3077
ORTA ÇAĞ’DA TÜRK-GÜRCÜ MÜNASEBETLERİNİ
ŞEKİLLENDİREN FAKTÖRLER
TELLİOĞLU, İbrahim
*
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
Müslüman Türk unsurların Gürcistan’a yönelik gaza ve cihat faaliyetlerine
karşılık Gürcülerin, Hristiyanlığın yoğurduğu millî hislerle bağımsızlığı korumaya
çalıştığı sırada gün yüzüne çıkan din farklılığı temelli çatışmalar, Orta Çağ’da
Türk-Gürcü ilişkilerini yönlendiren faktörlerin başında gelir. diğer taraftan
Kıpçakların desteğiyle Selçuklu hâkimiyetine karşı yürütülen mücadelede de din
birliği, yapılan ittifakın önemli bir sebebi olmuştur. İkinci olarak üçüncü devlet
ve topluluklarla iş birliği Türk-Gürcü münasebetlerinin şekillenmesinde büyük
rol oynamıştır. İki taraf arasında ortak menfaate dayanan yakınlaşmalar bir buçuk
asra yakın devam ederken, Gürcistan’da iç çekişmeler de özellikle Kıpçaklarla
ilişkilerin şekillenmesini önemli ölçüde etkilemiştir.
Anahtar Kelimeler: Türk, Gürcü, Orta Çağ, Selçuklu, Kıpçak, Harzemşah,
Hazar, Bizans İmparatorluğu.
ABSTRACT
The Factors that Shaped Turkish-Georgian Relations in the Middle-Ages
Religious conflict, arising from religious identity motivated war and spiritual
jihat activities of Muslim Turkish elements against Georgia and challenge
of Georgians, which was derived from their Christian faith to defend their
independence appear to be the major factor which shaped the Turkish-Georgian
relations in the Middle-Ages. On the other hand, religious ties were the main
motivation behind the alliance with Kipchaks and the support of them against the
Seljuks sovereignty. Secondly, alliance with the third countries and communities
also played a major role in the shaping of Turkish-Georgian relations. Reciprocal
beneficary based-cooperation of two sides were lasted for about 150 years and
internal conflicts of Georgia significantly affected the relations of this country
particularly with the Kipchaks.
Key Words: Turk, Georgian, Middle Ages, Seljuk, Kipchak, Khwarazmshah,
Khazar, Byzantine Empire.
*
Doç. Dr, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, TRABZON-
TÜRKİYE. e-posta:
telliogluibrahim@gmail.com
3078
Türkler ve Gürcüler, MÖ VIII. asırdan beri münasebeti bulunan iki toplumdur.
MÖ 705 civarında Orta Asya’dan Kafkasların güneyine göç eden (Minns, 1970:
188 vd.; Tarhan, 1984: 111 vd.; Tansuğ, 1949: 535 vd.; Siharulidze vd., 1988: 42
vd.) ve bugün elde bulunan kanıtlarla bilim dünyasında Türklerin öncülerinden
birisi olduğu kabul edilen (Tarhan, 1979: 355-360.) Kimmerlerden itibaren Türk-
Gürcü ilişkileri de başlamıştır. Kimmerleri takiben bölgeye gelen İskitler, Urartu
devleti’ni yıkmış, destekledikleri Medlerin, Asurluları ortadan kaldırmasına
yardım etmişlerdir. Bu süreç içerisinde ortaya çıkan siyasi boşlukta, kaynaklarda
ilk defa Gürcü kabilelerinden bahsedilmeye başlanmıştır. doğu Anadolu
bölgesinde, MÖ 665 yılından itibaren Kür ve Çoruh nehirleri arasındaki sahayı üç
asırdan fazla bir süre yurt tutan İskitler, daha sonra bu bölgeye yerleşen, içerisinde
Gürcü ve Ermenilerin de bulunduğu diğer unsurlar arasında eriyip giderek tarih
sahnesinden silinmişlerdir. (Tellioğlu, 2005: 237-245.)
Anonim Gürcü tarihi, Kartlis Chovreba’daki kayıttan, İskit hâkimiyetinin
sona ermeye başladığı dönemde, Perslere karşı bağımsızlığını kazanmaya
çalışan Gürcülerin, Türklerle anlaşarak onları Meskheta şehrine yerleştirdikleri
bilinmektedir. (Brosset, 1849: 27-32; Thomson, 1996: 19-23.) Bu eserin
Rumyantsev yazmasından bölgeye gelen Türklerin sayısının yirmi sekiz bin
aile olduğu görülmektedir. Gürcüler, kendilerini İran tahakkümünden kurtaran
Türklere, yerleştikleri kaleye izafeten Orbelyan adını vermişlerdir ki XII.
yüzyıldaki Kıpçak göçüne kadar Orbelyanlar, ülkenin önde gelen aileleri arasında
yer almıştır. (Kırzıoğlu, 1992: 19; Bala, 1997: 837.) diğer taraftan aynı kaynakta
yer alan kayıtlardan, Orbelyanların Meskheta’da bulunduğu sırada bölgeye gelen
Makedonyalı İskender’in ordularının, MÖ 336’da, doğuda Hazar denizinden
batıda Çoruh boylarına kadar genişleyen sahada Kıpçaklarla karşılaştığı ve onların
mukavemeti sebebiyle uzun süre bölgeyi ele geçiremediği bilinmektedir. (Brosset,
1849: 33; Allen, 1971: 52.) Aynı şekilde, ayrıntısı bilinmemekle birlikte Ermeni
kaynaklarından,
III. yüzyıldan Orta Çağın başlarına kadar Türklerle Gürcülerin
zaman zaman aynı orduda birlikte görev yaptıkları anlaşılmaktadır. (Langlois,
1880: 115.) Son olarak VII. yüzyılın ortalarında Erzurum’un kuzeyi ile Artvin
çevresinde bağımsızlığını ilan eden, akabinde Tiflis, Anı, Kars ve çevresini de
topraklarına kattıktan sonra XI. yüzyılın başlarında Gürcü Krallığı’nı da ele geçiren
(Rapp, 2000: 572-576.) Bagratlı ailesi de bu dönemde Ermeniler ve Gürcüler
arasında yaşamaktaydı ki bu ailenin Türk kökenli olduğuna dair önemli kanıtlar
mevcuttur. (Kırzıoğlu, 1953; 233-246) Ermeni kaynaklarındaki bilgilerden, III.
yüzyılın başlarına doğru Hazarların ve Hunların bugünkü Gürcistan’a akınlar
düzenlediği, ancak burada tutunamayarak Karadeniz’in kuzeyine çekildikleri
görülmektedir. (Moses Khorenats’i, 1980: 211; Langlois, 1880: 115.)
İlk Çağ’da Türk-Gürcü münasebetleri bu seyirde gelişirken XI. yüzyılın
ortalarından Orta Çağın sonlarına kadar devam eden süreçte iki taraf arasındaki
ilişkileri yönlendiren faktörlerin başında dinî sebepler gelir. Totemizm-naturizm
3079
ağırlıklı inançların terk edilerek I. yüzyılda ülkenin batısındaki Kolhis’te,
IV. yüzyıldan itibaren de Kartli olarak bilinen bugünkü Tiflis ve çevresinde
Hristiyanlığın benimsemesiyle birlikte bu din, Gürcüler arasında yaygınlaşmıştır.
Kral Mirian’ın (265-342) geleneksel Gürcü inancının temsilcileriyle yaşadığı
güç çatışmasını sona erdirmek ve ülkesini Pers saldırılarından korumak için
20 Temmuz 317’de Hristiyanlığı resmî din hâline getirmesi, aslında bu din
değiştirmenin siyasi sebeplere dayandığını açıkça göstermektedir. Nitekim bu
din değişikliğinden kısa süre sonra Kral ülkenin en önemli gücü hâline gelmiştir.
(Kılıç, 2005: 64-71.)
diğer yandan V. yüzyıldan sonra bağımsız kilise teşkilatlarını oluşturan
Gürcüler, kendilerini Bizans’tan ayırarak Hristiyanlığın doğudaki temsilciliği
hususunda onlarla rekabete girişmişlerdir. (Tarchnisvili, 2001: 90-100; Çiloğlu,
1993: 24.) Bunun bir sonucu olarak din bağını diğer devlet ve topluluklarla
münasebetlerinde en önemli unsur olarak gören Gürcüler, bölgedeki İslam
fetihlerine karşı uzun süre mücadele etmişlerdir. 643’te ülkeye ulaşan İslam
ordularını püskürtürken 645’te yenilerek cizye verme karşılığında iki taraf
arasında antlaşma imzalanmıştır. 736’da tamamlanan fetihler sırasında Gürcülerin
Araplara uzun süre direndiği kaynaklarda yazılıdır. (Hayyât, 2001: 188 vd.;
Belazuri, 1987: 278 vd., 289 vd.) Ancak bu çabalar bir sonuç vermeyecek ve
VIII. yüzyılın ortalarından itibaren Tiflis’te bir Müslüman topluluğu oluşacaktır.
(Asatrian-Margarian, 2004; 31.) Buna rağmen Abbasiler döneminde de devam
eden bu çekişme sırasında Gürcüler, IX. yüzyılın ortalarında isyanı bastırmak üzere
bölgeye gönderilen hilafet ordusu hizmetindeki Türklerle mücadele ettiklerinde
ilk kez Müslüman Türklerle karşılaşmışlardır. Abbasi-Bizans rekabeti sırasında
Azerbaycan’da ortaya çıkan Sacoğulları hanedanı vasıtasıyla bölgedeki Gürcülerin
Müslüman Türklerle münasebeti sürmüştür.(Yıldız, 1985: 29-51.) Ancak iki taraf
arasındaki ilişkilerin din farklılığı temelinde şekillenmesi, Selçukluların bölgeye
yönelmesinden sonra olacaktır.
XI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren meydana gelen Selçuklu-Gürcü savaşları
iki taraf arasındaki münasebetler açısından önemli bir kırılma noktasıdır.
Gürcülerin VII.-X. yüzyıllarda İslam hâkimiyetine karşı gösterdiği mukavemet
bu kez Selçuklu hâkimiyetine mukavemet şekline dönüşmüştür. Zira bu dönem
zarfında Abbasilerin çöküşünden doğan boşlukta İslam’ın siyasal temsilcisi hâline
gelen Selçuklular; Kafkasların güneyi, Azerbaycan, Anadolu’ya doğru ilerlemeye
başladığında Gürcüler de ilk kez bir Müslüman Türk devleti’nin hâkimiyeti altına
girme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. diğer yandan Selçuklularla birlikte
Müslüman Türk devlet ve beylikleri Gürcüler üzerine gaza-cihat akınlarını
yoğunlaştırmaya başladığından iki taraf arasında din ayrılığı merkezli mücadele
de hız kazanmıştır.
3080
Selçukluların Gürcülerle mücadelesi 1018’de Çağrı Bey’in yurt bulmak
maksadıyla çıktığı batı seferinde olmuş ve üç bin kişilik akıncı kuvvetine karşı
uğradıkları mağlubiyet Gürcüler arasında büyük tedirginliğe sebep olmuştu.
(Vardan, 1937: 172-178; Urfalı Mateos, 1987: 48 vd.; Grousset, 2005: 539 vd.;
Kafesoğlu, 1943: 259-274.) Bundan sonra, bağımsızlıklarını koruyabilmek adına
1045’ten itibaren de hem aralarındaki mezhep mücadeleleri (Bedrosian, 1985: 32
vd.; Bedrosian, 2005: 16 vd.) hem de Kafkasya’yı ilhak etmek istemesi sebebiyle
(Lordkipanidze, 1987: 56 vd.) ilişkilerinin bozuk olduğu Bizans İmparatorluğu’yla
siyasi ve dini meselelerini bir kenara bırakarak onlarla iş birliği yapma yolunu tercih
etmişlerdir. Ermenilerin de katılımıyla üçlü bir ittifak hâlini alan bu iş birliğinde
Hristiyanlığın önemli bir tesiri bulunduğu açıktır. diğer bir deyişle Gürcüler için
Bizans İmparatorluğu, Selçuklulara göre “kötünün iyisi”dir. Bu sebeple 1047,
1048 ve 1054 harekatlarında Selçuklulara karşı Bizans’la birlikte mücadele
etmişlerdir. (Brosset, 1849: 323; Bedrosian, 1985: 67 vd., 95 vd.; Bedrosian,
2005: 22-26; Bedrosian, 1991: 112 vd.; Azimî, 1988; 8; Turan, 1996: 122 vd.;
Honigmann, 1970; 177; Kafesoğlu, 1992: 23; Sevim, 1993: 51; Peacock, 2005;
213.) Ancak Azerbaycan ve doğu Anadolu’daki Selçuklu ilerlemesinin bir neticesi
olarak 1064’te Sultan Alp Arslan (1063-1072) Gürcülere yüksek hâkimiyetini
tanıtmıştır. Bağımsızlığın kaybedilmesi dönemin Gürcü kaynaklarından açık bir
biçimde anlaşılacağı üzere Gürcüler arasında derin bir üzüntüye sebep olmuştur.
Bunun bir neticesi olarak 1065’te Selçuklulara saldırmakla imzaladıkları
antlaşmayı bozmuşlardır. 1067-1068’de Tiflis’ten Rustov’a kadar olan sahayı ele
geçirerek bölgeyi yeniden kontrol altına alan Alp Arslan (1063-1072) döneminde
Gürcüler, Selçuklu tabiiyetinde yaşamışlardır. Ancak Melikşah’ın (1072-1092)
başa geçmesi sırasında ortaya çıkan taht kavgalarından faydalanan Gürcüler,
1073-1074 yıllarında Şavşat ve çevresini alarak yeniden Selçuklu hâkimiyetinden
kurtulmaya çalışmışlardır. Kafkasların güneyindeki denetimini kaybetmek
istemeyen Melikşah ise önce 1076’da yeniden Gürcülere yüksek hâkimiyetini
kabul ettirirken üç yıl sonra da bölgeyi ilhak ederek sınırlarına katmıştır. Ancak
Gürcülerin yaptıkları antlaşmaları bozarak 1080 yılına kadar üç kez isyan etmesi
sebebiyle ülkedeki Selçuklu baskısı daha da artmış ve bu da iki taraf arasındaki
ilişkiler açısından bir dönüm noktası olmuştur. (Hüseyni, 1943: 24 vd., 30 vd.;
Brosset, 1849: 331 vd.; Ahmed b. Mahmud, 1977: 60-65, 76; Turan, 1980; 76
vd.; Minorsky, 1953: 75; Lordkipanidze, 1987: 75 vd.; Bedirhan, 2000; 160, 183;
Peacock, 2005: 214-224.) Zira o döneme kadar bugünkü Gürcistan’da Selçuklu
varlığı sadece askerî güç ile sınırlıyken 1080’den sonra kalabalık Türkmen grupları
ülkeye yerleşmiş ve bu da yurtlarını terk etmek zorunda kalan Gürcüler arasındaki
Selçuklu ve onların şahsında Müslüman düşmanlığını daha da artırmıştır. Gürcü
kaynakları bu hisleri açık bir biçimde yansıtır. (Brosset, 1849: 346 vd.; Vryonis,
1975: 50 vd.; Özkan, 1968: 115)
3081
Gürcüler üzerindeki Selçuklu hâkimiyeti XII. yüzyılın ilk çeyreğine kadar
devam etmiş, ileride bahsedileceği üzere bu dönemde Kıpçaklardan destek alan
Kral IV. david (1089-1125), 1118’de başladığı harekatın neticesinde üç yıl sonra
ülkesindeki Selçuklu varlığına son vererek yeniden bağımsızlığı kazanmayı
başarmıştır. (Thomson, 1996: 338; Allen, 1971: 99; The Georgian Chronicle,
1991: 23 vd., 28.) david’in elde ettiği bu başarılar Gürcüler arasında VII. yüzyılın
ortalarından itibaren ülkelerini baskı altına alan ve Selçuklularla birlikte etkisini
artıran İslam hâkimiyetine karşı Hristiyanlığın bir zaferi olarak kabul görmüştür. 18
Ağustos 1121’de didgorni’de kazanılan zaferin her yıl Ağustos ayının ortalarında
“didgoroba” bayramı olarak kutlanması (Suny, 1989: 36.) bunun bir göstergesidir.
Selçukluları ülkesinden çıkararak bağımsızlık elde eden Kral david, doğu
ve batıdaki farklı Gürcü siyasi teşekküllerini birleştirip bugünkü Gürcistan’ın
meydana gelmesini de sağlayarak devleti’ni gücünün zirvesine ulaştırmayı
başarmıştır. Bu siyasi gelişme içtimaî sahada da kısa sürede etkisini göstermiştir.
Kısa süre öncesine kadar Selçukluların yenilmez olduğunu düşünerek onlara
karşı savaşmaya cesaret edemeyen (Lordkipanidze, 1987; 88 vd.) Gürcüler, şimdi
kendilerini Bizans İmparatorluğunun yerine koyarak Hristiyanlığın doğudaki
temsilcisi olarak görmeye başlamışlardır. Yaklaşık beş asırdır Müslümanlara
karşı uğradıkları başarısızlıklar karşısında david döneminde kazanılan zaferler,
Gürcülerde üstünlük duygusunun oluşmasına sebep olmuştu ki bu duygunun
oluşmasında en önemli sebeplerden birisi Hristiyanlığın koruyucusu oldukları
yönündeki inançtır. Bu sebeple 1121’den sonraki savaşlarda Gürcülerin
ordudaki sayısı gün geçtikçe artmaya başlamıştır. 1122’de yaklaşık dört asırdır
Müslümanların elindeki Tiflis’i ele geçiren (Brosset, 1849: 367) 20 Ağustos
1124’te de altmış yıldan sonra Selçuklulardan Anı şehrini geri alan (Thomson,
1996: 338) Gürcüler, Müslümanların elindeki kutsal yerlerini tekrar ele geçirmeye
başladıkça dinin toplum üzerindeki gücü ve birleştiriciliği daha da artmıştır. Bu
değişimin bir neticesi olarak bölgedeki tarihî roller değişmiş ve Gürcüler, daha
önce ülkelerine gaza ve cihat akınları düzenleyen Türk unsurlara karşı faaliyetlere
girişmişlerdir. 1123’te Selçuklulara, ertesi yıl da doğu Anadolu’daki Türk siyasi
teşekküllerine karşı kazandıkları zaferler Gürcülerin dinlerini üstün kılmak için
yaptığı ilk faaliyetlerdir. david’in elde ettiği zaferlerin neticesinde bölgedeki
Hristiyan unsurlar da Selçuklulara karşı Gürcülerin etrafında birleşmeye
başlamıştır. (Thomson, 1996: 338.) Böylece Gürcü Krallığı, doğu Anadolu ve
Azerbaycan’daki Hristiyanlar nezdinde XI. yüzyılın ortalarındaki Bizans’ın
konumuna yerleşmiştir. 1124’teki galibiyetleri 1126, 1154, 1161, 1174 ve 1175
zaferleri takip etmiştir. (İbnu’l-Ezrak, 1992: 34 vd., 114 vd., 140, 168 vd., 181;
Urfalı Mateos, 1987: 268, 284 vd.; Brosset, 1849: 365 vd., 385 vd., 456 vd.;
Azimî, 1988: 53; İbnü’l Esîr, 1991: 164, 228 vd., Thomson, 1996: 331 vd. 338;
Hüseyni, 1943: 94, 100, 110 vd., 120; Ahmed b. Mahmud, 1977: 90, 104, 112-
116). Elde edilen bu başarı ve oluşan üstünlük duygusunun bir neticesi olarak
3082
o zamana kadar “Kartli Kralı”, “Abhaz Kralı” gibi bölgesel unvanlar kullanan
Gürcü Kralları, adlarının önüne dinî semboller de koyarak “Tanrı’nın inayeti
ile Abhaz, Kartli, Ran ve Someh’lerin kralı, Şirvanşah ve şâhenşâh” unvanını
kullanmaya başlamışlardır. (Bala, 1997: 840.) Paralarının üzerine “Mesihin kılıcı”
veya “Mesihin taraftarı” ibareleri yer alan Gürcülerin Hristiyan dünyası içerisinde
de prestiji önemli ölçüde artmıştır. (Lang, 1997: 101 vd.) Kraliçe Tamara
(1184-1213) dönemine gelindiğinde ise çevredeki Müslüman-Türk unsurlara
karşı kurduğu üstünlük bariz bir hale gelen Gürcüler, 1195’ten itibaren Çoruh
boylarındaki topraklarına girdikleri (Berdzenişvili-Canaşia, 2000: 153.) Türkiye
Selçuklularını 1202’de mağlup ettikten (Brosset, 1849: 456 vd.; Aksarayî, 2000:
24) sonra 1205-1209 arasında her yıl doğu Anadolu’daki ve Azerbaycan’daki
Türk siyasi teşekküllerine karşı önemli başarılar kazanmışlardır. (Allen, 1971:
107; İbnü’l Esîr, 1991: 207, 232; Bedirhan, 2000: 259.) Bu büyümenin bir neticesi
olarak Gürcülerin yanı sıra çeşitli Hristiyan topluluklarca da dinin koruyucusu
kabul edilen Tamara döneminde Gürcistan’daki din-siyaset ilişkileri yeni bir
çehreye bürünmüştür. Kilisenin kutsadığı krallığın başında bulunan Kraliçe, bu
desteğin karşılığında ülkesinin her yanında, adeta Bizans’la rekabet edecek kilise
ve manastırlar inşa ettirmiştir. (Eastmond, 1998: 99-181.) Böylece ülkede dinin ve
kilisenin nüfuzu daha da artmış, eğitimi tekeline alan kilise ekonomik bakımdan
da büyük imtiyazlar elde etmeyi başarmıştır. (Lang, 1997: 104 vd.)
Gürcülerin çevresindeki Türk unsurlara kurduğu üstünlük XIII. yüzyılın ilk
çeyreğine kadar devam etmiştir. Moğolların önünden çekilerek Azerbaycan’a
gelen Celaleddin Harzemşah’ın Gürcüler üzerine düzenlediği seferlerle birlikte
iki taraf arasındaki din farklılığına dayanan mücadele yeniden hız kazanmıştır.
1225’de başlayan akınlar neticesinde Mart 1226 başlarında bir asırdan fazla
süredir elinde tuttukları Tiflis’i kaybeden Gürcüler Celaleddin Harzemşah’la
yaptıkları mücadeleyi kaybederek Abhazya’ya kadar olan bölgeyi boşaltmak
zorunda kalmışlardır. (Nesevi, 1934: 70-77; Cüveynî, 1988: 354-358; Gümüş,
2006: 155-173.) 1229’da güçlü bir ordu toplayarak bu hâkimiyete son vermek
isteseler de buna muvaffak olamamışlardır. dönemin Gürcü kaynaklarında,
Harzemşahlar vesilesi ile yeniden Müslüman hâkimiyetine girmenin verdiği
rahatsızlık açıkça belli olmaktadır. (Brosset, 1849: 502 vd.) Nihayet Celaleddin
Harzemşah’ın 1230 Yassıçemen savaşında mağlup olduktan sonra gücünü önemli
ölçüde kaybetmesi (İbn Bibi, 1996: 394-410) ve 1231’de Moğollara yenildikten
kısa süre sonra da hayatını yitirmesiyle (Nesevi, 1934: 155 vd.) Gürcüler
tekrar bağımsızlığını kazanacaktır. Ancak bu durum uzun sürmeyecek, 1232’de
ülkesine gelen Moğolları Türkiye’ye yönlendiren Kraliçe Rusudan (1223-
1245) bu hareketinin bedelini ağır bir biçimde ödeyecektir. Zira Sivas’a kadar
olan bölgeyi yağmalayan Moğolların, Gürcü Kraliçesi’nin tavsiyesiyle ülkesine
yöneldiğini öğrenen Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad (1220-1237) aynı yıl
Emir Kemaleddin komutasındaki bir orduyu Gürcistan’a göndermiş ve bu ordu
3083
kırka yakın kaleyi kısa sürede ele geçirerek başkente doğru yürüyüşe geçmiştir.
Bu orduya karşı duramayacağını anlayan Rusudan barış talebinde bulunmuş, bu
talebi kabul edilince de Türkiye Selçuklularının yüksek hâkimiyetini tanımıştır.
(İbn Bibi, 1996: 421 vd.) Ancak aynı yıl Moğolların Gürcistan’a hâkim olmaya
başlamasıyla bu bağ sona erecektir.
1232’de başlayan Moğol hâkimiyetinden İlhanlıların gerilemeye başladığı
dönemde, XIV. yüzyılın ortalarına doğru bağımsızlığını yeniden kazanan Gürcüler
bu konumu uzun süre muhafaza edemeyecek ve 1387-1403 arasında altı kez
Gürcistan’a sefer düzenleyen Timur’un bölgedeki faaliyetleri neticesinde yeniden
bir Türk-İslam teşekkülüne bağlanmak zorunda kalacaktır. (Brosset, 1831: 1 vd.)
Timur’un bölgeden çekilmesini müteakip I. Aleksander (1412-1442) zamanında
bağımsızlığını kazanan Gürcü Krallığı İstanbul fethedildiği sırada, İran ve
Azerbaycan’da ortaya çıkan Akkoyunlulara vergi vererek yeniden bir Türk-İslam
siyasi teşekkülünün himayesinde varlığını sürdürmekteydi. (Bala, 1997: 841.)
Gürcülerin din farklılığı sebebiyle Müslüman Türk unsurlarıyla ilişkileri
yaklaşık dört asır boyunca bu seyirde devam ederken, Hristiyanlık bağıyla,
bir tarihçinin deyimiyle XI-XIV. yüzyılda Gürcistan’a gelen göçebe Türkler
içerisinde Gürcülerle yakınlaşan tek unsur olan (Margarian, 2001: 76.)
Kıpçaklar gelmektedir. don-Kuban boylarında XII. yüzyılın başlarından
itibaren Hristiyanlığı kabul etmeye başlayan Kıpçakların lideri, Gürcü Kralı IV.
david’in kayınpederi olan Atrak’tı. 1103’ten 1116’ya kadar Ruslarla yaptıkları
savaşlarda yenilen (Golden, 2002: 233.) Kıpçaklar, 1118’de david’in davetini
kabul ederek Gürcistan’a gitmeye karar vermiştir. daryal geçidini aşarak Atrak
önderliğinde Abhazya’dan güneye doğru inmeye başlayan kırk bin ailelik bu
grupla önce düzenli bir ordu kurarak iç birliğini sağlayan (Lordkipanidze, 1987:
89 vd.) david, onların desteğiyle yukarıda bahsedildiği üzere Selçukluları
ülkeden çıkartıp bağımsızlığını kazanmıştır. (Brosset, 1831: 365-369; Thomson,
1996: 327-334; The Georgian Chronicle, 1991: 23-28; Urfalı Mateos, 1987:
268; İbnu’l-Ezrak, 1992: 35.) Kıpçaklar, bu hizmetlerinin karşılığında Kakheti-
Hereti gibi Gürcistan’ın çeşitli kesimlerini yurtluk olarak almışlardır. Kısa sürede
tamamen Hristiyanlığı benimseyen ve Gürcüce öğrenen (Lordkipanidze, 1987:
90.) bu grupla Gürcüler arasındaki ilişkiler XIII. yüzyılın ilk yarısındaki bazı
hadiseler dışında hep dostluk çizgisinde devam etmiştir. Hatta bir Gürcistan tarihi
uzmanına göre bugün her üç Gürcüden birisi Kıpçak antropolojik özelliklerine
sahiptir (Lang, 1997: 18.) ki bu da iki taraf arasındaki kaynaşmanın önemli bir
delili olarak görülebilir. Böylece dinî farklılık sebebiyle Selçuklularla bir asırdır
mücadele eden Gürcüler, Hristiyanlığı benimseyen diğer bir Türk topluluğunun
yardımıyla ülkelerini İslâm hâkimiyetinden kurtarmak üzere harekete geçmiştir.
Bu da uzun bir süredir devam eden çekişmenin aslında bir Türk-Gürcü mücadelesi
değil, bir din çatışması olduğunu göstermektedir.
3084
Türk-Gürcü münasebetlerinin şekillenmesinde, üçüncü devlet ve topluluklarla
kurulan ilişkiler de önemli bir yer tutmaktadır. Bunun ilk açık örnekleri, yukarıda
açıklandığı üzere Gürcü-Bizans yakınlaşmasıyla ortaya çıkar. XI. yüzyıl
başlarından itibaren dinî ve siyasi sebeplerden dolayı Gürcüleri itaat altına alıp
ülkelerini ilhak etmeye çalışan Bizans İmparatorluğu, Selçuklu tehlikesine karşı
bu politikadan vazgeçip Gürcüleri yanına çekerek Türkmenlere karşı kendileriyle
birlikte mücadele etmelerini sağlamıştır. Gürcülerin uzun bir süre Müslüman Türk
unsurlara mukavemet etmesinde bu yakınlaşma önemli bir yer tutar. Benzer bir
münasebet, Gürcistan’a yerleşen Kıpçaklarla Harzemşahlar ve Moğollar arasında
da kurulmuştur. Celaleddin Harzemşah Gürcistan üzerine akınlar yapmaya
başladığında, 1227’den itibaren Gürcü ordusundaki Kıpçakların bir kısmı onun
safına geçmiştir. (Cüveynî, 1988: 362 vd.) Bu, Kıpçaklarla Gürcüler arasındaki ilk
önemli ayrılıktır. Bu tarihten kırk yıl sonra, ülkenin batısını yurt tutan Kıpçaklar,
İlhanlılarla iş birliği yaparak Ahıska-Furtuna deresi arasını ikta almış, İlhanlılara
tâbi olmak suretiyle burada Gürcülerden bağımsız hareket etmeye başlamışlardır.
(Kırzıoğlu, 1992: 148-181.) Böylece XII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ortaya
çıkan Kıpçak-Gürcü ayrılığı, 1267’den itibaren Gürcistan’ın batı kesiminde ayrı
bir siyasi teşekkülün meydana gelmesine zemin hazırlamıştır.
Türk-Gürcü ilişkilerinin tarihî gelişimini şekillendiren diğer önemli bir faktör,
ortak menfaate dayalı iş birliğidir. Bu ittifakın ilk tezahürü askerî alanda kendisini
göstermiştir. Girişte bahsedildiği üzere ilk Çağ’dan itibaren iki taraf arasındaki
münasebetlerin yönünün belirlenmesinde bu iş birliği mühim bir yer tutmuş ve
XI. yüzyılın ortalarına kadar da önemini kaybetmemiştir. Ortak menfaate dayanan
bu iş birliği, İslam ordularının Kafkasların güneyine yayılmasını istemeyen
Gürcülerin Hazarlarla iş birliği yapmasında açık bir biçimde görülebilir. V.
yüzyılın ortalarında başlayıp üç asır boyunca devamlı surette birbiriyle mücadele
eden (Belazuri, 1987: 278; Thomson, 1996: 161-172; Kuzgun, 1993: 53; Gumilëv,
2003: 246-252; Artamonov, 2004: 110; Grousset, 2005: 295; Golden, 2002: 197.)
bu iki topluluk, VIII. yüzyılın sonlarında Müslüman Araplara karşı iş birliği
yapmışlardır. (Gumilëv, 2003/2: 73 vd.) Aynı şekilde Selçuklulara karşı Gürcü
ve Alanların 1065’te ittifak yaptığı bilinmektedir. (Hüseyni, 1943: 30; Minorsky,
1953: 75.)
Türkler ve Gürcüler arasındaki ortak menfaate dayanan iş birliğinin hayata
geçirilmesinde ekonomik sebepler de önemli yer tutar. Bu ortaklığın ciddî bir sebep
olarak ortaya çıkışı XII. yüzyılın başlarına dayanır. Bahse konu dönemde ülkenin
Selçuklu kontrolünde olması sebebiyle Gürcüler belirli bölgelere toplanmış, geri
kalan büyük kısmı yaylak-kışlak hayatını sürdüren Türkmenler ele geçirmiş,
dolayısıyla halkın gelir seviyesi de oldukça düşmüştü. (Brosset, 1831: 346 vd.;
Vryonis, 1975: 283 vd.)
1120’li yıllarda Kıpçakların ülkeye göç edip Selçukluları
çıkarmasıyla birlikte ekonomik hayatta büyük bir canlanma görülmüş, bu sırada
ıssız olan özellikle Türkiye’ye yakın batı kesimi de bu Türk topluluğu tarafından
3085
şenlendirilmişti. (Allen, 1971: 99.) Bu gelişmenin bir neticesi olarak Kraliçe
Tamara döneminde Gürcülerin zenginliği çevredeki unsurlarla kıyaslanamayacak
derecede artmıştı. (Özkan, 1968: 84; Çiloğlu, 1993: 48.)
Türk-Gürcü ilişkilerini belirleyen unsurlardan birisi de Gürcistan’da ortaya
çıkan iç mücadeleler sonucu meydana gelen siyasi rekabettir. İki taraf arasındaki
ilk ciddi çekişme Kral I. Giorgi (1156-1184) döneminde yaşanmıştır. 1177’de
Orbelian ailesinin başı çektiği soylular, prens demna’yı tahta çıkarmak suretiyle
idareye el koymak için harekete geçtiklerinde, Kral, Kıpçakların yardımıyla isyanı
bastırmış ve görevd.en aldığı Gürcü asilzadelerinin yerine Kubasar, Kutlu Arslan
gibi Kıpçak önderlerini getirmiştir. (Suny, 1989; 37; Berdzenişvili-Canaşia, 2000:
147 vd.) Bu görev değişikliğine sessiz kalan Gürcü soyluları, Kraliçe Tamara
devrinde kaybettikleri mevkileri geri almak üzere harekete geçerek Kubasar’ı
ve hazineden sorumlu Kutlu Arslan’ı görevlerinden aldırmayı başarmışlardır.
(Brosset, 1831: 407 vd.) Ancak ülkedeki bu Kıpçak aleyhtarı faaliyetler kısa
süre sonra iki taraf arasındaki münasebetlerin bozulmasına yol açmış ve Kubasar
önderliğindeki Kıpçaklar, Gürcistan’ı terk ederek kuzeydoğu Anadolu’ya göç
etmiştir. (Bilgin, 2000: 86; Tellioğlu, 2007: 147.)
Sonuçta, Orta Çağ’da Türk-Gürcü ilişkilerinin şekillenmesinde dinî
farklılıktan doğan mücadelenin büyük yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Selçuklularla
birlikte Müslüman Türk devlet ve beyliklerinin gaza/cihat inancıyla Gürcistan’ı
fethetmeye yönelik faaliyetlerine karşılık olarak, Hristiyanlıkla güçlenmiş Gürcü
milliyetçiliğinin bağımsızlığı korumayı amaçlayan direnişi, iki taraf arasında
yaklaşık iki asır süren mücadeleye dinî bir mahiyet kazandırmıştır. Orta Çağda
milliyet anlayışının din esasına göre belirlendiği göz önünde bulundurulursa, bu
mücadelenin iki millet arasındaki bir düşmanlıktan ziyade çağa damgasını vuran
ve Haçlı seferlerinde en açık örneği görülen dinî çekişmenin sonucu olduğu
açıkça anlaşılabilir. Nitekim Hristiyan Kıpçaklarla yaptıkları iş birliğinden,
Gürcülerin Türklere karşı düşmanlık beslemediği, aynı medeniyet dairesinde
oldukları müddetçe iki taraf arasındaki münasebetlerin dostça sürdürülebildiği
görülmektedir. Müslüman Araplara karşı Hazarlarla yaptıkları ittifak ve david
döneminde ülkenin bir bayrak çatısı altında toplanıp büyük Gürcü Krallığı’nın
kuruluşunda Kıpçakların askerî, siyasi ve ekonomik destekleri, iki tarafın ortak
menfaatler etrafında birbiriyle dayanışma içinde olabileceğinin Orta Çağdaki
örnekleridir.
KAYNAKÇA
Ahmed b. Mahmud, (1977), Selçuk-name, I-II (Nşr.: E. Merçil), İstanbul.
Aksarayî, Kerîmüddin Mahmud-i, (2000), Müsâmeretü’l-Ahbâr (Nşr.: M.
Öztürk), Ankara.
3086
Allen, W. E. d., (1971), A History of the Georgian People, London.
Artamonov, İ., (2004), Hazar Tarihi (Nşr.: A. Batur), İstanbul.
Asatrian, Garnik-Hayrapet Margarian, (2004), “The Muslim Community of
Tiflis (8
th
-19
th
Centuries”, Iran and the Caucasus, 8 (1), 29-52.
Azimî, (1988), Azimî Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler (Nşr.: A. Sevim),
Ankara.
Bedirhan, Yaşar, (2000), Selçuklular ve Kafkasya, Konya.
Bedrosian, Robert, (1985), Aristakes Lastivertc’i’s History, New York.
-----, (1991), Juansher’s Concise History of the Georgians, New York.
-----, (2005), Smbat Sparapet’s Chronicle, New Jersey.
Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, (1987), Fütuhu’l Büldan (Nşr.: M.
Fayda), Ankara.
Berdzenişvili, Nikoloz-Simon Canaşia, (2000), Gürcüstan Tarihi (Nşr.: H.
Hayrioğlu), İstanbul.
Bilgin, Mehmet, (2000), Doğu Karadeniz, Trabzon.
Brosset, M., (1831), Chronique Georgienne, Paris.
-----, (1849), Histoire de la Georgie, I, Saint-Petersburg.
Cüveynî, Alaaddin Ata Melik, (1988) Tarih-i Cihan Güşa, I, (Nşr.: M.
Öztürk), Ankara.
Çiloğlu, Fahrettin, (1993), Gürcülerin Tarihi, İstanbul.
Eastmond, Anthony, (1998), Royal Imagery in Medieval Georgia,
Pennsylvania.
Golden, Peter, (2002), Türk Halkları Tarihine Giriş (Nşr.: O. Karatay),
Ankara.
Grousset, René, (2005), Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi ( Nşr.: S.
dolanoğlu), İstanbul.
Gumilëv, L. N., (2003), Eski Türkler (Nşr.: A. Batur), İstanbul.
-----, (2003/2), Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, I, (Nşr.: A. Batur),
İstanbul.
Gümüş, Nebi, (2006), “Celâleddin Harizmşah’ın Gürcistan Seferleri”, Ekev
Akademi Dergisi, 10 (29), 155-178.
Halife b. Hayyât, (2001), Tarihu Halife b. Hayyât (Nşr.: A. Bakır), Ankara.
3087
Honigmann, Ernst, (1970), Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (Nşr.: F. Işıltan),
İstanbul.
Hüseyni, Sadruddin Ebu’l-Hasan Ali ibn Nasır ibn Ali, (1943), Ahbâr üd-
Devlet is-Selçukiyye, ( Nşr.: N. Lugal), Ankara.
İbn Bibi, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’feri er-Rugadi, (1996), El
Evamirü’l Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye, I-II ( Nşr.: M. Öztürk), Ankara.
İbnü’1-Esir, Ebu’l-Hasan İzzeddin Ali b. Ebi’l-Kerem Muhammed el-Cezerî,
(1991), El-Kâmil fî’t-Tarih, XI (nşr. A. Özaydın), İstanbul.
İbnu’l-Ezrak, Ahmed b. Yusuf b. Ali, (1992), Meyyâfârikîn ve Âmid Tarihi
(Nşr.: A. Savran), Erzurum.
Janssens, Emile, (1969), Trebizonde en Colchide, Bruxelles.
Kafesoğlu, İbrahim, (1943) “doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını (1015-1021)
ve Tarihî Ehemmiyeti”, Fuat Köprülü Armağanı, İstanbul, 259-274.
-----, (1992), Selçuklu Tarihi, İstanbul.
Kırzıoğlu, M. Fahrettin, (1953), Kars Tarihi, I, İstanbul.
-----, (1992), Yukarı Kür ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar, Ankara.
Kuzgun, Şaban, (1993), Hazar ve Karay Türkleri, Ankara.
Lang, david Marshall, (1997) Gürcüler (Nşr.: N. domaniç), İstanbul.
Langlois, Victor, (1880), Collection des Historiens Anciens et Modernes de
l’Armenie, I, Paris.
Lordkipanidze, Mariam, (1987), Georgia in the XI-XII. Centuries, Tbilisi.
Margarian, Hayrapet, (2001), “The Nomads and Ethnopolitical Realities of
Transcaucasia in the 11
th
-14
th
Centuries”, Iran & the Caucasus, 5, 75-78.
Minns, E.H, (1970), “The Scythiens and Northern Nomads”, The Cambridge
Ancient History III, Cambridge, 187-205.
Minorsky, V., (1953), Studies in Caucasian History, London.
Moses Khorenats’i, (1980), History of the Armenians (Nşr.: R. W. Thomson),
London.
Müverrih Vardan, (1937), “Türk Fütuhatı Tarihi” ( Nşr.: H. d. Andreasyan),
Tarih Semineri Dergisi, I-II, İstanbul, 153-255.
Nesevi, Şehabeddin Ahmed, (1934), Celalüttin Harezemşah (Nşr.: N. Asım),
İstanbul.
3088
Peacock, Andrew C. S., (2005), “Nomadic Society and the Seljuk Campaigns
in Caucasia”, Iran and the Caucasus, 9 (2), 205-230.
Özkan, Ahmet, (1968), Gürcüstan, İstanbul.
Rapp, Stephen H., (2000), “Sumbat davitis-dze and the Vocabulary of Political
Authorithy in the Era of Georgian Unification”, Journal of the American
Oriental Society, 120 (4), 570-576.
Sevim, Ali, (1993), Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara.
Siharulidze, Yuri, vd. (1988), Doğu Karadeniz Halklarının Tarih ve
Kültürleri (nşr. H. Hayrioğlu), İstanbul.
Suny, Ronald Grigor, (1989), The Making of the Georgian Nation, London.
Tansuğ, Kadriye, (1949), “Kimmerlerin Anadolu’ya Gelişleri ve MÖ 7’nci
Yüzyılda Asur devleti’nin Anadolu ile Münasebetleri, AÜDTCFD, 7 (4), 535-
550.
Tarhan, M.Taner, (1979), “Eski Çağ’da Kimmerler Problemi”, VII. Türk
Tarih Kongresi (Ankara 11-15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, III,
Ankara, 355-369.
-----, (1984), “Eski Anadolu Tarihinde Kimmerler”, Eski Eserler ve Müzeler
Genel Müdürlüğü I. Araştırma Sonuçları Toplantısı (İstanbul 23-26 Mayıs
1983) Bildirileri, Ankara, 109-120.
Tarchnisvili, Michael, (2001), “The Origin and development of the
Ecclesiastical Autocephaly of Georgia”, Greek Ortodox Theological Rewiew,
46 (1-2), 89-111.
Tellioğlu, İbrahim, (2005), “Kimmer ve İskit Göçlerinin doğu Anadolu
Bölgesindeki Etkileri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, 27, 237-245.
-----, (2007), Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler,
Trabzon.
The Georgian Chronicle, (1991), The Georgian Chronicle The Period of
Giorgi Lasha (nşr. S. Qaukhchishvili-K. Vivian), Amsterdam.
Thomson, Robert W., (1996), Rewriting Caucasian History, Oxford.
Turan, Osman, (1980), Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul.
-----, (1996) Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul.
Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-
1162), (1987), ( Nşr.: H. d. Andreasyan), Ankara.
3089
Vryonis, Speros, (1975), Nomadization and Islamization in Asia Minor,
dumbarton.
Yıldız, Hakkı dursun, (1985), “10. Yüzyılda Türk Ermeni Münasebetleri”,
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu
(Erzurum 8-12 Ekim 1984), Ankara, s. 29-51.
3090
Dostları ilə paylaş: |