21
SANAT
YAZILARI
22
Francisco Goya, Napolyon ordularının İspanyol sivil halkına yaptığı zulmü “Savaşın
Felaketleri” adlı gravür baskı resim serisinde sergiler. Hayri Esmer (2009: 90) bu
serideki resimleri şöyle betimler:
“(…) Bu dizi, ayaklanan bir gerilla gurubunun, Napolyon
askerleri tarafından kurşuna dizilmesini, işkenceye ve insanlık
dışı muameleye maruz kalmasını; Madrit halkının karşı karşıya
bulunduğu yoksulluk ve kıtlığı; ve gerici güçlere/otoriteye yönelik
alegorik saldırıları konu alır. Bunların içinde en ilginç olanlar
kuşku yok ki savaş sahneleridir. Bunlar: kılıçtan geçirilenler,
kurşuna dizilenler, mızrakla öldürülenler hatta zavallı masumları
balta ile parçalayan askerlerin saçtıkları
korkunç manzaralardan
bir kısmı şöyle: kenarlara fırlatılmış bebekler, boğazından iple
bağlanılıp ağaçta idam edilenler, yerde sürüklenenler, çırılçıplak
soyulmuş cesetler, kılıçla doğrananlar, cinsel organları
kesilmiş
bedenler, kollar, bacaklar ve daha pek çok tanınmayan beden
parçaları… Tecavüze uğrayanlar ve görmek istemeyeceğiniz kadar
parçalanmış, üst üste yığılmış ve ortalığa saçılmış cesetler. Ve
de yarattığı bu cehennemsi sahneleri keyifle seyreden Napolyon
askerleri. Bu barbarca vahşeti değil yaşamak, resimlerde izlemek
bile ürpertici bir durum.(…)”
Mehmet Yılmaz, Goya’nın ünlü “Madrid’de 3 Mayıs 1808” adlı tablosu için şunları söyler:
“(…) Hikâye mertebesinde çekici hale getirilen (=estetize edilen)
bir hikâye var. Boyacı sanat teknisyeninin bize anlatacakları var.
Meselâ Francisco Goya’nın yaptığı El tres de Mayo adlı esere
bakalım. Napolyon’un İspanya’yı işgal ettiği dönemdeki zulmü
anlatan bu eserde kurşuna dizilen bir köylüyü anlatıyor “hikâyeci”.
Yüzleri ve duyguları netleştirilerek İspanyolların
birer insan
oldukları buna karşılık Fransız askerlerinin tek tip, acımasız birer
emir kulu oluşları vurgulanmış. Köylünün beyaz gömleği yerdeki
lambanın ışığını öyle bir yansıtmış ki lambadan daha beyaz ve
parlak olmuş. Saflığı, masumiyeti çağrıştıran bu beyazlık kolların
çarmıha gerilmiş Hz İsa gibi açılmasıyla daha da pekiştirilmiş. Bu
“kara” günde gökyüzü lacivert değil siyah, uzaklardaki köy zulme
rağmen halkın köklerinin burada olduğunu anlatıyor. Kurbanın
hemen yanındaki rahip de direnişe aktif biçimde katılmış olan
kilisenin Goya tarafından unutulmadığını ispat ediyor… Hikâye
uzun. Goya bu resmi elbette öyle kafasına estiği bir anda yapmadı.
İspanyol ulusal kimliğine hizmet edecek
bir propaganda afişi gibi,
politik amaçla yapılmış bir eser bu. Goya gerçekte savaşa katılmadı
ve buna benzer sahnelere de tanık olmadı. Olayların bitişinden 6
yıl sonra, 1814’te yaptığı bu eser için İspanyol hükümetinden para
istemesi zannediyorum “business is business” boyutunu anlamak
için yeterli. (…)”
Yukarıdaki iki alıntıya bakarak, adının geçtiği her metinde tanıklığı vurgulanan Goya
örneğinde, sanatta tanıklığın çok karmaşık bir süreç olduğu söylenebilir. Goya’nın
“Savaşın Felaketleri” adlı baskı resimleri ve “Madrid’de 3 Mayıs 1808” adlı tablosu
savaşın ateşi içinde yapılmamıştır. Önyargılarımızla bu denli etkileyici resimlerin
yalnızca savaşa karşı duyulan katıksız bir nefretle yapılmış olduklarını düşünmemiz
22
de doğaldır. Mehmet Yılmaz’ın işaret ettiği gibi “edinilen bilgilerin ve anıların
çeşitli
süzgeçlerden geçirilmesi”, “ulusal kimliğe hizmet” ve “para” gibi karıştırıcı değişkenler,
bize tanıklık sürecinin farklı yüzleri olabileceğini düşündürmektedir. Bu örnek, aynı
zamanda, bize sanatta tanıklığın “göz”den ya da sanatçının anlık deneyimlerinden çok,
zengin boyutları olan bir yaratma sürecine daha yakın olduğunu da gösterir.
Çağının tanığı olmaktan kasıt, sanatçının yapıtının tümü değerlendirildiğinde, yaşadığı
zaman dilimindeki can alıcı olay ve noktalardan ayrıntılı biçimde haberdar olması,
bunları (özellikle insanlığın çektiği acıları) çağının sanatsal anlatımlarıyla içselleştirip,
üstüne kendi yaşantılarını da ekleyerek alımlayıcıyı etkilemesiyse ve aynı zamanda
aktivist, fedakar, cesur kişilik özellikleri taşımasıysa yalnızca
tek bir kavram veya
sorunla boğuşan, pek ortada görünmeden çalışan sanatçılara haksızlık edilmiş olur.
Çünkü sanat eleştirisinin konusu yapıttır. Eleştirinin yargısı sanatçının kişiliğine
yönelirse ortaya çözümlenemez sorunlar çıkar. Yapıtta gösterilen cesaret, yaratıcılık
da önemlidir. Sanatçının “çağımın tanığı olmalıyım” gibi bir sanatsal stratejisi olabilir
ama yaşadığı dönemdeki olayları, kavramları, duyguları sanatsal bir biçime, özgünlüğe,
derinliğe dönüştürmesi koşuluyla. Yoksa bir gazeteciyle arasındaki fark oluşamaz.
Çağ’ı, “sanat”ın kendi bünyesindeki yapıları değiştirerek yansıtmak ve tanımlamak da
olasıdır. Yirminci Yüzyıl’ın ikinci yarısındaki sanat, eski dilin yıkılması
için kurulmuş
bir laboratuar gibidir. Sanatın eskiye ait isminden ve cisminden kurtulması amacıyla
gerçekleştirilen felsefe, biçim, teknik ve malzeme ile ilgili “sanat içi” buluşlar yeni
çağa ait yeni bir dil kurmaya yönelen “sanatçılar”ın işidir. Yaratıldığı çağda yeterince
alımlanamayan ve sonraki çağlarda etkisini sürdürebilen sanat yapıtları zamanın
pusuna ve tozuna bağışıklıdır. Bu tür yaratıların en önemli işlevleri geçmiş çağlara
alılmayıcıları için tanıklık etmeyi sürdürmeleridir. Günümüzü etkilemeleri ise uzağı
görme ve eleştiri yetenekleri ile ilgilidir.
Sanat eleştirmeni de “Çağının Tanığı” olabilir (Mungan, 2010: 63). Sanat eleştirmeni,
yaşanan çağın sanatı alımlama potansiyelinin tanığıdır. Sanat hakkında objektif
yargılara varması beklenen eleştirmenin çağının objektif bir tutanağını oluşturması,
sanatçılar ve yapıtları hakkında sistematik bilgiler üretmesi tanıklığı için gereklidir.
Sanatçıya atfedilen “Çağın tanığı olma” ölçütlerini eleştirmenin
geliştirmesi de akla
uygundur. Ama şimdiden öngörebiliriz, yerinde durmayan çağ ve onun kadar hızlı
koşan sanat için geliştirilen ölçütler sık sık yenilenmek zorunda kalacaktır. Bu konudaki
ölçütleri eleştirmen belirlese bile çoğunluğun oyu önemini koruyacaktır. Günümüzde,
“sanat olanın” “sanat olmayanla” karışıp aktığı bulanık sularda işi zorlaşan sanat
eleştirisinin, çağının tanığı olan sanatçıyı seçerken kültürel iktidar biçimlerine karşı
direnerek bir yargıya varması da kolay değildir. Tanık ile yalancı tanık, sanatçı ile