ratıyorsa, reddedilebilirler. “Nesnel bir doğa gözlemcisi olarak
yürüttüğüm faaliyet, bir insan olarak benim gücümü zayıflatsın, bu
mümkün mü?”,diye soruyordu Kierkegaard (Papirer, der. Heiberg,
vii. Bölüm, Kesim A, 182). Yani diyeceğim, başarı ve onay (ölçütü)
durumdan duruma ve o bilgi alanındaki insanların taşıdığı değerlere
göre değişir.
Özetle: bilimin değer ve kullanımı ile ilgili kararlar bilimsel ka-
rarlar değildir; bunlar “varoluşsal” denilen türde kararlardır; belirli
bir tarzda yaşama, düşünme, hissetme, davranma kararlarıdır. Bir-
çok insan hiçbir zaman bu tür kararlar vermemiştir; fakat şimdi bir-
çoğu buna zorlanıyor: “kalkınmakta olan ülkeler”in insanları Batı
dünyasının nimetlerini kuşkuyla karşılıyor, Batı ülkelerinde yurt-
taşlar teknolojinin yambaşlarında yükselen ürünlerine kuşkuyla ba-
kıyor (bu yazı Nisan 1986 Çemobil felaketinin hengâmesi arasında
yazıldı). îşte bilimci bir kültürden yana olmak ya da olmamak şek-
linde çıkacak bir kararın bu “varoluşsal” niteliği nedeniyledir ki,
son söz bilimin ürünlerine (TV cihazları; atom bombaları; penisilin)
ait değildir. Bu gibi şeyler ne tür bir hayat istediğimize bağlı olarak
iyi ya da kötüdür, yardımcı ya da yıkıcıdır.
İkinci olarak olgulardan söz edeceğim. Bilimci ve bilimci olmayan
kültürler arasında bilimci değerlere dayandırılarak yapılacak bi-
limsel bir karşılaştırmanın mutlaka birinciler lehine sonuçlanacağı
hiç de kesin değildir. Soyut bilgi ve pratik becerilerin uzandığı
geniş bir alanda bilimci kültürün çeşitli üstünlükleri vardır, ka-
tılıyorum. Ama daha başka öyle alanlar vardır ki bilimsel-
teknolojik yaklaşımın üstünlüğünden bahsedebilmek çok zordur.
Örneğin Batı dışına düşen uygarlık ve cemaatler üzerine tarihi araş-
tırmalar yapan bilginler açlık, şiddet, yabancılaşma, “azgelişmişlik”
ve bir zamanlar bol bol bulunan kimi mal ve hizmetlerin kıtlaşması
gibi olguların nedenlerinin, bu kültürlerin karmaşık, hassas fakat şa-
şırtıcı bir şekilde başarılı sosyo-ekolojik sistemlerinde Batı bilim ve
teknolojisinin yayılmasının neden olduğu bozulma ve yıkımlara da-
yandırılabileceğini ortaya çıkarmışlardır.
15
Ya da yeterli sayıda
15. Dipnot 9’da verilen eserlere ilaveten M. Watts’in
Silent Violence adlı eserine
başvurulabilir, Berkeley ve Los Angeles 1983.
hasta alınıp bunların Batılı en gelişmiş tıbbi yöntemlerle muayene
edildikten sonra iki ayrı grup halinde sınıflandırıldığını; daha sonra
birinci gruba onaylanmış Batılı, tıbbi (ki bu tür tek bir yöntem ol-
duğunu varsayalım) bir tedavi, diğerine akupunktur gibi bilimsel ol-
mayan bir tedavi uygulandığını düşünelim. Sonuçlar Batılı doktorlar
tarafında incelensin (gerekiyorsa hastaların uzun dönemli gözlem
altında tutulması da dahil olmak üzere). Ortaya ne çıkacak dersiniz?
Acaba Batı tıbbı, Batı standartlarına göre bu tür deneylerden her
seferinde daha başarılı sonuçlarla mı ayrılacak? Yoksa çoğu kez daha
başarılı olduğu mu görülecek? Yoksa onun başarısız kaldığı ama diğer
yöntemlerin başanlı olduğu birtakım alanlar olduğunu mu göreceğiz?
Bütün soruların cevabı aynı: Bilmiyoruz.
Altında bilimsel maddecilik ile -kimi zaman basit kimi zaman
oldukça karmaşık- deneysel tekniklerden oluşmuş bir bileşimin imzası
bulunan büyük ve şaşırtıcı başarılar olduğunu hiç kimse inkar edemez.
Fakat bunlar münferit olaylardır ve hemen söz konusu bileşimin
evrensel olarak yararlı, tüm diğer seçeneklerin evrensel olarak işe
yaramaz olduğunu göstermezler. Nedeni basit. Elimizde test
edilmemiş genellemeler yerine kanıtlar zemininde ortaya konmuş
genel bir tablo yok. Bir de buna yaşlıların bakımı, delilerin tedavisi ve
küçük çocukların eğitimi (duygusal eğitim dahil) gibi hepsi de genel
esenliğimizin bir parçası olan konuların sanayi toplumlarmda
uzmanlara bırakıldığını, oysa başka kültürlerde bunların tümüyle aile
ya da cemaatin işi olduğunu ekleyin; ve sağlık konusunda elimizde
belirsizlik taşımayan bir tane bile ölçüt bulunmadığını aklınıza getirin
-sıhhat farklı zaman ve kültürlerde farklı farklı değerlendirilir-;
bilimsel usûllerle bilimsel olmayan usûllerden hangisinin daha üstün
olduğu konusunun gerçekten bilimsel bir yoldan asla incelenmediğini
açıkça göreceksiniz. Bir kere daha bilim havarilerinin kendi
imanlarına itimat telkin edecek bilimsel delillerden yoksun oldukları
anlaşılıyor. Bu, bilimi itham etmek değildir; yalnızca bir kere daha
diğer yaşam biçimleri karşısında bilimi seçmenin hiç de bilimsel bir
seçim olmadığını söylemektir.
Çok sık karşılaşılan bir iddia, bilimsel olmayan yaşam biçimleri
geçmişte
incelenmiştir, der, bilimadamlan onlarla ilk kar-
şılaştıklarında gerekli kontrolleri yapmış ve bilime seçenek oluş-
turmadıklarına karar vermişlerdir. Örneğin Kızılderili ilaçlan (ABD’de
19. yüzyıl pratisyen hekimleri arasında çok yaygındı), yerlerine yeni
ilaç endüstrisinin daha üstün ürünleri bulunduğundan ortadan
kaybolmuştur.
Bu iddia hem doğru değildir hem de konuyla bir ilgisi yoktur.
Doğru değildir çünkü, sözüm ona bilime dayalı pratiklerin elde ettiği
birçok zafer sistematik karşılaştırmalı araştırmaların sonucu değil,
onlardan bağımsız çeşitli toplumsal gelişmeler, politik (kurumsal)
baskılar ve bir iktidar oyunu sayesinde şişirilmiş komik kanıtların
sonucudur. Yine tıp örneğini alalım. Paul Starr’a göre (The Social
Transformation of American Medicine, New York
1981), daha gayrişahsi (ya da teknik terimlerle, daha “nesnel”) bir
yaklaşıma geçiş de dahil olmak üzere doktorların rolündeki tüm önemli
değişiklikler büyük ölçüde tıbbi bilgideki gelişmelerden değil,
toplumsal gelişmelerden kaynaklanmıştır. Bu toplumsal gelişmeler
neyin izlenecek doğru tıbbi usûl sayılacağı üzerinde etkili olmuş ve o
sayede ardında herhangi bir araştırma bulunmayan bir ilerleme
görüntüsü yaratılmıştır. Stanley Joe Reiser (Medicine and the Rise of
Technology, Cambridge 1978), yeni teknolojilerin rolü üzerine aynı
doğrultuda bir tartışma geliştirir. Cihazların gözlemci insandan daha
iyi sonuç verdiği düşüncesi mevcut genel gayrişahsileşme
(impersonality) eğilimine denk düşmüş ve o temelde kişisel ilişkiye
dayalı teşhislerin peşinen elverişli olmadıkları düşünülmeye
başlanmıştır. Sağlık alanındaki iyiye gidiş çoğunlukla, gelişmiş tıbbi
uygulamalara değil, düzgün v£ yeterli beslenme, koruyucu tedbirler,
çalışma şartlarının düzelmesi ve önemli hastalıkların tedaviden
bağımsız olarak belirli aralıklarla nüksetmesi gibi başka nedenlere
bağlıdır (ayrıntılar için bkz. R.H. Shryock, The Development of
Modern Medicine, University of Wisconsin Press, Madison, Wisconsin
1979, s.319 vd.).
Lewis Thomas ve Peter Medawar gibi yazarların bilimsel tıbbın
başlangıcı olarak 1930’ları verdiğini göz önüne alırsak (krş. The
London Review of Books, 12 Şubat-2 Mart 1983, s.3 vd.), ya, katı bir
bilimsel bakış açısıyla, 20. yüzyıl öncesi tıbbının altı boş bir itibar
kazanmış ve aslı astarı olmayan bir ilerleme göstermiş olduğu
sonucuna varmak, ya da tıbbın bilimsel olmadan da pekâlâ
Dostları ilə paylaş: |