P. S. The cat is still alive



Yüklə 13,54 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə14/35
tarix19.07.2018
ölçüsü13,54 Mb.
#56884
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   35

“Inostensible concepts.” Türkçede 

de “gösterimsiz kavram” diyorum. 

Zihninizde bilmediğiniz bir şeyi bir 

şekilde temsil edebiliyorsunuz; yani 

zihin önünde olmayan, bilmediği, 

ya da deneyimlemediği bir şeyi 

düşünebiliyor. Bu kavramı anlamak 

için geçmişimizi düşünme biçimimiz 

ile geleceğimizi düşünmemiz 

arasındaki farka bakabiliriz.  

Geçmişiniz şu anda önünüzde 

olmamasına karşın siz onu bellek 

yoluyla düşünebiliyorsunuz, 

geçmiş anılarınızı zihninizde 

canlandırabiliyorsunuz; geçmiş olmuş 

bitmiş, yine de bunu zihninizde 

canlandırıyor, temsiline ulaşıyorsunuz. 

Ancak bizler geleceğimizi de 

düşünebilen varlıklarız; bir anlamda 

henüz gerçekleşmemiş, olmamış 

bir şeyi düşünmüş oluyoruz bunu 

yaptığımızda. Çoğunlukla da gelecek 

bilinmediğine göre, hatta belki de 

bilinemeyeceğine göre, geleceğimizi 

zihnimizde temsil ettiğimizde 

bilmediğimiz, deneyimlemediğimiz 

bir şeyi düşünmüş oluruz;  

geleceğiniz önünüzde değil, tecrübe 

etmediğiniz bir şey. Bunun gibi 

birçok örnek verilebilir. Merakın 

olduğu her durumda zihin bir şekilde 

bilmediği bir şeyi temsil eder. İşte 

bu tür bilmediğiniz şeyleri temsil 

etme de dil aracılığıyla oluyor. Onun 

için merakı tanıyabilmemiz için bize 

sunduğu olanağı anlamak gerekiyor. 

Bunu da dil yoluyla “bilinmeyene 

gönderme yapmak” (“reference to the 

unknown”) olarak adlandırıyorum. 

Merak ile sorduğumuz her soruda 

dil aracılığıyla bilinmeyen bir şeye 

gönderim yaparız. Merak etme ile 

soru sorma arasında çok önemli 

bir ilişki var; ama o kadar da kolay 

kurulacak bir ilişki değil bu. Dediğim 

gibi merak ile sorduğunuz her soruda 

aslında kafanızda temsil ettiğiniz 

bilinmeyen bir şey var; o bilinmeyen 

şeyin arayışına çıkıyorsunuz. Felsefe 

tarihine baktığımızda felsefeciler, 

temsil etmeyi genellikle hep bilinen 

ya da tecrübe edilmiş şeylerin temsil 

edilmesi olarak ele almış ve hep bilgi 

problemini ön plana çıkarmış. Felsefe 

tarihinin en temel kavramlarından 

biri bilgidir; ama merak ihmal edilmiş, 

ikinci plana atılmış. Ben de diyorum 

ki biz sadece bildiğimiz şeyleri 

değil, bilmediğimiz şeyleri de dil 

aracılığıyla kavramlaştırabiliyoruz.  

Bu sayede merak edebiliyoruz, soru 

sorabiliyoruz, bizi biz yapan çok 

önemli bir özelliğimiz bu.

Felsefi merak kavramını açar 

mısınız?

“Felsefi merak” derken bir felsefe 

sorusu ile dile getirilebilen türde 

bir merakı kast ediyoruz. Bunun 

çok özel bir merak türü olduğunu 

düşünüyorum. Bu konu bir sonraki 

kitap projem. Felsefi soru ve felsefi 

soru sorarak duyulan merak çok 

özel bir merak türü. “Yaşamın anlamı 

nedir?”, “Nasıl yaşamalı?”, “Bilgi nedir?”, 

“Aşk nedir?”, hatta  “Hangi sorular iyi 

sorudur?” türünde sorular felsefenin 

en temel, başlangıç sorularıdır. Bu 

tarz sorulara aslında aşinayız ve 

bazen cevapları da çok iyi bildiğimizi 

sanıyoruz. Felsefe, o çok iyi bildiğimizi 

düşündüğümüz kavramların aslında 

o kadar da iyi bilmediğimiz şeyler 

olduğunu gösterir ve merak uyandırır. 

Belirli bir felsefi düşünce ile “Bilgi 

nedir?”, “Yaşam nedir?”, “Ölüm nedir?” 

gibi soruları sorabiliyorsunuz. Bu 

merak türünü bu denli özel kılan bir 

durum bu tür felsefi soruların “açık 

sorular” olması;  yanıtları bir türlü 

bulunamıyor, sunulan yanıtlara da 

hep birileri karşı çıkıyor. Belki de bu 

soruların mutlak yanıtları yok. Peki, 

eğer bu soruların yanıtı yoksa biz 

neyi merak ediyoruz? Yanıtı olmayan 

bir soruyla sorulmuş olan bir soru ne 

işe yarar? Merakın ve soru sormanın 

değerini hep ulaşılacak bilgide 

aramışız; belki burada yanılıyoruz. 

Zaten merakla ilgilenen çok az 

sayıda felsefeci bulunuyor, onlar da 

merakın asıl değerini bizi bilgiye 

B

47



Prof. Dr. İlhan İnan


götürmesi açısından ele alıyorlar; 

merakı hep bir araç olarak görüyorlar. 

Ben merakı her durumda araç olarak 

görmüyorum. Bizi bilgiye götürmese 

bile, soru sormaya devam etmekle 

bir sürü deneyim yaşadığımızı ve 

o deneyimlerin önemli olduğunu 

düşünüyorum. Öncelikle merak bizim 

bir şeye yoğunlaşmamızı sağlıyor. 

Bir hedef koyuyoruz; o hedef yapay 

bir hedef de olabilir, varılmayacak 

bir hedef de olabilir. Ama aslolan 

hedefe varmak değil, o hedefe ulaşma 

çabamızın kendisi. Bunu anlamak 

için şöyle bir durum düşünün. Bütün 

isteklerimizin giderilmiş olduğu 

bir dünya olsun: Ütopya. Şöyle bir 

problem çıkacak o zaman: Artık 

yaşayacağımız, uğruna savaşacağımız 

hiçbir şeyimiz olmayacak, her şey 

bitmiş olacak. Merakın giderilmesi 

de öyle. Merakı bizi bilgiye götürecek 

bir araç sanıyoruz. Her şeyi bildiğimiz 

bir dünya iyi olur muydu?  Benim 

görüşüm iyi olmayacağı yönünde. 

Ben her şeyi bilmemekten mutluyum; 

merak etmek bir şekilde yolda olmak 

gibi bir şey. Önemli olan o yürüyüş. 

O yürüyüşü daha anlamlı kılmak için 

buradan şuraya kadar yürüyeceğim 

diyorsunuz ve o zaman yürüyüşe 

daha çok odaklanıyorsunuz. 



Merak etmek felsefenin 

başlangıç noktası iken neden 

bu kadar ihmal edilen bir konu 

olmuş?

İnanın bu soruya doyurucu bir 

yanıt bulamadım. Bir şeyler 

söyleyebiliyorum; ama hiçbiri hâlâ 

beni tam olarak doyurmuyor. Merak 

üzerine felsefi açıdan ciddi olarak 

ilgilenmeye ilk başladığımda “Merak 

Felsefesi” adlı bir yüksek lisans ve 

doktora dersi açtım. İlk defa o zaman 

felsefe literatüründe, felsefe tarihinde 

merakla ilgili ne var ne yok toplamaya 

çalıştım ve işte o zaman ne kadar 

az şey olduğunu gördüm. Bu kadar 

önemli gibi görünen bir konu üzerine 

felsefeciler neden çalışmamışlar 

diye çok şaşırdım. Çok ilginçtir, en 

azından felsefenin başlangıcı olarak 

görülen Antik felsefede Platon’un bir 

diyaloğunda, Sokrates, tüm felsefe 

“thauma” ile başlar, diyor ve “thauma” 

Türkçeye “merak” ve bazen “hayret”, 

İngilizceye de çoğunlukla “wonder” 

şeklinde çevriliyor. Baktım, bir kavram 

kargaşası var. Onun üzerine Yunanca 

“thauma” kavramını biraz deşmeye 

çalıştım. Daha sonra Aristoteles de 

Metafizik’in başında “Tüm insanlar 

doğaları gereği bilmeyi isterler, 

bilme arzusundadırlar,” diyor. Ondan 

sonra Platon’un söylediğini tekrar 

ediyor ve bütün felsefe “thauma” ile 

başlamıştır diyor. Antik dönemdeki 

“thauma” kavramını bugün anadili 

Yunanca olan birine sorsanız “merak” 

diye değil, “mucize” ya da “hayret 

uyandıran”  diye çevirir.  Ama “Bütün 

felsefe hayretle başlamıştır,” düşüncesi 

kulağa doğru gelmiyor; çünkü hayret 

edilgen bir duygu. Ancak Aristoteles 

ve Platon’un  “thauma” kavramını 

kullanımlarında bir değer yargısı da 

bulunuyor. Türkçede bunu en yakın 

karşılayan kavram, hayranlık. Yani 

thaumada hem hayret var hem de 

hayranlık; örneğin bir doğa olayı hem 

hayret hem de hayranlık uyandırabilir. 

Hayranlık duygusu hayret 

duygusundan entelektüel olarak bir 

nebze daha ileri bir duygu; çünkü 

içinde değer kavramını barındırıyor. 

Hayran olduğunuz şeyi bir şekilde 

iyi bir şey olarak görüyorsunuz. O 

anlamda bir değer yargısı barındırıyor 

içinde; ama felsefeyi başlatmak 

için hayret ve hayranlık duyguları 

bence yetmiyor. Onun için ben 

Antikçağdaki, felsefeyi başlatacak 

motive gücün hayret ve hayranlık 

duygularıyla açıklanabileceğini 

düşünmüyorum, bunlar yetersiz 

kalacaktır. Dolayısıyla “thauma”nın 

üçüncü bir parçası olması gerekir; işte 

bu da meraktır. 

Merak, bizi harekete geçirebilen 

bir özelliğe sahip. Bundan dolayı 

“thauma”yı, Aristoteles’in ve Platon’un 

kullandığı bağlamda, hayret, 

hayranlık ve merakın karışımı bir 

duygu olarak görüyorum. Dolayısıyla, 

eğer merak duygusu “thauma” 

kavramının içinde gizliyse, o zaman 

Batı felsefesinin kurucuları felsefenin 

merakla başlamış olduğunu dolaylı 

olarak söylemiş oluyorlar. Pekiyi, 

neden bundan sonra felsefeciler 

merak üzerine çalışmamışlar? Bu 

bir tarih sorusu; ampirik bir soru ve 

üzerinde bayağı çalışma yapmak 

gerekiyor. 

Bazıları diyorlar ki merak küçümsendi, 

ayıp bir şey, günah olarak görüldü. 

Örneğin; Ortaçağ’da fazla meraklı 

olmak, fazla bilgi edinmeye çalışmak 

bir şekilde Tanrı’nın yerine geçmeye 

çalışma çabası olarak görüldü. (Bu 

görüş için özellikle Augustin’in 

kitaplarına bakabilirsiniz.) Bazıları 

merak üzerine çalışılmamasını buna 

yoruyor. Bu arada İslam felsefesi 

de var. Demin bahsettiğim iki 

kavram (hayret ve hayranlık) İslam 

felsefesinde de çok geçen ve üstünde 

durulmuş kavramlar; ama merak pek 

ele alınmıyor. Yani, hayret ve hayranlık 

üzerine çalışmalar var; merak üzerine 

az. Thomas Hobbes, insanları diğer 

hayvanlardan ayıran iki özelliğin akıl 

ve merak olduğunu söylüyor; ama 

ondan sonra merak üzerine pek fazla 

bir şey söylemiyor. Felsefe tarihinin 

modern dönemdeki en önemli 

filozoflarından olan David Hume, 

felsefe tarihinde 20. yüzyıla gelene 

kadar, bir kitabında bir bölümü 

tamamen meraka ayırmış belki de 

tek filozoftur. Merakı çok öven bir 

bölüm bu; merak etmeyi avcılıkla 

ilişkilendiriyor; ama yemek için değil, 

zevk için avlanmaya benzetiyor. 

Orada önemli olan hedefe ulaşmak 

değil, avcılık serüveni içerisinde 

duyulan hazdır, diyor. Tabii bu örnek 

hayvan hakları açısından günümüzde 

pek hoş karşılanmayabilir; ama 

düşünce önemli olan. Ondan sonra 

20. yüzyıla geliyoruz ve merak 

üzerine yine çok az şey olduğunu 

B

48




Yüklə 13,54 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə