîn ve Âmid Tarihi 

(Nşr.: A. Savran), Erzurum.

Janssens, Emile, (1969), Trebizonde en Colchide, Bruxelles.

Kafesoğlu, İbrahim, (1943) “doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını (1015-1021) 

ve Tarihî Ehemmiyeti”, Fuat Köprülü Armağanı, İstanbul, 259-274.

-----, (1992), Selçuklu Tarihi, İstanbul.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin, (1953), Kars Tarihi, I, İstanbul.

-----, (1992), Yukarı Kür ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar, Ankara.

Kuzgun, Şaban, (1993), Hazar ve Karay Türkleri, Ankara. 

Lang, david Marshall, (1997) Gürcüler (Nşr.: N. domaniç), İstanbul. 

Langlois, Victor, (1880), Collection des Historiens Anciens et Modernes de 



l’Armenie, I, Paris.

Lordkipanidze, Mariam, (1987), Georgia in the XI-XII. Centuries, Tbilisi.

Margarian,  Hayrapet,  (2001),  “The  Nomads  and  Ethnopolitical  Realities  of 

Transcaucasia in the 11

th

-14


th

 Centuries”, Iran & the Caucasus, 5, 75-78.

Minns, E.H, (1970), “The Scythiens and Northern Nomads”, The Cambridge 

Ancient History III, Cambridge, 187-205.

Minorsky, V., (1953), Studies in Caucasian History, London.

Moses Khorenats’i, (1980), History of the Armenians (Nşr.: R. W. Thomson), 

London.


Müverrih Vardan, (1937), “Türk Fütuhatı Tarihi” (Nşr.: H. d. Andreasyan), 

Tarih Semineri DergisiI-II, İstanbul, 153-255.

Nesevi, Şehabeddin Ahmed, (1934), Celalüttin Harezemşah (Nşr.: N. Asım), 

İstanbul.



3088

Peacock, Andrew C. S., (2005), “Nomadic Society and the Seljuk Campaigns 

in Caucasia”, Iran and the Caucasus, 9 (2), 205-230.

Özkan, Ahmet, (1968), Gürcüstan, İstanbul.

Rapp, Stephen H., (2000), “Sumbat davitis-dze and the Vocabulary of Political 

Authorithy  in  the  Era  of  Georgian  Unification”,  Journal  of  the  American 



Oriental Society, 120 (4), 570-576.

Sevim, Ali, (1993), Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara. 

Siharulidze,  Yuri,  vd.  (1988),  Doğu  Karadeniz  Halklarının  Tarih  ve 

Kültürleri (nşr. H. Hayrioğlu), İstanbul.

Suny, Ronald Grigor, (1989), The Making of the Georgian Nation, London.

Tansuğ,  Kadriye,  (1949),  “Kimmerlerin Anadolu’ya  Gelişleri  ve  MÖ  7’nci 

Yüzyılda Asur devleti’nin Anadolu ile Münasebetleri, AÜDTCFD, 7 (4), 535-

550. 

Tarhan,  M.Taner,  (1979),  “Eski  Çağ’da  Kimmerler  Problemi”,  VII.  Türk 



Tarih Kongresi (Ankara 11-15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, III

Ankara, 355-369.

-----, (1984), “Eski Anadolu Tarihinde Kimmerler”, Eski Eserler ve Müzeler 

Genel Müdürlüğü I. Araştırma Sonuçları Toplantısı (İstanbul 23-26 Mayıs 

1983) Bildirileri, Ankara, 109-120.

Tarchnisvili,  Michael,  (2001),  “The  Origin  and  development  of  the 

Ecclesiastical Autocephaly of Georgia”, Greek Ortodox Theological Rewiew

46 (1-2), 89-111.

Tellioğlu,  İbrahim,  (2005),  “Kimmer  ve  İskit  Göçlerinin  doğu  Anadolu 

Bölgesindeki Etkileri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü 



Dergisi, 27, 237-245.

-----, (2007), Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler

Trabzon.

The  Georgian  Chronicle,  (1991),  The  Georgian  Chronicle  The  Period  of 



Giorgi Lasha (nşr. S. Qaukhchishvili-K. Vivian), Amsterdam.

Thomson, Robert W., (1996), Rewriting Caucasian History, Oxford.

Turan, Osman, (1980), Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul.

-----, (1996) Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul.



Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-

1162), (1987), (Nşr.: H. d. Andreasyan), Ankara.


3089

Vryonis,  Speros,  (1975),  Nomadization  and  Islamization  in Asia  Minor

dumbarton.

Yıldız,  Hakkı  dursun,  (1985),  “10. Yüzyılda  Türk  Ermeni  Münasebetleri”, 



Tarih  Boyunca  Türklerin  Ermeni  Toplumu  İle  İlişkileri  Sempozyumu 

(Erzurum 8-12 Ekim 1984), Ankara, s. 29-51.

     


3090

Yüklə 105,68 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə