19
Çalışmalar, nöraksiyal opioidlerin sefale migrasyonuyla medulladaki kaşıntı merkezinin ve
trigeminal nükleustaki santral 5-HT
3
reseptörlerinin etkileşimini savunmaktadır. Bu nedenle
standart dozlarda 5-HT
3
reseptör antagonistleri (ondansetron, granisteron vb.) nöraksiyal
opioidlere bağlı kaşıntının tedavisinde ve şiddetinin azaltılmasında etkin bulunmuştur (66).
Opioid antagonistlerinden nalokson da (40-80
g İV) tedavide kullanılabilir, ancak
düşük dozda bile analjezinin ortadan kalkmasına neden olabilir. Mikst agonist/antagonist olan
nalbufin 2.5-5 mg İV, analjeziyi antagonize etmeden kaşıntının tedavisinde tercih edilebilir
(1).
8.
Postspinal baş ağrısı
Postspinal baş ağrısının ince kalem uçlu iğneler kullanıldığında insidansı %0.5-2
olarak verilmektedir. Keskin uçlu iğnelerin ve 25 G’den kalın iğne kullanımı, keskin iğnelerde
iğnenin dura lifleri ile dik açı oluşturacak şekilde ponksiyon yapılması risk faktörüdür (69).
Tanı
Tipik olarak baş ağrısı %90 hastada araknoid ponksiyonundan sonra ilk 72 saat içinde
ortaya çıkar. Uluslar arası Baş Ağrısı Derneği’nin (International Headache Society) tanımına
göre 15 dakikalık ayakta durma sonrasında belirir ve 30 dakikalık yatak istirahati sonrasında
kaybolur (70). Ağrı genellikle künt karakterde olup, %75 vakada frontal yerleşimlidir. Ancak
boyun ve omuza yayılım gösterebilen oksipital yerleşimli ağrı da görülebilir. Hastaların
%50’sinde bulantı, çınlama, baş dönmesi ve fotofobi gibi eşlik eden semptomlar bulunur.
Duradaki defektin büyük olduğu durumlarda vestibüler, işitsel, oküler ve 6. kranyal sinirin
traksiyonuna bağlı semptomlar görülebilir. Tedavisiz kalırsa kraniyal sinir paralizisi, kronik
baş ağrısı, reversibl serebral vazokonstriksiyon sendromu, subdural hematom, intraserebral
kanama, serebral venöz sinüs trombozu, anevrizmal rüptür gibi kalıcı morbiditeye neden
olabileceği öne sürülmektedir. Ciddi morbiditenin tanı ve tedavide geç kalınan vakalarda
ortaya çıktığı dikkate alınarak, hastalara spinal anestezi uygulaması sonrası baş ağrısı
riskinden bahsedilmeli ve şikayeti ortaya çıkarsa gecikmeden başvurması söylenmelidir.
Postpartum dönemde postspinal başağrısının ayırıcı tanısında kortikal ven trombozu,
sagital sinüs tombozu, preeklampsi/eklampsi, posterior reversibl ensefalopati sendromu ve
vaskülopati düşünülmelidir. Tanı klinik olarak konulmasına rağmen ayırıcı tanı gereken
durumlarda manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile yapılır. Postspinal baş ağrısı olan
hastalarda MRG’de pakimeninkslerde kalınlaşma, subaraknoid sisternalarda ve serebral
ventriküllerde küçülme, beynin aşağı doğru yer değiştirmesi ve subdural koleksiyonlar izlenir
(71).
Tedavi
Konservatif tedavi olarak immobilizasyona ek olarak intravenöz sıvı verilmesi
önerilmekle beraber etkinliği üzerine kanıt bulunmamaktadır (69).
Medikal yöntemlerden yeterli veri olmamakla beraber, metilksantinler (kafein,
teofilin) serebral vazokonstriksiyon yaparak ağrıyı azaltabilmektedir. Kafein (300-500 mg)
günde bir veya iki kez verildiğinde semptomlarda daha hızlı bir geçici düzelme olmakla
20
beraber epidural kan yaması gereksinimini azaltmadığı bildirilmektedir (72). Teofilin baş
ağrısını %60 oranında geçirmekle beraber, santral sinir sistemi stimülasyonu ve
kardiyovasküler yan etkiler nedeniyle kullanımı kısıtlı kalmaktadır (72,73). Yeni çalışmalar
gabapentin (4 gün boyunca 8 saat ara ile 300-400 mg) ve pregabalinin (3 gün boyunca 8 saat
ara ile 50 mg) tedavide etkili olduğunu bildirmektedir (74,75). Sumatriptan ve diğer triptanlar
intrakraniyal vazokonstriksiyon etkileri nedeni ile kullanılmışlardır. Adrenokortikotropik
hormon (ACTH) intramusküler 60 Ü veya intravenöz 1.5 Ü/kg etkin bulunmuştur (72).
Hidrokortizon intravenöz 200 mg, ardından 48 saat boyunca günde üç kez 100 mg etkili
bulunmuştur (76).
İnvazif yöntemler arasında en fazla 30 ml otolog kanın steril şartlarda epidural alana
verilmesi ile yapılan kan yaması öne çıkmaktadır (77). Bu yöntemle vakaların %95’inde erken
dönemde, %70’inde ise birkaç gün içinde sağaltım sağlanmaktadır. İdeal kan hacmi için
yeterli çalışma olmamakla beraber, ortalama 20 ml verilmesi önerilmektedir (78). Ancak kan
yamasına bağlı alt ekstremitede parestezi, epidural enfeksiyon ve sinir kökü ve kas
irritasyonuna bağlı 5 güne dek devam edebilen sırt ağrısı riski artar (77). Kan enjeksiyonu
kazara subaraknoid alana yapılırsa araknoidit, menenjit, kauda ekuina sendromu ve kalıcı sinir
hasarı ortaya çıkabilir. İnvazif yöntemler arasında epidural alana serum fizyolojik, kolloid
solüsyonlar (jelatin, hidroksietil nişasta, %40 dekstran), epidural 3 mg morfin ve fibrin glu
kullanımı da bildirilmiştir (69).
EPĠDURAL ANESTEZĠ
Teknik olarak deneyim, spinal anesteziye oranla daha fazla ilaç ve zaman gerektiren
bu yöntem, yerleştirilen kateter sayesinde yavaş ve kontrollü olarak yükseltilen segmental bir
anestezi sağlar. Buna bağlı olarak hemodinamik değişikliklerin kontrolünün daha kolay
olması yüksek riskli gebelerde avantaj sağlayabilir.
Epidural Aralığın Belirlenmesi
Epidural aralığın belirlenmesinde direnç kaybı yöntemi basit, güvenilir ve başarı oranı
yüksek bir yöntemdir. Genellikle salin (%0.9 NaCl) veya hava kullanılır. Salin uygulaması
pistona basıncın sürekli uygulandığı direnç kaybı yöntemi için uygun bir yöntemdir.
Sıkıştırılamaz olduğu için basınç uygulandığı zaman pistonda sıçramaya neden olmaz.
Retrospektif çalışmalar istenmeyen dura delinmesi sonrası oluşabilecek baş ağrısı insidansını
düşürdüğünü göstermiştir (79). Bu yöntemin dezavantajı ise dura delinmesi şüphesi
olduğunda, iğneden sıvı akışının BOS görüntüsü yaratıp kafa karıştırabilmesidir.
Hava uygulamasında, sıkıştırılabilir olduğu için pistonda karakteristik bir sıçrama
hissedilir. Berrak BOS akışı iğnenin deliğinden görülür. Bu yöntemin dezavantajları ise
intermittant bası tekniğini gerektirmesi, subkutan amfizem, boyun ağrısı, hava embolisi,
pnömosefalus, sinir kökleri çevresindeki hava kabarcıklarına bağlı yamalı blok
görülebilmesidir. Ayrıca enjekte edilen hava nonsterildir, eğer pnömosefalus oluşursa ve
genel anesteziyle devam edilecekse azot protoksit hava kabarcıklarının daha da büyümesine
neden olur (80,81).
Yapılan son sistematik derlemede, direnç kaybı yönteminde epidural aralığı tespit
etmek için hava veya salin kullanılmasıyla blok başarısının değişmediği bildirilmiştir (82).
Yine bir meta-analizde (79) epidural aralığın tespitinde kullanılan direnç kaybı yönteminde
ister salin isterse hava kullanılsın, epidural kateter yerleştirme güçlüğü, intravasküler kateter
yerleşimi, parestezi, istenmeyen dura delinmesi ve baş ağrısı açısından fark bulunamamıştır.