31
75). Latin Amerika ülkelerinde 1930’dan itibaren askeri iktidarlar, darbeler,
diktatörlükler görülmeye başlamış ve varlıklarını 20. yüzyılın sonuna kadar
sürdürmüşlerdir. 1880–1930 arasındaki sivil iktidarlara istisnalar ise devrimler
olmuştur. Latin Amerika 20. yüzyıla devrimlerle girmiştir. 19. yüzyılın sonunda
Küba, spanya’dan bağımsızlığını kazanan son devlet olmuştur. 1910 tarihinden
itibaren ise Meksika devrimi yaşanmaya başlar. Küba’dan Jose Marti ve Meksika
devriminden Emiliano Zapata ile Pancho Villa bölgenin kahramanları arasına girer.
Meksika devriminin Latin Amerika için önemi büyüktür. Öncelikle, bu devrim daha
önce Latin Amerika’da hiç olmamış bir şekilde bir köylü ayaklanmasının sonucudur
ve bu durum geleneksel egemen sınıflara karşı verilen bir mücadelenin temsilcisi
olarak 20. yüzyıl boyunca Latin Amerika’daki gerilla mücadeleleri başta olmak üzere
siyasal mücadelelere öncülük edecektir. Diğer yandan, bu devrimin yaşanmış olması
diğer Latin Amerika ülkelerinde demokrasinin, en azından parlamenter sistem
anlamında yerleşmesinde etkili olmuştur ve son olarak Hobsbawm’a göre Latin
Amerika’da anti-Amerikancılık (ABD) Meksika devrimi ile başlamıştır (Hobsbawm,
1996: 159).
20. yüzyılın ilk 30 yılında, Latin Amerika siyasal anlamda demokrasi ve
liberalizmi yerleştirmekle uğraşmıştır. 1888’de Brezilya’da da köleliğin sona
ermesiyle, köleliğin yasal statüsü tamamen ortadan kalkmıştır. 1890’da Brezilya’da
cumhuriyet ilan edilir. Böylelikle bölgedeki bütün bağımsız devletler cumhuriyete
geçmiş ve demokrasiyle yönetilmeye başlamıştır. Latin Amerika ülkeleri I. Dünya
Savaşı sonrasında dünyanın en demokratik ve çağdaş toplumları arasında yer alır
(Zarakolu, 1985: 7). Bunun yanı sıra, uluslararası konjonktürün de etkisiyle, Latin
32
Amerika ülkeleri zenginleşmiştir. Geleneksel ihracat ürünleri olan tarım ve
hayvancılık ürünlerinin yanı sıra başta tekstil olmak üzere sanayi ürünleri ihraç eder
konuma gelmişlerdir. 1890’larda başlayan ekonomik küreselleşmenin ve daha sonra
I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle Avrupa devletlerinin zayıflamasıyla zenginleşen Latin
Amerika ülkelerinin zenginliği toplumsal açıdan paylaşılan bir zenginlik
olamamıştır.
Yüzyılın ilk çeyreğinin bir diğer önemi ise siyasal kurumların ve özellikle
siyasal partilerin bu dönemde oluşmaya başlamasıdır. Latin Amerika ülkelerinin
çoğunluğunda iki partili bir demokratik sistem görülür ve bu sistem 1990’lara kadar
sürer. 1990’larda değişmeye, yeni faktörler içine girmeye başlamış olsa da bu ikili
sistemin ve partilerin kuruluşu, yani siyasal sistemin temeli 20. yüzyılın ilk
çeyreğinde atılmıştır. ki partili demokrasiye başka bir alternatif olan Meksika’daki
tek parti sistemi de bu dönemde kurulmuştur. ki partili sistemler, sonraki 50 yıl
boyunca askeri darbelerle kesintiye uğramış olsa da siyasal sisteme egemen
olmuştur. Bu sistemin dezavantajı, genellikle bir iktidarın, kendinden önceki
iktidarın politikalarının, eğer diktatörlük tarafından tersine çevrilmediyse, tersini
yapmasıdır. Bu durum, devletin genel ve kültür politikalarındaki değişimleri
açıklayabilir. Devletin kültür politikaları, sürekli bir çizgi sürdürememiş ve sürekli
değişimler göstermiştir.
1929’da ABD’de başlayan ve bütün dünyayı etkisi altına alan ekonomik
bunalımın etkileri Latin Amerika’da da görülmüştür. Avrupa ülkeleri de I. Dünya
Savaşı sonrasında ekonomik açıdan düzelmeye başladıkları için Latin Amerika’nın
33
ihracatı azalır. 1930’larda ekonomik olarak bunalıma giren Latin Amerika ülkeleri
aynı zamanda siyasal ve toplumsal alanlarda da baskıcı geçecek 50 yıllık bir sürece
girer. Müdahaleci dönem olarak nitelenen bu 50 senede, askeri darbeler, ekonomik
krizler, baskılar, sürgünler, işkenceler Latin Amerika yaşamının ayrılmaz parçası
haline gelir.
Arjantin’de 1930’da gerçekleşen ilk askeri darbenin ardından demokrasinin
Latin Amerika’da ve dünyadaki en iyi örneklerinden sayılan Arjantin, Şili ve
Uruguay da dâhil olmak üzere, bölgede askeri darbeler ve militarizmin toplumsal
hayat üzerindeki etkisi eksik olmamıştır. Bolivya gibi 180 yıllık tarihinde 160’dan
fazla askeri darbe yaşamış uç örnekleri ve Meksika ve Venezüella gibi demokrasiyi
uzun süre korumuş, az sayıda darbeye tanık olmuş ülkeleri saymazsak, bölgedeki
ülkelerde ortalama beş ila on yılda bir darbe olmuştur. Latin Amerika’da askeri
darbeler, askerlerin iktidarı sivillere bırakma sürelerine göre iki kategori altında
incelenebilir. Birinci türde olanlar, kötü gittiğine inandıkları bir yönetimi devirip
iktidarı yeniden sivillere bırakırken, iktidarı sivillere bırakma süresi uzadıkça
diktatörlükler oluşur. Diktatörlükler, genel olarak askeri darbeler sonrasında
gündeme gelse de, Meksika gibi tek parti iktidarlarında da zaman zaman sivil
diktatörlükler görülebilmektedir. Bunun yanında birçok sivil yönetim de bir süre
sonra iktidarlarını diktatörlüklere döndürmeye eğilimlidir. Latin Amerika tarihinin
20. yüzyıldaki en ayırt edici özelliği askeri darbeler ve diktatörlüklerdir.
Latin Amerika diktatörlülüklerinin özellikleri arasında da zamana bağlı olarak
farklılıklar vardır. 1930’lardaki ilk dönem diktatörlükler, Hitler ve Mussolini’nin
Dostları ilə paylaş: |