1
PİR SULTAN ABDAL’IN DEYİŞLERİNDE ANİMİZMİN ve İSLÂMİYET ÖNCESİ
ESKİ TÜRK İNANÇLARININ İZLERİ
Gülseren ÖZDEMİR
∗
ÖZET
Bu bildiride Türk edebiyatının önemli yapı taşlarından biri olan, başta Anadolu
olmak üzere geniş bir coğrafyada tanınan, yaşamı ve kişiliğiyle halkın dilinde
efsaneye dönüşmüş ve Alevi-Bektaşi edebiyatının -Alevilerce ulu sayılan- yedi büyük
şairinden biri olan Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde görülen animizm etkileri üzerinde
durulacaktır.
Pir Sultan deyişlerinde, Alevi-Bektaşi kültürü ve inançlarıyla temellenmiş
tasarlanmış ideal dünyanın lideri olan “Şah’ın/Mehdî”nin başka bir bedene geçme
yoluyla zaman ve mekân değiştirmesi ve “sâhib-zamân” olması motifi başta olmak
üzere; yaşayan ya da cisminden kurtulup manevî âleme göçmüş, ruhu sonsuza kadar
var olacak olan kutlu şahısların -özellikle de Hacı Bektaş Veli’nin- çeşitli hayvan
donlarına girebilmesi ve kendilerinden yardım bekleyen, aman dileyen Hak dostlarına
yardıma gidebilmesi gibi özellikler çok sık görülür. Bu önemli unsurlar söz konusu
deyişlerde, insanlık tarihinin bilinen en eski inanç sistemlerinden olan, “canlıcılık”
veya “ruhçuluk” olarak tanımlanan; ölenlerin ruhlarının tamamen yok olmayıp
bunların yaşayanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz etkilerinin bulunduğu anlayışını,
doğadaki bütün unsurların canlılığını ve tenasühü esas alan animizmin ve Türklerin
animizm sonrası benimsemiş olduğu inançların etkisi olduğunu göstermektedir.
Bildiride öncelikle animizm hakkında kısaca bilgi verilecek, daha sonra bu inanç
sisteminin Pir Sultan Abdal’ın şiirlerine eski Türk inançları yoluyla geçen etkileri,
karşılaştırma yöntemiyle ve başta tenasüh ve don değiştirme kavramları irdelenerek
tespit edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Pir Sultan Abdal, animizm, tenasüh, don değiştirme, atalar kültü,
tabiat kültleri
∗
E.Ü. Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, İzmir.
2
THE PRİNTS of ANIMISM and THE PRE-ISLAMIC ANCIENT TURKIC
BELIEFS ON PIR SULTAN ABDAL’S POEMS
ABSTRACT
Pir Sultan Abdal is a poet, who has an important place in the Turkish
literature. He has been known worldwide but especially in Turkey and the Middle
Anatolia. His life and humanity was made legendary by Turkish people. He has been
one of the seven major poets in the literature of Alevi-Bektaşi, whom were
considered as holy by Alevis and Bektaşis. In this paper, the effects of animism on Pir
Sultan Abdal’s poems is tried to be analyzed.
In Abdal’s folk poems, there is an optimum world, which was idealized and
based upon the beliefs and culture of Alevi-Bektaşi. “Şah” or “Mehdi”, who is the
leader of this optimum world, has the ability to change the history and locality of his
own and become the head of time via reincarnation in these folk poems. Both the
alive or the dead holy people, whose spirit became eternal such as Hacı Bektaş Veli,
can transform their bodies to various animal bodies. And those people can help to the
people still in this world, who are believed and loved in God and are oppressed.
These themes prove the effects of animism that is one of the familiar oldest beliefs of
the history of mankind on Pir Sultan’s folk poems. Animism believes to the fact that
everything in nature has a soul. According to animism, souls of dead people don’t
disappear forever, instead those souls are remained to affect the alive ones in a
positive or negative manner. Animism is based on the reincarnation and liveliness of
all elements in nature. These beliefs in animism and those one which were adopted by
Turks in post-animism period are resembled to the above mentioned themes in the
folk poems of Pir Sultan Abdal. In this paper, I would first like to provide the
definition of animism and then I like to point out the effects of animism which are
identified via ancient beliefs Turkic on folk poems of Pir Sultan.
Key Words: animism, reincarnation, metamorphosis, cult of ancestor, cults of nature
Dinlerin bir evrim sonucu ortaya çıktığı anlayışını savunanlar için animizm, natürizm
ve totemizmden hangisinin daha önce geldiği tartışma konusu olmakla birlikte, genel kabul
ilk inanç sisteminin animizm olduğu yönündedir. Bu yönde görüş bildiren araştırmacılardan
biri olan “İngiliz antropolog Edward Burnette Tylor’ın 1871 senesinde ilk olarak Latince
‘ruh/tin’ anlamına gelen ‘anima’ sözcüğünden türeterek ‘ruhsal varlıklara inanma’ anlamında
3
kullandığı” (Dinler Tarihi Ansiklopedisi, 1976: 10) animizm, insan ve tabiat arasındaki birlik
ve bütünlük görüşünden doğmuştur. Animizmde doğadaki tüm varlıklar arasında bir ilişki ve
bu ilişkiden doğan bir bütünlük söz konusudur. Ruhlar bedenin ölümünden sonra yaşamaya
devam eder ve en aşağı dereceden Tanrı’ya kadar giden bir hiyerarşik yapı meydana getirirler.
Böylece doğada farklı dereceden güçler ortaya çıkar.
Freud (1999: 134-161), felsefecilerin insanlık tarihini animistik dönem, dini dönem ve
en son da bilimsel dönem olmak üzere üçe ayırdıklarını, birbiri ardından gelen bu üç
aşamanın genel özellikleri göz önünde tutularak animizmin kendisinin henüz bir din
olmadığını, ancak daha sonraki dini doğuracak ilk şartları içinde taşıdığını söyler.
Animizmden sonraki evrelerde gelişmiş inanç sistemlerinden biri olan Şamanizm,
animizmden önemli unsurlar taşımaktadır. İnsanlar da dahil olmak üzere varlıkların ruh
bakımından değil, beden bakımından birbirlerinden ayrı olduğu görüşü bunların başında gelir.
Başta Çin, Hint ve İran olmak üzere çok farklı kültürlerle temasları sonucu değişik dinlerin
etkisi altında kalan Türkler, genelde animizmle temellenmiş olan Şamanist inançlara sahip
olmuşlardır. “Yüzyıllarca Türk boyları arasında tutunan, her şeyin maddî ve ruhî olmak üzere
iki varlıkla temsil edilmekte olduğunu açıklayan, animizm ve natürizmin esaslarına dayanarak
gelişmiş, bir din olmaktan ziyade bir mezhep manzarası göstermiş olan Şamanizmde karşılıklı
çarpışan, birbirine zıt iki kuvvet veya Tanrı görülür.” (Uraz, 1967: 144-145) Ruhların
bedenlerini terk ettikten yani ölüm olayından sonra dünyadaki varlıklarının ortadan
kalkmadığına; insanlar ve başka varlıklar üzerinde etkili olma, onlara iyilik ve kötülük
yapabilme özellikleri olduğuna; kötü ruhların yer altı âlemine, iyi ruhların ise gök âlemine ait
olduğuna inanılan Şamanizmde kötü ruhları kovmak amacıyla yapılan dualar ve dinî törenler
oldukça fazladır.
Türkler bugün de uzun bir süre yaşam tarzı haline getirmiş oldukları Şamanizm ve bir
süre kabul ettikleri Budizm ve Maniheizm etkisinden kurtulamadıklarını gösteren birçok
davranış ve inancı devam ettirmektedirler. Özellikle kökeni ve tarihî gelişimi konusunda kesin
bir şey söylemek zor olsa da zengin bir kültürel sentezin sonucu olan Alevi-Bektaşi
kültürünün bu gelenek ve inançları daha belirgin bir şekilde yansıtması doğaldır. Elbette bu
kültürde sadece animizmle temellenen Şamanist inançların değil Türklerin kabul ettikleri veya
etkilendikleri başka dinlerin de tesirini görmenin mümkün olduğunu gözardı etmemek
gerekir. “Hindistan kökenli Budizmin, özellikle temel inancı canlıların öldükten sonra -kutsal
âlemi, ebedî mutluluğu temsil eden Nirvana’ya ulaşıncaya kadar- değişik kalıplarda birçok
4
kez yeniden dünyaya gelmesini esas alan tenasüh inancı ile Alevi-Bektaşi kültüründeki etkisi
büyük olmuştur.” (Artun, 2007).
Ruhun ölümsüz olduğu, başka varlıklara girebilmek suretiyle beden değiştirebildiği ve
belli bir olgunluğa ulaşana kadar varlığını bu şekilde devam ettirebildiği; buna bağlı olarak da
bütün varlıkların canlı olduğu ve doğada birbirine zıt güçler -iyi ve kötü ruhlar- bulunduğu
gibi animizm kaynaklı anlayışların eski Türklerdeki Gök Tanrı inancı yanında önemli yer
tutan “atalar kültü” ve “tabiat kültleri” ile olan büyük benzerliği Pir Sultan Abdal’ın
deyişlerini animizmin nasıl etkilediğini ortaya koymaktadır.
Bunlardan insanların “ruh” kavramını algılayışı ile bağlantılı olan, bütün ilkel dinlerde
önemli yer tutan “atalar kültü” Türklerin en eski inançlarından biridir. Bu inanca göre atalar
öldükten sonra ailesine yardım edebilir veya kötülük yapabilirler. Ataları unutmamak ve
onlardan saygıyı eksik etmemek, onların gazabından korkmak gerekir. Daha çok ölmüş atalar
için kurban sunma şeklinde bilinen bu inancın günlük yaşama yansımış birçok ayrıntısı vardır.
Çünkü ölümünden önce güç, yetenek ve mevki bakımından önemli olan kişi, öldükten sonra
da her türlü saygıyı hak eder. Dinî kuralların, törelerin, gelenek ve göreneklerin yaşayanlarca
korunup korunmaması, ataların iyiliğine veya gazabına neden olabilir. “Ruhun bir bedenden
başka bir bedene geçmesi anlamına gelen tenasüh inancının Türkler tarafından kabul
edilmesinde önemli rolü bulunan” (Ocak, 2007: 64) atalarla ilgili bu düşünüş, İslâmiyetle
birlikte biraz değişmiş olsa da ortadan kalkmamış, ölmüş olan kutlu şahısların mezarlarının
ziyaret edilerek onlardan yardım istenmesi şeklinde devam etmiştir. Özellikle Alevi-Bektaşi
kültüründe hem yaşamakta olan hem de ölmüş olan ulu kişilerin insanlar üzerinde pozitif
yahut negatif bir etkisi olduğu inancı çok güçlüdür. Bu nedenle onların öfkesine maruz
kalmamaya dikkat edilir ve onlardan daima yardım dilenir.
Dünyayı Alevi-Bektaşi kültürüyle kaynaşmış bir tasavvuf inancı ile yorumlayıp
anlamlandıran Pir Sultan Abdal’ın eserlerinde animizmi ve Şamanizmi andırır biçimde iyi ve
kötü nitelikli doğa güçlerinin karşılığı olup, bedenen ölmüş olduğu halde bu dünya ile
bağlantısını koparmayın; insanlar, durumlar ve olaylar hakkında taraf olan iyi ve kötü ruhlar
vardır. Her iki grup da belli derecelere ayrılarak birbirlerinden farklı konumlarda bulunurlar.
Bir tarafta lânetli Şeytanın düşmanı, Hakk’ın dostu olup adından aşkla ve sevgiyle söz edilen
Şahlar, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler, ârifler, muhipler içinde düşünülen peygamberler,
melekler, ehl-i beyt, on iki imam
1
, evliyalar, erenler, abdallar, seyyidler, gaziler olarak
1
On İki İmam sırayla şunlardır: Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynel Abîdin, Muhammed Bakır, Cafer-üs-Sadık, Musa
Kâzım, Ali Rıza, Muhammed Takı, Ali Nakî, Hasan Askeri, Muhammed Mehdi.
5
“güruh-ı naci”
2
vardır. Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde adı çok sık geçen kutlu şahıslar,
Alevi-Bektaşi tarikat geleneği içerisindeki mertebe sıralamasına göre önem kazanırlar. Bu
geleneğe göre evreni bir kutbun ve ona bağlı iki kişinin -ki bunlar üçleri meydana getirir-,
bunlardan sonra gelen yedilerin, kırkların ve en sonra gelen üç yüzlerin yönettiğine inanılır.
Söz konusu kişiler tasavvuftaki şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarından, mertebelerine
göre geçiş yapmışlardır. Dört kapının her birine bağlı on makam, kırkları meydana getirir.
Kırkların başı ise Hz. Ali kabul edilir.
Bir nevi Cennet mahiyetindeki idealize edilmiş dünyanın bu kutlu şahıslarının
karşısında, Hakk’ın düşmanı, lânetli şeytanın dostu olan; Muaviye, Yezit, Mervan,
Mülcemoğlu, Şimir, Firavun, Nemrud, Hızır Paşa gibi zalimler ve çoğu zaman bu gruptan
olan müftüler, valiler, kadılar, paşalar, sultanlar ve gönül gözü kör sofular yer alır. Işık
âleminin lideri “Şah” veya “Mehdi” iken, zulmet âleminin lideri Yezit’tir. Her dönemin bir
“Şah’ı/Mehdi”si ve onun yanında duran Hak dostları olduğu gibi yine her dönemin bir Yezit’i
ve onun zalim yandaşları vardır. Dünyaya gelecek olan Mehdî ile Deccal da bu iyi-kötü
mücadelesinde son halkayı temsil ederler. Pir Sultan deyişleri daima iyi olan ile kötü olanın
zıtlığını göstermeye dayalı olarak kurulur. Bu deyişlerde “Hz. Ali ve on iki imam eski
Türklerdeki Ülgen Ataya ve oğullarına Yezit ise Erlik’e karşılık gelmektedir.” (Yörükân,
2005: 95)
Kendisi, yaşadığı toplum, inananlar ve bütün dünya için bir kurtarıcı beklemekte olan
Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde “gel, yetiş, medet, mürvet/mürüvvet
3
, kerem, dertli, derman,
tabip, dert, çare, imdat, merhem”, en çok geçen sözcüklerdir. Bunlarda Yezitlerin zulmüne
karşı Şahlardan, ölmüş ya da yaşayan erenlerden, Muhammed peygamberden ve diğer
peygamberlerden, Şah-ı Merdan Ali’den, Hz. Hüseyin’den ve diğer imamlardan, Hacı Bektaş
Veli’den, Bozatlı Hızır’dan, Şah Seyit Ali ve Şeyh Hasan gibi Alevi-Bektaşiliğin ünlü
gazilerinden/erenlerinden ve “arşı kürsi cüml’alemi yaradan”dan sık sık aman dilenir. Pir
Sultan Abdal aşağıdaki deyişinde, hem Muhammed’ten hem Ali’den hem de erenlerden iyilik
isteğinde bulunmaktadır:
Ak gül Muhammed’in terinden
Kerem Muhammed’den mürvet Ali’den
Pir Sultan’ım böyle gördük uludan
2
“Kurtulmuş topluluk” anlamına gelir. Hz. Muhammed ümmetinin yetmiş üç parçaya ayrılacağını, içlerinden
yalnız birinin yani “Güruh-ı Naci”nin kurtulacağını, öbürlerinin cehenneme gideceğini söylemiştir.
3
Yiğitlik, mertlik, iyilikseverlik, cömertlik.
6
Bin kânım var bir mürüvvet erenler (Avcı, 2006: 648)
Pir Sultan’ın deyişlerinde ideal toplum düzenini kuracak insan tipi ahdinde duran, mert
olandır. Ama toplum din ve inanç konusunda bile çıkarına göre hareket eden ikiyüzlü
insanlarla doludur. Erenler bu türden insanlara karşı kahredici olabilirler:
Yürü bre yürü yoldan dönücü
Erenlerin kahrı üstüne olsun
Uğrasın boynuna Şah’ın kılıcı
Erenlerin kahrı üstüne olsun (Avcı, 2006: 613)
Pir Sultan Abdal animizm kaynaklı inanç sistemlerindeki iyi ve kötü ruhlara benzer
şekilde Şahlar-Yezitler zıtlığını son derece belirgin kıldığı deyişlerinde, “Şah” kimliği taşıyan
kutlu şahısların karşısında duran Yezit’e ve Yezitlere düşmanlığını her zaman açıkça ortaya
koyar. Kendini Hüseynî ve Alevî olarak tanıtan, inançları uğruna canını veren bir mümin olan
Pir Sultan, asla Yezitlerden korkmaz. Onlarla mücadeleden hiçbir zaman çekinmeyeceğini, bu
yolda canını ortaya koyacağını, Şah-ı Merdan Ali’nin yolundan ayrılmayacağını belirtir.
Aşağıdaki dörtlükte öyle coşar ki âdeta bir mahşer manzarası çizer ve Yezit’in kanının
intikam duygusuyla, kendi kanının ise Ali aşkıyla dökülmesini istediğini söyler:
Sûr çalınsın, halk çekilsin
Yezit meydana yıkılsın
Senin aşkınla dökülsün
Kanım hey Murtaza Ali (Avcı, 2006: 478)
Tanrı’nın adaletine inanan Pir Sultan, O’nun Yezitlere ve müminlere neyi lâyık
gördüğünü bilmektedir. Çünkü her şeyin üstünde düşünen akıllı bir ruh vardır. Arkaik
dönemde kötü ruhların yer altı âlemine gönderildiklerine inanılması gibi, Pir Sultan’a göre de
Yezitler hak ettikleri cezaya mutlaka çarptırılacaklardır:
Yezid’e verildi cevr ile cefa
Mümine verildi zevk ile sefa
Bunda inanmazlar sözünüz hava
Yalan gerçek ile gözlenmeyince (Avcı, 2006: 415)
7
Pir Sultan deyişlerinde “Şahlar” şeklinde bir ifade kullanılmaz, “Şah” kimliği taşıyan
her bir şahıstan tek tek söz edilirken “Yezitler” ifadesi çok sık görülür. Bunun nedeni Şahların
birbirlerinin bedenlerine girebilme kerametlerine karşılık Yezitlerin böyle bir keramete sahip
olmamaları ama Yezitlik ruhunun da iyiliğe karşı her zaman var olmuş ve olacak olan kötülük
gibi yaşamasıdır. Bu anlatım değişikliğinin nedeni iyi ve kötünün mücadelesi vurgulanırken
Yezitlerin şahıs olarak hiçbir değer taşımadıklarının da hatırlatılmak istenmesidir. Pir Sultan
için Yezit’ten kurtuluşun bir tek yolu vardır. O da eli Zülfikârlı Ali’nin kendisine inananlarla
birlikte savaşmasıdır. Pir Sultan “Şah”ın gelip Yezitleri ortadan kaldıracağı umudunu asla
yitirmez:
Gafil olman hey erenler
Gelen Murtaza Ali’dir
Yezide bâtın kılıcı
Çalan Murtaza Ali’dir (Öztelli, 1974: 104)
Pir Sultan’daki “Şah”ın bir gün mutlaka gelip mazlumları kurtaracağı ve ideal düzeni
kuracağı düşüncesi tenasüh (reenkarnasyon) inancından gelmektedir. Genel ve kaba bir
tarifle, beden öldükten sonra ruhun başka bir bedene geçmek suretiyle hayatını sürdürmesi
şeklinde ifade edilebilecek olan tenâsüh, bugüne dek farklı biçimlerde yorumlanmıştır.
Animizmin de esas unsurlarından biri olan, tarihi oldukça eskiye götürülebilen bu inanç,
Hinduizmle dünyanın birçok yerine yayılmıştır. Özellikle de “tenâsühü kendi doktrininin
temeli yapmış olan Budizmde” (Ocak, 2007: 184) ölen insan bedeninden çıkan ruhun daha
önceki yaşantısında yaptığı iyilik ve kötülüklerden sorumlu olduğuna, buna göre ödül veya
ceza anlamına gelebilecek bir şekilde alçalma ya da yükselmeye maruz kalarak yeni bir
bedene sahip olacağına inanılır. Bütün bunlar insan için bir nevi arınma anlamına gelir ve
gerekli olduğu için de yaşanır. “Tenasühe inanan eski filozoflara göre, ölümden sonra kemale
erişmiş ruhlar kurtulur ve kudsî âleme varırlar. Fakat olgunlaşması tamamlanmamış olanlar
başka varlıkların bedenlerini dolaşır, ahlakî ve ilmî bakımdan nihayete erişinceye kadar bir
bedenden diğer bir bedene geçerler. Kemalini tamamlayınca da bedenlere bağlı kalmaktan
kurtulurlar.” (İslâm Ansiklopedisi,1997) Musevîlik, Hristiyanlık ve İslâmiyet gibi büyük
dinler tarafından reddedilen bu inanca, Alevilik-Bektaşilik gibi İslâmî bazı tarikatlarda canlı
bir şekilde rastlanmaktadır. Hz. Ali’nin farklı insanların bedenlerinde yaşadığını, varlığını
sürdürdüğünü anlatan birçok Alevi-Bektaşi nefesi vardır. Bu kültürün önemli şahıslarından ve
8
yedi büyük şairinden biri olan Şah İsmail Hatayî’nin
4
aşağıdaki deyişinde söz konusu durum
açıkça görülmektedir:
Hataî’yem al atluyam
Sözü şekkerden datluyam
Murtaza Ali zatluyam
Gaziler deyin şah menem (Memmedov, 1966: 380)
Şah İsmail Hatayî, Pir Sultan ve Kul Himmet’in Yıldız dağında buluşup dem-devran
geçirdiklerini, hal diliyle muhabbet ettiklerini belirleyen, Kul Himmet’in köyü Varzıl’da İrfan
Çoban’ın derlediği anlatı (Kaygusuz, 2007), tenasühün halk söylencelerine de yansımış
şeklidir. Söylencede Hz. Hüseyin, Hz. Hasan ve Hz. Ali’nin Kul Himmet, Pir Sultan Abdal ve
Şah İsmail’in donlarında bir araya getirilmiş olmaları elbette tesadüfî değildir. Bu durum
Alevi-Bektaşi kültüründeki çok derin bir inancın göstergesidir.
Alevi-Bektaşi tarikatında mücadele, bütün tarikatlarda olduğu gibi beğenilmeyen
mevcut düzenin ve durumun değişimi için verilir. İdeal dünyanın lideri farklı kimliklerde
ortaya çıkabilen “Şah”tır. Bazen Hakk, bazen Muhammet, bazen Ali, bazen de Ali’nin
soyundan gelen on iki imamlardan ve diğer kutlu şahıslardan biri olan “Şah”, çoğu zaman
inanç gereği “Mehdî” kimliğiyle özdeşleşir. Alevi-Bektaşiler Hz. Muhammed’in bir hadisinde
sözünü ettiği Hz. İsa ile buluşacak, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk çıkararak şeytanî bir
düzen kurmaya çalışacak olan Deccal’ın hakkından gelecek; tüm dünyaya barış, adalet,
bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek olan “Mehdî”nin son imam Muhammed Mehdî
olduğuna inanırlar. Bu nedenle Alevi-Bektaşilerce son imama “Mehdi-i Muntazar” (Beklenen
Mehdi) denir. “Mehdi” kavramı da “Şah” kavramı gibi geçişken özelliğe sahip bir ruh olarak
düşünülür. Bu nedenle Pir Sultan deyişlerinde “Mehdî” de aynen “Şah” gibi arzulanan ideal
toplumun lideridir:
Kırk yılın başında bir nur doğuyor
On’ki İmam Mehdi ile geliyor
Düldül eğerlenmiş Ali biniyor
On’ki İmam Mehdi ile geliyor (Avcı, 2006: 92)
4
Diğerleri; Nesimî, Fuzulî, Pir Sultan, Kul Himmet, Yeminî, Viranî’dir.
9
Şah-ı Merdan Hz. Ali’nin kimliği, Alevi-Bektaşi kültüründe kutlu sayılan birçok
kişiye taşınmıştır. Aşağıdaki deyiş Hz. Ali’nin beden bakımından değişken olan kimliğini
vermesi açısından önem arz eder:
Münkirin gıdası Hak’tan kesildi
Nesimi yüzüldü Mansur asıldı
Dünya yedi kere doldu eksildi
Dolduran Ali’dir dolan Ali’dir (Avcı, 2006: 682)
Tarikatın serçeşmesi Hacı Bektaş Velî de çoğu zaman içinde başka ruhlar taşır:
Şahların şahısın, zât-ı Ali’sin
Her ilmin kânısın, şah-ı velisin
Abdal Musa kendi Kızıl Deli’sin
Abdalların başın der Hacı Bektaş (Öztelli, 1974: 196)
Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde tarikat ulularının insan dışındaki varlıkların kılığında
görünebilme kerametleri meselesi de önem arz eder. Don değiştirme (metamorphose) adı
verilen bu anlayış, arkaik kültür insanlarının dünyayı ve evreni algılama şekliyle uyum
göstermektedir. Arkaik kültür insanı ruhun geçici bir şekilde canlı ya da cansız başka
varlıkların bedenlerini mekân tutabileceğine, bunun için ölmenin şart olmadığına inanmakta
idi. Alevi-Bektaşi kültüründe erenlerin özellikle menkıbelerde geyik ve kuş şekline girdikleri
görülür. Pir Sultan Abdal deyişlerinde bu motife Hacı Bektaş Veli’nin güvercin donuna
girmesi şeklinde sıkça rastlanır:
Yalancı dünyanın varın getiren
Zemheride gonca güller bitiren
Güvercin donuna girmiş oturan
Hünkâr Hacı Bektaş Veli kandedir (Avcı, 2006: 670)
Pir Sultan Abdal’ın aşağıdaki deyişte kendisinin dağda geyiklerle gezdiğini söylemesi
de bu açıdan ilginçtir:
Haberim duyarsın geyikler ile
Yaramı sararsın şehidler ile
10
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin derdinden ben yana yana (Boratav-Gölpınarlı, 1943: 123)
Arkaik toplumlarda ölümden sonra insan ruhunun hayvan, bitki ya da cansız
varlıkların bedenine girme nedeni ödül ya da cezadır. Pir Sultan deyişlerinde ise don
değiştirme çoğunlukla keramet sahibi insanlar için söz konusudur. Ancak deyişlerde koyun,
geyik, at, aslan, güvercin, bülbül gibi olumlu bir atmosfer yaratan hayvanlara karşılık kurt,
baykuş, yılan, zağ (kara karga), hımar, kelb gibi olumsuz bir atmosfer yaratan hayvanların
adları çok sık geçer ki bunların olumluları çoğu zaman ulu bir zatın geçici donu olur.
Alevi-Bektaşi kültüründe önemli yeri olan devir nazariyesinin de animizm denilen
ilkel inancın esaslarıyla uygunluk arz ettiği belirtilmelidir. Allah’tan gelip Allah’a dönme
bilincini işleyen devriye adlı şiirlerde insan çoğu zaman doğumdan önceki ve ölümden
sonraki evreleriyle -yani yaratılış ve yaratıcıda yok oluş süreçleriyle- ele alınır. Ruhun
cisimler, bitkiler ve hayvanları dolaştıktan, böylece belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra insan
bedeninde yer bulabildiği, Tanrı’ya yakınlığına göre bir makam sahibi olduğu ve en son
noktada fenafillah noktasına ulaştığı anlatılır. Animizm esaslı bazı inanç sistemlerinde
bedenin ölümünden sonra olgunlaşmamış halde bulunan insan ruhunun devriye
nazariyesindekine benzer şekilde cisimleri, bitkileri ve hayvanları dolaşarak kemale erdiği
görülür. Devriyelerdeki ruhun başka varlıkları dolaştıktan sonra insan bedenine sahip
olabildiği ve insan olmayı başardıktan sonra yine kemal mertebelerinden geçerek Tanrı’da
yok olabildiği görüşü söz konusu ilkel inançlarla kaynaşmış bir tasavvuf anlayışının
sonucudur. Çünkü devriye nazariyesi bir ucuyla Tanrı’dan gelip Tanrı’ya dönme görüşüne
ilmek atarken, diğer ucuyla Şamanizm ve Budizmdeki ruhun olgunluğa varma aşamalarıyla
ilgi kurar. Bu yönüyle devriyeler varlığın bütünlüğüne, bütün varlıkların etkileşim içinde
olduğuna ve birliğin Tanrı’da mümkün olduğuna vurgu yapar.
Anadolu Aleviliğindeki “Hak-Muhammed-Ali” anlayışı da varlığın bütünlüğünün üç
kelimeye indirgenmiş şeklidir. Alevilerde Hakk’ın yanında duran her kişi Hak-Muhammed-
Ali ayrılmazlığı anlayışına göre hareket eder. Zaten Alevi-Bektaşi geleneğindeki insanın
yaratılışına dair inançlar da bu bütünlük ve ayrılmazlık anlayışına göre düzenlenir.
Pir Sultan Abdal’ın insanın geçirdiği aşamaları devriye nazariyesine bağlı olarak
irdelediği şiirleri bulunmaktadır. Aşağıdaki deyişte onu Tanrı’nın yaratması sürecinden
başlayarak ele almaktadır:
Kur’an yazılırken arş-ı Rahman’da
11
Kudret katibinin elinde idim
Güller açılırken kevn ü mekânda
Bülbül idim gonca gülünde idim
Evvel Cebrail’in ilk kelamında
Kırklar meclisinde aşk meydanında
Muhammed Ali’nin sır kelamında
Nihan söyleşirken dilinde idim
Kırklar arş üstünde kurdular cemi
Muhabbet halk olup sürdüler demi
Balçıktan yarattı Allah Ademi
Ben ol vakit anın belinde idim (Avcı, 2006: 550)
Pir Sultan Abdal’ın “sen” ve “ben” olmak üzere, çoğu zaman var olan ve yok eden
özellikteki iki kişi üzerinden, zamanın doğuma ve ölüme dayalı olarak ilerlediği düşüncesi
üzerine kurulu; her bir dörtlüğünde “bülbül-yanıl alma, yanıl alma-gümüş çövmen
5
, gümüş
çövmen-darı, darı-keklik, keklik-sulusepken, sulusepken-deli poyraz, deli poyraz-ulu hasta,
ulu hasta-Arızail, Arızail-cennetlik kul” kavramları arasındaki ilişkiyi ele aldığı, bir zinciri
andıran deyişinde ilk dokuz dörtlükte daha çok zıtlığa ve yok oluşa dayalı bir etkileşim söz
konusu iken son dörtlükte birliğe varılır:
Sen bir cennetlik kul olsan
Cennete girmeye gelsen
Pir Sultan üstadın bulsan
Bilece girsek ne dersin (Fuat, 2001: 49)
Ruhun ve maddî varlığın tekâmülünü anlatan devriyeler, hulul fikrini de içerebilir.
Tenasühe benzeyen hulul (enkarnasyon), yaratıcının özelliklerinin yarattıklarına geçmesi ve
Tanrı’nın insan şeklinde görünmesi anlamına gelir. Arkaik toplumlarda ölen insan bedeninden
çıkan ruhun hor görülerek yer altı âlemine kovulması ve cezalandırılması veya kutsallaşması
ve tanrılaşması söz konusudur. Eski Türklerde de ata ruhlarına bağlı olarak gelişen onları
5
Yemiş toplamak için kullanılan ucu çatallı değnek.
12
kutsallaştırıcı bir kült oluştuğunu hatırlatmak gerekir. Meseleye bu şekilde insanın tanrısal
özellikler kazanması değil de Tanrı’nın insanda zuhur etmesi noktasından bakıldığında da
durum değişmemektedir. “Eski Türklerde Tanrı’nın insan şeklinde göründüğüne dair pek çok
inanç vardır. Altayların, adı olmayan bir çocuğa Tanrı tarafından ad konulmasını anlatılan Ay
Mangus masalında bu inanç çok net bir şekilde görülür.” (Yörükân, 2005: 97) Kağanların
Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak görülmesi de aynı bakış açısının sonucudur.
“Tanrı’nın insan sûretinde görünebileceğine dair aslında Şamanist kökenli olan bu motife,
Anadolu Alevileri arasında akaid ve ilmihal kitabı vazifesini gören meşhur İmam Cafer
Buyruğu’nda da rastlanır.”
(Ocak, 2007: 161) ki bu inanç Animizmin varlığı bütün olarak
algılama anlayışına uygun düşer.
Pir Sultan şiirlerinde âlemin özü olarak kabul edilen Hz. Ali, animizmi hatırlatacak
ölçüde tanrısal özelliklerle de ortaya çıkar. Bunlarda Ali âdeta Tanrı’nın nurunu âleme
yansıtan bir prizmadır. Allah, Ali ve âlem bu yüzden ayrılmaz bir bütündür. Pir Sultan
yalnızca Alevi-Bektaşilerin değil, bütün Müslümanların çok büyük sevgi duyduğu Ali’yi,
birçok yerde kutlu bir şahıs olmaktan öte Tanrı’nın kendisi olarak değerlendirir. Ali’ye
duyulan sevginin büyüklüğü Tanrı ile bir olması sonucunu verirken, varlığın bütünlüğünü de
sağlar:
Gâfil kaldır şu gönlünden gümânı
Şu mülkün sahibi Ali değil mi
Yaratmıştır on sekiz bin âlemi
Kısmetini veren Ali değil mi (Avcı, 2006: s. 488)
Aşağıdaki deyişte de Ali-Allah birliği vurgulanmaktadır:
Bir ismi Ali’dir bir ismi Allah
Bunda inkâr yoktur hem vallah billah
Şükür birliğine dedim eyvallah
Ben Ali’den gayrı alâ görmedim (Avcı, 2006: 548)
Pir Sultan Abdal’ın deyişleri sembollerle örülü tutarlı ve sistematik bir düzene sahiptir.
Deyişlerin doğru çözümlenebilmesi için öncelikle çoğunluğu birbirinin zıttı olan ama aynı
düşünce etrafında gelişen bu semboller dairesinin analiz edilmesi gerekir. Hayvanlar, bitkiler
ve cansız varlıklar deyişlerde genellikle birer sembol olarak teşhis ve intak sanatları ile
13
birlikte kullanılmış olmasına rağmen belki bunun bir devamı olarak animizm anlayışını
hatırlatacak derecede canlı düşünülmüşlerdir. Animizmin en önemli esaslarından biri olan her
varlığın canlı addedilmesi düşüncesi; öldükten sonra ruhun varlığını devam ettirdiği, bu ruhun
başka varlıklara geçtiği ve insanı olumlu ya da olumsuz yönde etkileme gücüne sahip olduğu
inancından doğmuştur. Animizmde olduğu gibi Pir Sultan deyişlerinde de ilk olarak ata
ruhlarının ve ikincil olarak da doğadaki unsurların büyük önem arz etmesi ve bunların yine
animizmde olduğu gibi birbirleri ile ilişki içerisinde olduklarına dair ipuçları bulunması
rastlantı sayılamaz. Deyişlerde çok fazla belirginleşmemiş olsa da her varlığın bir ruhu olduğu
görüşünün zaman zaman varlığını hissettirmesi, bu nedenle üzerinde durmaya değer bir
konudur.
Tabiat eski Türklerde, iyilik ve kötülük yapabilme özelliklerine sahip gizli güçleri
barındıran, kutsallığı olan bir kavram idi. Bu nedenle de uzun bir dönem Gök Tanrı’ya inanan
ama bunun yanında atalara ve tabiata da bir kült derecesinde bağlı olan bu millet için dağlar,
ağaçlar, kayalar, sular ve hepsinin üstünü örten gök son derece önemliydi. Bu özellik Alevi-
Bektaşi kültüründe de net bir şekilde görülür. “Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli’deki
menkıbelerin birinde aslana binip yılanı kamçılayarak Hacı Bektaş’ın ziyaretine gelen Seyyid
Mahmud Hayrani’ye karşı Hacı Bektaş’ın, kızıl bir kayaya binerek karşılamaya çıktığı ve
kayayı uzunca bir süre yürüttüğü hikaye edilir.” (Artun, 2007).
Pir Sultan Abdal deyişlerinde doğayı bütün unsurlarıyla bulmak mümkündür.
Güvercin, tuti-dudu-papağan, bülbül, baykuş, güvercin, turna, şahin, doğan, baz, kumru,
kuğu, kaz, keklik, suna, serçe, anka, hüma kuşu, pervane, kuzgun, arslan, koyun, koç, kuzu,
kurt, aslan, geyik, at, öküz, hımar-merkep, yılan, maral, zâğ
6
, kelb, balık, horoz, arı, sinek,
deve, ceran, ejderha, gibi hayvanları; gül, nar, elma, ardıç, sümbül, ayva, turunç, nar gibi
bitkileri ve tambur/tanbura, kandil, mum, çerağ, şem, kement, post, dolap, köşk, kubbe,
hezen, yol, el, dağ, pınar, ab-ı zemzem, âb-ı hayat, çeşme, serçeşme, kevser, derya, hâr, bade,
mey, dolu, engûr şerbeti
7
, gece, yıldız, ay, nur, dükkân, şar, pazar, muallak taşı, taç, dâr, ağaç,
don, Kâbe gibi varlık ve sembol kavramlarıyla; Kerbelâ, Kazova, Erdebil, Şam, Horasan,
Urum gibi önemli yerlerin dahil olduğu bu çok canlı doğa animizmdeki dış dünyaya bakış
tarzını andırır.
Başta dağlar olmak üzere yüksek yerler eski Türklerde ibadet için en ideal yerlerdi.
Deyişlerinde Yıldız Dağından, Tanrıdağ’dan, Tur Dağı’ndan ve Kaf Dağı’nda oldukça fazla
6
Kara karga
7
Şarap ve rakı
14
söz eden Pir Sultan, aşağıdaki deyişte bu eski tapınma şeklini andırırcasına erenlerin
nazargâhı olarak gösterdiği Yıldız Dağında dâra durduğunu söyler:
Yıldız Dağı derler çıktım bir yere
Anda pîrim nazar etti bizlere
Elimi bağlayıp durmuşum dâra
On’ki İmam Şah-ı Merdan diyerek (Avcı, 2006: 122)
Aşağıdaki deyişte dağların ve atların canlılığı bilinçli olma derecesinde
vurgulanmıştır:
Karşı karşı karlı dağlar
İndi Şah’a secd’eyledi
Mülk iyesi ulu beyler
İndi Şah’a secd’eyledi
…
Yer yüzünde biten otlar
Cana kıyar koçyiğitler
Ala gözlü arap atlar
İndi Şah’a secd’eyledi (Avcı, 2006: 85)
Kazova, Sarıkaya ve Kırklar Yaylası da Pir Sultan’ın sözünü ettiği yer isimleridir.
Şair bazen cezbe halini yaşamak için âdeta Kırklar Yaylasını tercih eder ve bunun için oraya
çıkar:
Çıktım Kırklar Yaylasına
Çağırdım üçler aşkına
Yüzümü yerlere sürdüm
Yediler kırklar aşkına (Avcı, 2006: 425)
Buradaki yaylanın adının Kırklar Yaylası olması da eski Türk inançlarındaki tabiat
unsurlarına özellikle de dağlara kutsallıkları nedeniyle özel adlar verme -Tanrı Dağları gibi-
geleneğinin devam ettiğini ortaya koymaktadır.
15
Yaşamın ve ebediliğin timsali olan ağaç, diğer Alevi-Bektaşiler tarafından olduğu gibi
Pir Sultan tarafından da önemsenen bir tabiat unsurudur. Alevi-Bektaşi kültüründe çoğunlukla
adak ağacı olarak kutsallık atfedilen ardıç, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde de önemini belli
eder. Şairin tanburasına seslendiği ve onu kişileştirdiği şu dizelerde ağacın kursallığı İslâmî
ögelerle birleştirilerek açıkça belirtilmiştir:
Öt benim sarı tanburam,
Senin aslın ağaçtandır,
Ağaç dersem gönüllenme,
Kırmızı gül ağaçtandır.
Ali Fatma’nın yari,
Ali çekti Zülfikar’ ı,
Düldül atının eğeri,
O da yine ağaçtandır (Fuat, 2001: 60)
Hz. Muhammed’in Miraç gecesi göğe yükselirken üzerine bastığı taşın kendisiyle
birlikte yükselmesi ve peygamberin onu durdurması sonucu havada asılı kaldığına inanılan
“muallak taşı” da deyişlerde âdeta bir şahıs gibi canlı düşünülür:
Allah’ın ansa da ağlasa kişi
Akıtsa gözünden kan ile yaşı
Havaya çekildi muallak taşı
Muhammed miraca varaldan beri (Fuat, 2001: 130)
Cennette bulunup suyu tatlı bir ırmak olduğuna inanılan “Kevser” Alevi-Bektaşilerce
ayn-i cemde içilen şerbet için kullanılır. Deyişlerde suyun kaynağı, tarikatın kurucusu, tarikat
ulularının en ulusu anlamında “pınar, serçeşme” gibi kelimeler de Hacı Bektaş Veli için
kullanılan ifadelerdir.
Kendilerinden kutsallıkları ve çok özel nitelikleri nedeniyle birer şahsiyet gibi
bahsedilen Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye armağan ettiği Düldül ve Zülfikâr’ın deyişlerde sık
sık yer aldıklarını hatırlatmak gerekir. Pir Sultan’da Düldül’den başka hayvanları da insan
gibi düşünme motifi vardır. Kuzusunu kaybeden, âhıyla Hz. Muhammed’i, Ali’yi, Fatma
16
Anayı ağlatan koyunun sembolik öyküsünün anlatıldığı aşağıdaki deyiş bunlardan biridir.
Zaten koyun/koç, Alevilerde kutsiyet ifade eden önemli bir hayvandır:
Kerbelâ çölünden bir koyun geldi
Kuzum diye meleyüben ağladı
Koyunun sadası bağrımı deldi
Yürekteki yaraların dağladı (Korkmaz, 2005: 102)
Pir sultan deyişlerinde çok eski zamanlarda ortaya atılan dünyanın bir öküzün boynuzu
üstünde durduğu inancı göze çarpar. Ona göre sarı öküz salın, sal balığın, balık deryanın,
derya ikrarın, ikrar imanın üzerinde durmakta ve Tanrı kudretine dayanmaktadır. Öküz, Pir
Sultan deyişlerinde dünyanın bütün yükünü taşıyan bir semboldür. Aşağıdaki deyişte koyun
gibi konuşmasa da şahsiyet sahibi biri gibi düşünülmüştür.
Dağdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de ateşlere yandırır
Her evin devliğin öküz döndürür
İrençberler hoşça tutun öküzü (Fuat, 2001: 45)
Pir Sultan Abdal deyişlerinde doğadaki iyi ve kötü ruhları temsil edercesine birbirine
zıt görünen koyun-kurt, bülbül-şahin, gül-hâr gibi hayvanlardan veya tabiat unsurlarından söz
edilir. Ayrıca bunlarda çoğu zaman insan ruhuna benzer ruhlar taşıyan gül ve bülbül de
canlıcılığı anımsatacak derecede bazen birlikte bazen ayrı ayrı dillenir, birer kimliğe
kavuşurlar. Pir Sultan kimi zaman Ali için dertlenen bir bülbül, kimi zaman ise gülün kendisi
olur:
Coşma deli gönül coşma
Coşup da kazanda taşma
Üç yüz altmış tane çeşme
Serçeşmenin gülü benim (Balım, 1957: 67)
Türk kültüründe özellikle de Alevi-Bektaşi kültüründe çok özel bir anlamı olan turna,
Hz. Ali’nin gelişini simgeleyen haber taşıyıcı özelliği ile Pir Sultan deyişlerinde en sık geçen
kuşlardan biridir:
Karlı dağlar aşar aşar gelirsin
Ali’den bir haber verin turnalar
17
Ben dertliyim dermanımı bilirsin
Ali’den bir haber verin turnalar (Avcı, 2006: 624)
Pir Sultan doğadaki bitkileri de insanlar gibi düşünür:
Sordum sarı çiğdeme
Yer altında ne yersin
Ne sorarsın hey derviş
Kudret lokması yerim (Fuat, 2001: 56)
Pir Sultan deyişlerinde cansız nesnelerin canlı addedildiğine de rastlanır. Bu nesneler
içerisinde özellikle dolap, dönüşü ve inlemesi yönüyle tasavvufî anlamda bir sembol olması
bakımından da önemlidir. Şair kimi zaman Ali’den ayrı düşmenin kendisine verdiği acı
yüzünden dolapla özdeşlik kurar:
Ali Ali deyi ne inilersin
İnilersin dolap derdin ne senin
Sen de benim gibi yardan m’ayrıldın
İnilersin dolap derdin ne senin (Fuat, 2001: 64)
Pir Sultan tek tek ögeleri olduğu gibi dünyayı da bir bütün olarak canlı düşünür:
Yürü bire yalan dünya
Yalan dünya değil misin
Hasan ile Hüseyin’i
Alan dünya değil misin (Korkmaz,2005:109)
SONUÇ
Bütün bu anlatılanlar sonucunda şunları söylemek mümkündür: Anadolu’daki Alevi-
Bektaşi kültürü Şiîlikten etkilenmiş olsa bile, İslâm öncesi dinlerden kalan inançların
özelliklerini daha fazla gösteren bir kültür mozayiğine sahiptir. İnsanlığın en eski inanç
sistemi olduğu tahmin edilen animizmin ana ögelerinin Alevi-Bektaşi kültürü içerisinde
yetişen Pir Sultan Abdal’ın deyişlerine; yine animizm temelinde gelişmiş, Türklerin uzun bir
süre benimsemiş oldukları Şamanizm ve hatta bir dönem kabul ettikleri Budizm ve
Maniheizm aracılığıyla geçmiş olmaları dikkati çekmektedir. Animizm ve onu takip eden
18
Şamanizmdeki ruhun sonsuz olması, bedeni geçici olarak terk edip başka varlıkları mekân
tutabilmesi, ölüm olayından sonra yok olmayıp kendisine derecesine göre başka bedenler
bulabilmesi, dünya ile ilgisini koparmayarak yaşayanlar üzerinde olumlu veya olumsuz
etkilerde bulunabilecek güce sahip olabilmesi ve iyi ruhların ışık âlemine, kötü ruhların ise
karanlıklar âlemine ait olduğuna inanılması gibi özellikler Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde
karşılığını bulmaktadır.
Söz konusu deyişlerde Alevi-Bektaşi kültüründeki kutlu şahısların yaşarken geçici
olarak don değiştirebildikleri, öldükten sonra ideal bir düzen kurmak ve âdil bir dünya
yaratmak için bir başka ulu kişinin bedeninde “Şah” veya “Mehdi” kimliği ile yeniden
dünyaya gelebildikleri, mazlumlara yardım edip zalimlere kahredebildikleri görülür. Bunların
yanında iyiliği temsil eden “Şah”ın ve kötülüğü temsil eden Yezit’in mücadelesi üzerinde
özellikle durulması, diğer insanların da hem yaşarken hem de öldükten sonra bu iki kişiye
göre değer kazanması ve bu mücadelenin hem maddî âlemdeki hem de soyut olan öte
âlemdeki sonucundan özellikle bahsedilmesi arkaik kültür insanlarının ruhlara bakış açısı ile
birebir örtüşmektedir. Ayrıca ilkel dönem animizmindeki her varlığın insan ruhuna benzer bir
enerji taşıdığı inancı; Pir Sultan deyişlerinde bütün varlıkları canlı olarak düşünme, insan ve
doğayı bir bütün olarak algılama biçiminde kendisini gösterir.
Yalnızca Pir Sultan deyişlerinde karşımıza çıkmayıp Alevî-Bektaşî çevrelerinde daha
yoğun olarak görülebilmekle birlikte Sünnî çevrelerde de rastlayabileceğimiz bu özellikler,
eski Türklerin inançlarında önemli yeri olan “atalar kültü”nün ve “tabiat kültleri”nin bugüne
yansıyan sonuçlarıdır. Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde bu kültlerin canlılığını devam
ettirmesi, onun ve sembolü olduğu Alevi-Bektaşi kültürünün eski Türk kültür ve inançlarına
yakınlığını ortaya koyar.
KAYNAKÇA
ARTUN, Erman. (2007). “Türklerde İslâmiyet Öncesi İnanç Sistemleri”.
http://turkoloji.cu.edu.tr. 15. 08.2007.
AVCI, Ali Haydar. (2006). Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal. İstanbul: Noktakitap.
BALIM, Ali. (1957). Pir Sultan Abdal, Hayatı ve Şiirleri. Ankara: Emek Basım-Yayınevi.
BORATAV, Pertev Naili - GÖLPINARLI, Abdülbaki. (1943). Pir Sultan Abdal. Ankara: Dil
ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Yayınları.
CEVİZCİ, Ahmet. (1997). Felsefe Sözlüğü. Ankara: Ekin Yayınları..
Dinler Tarihi Ansiklopedisi -Cilt 3-. (1976). İstanbul: Gelişim Yayınları.
DOĞRUL, Ömer Rıza. (1947). Yeryüzündeki Dinler Tarihi. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
19
FREUD, Sigmund. (1999): Dinin Kökenleri (Totem ve Tabu, Musa ve Tektanrıcılık, Diğer
Çalışmalar). Çev: Selçuk Budak. Ankara: Öteki Yayınları.
FUAT, Memet. (2001). Pîr Sultan Abdal Yaşamı Sanatçı Kişiliği Yapıtları. İstanbul: YKY.
İslâm Ansiklopedisi -12/1 Cilt-. (1997). M.E.B. Yayınları
KAYGUSUZ, İsmail. (2007). “Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Şah İsmail
Hatayi İlişkileri Üzerine”. http://www.alevikonseyi.com. 10.08.2007.
KORKMAZ, Esat. (2005). Pir Sultan Abdal, Üçüncü Ölmem Bu Hain. İstanbul: Alev
Yayınları.
MEMMEDOV, Azizaga. (1966). Şah İsmail Hataî-Eserleri -Cilt 1-. Bakü: Azerbaycan İlimler
Akademisi Neşriyatı.
Memo Larousse 1. (1991). İstanbul: Aydın Kitaplar.
OCAK, Ahmet Yaşar. (2007). Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri. İstanbul:
İletişim Yayınları.
ÖZTELLİ, Cahit. (1974). Pir Sultan Abdal -Bütün Şiirleri-. İstanbul: Milliyet Yayınları.
URAZ, Murat (1967). Türk Mitolojisi. İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası.
YÖRÜKÂN, Yusuf Ziya. (2005). Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri Şamanizm. Ankara:
Yol Yayınları.
Dostları ilə paylaş: |