Sjögren Sendromu



Yüklə 97,05 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix23.09.2017
ölçüsü97,05 Kb.
#1237


Sjögren Sendromu



Mehmet ŞAHİN

Sjögren sendromu (SS) gözyaşı ve tükrük bezleri başta olmak üzere, tüm ekzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonu

ile karakterize, kronik, sistemik, otoimmün bir hastalıktır. Temelde bir otoimmün ekzokrinopati olan bu hastalığın

başlıca semptomları ağız ve göz kuruluğu (sikka semptomları) olmakla birlikte pek çok organ ve sistemi etkileyebilir.

Bu anlamda hem organ spesifik, hem de sistemik özellikleri birlikte bulundurmaktadır. Sjögren sendromu primer

yada sekonder olarak adlandırılır. Altta yatan başka bir hastalık yoksa primer SS; başka bir hastalık ile birlikte ise

(başlıca romatoid artrit veya SLE ) sekonder SS’dan söz edilir.

I. Tarihçe

İlk kez 1888 yılında Mikulicz, bilateral parotis bezinde şişlik ve lakrimal bezde büyüme olan bir hastada tanımlamıştır.

1933 yılında Henrik Sjögren, sikka semptomları olan hastalarda artrit olduğunu bildirmiştir. 1953’de Morgan ve

Castleman, tükrük bezi büyümesi ve keratitin aynı klinik tablonun parçaları olduğuna dikkat çekerek “keratokonjonktivitis

sikka” terimi kullanılmıştır, sonrasında ise “Sjögren sendromu” daha yaygın kullanılır terim olmuştur. 1980’de Talal,

hastalığı “otoimmün ekzokrinopati”, Skopouli ve Moutsopoulos, ise “otoimmün epitelitis” olarak ifade etmişlerdir

(1).

II. Epidemiyoloji

Sjögren sendromunun prevalansı yaklaşık olarak %0,5-5 arasındadır. SS tüm yaşlarda ortaya çıkabilmekle birlikte,

40-50 yaşlarındaki kadınlarda daha sık görülmektedir. Kadınlarda erkeklere göre 9 kat daha fazla sıklıktadır. Hastaların

%50 kadarı primer Sjögren vakalarıdır. Türkiye’de Primer SS prevalansı, Avrupa kriterlerine göre %1.56 Avrupa-

Amerika kriterlerine göre ise %0.72 olarak bulunmuştur (2). Yaş, cinsiyet ve etnik açıdan farklı toplumlarda klinik

tablo ve serolojik bulgular çok büyük farklılık göstermemektedir.



III. Etyopatogenez

Sjögren sendromunun etyopatogenezi tam olarak bilinmemesine rağmen çalışmalar genetik ve hormonal özellikler,

virüsler üzerine yoğunlaşmıştır. Genetik yatkınlığı olan bireylerde eklenen çevresel faktörlerin otoimmüniteyi tetiklediği

düşünülmektedir (1,3-5).



a. Genetik Faktörler

Sjögren sendromunda klinik gözlemler genetiğin rolünü düşündürmektedir. İkizlerde ve aile bireylerinde hastalığın

görülmesi genetik yatkınlığı desteklemektedir. Diğer otoimmün hastalıklarda olduğu gibi HLA ilişkisi; HLA-B8, HLA-

DR3 ve HLA-DRw52 ile gösterilmiştir. HLA-DQA1 ve HLA-DQB1 ile anti Ro/La otoantikorları arasında ilişki olduğu

da bildirilmiştir.

b. Virüsler

Sjögren sendromu etyolojisinde virüslerin rol oynayabileceğine ilişkin bazı hipotezler mevcuttur. Çalışmalar özellikle

Epstein-Barr virüsü (EBV) ve hepatit C virüsü (HCV) üzerinde yoğunlaşmıştır. EBV sonrasında SS geliştiğinin

bildirilmesi, hastaların serumlarında EBV antijenine karşı antikor titrelerinin yüksekliği ve yine tükrük ve gözyaşında

EBV DNA saptanması EBV’ün etyolojide rol oynayabileceğini destekleyen bulgular olarak ileri sürülmüştür. HCV,

sialotropik bir virüstür. Bu virüslerin yanı sıra HTLV (Human T Lymphotropic Virus type I) ve HIV suçlanan diğer

virüslerdendir.

c. Hormonlar

Sjögren sendromunun kadınlarda sık görülmesi endokrin sistemin de hastalığın gelişiminde rolü olabileceğini

düşündürmektedir. Östrojen hormonunun farelerde B lenfosit gelişimini arttırdığı ve otoreaktif B lenfositleri apopitozdan

kurtardığı gösterilmiştir. SS’da B lenfosit hiperaktivitesine hormonların etkisi benzer mekanizmalarla olabilir.



192

|


d. Anormal İmmün Yanıt ve Otoantikorlar

Primer SS patogenezinde T ve B lenfosit fonksiyon bozukluğuna ilişkin; hastaların periferik kanlarında rölatif

olarak T lenfositlerinde azalma, normal CD4/CD8 oranı, B lenfosit sayılarında artma gösterilmiştir. Yüksek

düzeyde saptanan B lenfosit aktive edici faktör (BAFF) ve B hücre hiperaktivitesi sonucu spesifik ve nonspesifik

otoantikorlar, dolaşımda immünglobulin düzeylerinde artma ve poliklonal hipergammaglobulinemi gelişmektedir.

Primer SS’lu hastaların yaklaşık üçte ikisinde antinükleer antikor (ANA) ve romatoid faktör (RF); ekstrakte edilebilen

nükleoproteinlere karşı antikorlar (ENA; Anti-Ro/SS-A ve Anti-La/SS-B antikorları); ve ayrıca tükrük bezi kanalına,

tiroid hücrelerine, mitokondrilere ve mide mukozasına karşı otoantikorlar bulunabilir. Son zamanlarda tükrük

bezine ait 120-kd alfa-fodrin antijenlerine karşı da antikor varlığı saptanmıştır. Primer SS’da minör tükrük bezi

biyopsi örneklerinde IL-1β, TNF-α, IL-2, IL-6 gibi proinflamatuar sitokinlerin varlığı gösterilmiştir. Primer Sjögrende

tükrük bezi epitel hücreleri, salgıladıkları IL-1, IL-6 ve TNF-α gibi sitokinler ve hücre yüzeylerindeki adezyon

molekülleri ile antijen sunan hücre gibi davranarak patolojik immün yanıtı ve otoimmün epitelyal hasarı başlatıyor

olabilirler. SS’da glandüler yıkımda apopitotik mekanizmadaki (Fas/FasL) değişikliklerin rolü olduğu da bildirilmektedir.

Sonuç olarak; SS’nu başlatan neden tam olarak bilinmemektedir. Genetik, infeksiyöz, endokrin ve psikoimmünolojik

mekanizmaların hastalığın oluşumunda katkısı olduğu görüşü benimsenmektedir.

IV. Patoloji

Otoimmün ekzokrinopatinin en önemli özelliği; gland dokusunda odaklar (foci) olarak bilinen, ayrı agregatlar

oluşturulan periepitelyal yoğun lenfositik infiltrasyondur. Belirgin hücre infiltrasyonu sonucunda bezler germinal

merkez haline gelebilirler. Gland dokusunu infiltre eden hücreler ağırlıklı olarak CD4+ T lenfositleridir ve CD4+/CD8+T

oranı yüksektir. Makrofaj ve dendritik hücreler de bu lezyonlarda bulunur ve IgG, IgM, IgA eksprese eden plazma

hücreleri görülür. İnfiltrasyon sonucunda asiner gland dejenerasyonu, nekroz, atrofi ile organ ve dokuda fonksiyon

kaybı gelişerek klinik bulgular ortaya çıkmaktadır. Diğer lezyonlarda artmış sayıda B lenfositleri vardır. Palpabl

purpura, glomerulonefrit ve periferik nöropati gibi ekstraepitelyal lezyonlarda B lenfosit aşırı reaktivitesini yansıtan

immün kompleks birikimi gösterilebilir.

Ağız kuruluğunu değerlendirmede oldukça önemli patolojik bulgu, minör tükrük bezi biyopsileri ile elde edilir.

Normal görünümlü oral mukozadan (genellikle alt dudak orta hattan) alınabilecek 5-10 glandı içeren biyopsi

örneği inceleme için yeterli olacaktır. Örneklerde gland dokusunun çoğunda veya tümünde fokal lenfosit

infiltrasyonunun gösterilmesi ve tanı için fokus skorunun hesaplanması önemlidir. Periduktal veya perivasküler

bölgede 4 mm2’lik bir alanda en azından 50 lenfosit içeren fokal agregatların sayısı, fokus skorunu gösterir

(Grade 0:normal, Grade 1:hafif, Grade 2: orta derece mononükleer hücre infiltrasyonu,Grade 3: bir fokus

varlığı,Grade 4: birden çok fokus varlığını ifade eder. Grade 3 ve 4, SS tanısını kuvvetle destekler.



V. Klinik Bulgular

Hastalık genellikle sinsi başlar ve yavaş bir seyir gösterir. Hastalığın temel klinik semptomları göz ve ağız kuruluğu

olmakla birlikte, diğer organ tutulumlarına ait sistemik bulgular da eşlik edebilir (6-9,11-13). Semptomların

multisistemik olması ve hastalığa özgü olmaması tanıyı güçleştirir.



A. Glandüler Bulgular

a. Göz Bulguları

Sjögren sendromunda en belirgin göz bulgusu, kornea ve konjonktiva epitelinde hasar oluşumu ile gelişen

keratokonjunktivitis sikka (KKS) diğer bir ifade ile kseroftalmi ya da göz kuruluğu; gözde yanma, batma, kaşınma

ve yabancı cisim varmış hissi (kum batması gibi) gibi semptomlar verir. Hastalarda fotofobi, kızarıklık, sabahları

iç kantusta müköz bir akıntı, göz yorgunluğu ve görme bulanıklığı ortaya çıkabilir. Sekonder infeksiyonlar, nadiren

perforasyonlar gelişebilir ve görmenin ve hatta göz kaybına kadar gidebilir.

Tanıda gözyaşı azlığı pratikte en çok kullanılan Schirmer testi ile kantitatif olarak tayin edilir. Her iki alt göz kapağına

yerleştirilen 30mm uzunluğunda bir Whatman kurutma kâğıdının 5 dk’da 5 mm’den daha az ıslanması; kesinlikle



|

193


azalmış gözyaşını, 8mm’den daha az ise azalmış göz yaşını gösterir. Oküler yüzeydeki hasarlar korneada

floresein, konjuktivada ise Rose Bengal ve lizamin yeşili boya testleri ile araştırılabilir. Bir anilin bileşimi olan Rose

Bengal boyası bir damla alt göz kapağına damlatılır ve sonra kornea ve konjunktiva muayenesinde boyalı kırmızı

noktaların sayımı yapılarak boyanın tutulumu değerlendirilir. Göz yaşı kırılma zamanı, gözyaşı musin ve lipid

tabakasının anormalliğini gösterir.

b. Oral Bulgular

Sjögren sendromunda hastalar sıklıkla ağız kuruluğundan (Kserostomi) yakınırlar. Ağız kuruluğu başlangıç

semptom olabilir. Tükrük azlığı nedeniyle boğaza kadar uzanan yanma hissi, konuşmada ve özellikle kuru

gıdaların çiğnenmesi ve yutulmasında güçlük vardır. Hastalar kıvamı artmış tükrükten ve dilde acı-yanma hissi

ile tad bozukluğundan yakınırlar. Sıvı alımları artmıştır. Tükrük miktarlarının azalması ve tükrüğün antibakteriyel

etkilerinin kaybolması ve oral florada ve pH’da değişiklikler nedeniyle diş çürümeleri hızlanır. Orafarenks ve üst

solunum yolunun da etkilenmesiyle ses kısıklığı ve kuru öksürük olabilir. Hastaların ağız muayenesinde oral

mukozada kuruluk, hiperemi, ince ve parşömen benzeri görünüm saptanır. Dudaklarda kuruluk ve köşelerinde

çatlaklar ve kandidiyazis dikkati çekebilir. Çok sayıda diş çürükleri görülebilir. Primer Sjögrenli hastaların % 60’ında

parotislerde unilateral veya bilateral olarak şişme göze çarpar. Genelde ağrısız ve lastik kıvamındadır, bazan ateş,

duyarlılık olabilir. Hastalarda tükrük akıcılığının azalması ile tükrük kanallarında taş oluşma riski artmıştır. Parotis

infeksiyonu ve absesi oluşabilir. Belirgin sert bir kitle varlığı lenfoma şüphesini uyandırmalıdır.

Tükrük bezlerinin yetersizliğini göstermede tükrük miktarının ölçümü (siyalometri), siyalografi, sintigrafi, parotis

bezinin ultrasonografik incelemesi ve tükrük sıvısı elektroforezi kullanılabilir. Siyalometri ağız kuruluğu olan

hastalarda uygulanması düşünülen ilk yöntemdir. Yöntem sabah saat 9-11 arasında ve hastalar 2 saat boyunca

yiyip içmeden yapılmalıdır. Uyarılmamış tükrük miktarı belirlemek için su ile ağız çalkalandıktan sonra hastadan

tükrüğünü 5-15 dakika süreyle ölçülü kaplara biriktirmesi istenir. Uyarılmış tükrük miktarı için hastanın diline sitrik

asit damlatılarak, veya sakız yada parafin çiğnetilerek tükrük sekresyonu uyarılır ve aynı işlemler tekrarlanır.

Uyarılmamış tükrük akış hızı <0.1ml/dk, uyarılmış <0.5ml/dk ise hipofonksiyon olarak değerlendirilir. Tanıda

yardımcı olan minör tükrük bezi biyopsisi yapılır. Biyopsi en çok alt dudak orta hattan alınır. En az 5 minör tükrük

bezini içermelidir (bakınız patoloji bulgularına).

B. Ekstraglandüler Bulgular

1. Sistemik Bulgular

Hastalığın karakteristik bulgusu olan göz ve ağız kuruluğu dışında hastaların yaklaşık % 50 kadarında sistemik

bulgulara rastlanır. Klinik olarak belirgin halsizlik ve yorgunluk primer SS’lu hastalarda başlıca yakınma olabilir.

Subfebril ateş, miyalji, artralji gibi genel sistemik semptomlar da görülebilir.

Ekstraglandüler belirtiler iki ana grupta incelenebilir; 1- İnterstisyel nefrit, karaciğer tutulumu gibi periepitelyal

organ tutulumu olanlar ve 2- Ekzokrin glandlardaki epitelde lenfositik invazyon sonucu ortaya çıkan obstrüktif

bronşiolitis gibi patolojiler. Bu klinik tablolar erken dönemde genelde benign seyrederler. Palpabl purpura,

glomerülonefrit ve periferik nöropati gibi ekstraepitelyal belirtiler de hastalığa katılabilir. Tablo 1’de Primer SS’da

ortaya çıkabilen sistemik bulguların sıklığı görülmektedir.

2. Kas İskelet Sistemi

Tablo 1: Primer Sjögren sendromunda görülen

sistemik belirtilerin sıklığı



Belirti

Sıklık (%)

Artralji-artrit

37-75

Raynaud fenomeni



35

Purpura


11

Pulmoner tutulum

23

Primer biliyer siroz



4

İnterstisyel nefrit

9

Glomerulonefrit



2

Periferik nöropati

2

Miyozit


1

Lenfoma


4

194

|


Primer SS’lu hastalarda %54-84 oranında kas iskelet sistemine ait bulgular mevcuttur. Artrit genelde bilateral,

simetrik ve non-erozivdir. El eklemleri gibi küçük eklemler ile diz, ayak bileği ve omuz gibi büyük eklemler tutulabilir.

Artrit intermittan olup, genellikle deformite bırakmaz. Erozyon varlığı primer SS’unu, sekonder olandan ayırmada

yardımcıdır. Radyografide patolojik bir bulgu olmayabilir, ya da çeşitli derecelerde eklem aralığında daralma

görülebilir.

Kas iskelet ağrıları olan SS’lu olgularda fibromiyalji %27, kronik yorgunluk semptomları %50-68 sıklıkta bildirilmiştir.

Buna bağlı olarak bu hastaların fiziksel kapasitelerinde belirgin azalma saptanmıştır. SS’lu hastaların üçte birinde

miyalji ve kas güçsüzlüğü görülebilir. Kas biyopsilerinde inflamatuar miyozit, perivasküler lenfositik infiltrasyon,

inklüzyon cisimcikleri gibi anormal kas bulgularına da rastlanılmıştır. Subklinik miyozit hastalarda daha sık iken,

%11 oranında polimiyozitin klinik bulgularına rastlandığı bildirilmiştir. Hastalarda hipokalemik distal renal tübüler

asidoz, ani ortaya çıkan kas güçsüzlüğüne yol açabilir. Bu tabloya osteomalazi de eşlik edebilir.

3. Cilt Bulguları

Primer SS’lu hastalarda cilt lezyonları vaskülitik ya da vaskülitik olmayan cilt bulguları şeklinde çok farklı klinik

ve histolojik formlarda ortaya çıkabilir. En sık görülen deri bulgusu kserozistir. Kserozisde ter ve yağ bezi salgılarında

azalma rol oynayabilir ve sıklıkla kaşıntı ile birliktedir.

Hastaların % 15’inde vaskülit görülebilmektedir ve ciddi deri komplikasyonlarına neden olabilir. Daha çok küçük

damar vaskülitlerinde görülen palpabl purpurik döküntüler şeklindedir. İkinci sıklıkta hipokomplemantemik

ürtikeriyal vaskülit görülebilir. Vaskülitler poliarteritis nodozaya kadar değişen tablolarda da olabilir. Vaskülitli

vakalarda HCV varlığı dışlanmalıdır. Ramos-Casal ve ark. tarafından yapılan bir çalışmada primer SS’lu 558

hastada %9 oranında vaskülit bulguları görüldüğü, yapılan biyopside bunların % 95’in küçük damar vasküliti

olduğu ortaya konulmuştur. Vaskülitli hastalarda sistemik bulgular ve otoantikor varlığı daha yüksek oranlarda

bulunmuştur. Hastaların % 32’inde kriyoglobülinemi saptanmış ve prognozun daha kötü olduğu bildirilmiştir.

Bu hastalarda HCV prevalansı da yüksek bulunmuştur (7).

Raynaud fenomeni hastaların % 35 kadarında ortaya çıkabilen vasküler bir bulgudur. Sıklıkla artritle birlikte

görülebilir. Sikka belirtilerinden yıllarca önce bulunabilir. SS’lu hastalarda annüler eritem, pernio benzeri lezyonlar,

eritema nodozum, nodüler amiloidozis, liken planus, vitiligo, alopesi, livedo retikülaris, trombositopenik purpura,

granülomatöz pannikülit ile kutanöz B hücreli lenfoma görülebilir.

Hastalarda vulva ve vajinadaki atrofik değişiklikler kuruluğa ve kaşıntıya neden olabilir. Disparoni hastalığın

başlangıç bulgusu olabilir.



4. Pulmoner Bulgular

Pulmoner tutulum sıklığı değişik serilerde %9-75 oranlarında bildirilmiştir ve çeşitlilik gösterir; nonspesifik intertisyel

pnömoni, fibrozis yada lenfositik intertisyel pnömoni şeklinde karşımıza çıkabilir. Hastaların %40-50’inde öksürük

yakınması mevcuttur. Öksürük trakea ve bronşlardaki kuruluktan ve bronşun aşırı reaktivitesinden kaynaklanır.

Hastalarda parankim ve nadir görülen plevra tutulumu ile ilişkili olarak kliniğe dispne ve göğüs ağrısı gibi

semptomlar ilave olabilir. Solunum fonksiyon testleri hastaların yaklaşık yarısında küçük hava yollarına ait obstrüktif

hava yolu hastalığının belirtilerini gösterir. İnterstisyel akciğer hastalığı primer SS’da %8-38 oranlarında bildirilmiştir.

Bu olgularda tablo lenfositik alveolit ile başlar, intertisyel pnömoni ve fibrozise kadar ilerleyebilir. Lenfositik interstisyel

pnömoni oldukça nadirdir. Primer SS’da interstisyel pnömoni ve bronşiolitis obliterans organize pnömoni daha

da az görülen durumlardır. Hastalara yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisi yapıldığında buzlu cam görünümü,

bronşiektazi, akciğer nodülleri ve parankime ait kistlere rastlanılabilir. Primer SS’lu hastalarda klinik semptom

olmasa ve akciğer grafileri normal olsa bile bronkoalveolar lavaj (BAL) incelemesinde subklinik akciğer inflamasyon

bulguları saptanabilir. Lenfoproliferatif akciğer hastalığı, benign lenfoproliferatif süreçten malign dönüşüm, kronik

B hücre uyarımı sonucunda gelişebilmektedir.

Pulmoner hipertansiyon sekonder SS’da olgu sunumları şeklinde tanımlanmıştır. Raynaud fenomeni, vaskülit,

|

195



hipergamaglobülinemi, antifosfolipid antikor varlığı ile birliktelik göstermektedir. Sekonder SS’da plörit, plörezi

ve plevra kalınlaşması görülebilir. “Shrinking Lung” sendromu esasen SLE’da görülmekle birlikte SS’da da daha

nadir bir tutulum olarak bildirilmiştir.

5. Renal Bulgular

Primer SS’da özelikle interstisyel nefrit ve tübüler fonksiyon bozuklukları görülebilmektedir. İnterstisyel nefrite

bağlı olarak hastalarda hafif kreatinin yüksekliği, poliüri, nefrojenik diabetes insipitus, Fanconi sendromu, hipokalemi

ve % 25 hastada ortaya çıkabilen tip 1 distal renal tübüler asidoza rastlanılmaktadır. İdrar pH’ı sıklıkla yüksektir

(>5,5). Hastalarda hipokalemiye bağlı olarak kas paralizisi ile renal tübüler asidoza ve hipofosfatemiye bağlı olarak

da osteomalazi görülebilir. Bu hastalar klinik olarak gizli seyredebilirler ve tedavi edilmezlerse böbrek taşı ve

nefrokalsinozis ortaya çıkabilir. Hastaların yaklaşık % 20 kadarında görülen proteinüri, çoğunlukla tübüler orijinlidir.

Glomerulonefrit nadirdir; membranoproliferatif glomerulonefrit, membranöz nefropati ve fokal mezangioproliferatif

glomerulonefrit gözlenebilir.Dolaşan immün komplekslere bağlı olabilir. Glomerulonefritli olgularda hipokomplemantemi

ve tip II mikst kriyoglobülinemi bulunmaktadır. SS’lu hastalarda renal yetmezliğe yol açan ciddi intertisyel sistitler

de görülebilir.

6. Gastrointestinal Sistem Bulguları

Hastaların %75’inde disfaji yakınması vardır. Tükrük salgısında azalma, özefageal veb gelişimi ve hastaların üçte

birinde ortaya çıkabilen özafagusa ait motilite bozuklukları disfajiden sorumlu olabilir. Hastalarda görülen en sık

semptomlar bulantı, epigastrik ağrı ve dispepsidir. Gastrik mukoza biyopsisi ile %10-25 hastada kronik atrofik

gastrit varlığı gösterilmiştir.

Sjögren sendromu karaciğerin en sık etkilendiği bağ dokusu hastalığıdır. Yapılan bir çalışmada hastaların yaklaşık

yarısında karaciğer fonksiyon testlerinde anormallik saptanmış ve bu hastaların % 30’unda doğrudan hastalıkla

ilişkisi olduğu düşünülmüştür. Primer SS’lu hastaların %25’de otoimmün hepatit bulguları bildirilmiştir. %7-33

hastada düz kas antikor pozitifliği, %7-13 hastada ise antimitokondrial antikor (AMA) pozitifliği saptanmıştır.

SS’lu hastaların %7’inde karaciğer biyopsisi ile evre I primer bilyer siroz (PBS) bulgularına rastlanılmıştır. Kronik

aktif hepatit ve siroz çok az hastada tanımlanmıştır. Otoimmün kolanjiopati, görülen diğer bir patolojik bulgudur.

Çeşitli olgu sunumlarında SS ile birlikte CREST sendromu, PBS, otoimmün tiroid hastalıkları, idiopatik portal

hipertansiyon ve granülomatöz hepatit vakaları tanımlanmıştır.

Son zamanlarda HCV infeksiyonu ile SS arasındaki birlikteliğe ait çalışmalar dikkati çekmektedir. 180 otoimmün

hastalığı olan HCV pozitif hasta incelendiğinde SS en sık görülen hastalık (%57-77) olarak dikkati çekmiştir.

SS’lu hastaların %6-19’da HCV pozitifliği saptanmıştır. HCV pozitif olan vakalarda kriyoglobülinemi,

hipokomplamentemi ve nörolojik bulgular daha sık oranda görülmektedir.

Primer SS’da vakaların 1/3’ünde ekzokrin pankreas anormalliklerine de rastlanılabilir. Hastalarda karın ağrısı

atakları ve steatore görülebilir. Otoimmün pankreatit bildirilmiştir. Bu hastalarda IgG4 yüksekliği ve IgG4+ plazma

hücrelerinin tükrük bezleri ve pankreası infiltre ettikleri gösterilmiştir.



7. Nörolojik Bulgular

Nörolojik tutulum periferik sinirleri, kranial sinirleri ve nadiren santral sinir sistemini (SSS) etkileyebilir. Çalışmalarda

SS’lu hastaların yaklaşık yarısında nörolojik bulgular görülebilmektedir. Hastaların %20’inde ise periferik nöropati

saptanabilir. Hastalarda duyusal ve motor nöropati, karpal tunel sendromu, mononöropati multipleks, demiyelinizan

nöropati ve otonom nöropati görülebilir. Kranial nöropati daha çok trigeminal nevralji, şeklinde karşımıza çıkar.

Fasial sinir tutulumu ve vestibulokohlear sinir tutulumu ve ona bağlı olarak sensorinöral işitme kaybı da dikkati

çekebilir. Vasküler inflamasyon, dokuda lenfositik infiltrasyon ve antinöronal antikorların varlığı nörolojik semptomların

gelişmesinde etkin olabilir. Primer SS’da SSS tutulumu insidansı % 0-30 arasındadır. Hastalarda stroke (inme)

benzeri akut veya multipl sklerozu taklit eden progressif relaps ve remisyonlarla seyreden nörolojik bulgular

olabilmektedir.



196

|


8. Tiroid Bulguları

Sjögren sendromu ile tiroid hastalıkları arasındaki birliktelik birçok çalışmada bildirilmiştir. Primer SS’da tiroid

anormalliği prevalansı %35-45, otoimmün tiroidit ise %18-24 arasında rapor edilmiştir.

9. Lenfoproliferatif Hastalık

Primer SS’lu hastalarda sağlıklı kontrollere göre lenfoma geliştirme riski 44 kat daha fazladır. SS, SLE ve RA

arasında en yüksek lenfoma gelişme riski, SS’da bildirilmiştir. SS’lu hastalarda Non Hodgkin lenfoma (NHL)

prevalansı % 4,3 olarak saptanmıştır ve genellikle B lenfosit kökenlidir ve ekstranodal tutulum sıktır. NHL tanılı

113 hastada ise % 12 oranında SS bulunmuştur. Waldenström makroglobülinemisi, immünositomalar, folliküler

lenfomalar, immünoblastik lenfomalar ve MALT lenfomalar da görülebilmektedir. MALT lenfomaların ekstranodal

marginal zone B-hücreli lenfomaları SS’daki lenfomaların çoğunluğunu oluşturur. Bu tür lenfomaların SS’da

normal populasyona göre 28 kat daha artış gösterdiği bildirilmiştir. Sıklıkla tükrük bezleri tutulmakla birlikte

ekstranodal tutulumda görülebilir. SS’lu bir olguda klinik olarak tükrük bezlerinde ani büyümenin olması,

lenfadenopati, splenomegali, pulmoner infiltratların varlığı, vaskülit bulguları ile laboratuvar bulguları olarak

monoklonal protein gelişimi, yeni başlayan lökopeni ve anemi, RF’nin kaybolması, kriyoglobülinemi,

hipergamaglobülinemi, yüksek β

2

-mikroglobülin düzeyleri, düşük kompleman ve IgM düzeyleri lenfoma gelişimi



açısından uyarıcı olmalıdır.

VI. Sekonder Sjögren Sendromu

Sekonder SS başka bir hastalık ile birlikte kuru göz ve kuru ağız varlığını tanımlamada kullanılmaktadır. SS ile

birlikte olabilen hastalıklar: en sık RA olmak üzere (% 20), SLE, skleroderma, mikst bağ dokusu hastalığı, primer

biliyer siroz, miyozit, vaskülit, tiroidit, kronik aktif hepatit, mikst kryoglobulinemidir. SLE hastalarında % 8-31

oranlarında SS’unu düşündüren bulgular olabilir. Renal tubuler asidoz ve interstisyel nefriti olan SLE’lu hastalarda

SS varlığı düşünülmelidir. SS, CREST ve primer biliyer siroz birlikteliği bir çakışma sendromu şeklinde de ortaya

çıkabilir.

VII. Laboratuvar Bulguları

Primer SS’da hastaların %40 kadarında anemi, lökopeni, lenfopeni, eozinofili, trombositopeni gibi hematolojik

bozukluklar olabilir. Anemi normokromik normositerdir. Mikro-makrositik anemi ile hemolitik anemi nadir de olsa

görülebilir.Lenfopeni ve lenfadenopati varlığında mutlaka lenfoma dışlanmalıdır. Hastaların %80-90 kadarında

eritrosit sedimantasyon hızında artış vardır. C-reaktif protein ise normal sınırlarda olabilir. Otoantikorlar sıklıkla

pozitif olarak bulunur. ANA %55-97, RF ise %32-90 sıklıkta görülebilir. Ribonükleoprotein antijenine karşı gelişen

anti- Ro/SS-A (% 45-70) ve anti-La/SS-B (%20-50) ototoantikorları bulunur. Anti-La antikoru, anti-Ro antikoruna

göre daha spesifik, ancak daha az sensitiftir. Anti-Ro antikoru diğer otoimmün hastalıklarda da bulunur. Bu

antikorların yanı sıra anti-parietal hücre, tiroid mikrozomal, düz kas, mitokondrial antikorlar olabilir. Sitoplazmik

proteinlerden α ve β fodrinlere, muskarinik M3 reseptörlere ve proteozomlara karşı da otoantikor varlığı

gösterilmiştir. Poliklonal karakterde hipergamaglobülinemi % 80 hastada bulunur. SS’lu hastalarda monoklonal

gammapati de görülebilir.

Kuru göz varlığını değerlendirmek için Schirmer testi ve Rose bengal boya testi kullanılır (bakınız göz bulgularına).

Tükrük bezi tutulumunu ortaya koyabilmek için; minör tükrük bezi biyopsisi (bakınız patoloji bulgularına),

uyarılmamış tükrük salgısı testi (bakınız oral bulgulara), parotis sialografisi ve parotis sintigrafisi yapılabilir. Radyografik

olarak yapılan siyalografi tükrük bezi duktal sistemindeki anatomik değişiklikleri değerlendirmede kullanılır ve

değişik derecelerde sialektazik değişiklikleri gösterebilir. Parotis ve submandibuler tükrük bezi değişikliklerini

saptamada ultrasonografi, parotisin magnetik rezonans (MR) görüntülenmesi ve MR siyalografi yöntemleri

kullanılabilir. MR sialografi en sensitif yöntemdir.

Sintigrafik yöntemlerle tükrük bezlerinin fonksiyonel değerlendirilmesi yapılabilir. 99Tcm pertechnetate injeksiyonu

sonrası 1 saat süreyle ağız içindeki radyoaktif maddenin oranı ve yoğunluğu ölçülerek sekresyon fonksiyonu

|

197



hakkında bilgi verir. SS’lu hastalarda radyoaktif maddenin glandlarda tutulumu ve sekresyonu gecikmiş veya

kaybolmuştur.



VIII. Tanı

Sjögren sendromunun sinsi başlangıç gösterebilmesi, non-spesifik ekstraglandüler bulguların sikka semptomlarından

önce başlayabilmesi, sikka semptomlarının başka hastalıklarda da görülebilmesi ve hastalığa ait spesifik

belirteçlerin olmaması tanıda güçlük yaratabilir. Tanı için hastanın anamnezi ve fizik muayenesi önemli olmakla

birlikte tanıya yardımcı objektif testlerin de kullanılması gerekmektedir. SS tanısı için çeşitli çalışma gruplarının

farklı tanı kriterleri vardır. Son olarak çok merkezli bir çalışma ile oluşturulmuş yüksek özgünlük ve duyarlılık

gösteren Amerika-Avrupa Konsensus Birliği sınıflama kriterleri geliştirilmiştir (10) (Tablo 2). Tanıda kullanılan testler

klinik bulgularla izah edilmiştir. Bunların yanı sıra tanıda biyopsi ve siyalografi önemli tetkiklerdendir. Minör tükrük

bezi biyopsisi tanıda yararlı ancak tek başına yeterli değildir. %6-9 sağlıklı insanlarda pozitif olabilir. Biyopsi

bulguları; kuruluk semptomları, sialografi, otoantikorlar ile birlikte değerlendirilmelidir.

Primer SS tanısı için;

*6 kriterden 4’ü pozitif ise ( Histopatoloji ya da seroloji mutlaka olmalı)

*4 objektif kriterin 3’ü varsa (III, IV, V,VI)

Tablo 2: Amerika-Avrupa uzlaşı grubu Sjögren sendromu sınıflama kriterleri

SUBJEKTİF BULGULAR

I.Göz Semptomları: Aşağıdaki sorulardan en azından birisine pozitif cevap

1. En az 3 aydır her gün göz kuruluğunuz olur mu?

2. Sık sık gözünüze çöp veya kum kaçmış hissi oluyor mu?

3. Günde 3’den fazla gözyaşı damlası kullanıyor musunuz?



I. Oral Semptomlar: Aşağıdaki sorulardan en azından birisine pozitif cevap

1. 3 aydan daha fazla süredir her gün ağız kuruluğu hissediyor musunuz?

2. Tekrarlayıcı veya sürekli tükrük bezi şişliği var mı?

3. Kuru gıdaları yutmak için sıklıkla sıvı almak zorunda kalıyor musunuz?



OBJEKTİF BULGULAR

III. Göz Semptomları: Göz tutulumunun objektif kanıtları. İki testten en az birisinin pozitif olması

1. Schirmer testi: Anestezisiz uygulanacak (≤ 5 mm/5 dk)

2. Rose Bengal testi

IV. Histopatoloji:

Minör tükrük bezlerinde fokal lenfositik sialadenit

Fokus skoru ≥1: lenfositik fokus olarak tanımlanan normal görünümlü mukozanın asinusları ve 50’den fazla

lenfosit içeren herbir 4 mm

2

’lik glandüler dokuda



Deneyimli bir uzman tarafından değerlendirilmeli

V.Tükrük bezi tutulumu: Aşağıdaki testlerden en az 1 tanesi pozitif olmalı

Uyarılmamış tükrük salgısı (≤1,5 ml/15 dk)

Parotis sialografisi ile diffüz sialektazi (obstrüksiyon olmadığı kanıtlanır)

Parotis sintigrafisi (gecikmiş uptake, azalmış konsantrasyon)



VI. Otoantikorlar

Anti Ro(SS-A), Anti La (SS-B) veya her ikisi

Sekonder SS tanısı için;

*İyi tanımlanmış başka bir konnektif doku hastalığı ile birlikte iken

* I veya II’ye; III, IV ve V’den 2 tane ilave olursa

Başa ve boyuna radyasyon öyküsü, lenfoma varlığı, AIDS, HCV enfeksiyonu, Sarkoidoz, Graft versus host

hastalığı, antikolinerjik ilaç (nöroleptik, antidepresan, antihipertansif, parasempatolitik) kullanımı varlığında

SS tanısı dışlanabilir.



198

|


IX. Ayırıcı Tanı

Sjögren sendromu bulguları ile ayırıcı tanıya girmesi gereken klinik tablolar Tablo 3’de gösterilmiştir. HIV

infeksiyonlarında hastaların %3-8’inde diffüz infiltratif lenfositoz sendromu gelişebilir. Bu hastalarda da kuru göz,

kuru ağız, tükrük bezlerinde şişme ve lenfoma gelişme eğilimi görülebilir ve de ANA ve RF pozitifliği olabilir, ancak

anti-Ro ve La antikorları negatiftir. HTLV-1 ve HCV infeksiyonunda da SS benzeri bulgular olabilir. HCV ‘li

hastalarda tükrük bezi büyümesi daha az oranda iken karaciğer tutulum bulguları daha ön planda olabilmektedir.

Graft versus host hastalığında tükrük bezinin lenfositik infiltrasyonu SS’unu taklit edebilir. Semptomlar 2 yıl sonra

hafifleyebilir. Bu hastalarda ANA ve düz kas antikorları sıklıkla pozitif iken, anti-Ro ve anti-La negatiftir. Sarkoidozlu

hastalarda da gözyaşı bezi ve tükrük bezi şişliği, hipergamaglobülinemi, kas iskelet sistemi bulguları ve pulmoner

infiltratlar ortaya çıkabilir. Sarkoidoza ait karakteristik özellikler, minör tükrük bezi biyopsilerinde non kazeöz

granulomlar ve anti-Ro, anti-La negatifliği ayırıcı tanıda yardımcıdır. Amiloidozis tükrük bezinde hipertrofi,

makroglossi ve ağız kuruluğu, eklem tutulumu yapabilir. Minör tükrük bezi biyopsilerinde amiloid birikimi görülür.

İzole tükrük bezinde lenfoma gelişimi özellikle parotis bezinde ağrısız, sert kitle şeklinde oluşabilirler. Bu hastalarda

sikka semptomlarına hastaların %15’inde rastlanılabilir.



Tablo 3: Sjögren sendromu bulguları ile ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken durumlar

Kuru ağız

Viral enfeksiyonlar

İlaçlar

Psikojenik



Radyasyon tedavisi

Diabetes mellitus

Travma

Dehidratasyon



Aldosteronizm

Cushing hastalığı

Mikulicz sendromu

Yaşlılık


Heerfordt sendromu

Waldenström



Kuru göz

İnflamasyon

Kronik konjonktüvit

Kronik blefarit

Toksisite

Yanıklar


İlaçlar

Nörolojik durumlar



Bilateral parotis büyümesi

Viral enfeksiyonlar

Kabakulak

İnfluenza

EBV

CMV


HIV

Sarkoidoz

Amiloidoz

Metabolik

Akromegali

Cushing sendromu

Hipotiroidizm

Gebelik


X. Tedavi

1. Glandüler Semptomların Tedavisi

Sjögren sendromunda tedavinin temelini hasta eğitimi ile birlikte semptomatik yaklaşımlar oluşturur. Klinik bulguları

hafif olan hastalarda semptomatik tedaviler yeterli olabilmektedir. Ciddi organ tutulumu olan hastalarda

kortikosteroid ve immünsüpresif tedaviler gerekebilmektedir (14-18).

Göz ve ağız kuruluğunun önlenmesinde bazı basit önlemler alınabilir. Bunlar; hastaların bulunduğu ortamın

nemlendirilmesi, ağız hijyeninin sağlanması, sık sık su içme, şekersiz sakız çiğneme, dudak koruyucu nemlendiriciler,

göz jelleri ve güneş gözlüğü kullanımı, kahve, sigara ve alkol gibi irritanlardan kaçınılması ve bu yerlerden

uzaklaşılması , rüzgârlı ortamlarda bulunulmaması, mümkünse antikolinerjik, antihistaminik, antidepresan ve

diüretiklerden kaçınılması, şeker içeren gıdaların ağız içinde fazla kalmasının önlenmesi, düzenli diş hekimi

muayenesinin yapılması, kuru göz için bilgisayar başında çalışma programının düzenlenmesi şeklinde özetlenebilir.

Göz kuruluğunun tedavisinde kuru göz için yapay gözyaşları kullanılabilir. Bunlar polivinil ve metilselüloz

içermektedirler. Hastanın ihtiyacı arttıkça daha visköz formlar tercih edilir (örn. sırasıyla damla, jel, pomad). Visköz

olanlar daha uzun ömürlüdürler. Bulanık görmeye neden olabilirler, bu nedenle gece kullanımları tercih edilir.

Kortikosteroidlerin antiinflamatuar etkisi ile oküler irritasyon bulgularını ve flamenter keratiti iyileştirdikleri bildirilmiştir.



|

199


Primer SS’da immünomodülatör ilaçlar gözyaşı üzerine indirekt etkiye sahiptirler. Gözyaşını arttırmak için topikal

siklosporin (% 0.05) oftalmik emülsiyonu kullanılır. Objektif ve subjektif yararlı etkileri gösterilmiştir. Daha ciddi

kuruluğu olan hastalarda cerrahi yöntem veya koterizasyonla punktumların oklüzyonu düşünülebilir. Son

zamanlarda sekresyonu arttırıcı yeni ajanlar hayvan ve insan çalışmalarında değerlendirilmiştir. Bu ajanlardan

birisi olan Diquafosol tetrasodium pürinerjik P2Y2 reseptör agonistidir ve nonglandüler sıvı sekresyonu ile müsin

yapımını uyarır. Diquafosolün, Schirmer testinde düzelme ile kornea ve konjuktiva boyanmasında azalma sağladığı

gösterilmiştir. Araşidonik asit metaboliti olan 15S-HETE de müsin sekresyonunu sağlayan bir ajandır. Fare

modellerinde kornea hasarında koruyucu olduğu gösterilmiştir. Rebamipide, ecabet sodyum ve gefarnate de

müsin sekresyonunu artırıcı etkisi olan ve gastroprotektif olarak kullanılan ajanlardır. Kuru göz tedavisinde de

ümit verici görünmektedir.

Ağız kuruluğunun tedavisi; Klorheksidinli ağız gargaraları mikroorganizma sayısını azaltarak tedaviye yardımcı

olabilirler.Oral kandidiazis varlığında topikal nistatin veya kotrimazol kullanılır. Tükrük bezlerini uyarmak için çiğneme

yoluyla fizyolojik yöntem yada ilaçlarla farmakolojik yöntem kullanılabilir. Ağız kuruluğunun belirgin olduğu

hastalarda muskarinik agonistlerin (pilokarpin, cevimelin) etkinliği kanıtlanmıştır. Bu ajanlar muskarinik reseptörleri

stimüle ederek sekresyonu artırırlar. Pilokarpinin ağız kuruluğu yanı sıra göz, burun, vajina ve derideki kuruluk

semptomlarında da subjektif düzelme sağladığı bildirilmiştir. Non-spesifik muskarinik bir agonist olan Pilokarpin

hidroklorid (Salagen) günde 4 kez 5mg olarak önerilir. Tükrük akımında objektif etkisi uygulamadan sonraki 30dk

içinde gözlenirken, subjektif etkileri 6 hafta sonra ortaya çıkar. En sık yan etkileri aşırı terleme, baş ağrısı, karın

ağrısı ve bulantıdır. Cevimelin (Evoxac) selektif muskarinik agonisttir ve kardiyak ve akciğere ait yan etkileri daha

azdır. Günde 3 kez 30mg önerilir. Her iki ajan da glokom ve astımda kontrendikedir. Tükrüğü tamamen yetersiz

olanlarda yapay tükrük kullanımı düşünülebilir. Tükrüğü taklit eden karboksi metilselüloz ve müsin bu amaçla

kullanılmaktadır. Pastil, sprey, gargara ve jel formlarında üretilmektedirler. Tadları kötüdür ve jel dışındakiler kısa

ömürlüdürler. Tuzlu su, bikarbonat, gliserolle hazırlanan gargaralar da ağız kuruluğunu gidermede kullanılabilirler.

Literatürde SS’da hidroksiklorokin ve interferon-α (IFN-α)’nın tükrük üretimi ve akımında artış yapabilecekleri

bildirilmiştir. Buna rağmen SS’lu hastaların doku düzeylerinde artmış IFN-α saptanması nedeniyle IFN

antagonistlerinin de potansiyel tedavi edici etkileri olabilir. Siklosporin ile kuru ağzın subjektif değerlendirmesinde

ve histopatolojik incelemesinde olumlu sonuçlar elde edilmiş olmasına rağmen objektif değerlendirmesinde

anlamlı sonuçlar saptanmamıştır.

Deride kuruluk olan hastalara banyodan sonra hafif nemli kalmaları ve nemlendirici uygulamaları önerilebilir.

Pilokarpin 20-30mg/gün dozlarında cilt kuruluğuna iyi gelebilir. Sıkı giysiler önerilmez. Kaşıntı için aralıklı düşük

doz kortikosteroid yararlı olabilir.

2. Sistemik Tedavi

Kas iskelet sistemi yakınmaları için NSAİİ’lar, antimalaryal ilaçlar verilebilir. Antimalaryal ilaçlar yorgunlukta, eklem

bulgularında, miyalji ve non-vaskülitik deri bulgularında yararlı olabilirler. Önerilen doz 6-7mg/kg/gündür. Yapılan

bir çalışmada 1 yıl kadar hidroksiklorokin tedavisi kullanan hastalarda tükrük içindeki proinflamatuar sitokinlerin

azaldığı ve parotis hipertrofisinin gerilediği gösterilmiştir. Tüm çalışmalarda SS serolojisinde olumlu etkileri

gösterilmiştir.

Artrit, cilt ve ciddi derecede konstitüsyonel semptomları olan hastalara kortikosteroid gerekebilir. Kortikosteroidlerin

tükrük akımını arttırabileceği bildirilmesine rağmen yapılan kontrollü bir çalışmada göz ve ağız kuruluğuna etkisinin

olmadığı gösterilmiştir.

Poliartiküler artriti olan SS hastalarında metotreksat kullanılabilmektedir. Bir çalışmada kuruluk semptomlarında

ve parotis hipertrofisinde azalma saptanmıştır. Tedavide yeri olan diğer bir immünsüpresif ajan olan azathioprinin

intertisyel akciğer fibrozisi olan SS’lu hastaların prognozunda iyileşme sağlayabildiği rapor edilmiştir. Eklem

yakınmaları olan hastalarda diğer bir seçenek sulfosalazindir. Ancak SS’da yan etkileri daha sık olarak ortaya

çıkabilmektedir.



200

|


Leflunomidle ilgili olarak kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır. Siklosporin interstisyel nefrite eğilim yaptığı için

kullanımı sınırlandırılmıştır.

Diğer bir immünsüpresif ajan olan siklofosfamid kullanımında, bu hastalarda lenfoma sıklığı arttığı için dikkatli

olunmalı ve pulse tedavi tercih edilmelidir. Mikofenolat mofetil, siklofosfamid yerine düşünülebilecek bir ajandır.

Ancak literatürde yeterince veri yoktur.

Primer SS’da anti-TNF-α tedavileri ile sonuçlar farklı olmasına rağmen büyük randomize ve kontrollü çalışmalarda

sonuçlar olumsuz çıkmıştır.

B lenfosit hedefli anti CD20 (Rituximab) tedavisi SLE ve RA’de kullanılmaktadır. Primer SS’lu hastalarda ise

lenfoma gelişmiş olgularda kullanılmış ve lenfoma ile birlikte SS kliniğinde de düzelme saptanmıştır. Rezidüel

bez kapasitesi olan hastalarda da tükrük ve gözyaşı bezlerinde fonksiyonlarında düzelme olduğu gösterilmiştir.

Primer SS ve lenfoma olan 6 hastaya diğer kemoterapi tedavilerine ilave olarak Rituximab verilmiş ve tümünde

tam remisyon sağlanmış. Lenfoma klinik ve labaratuvar bulgularında da düzelme olduğu bildirilmiştir. Kuruluk

bulgularında ise düzelme olmamıştır.

B lenfosit hedefli diğer bir tedavi seçeneği epratuzumabdır. B lenfositlerindeki B hücre reseptörünün koreseptörü

olan CD22’ye karşı üretilmiş bir antikordur. Epratuzumab B hücreli lenfomalarda, SLE ve SS’da kullanılmıştır.

Kontrolsüz, açık bir çalışmada güvenli ve iyi tolere edilebildiği bildirilmiştir.

Bu tedavi ajanları ile birlikte spesifik klinik bulguların varlığında uygulanan tedaviler: Hafif orta dereceli renal tübüler

asidozu olanlarda potasyum klorid ve potasyum sitrat replasmanı düşünülmelidir. Replasman tedavisine dirençli

ve renal yetmezlikli olgularda 0,5-1mg/kg dozlarda kortikosteroid verilebilir. Gastroözafageal reflüsü olanlarda

antiasitler ve proton pompa inhibitörleri kullanılabilir. SS ile ilişkili hepatitler genelde hafif seyretmektedirler ve

spesifik tedavi gerektirmeyebilirler. İnatçı ve progressif tablolarda kortikosteroid ve azatioprin gerekebilir.

Akut pankreatit standart yöntemlerle tedavi edilmelidir. Abdominal vaskülit bulguları varsa kortikosteroid

düşünülmelidir. Diffüz interstisyel akciğer fibrozisi için kortikosteroid ve siklofosfamid kullanılabilir.

Kranial ve periferik nöropati varlığında trisiklik antidepressanlar ve gabapentin uygun olabilir. Dirençli vakalarda

intravenöz immünoglobülin (0.4mg/kg/gün, 5 gün) ve plazmaferez bir seçenek olabilir. Vaskülit varlığı gösterildiğinde

kortikosteroid+siklofosfamid kombinasyonu ile tedavi edilmelidir. SSS bulgularının SS ile ilişkili olduğu

düşünüldüğünde agresif yüksek doz kortikosteroid (pulse veya oral) ve siklofosfamid düşünülmelidir.

3. Gelecekte Tedavi Hedefleri

Hormonal ve viral etkenlerin hastalığın etyopatogenezinde suçlanması nedeniyle hormonal ve antiviral tedavilerin

etkinliği ile ilgili çalışmalar sürmektedir. B lenfositleri için önemli bir uyarı molekülü olan BAFF, SS’da B lenfosit

aktivasyonu ve otoantikor yapımında önemli bir role sahiptir. Bu molekülü hedef alan biyolojik tedavilerin

(Belimumab) SS tedavisinde yeri olabilir. T lenfosit inhibisyonu için CTLA-4 veya ICAM bağlantısını hedef alan

tedaviler de etkili olabilir. Primer SS’da serum ve tükrük bezinde yüksek olarak bulunan IL-10 ve 18 inhibisyonu

da gelecekte hastalığın tedavisinde bir seçenek olabilir.

IFN-α tedavide kullanılan bir ajan olmasına rağmen primer SS’lu hastaların doku düzeylerinde IFN-α yüksek

olarak bulunmuştur. Bu nedenle interferonları inhibe eden antagonistler de tedavi edici olabilirler. SS tedavisinde

düşünülebilecek biyolojik tedavi seçenekleri Tablo 4’de gösterilmiştir.



|

201


Tablo 4: Sjögren sendromunda yeni biyolojik tedaviler

B lenfosit hedefli tedaviler

 Rituximab (anti-CD20)

 Ocrelizumab (Humanize anti-CD20)

 Epratuzumab (anti-CD22)

 Belimumab (anti-BAFF)

T lenfosit hedefli tedaviler

 Efalizumab (anti-CD 11 a)

 Alafacept (anti-CD2)

 Abatacept (anti-CD80/86)



XI. Prognoz

Ekstraglandüler tutulumda (glomerülonefrit, polinöropati, vaskülit) morbidite ve mortalite yüksektir. Purpura,

hipokomplemantemi, mikst kryoglobulinemi varlığı, lenfoproliferatif hastalık ve glomerulonefrit ölüm nedenleri

içindedir. Primer SS’da lenfoma insidansı artmış olarak saptanırken diğer kanserler açısından artış gözlenmemiştir.

Tükrük bezlerinde lokalize MALT düşük dereceli, ekstranodal, marginal zon B hücreli lenfomalar en sık görülenlerdir.

İmmünsupresif ve sitotoksik tedavi alan hastalarda potansiyel kanser açısından dikkatli olunması gerekmektedir.



Kaynaklar

1.

Carsons S. Sjögren’s Syndrome. In: Harris ED, Budd RC, Firestein GS, Genovese MC, Sergent JS, Ruddy S, et al, eds. Kelley’s textbook

of rheumatology. Philadelphia: Saunders, 2005; 1105-24.

2.

Kabasakal Y, Kitapcioglu G, Turk T, Oder G, Durusoy R, Mete N, et al. The prevalance of Sjogren’s syndrome in adult women. Scand J

Rheumatol 2006; 35:379-83.

3.

Nikolov PN, Gabor GI. Pathogenesis of Sjogren’s syndrome. Curr Opin Rheum 2009; 21:465-470.



4.

Dawson LJ, Fox PC, Smith PM. Sjögrens syndrome-the non-apoptotic model of glandular hypofunction. Rheumatology 2006;45:792-798.



5.

Ramos-Casals M, Font J. Primary Sjögren’s syndrome: current and emergent aetiopathogenic concepts. Rheumatology 2005;44:1354-1367.



6.

Fox RI. Sjögren’s syndrome. Lancet 2005; 23-29;366(9482):321-31.



7.

Ramos-Casals M, Tzioufas AG, Font J. Primary Sjogren’s syndrome: new clinical and therapeutic concepts. Ann Rheum Dis 2005;64(3):347-54.



8.

Miller EB, Shichmanter R, Friedman JA, Sokolowski N. Granulomatous hepatitis and Sjogren’s syndrome: an association. Semin Arthritis

Rheum 2006; 36(3):153-8.

9.

Lazarus MN, Robinson D, Mak V, Moller H, Isenberg DA. Incidence of cancer in a cohort of patients with primary Sjogren’s syndrome.

Rheumatology (Oxford) 2006; 45(8):1012-5.

10. Vitali C, Bombardieri S, Jonsson R, Moutsopoulos HM, Alexander EL, Carsons SE, Daniels TE, Fox PC, Fox RI, Kassan SS, Pillemer

SR, Talal N, Weisman MH; European Study Group on Classification Criteria for Sjogren’s Syndrome. Classification criteria for Sjogren’s

syndrome: a revised version of the European criteria proposed by the American-European Consensus Group. Ann Rheum

Dis 2002;61(6):554-8.



11. Skopouli FN, Dafni U, Ioannidis JP, Moutsopoulos HM. Clinical evolution, and morbidity and mortality of primary Sjögren’s syndrome.

Semin Arthritis Rheum 2000; 29(5):296-304.



12. Fox PC. Autoimmune Diseases and Sjögren’s Syndrome An Autoimmune Exocrinopathy. Ann N.Y. Acad Sci 2007; 1098: 15-21.

13. Tzioufas AG, Voulgarelis M. Update on Sjögren’s syndrome autoimmune epithelitis: from classification to increased neoplasias. Best

Practice & Research Clin Rheum 2007; 21 ( 6): 989-1010.



14. Vlachoyiannopoulos PG. Therapy of Sjogren’s syndrome. New aspects and future directions. Ann Med Interne (Paris). 1998; 149(1):49-53.

15. Kruszka P, O’brian RJ. Diagnosis and Management of Sjögren Syndrome. Am Fam Physician 2009;79(6):465-470.

16. Venables PJ. Management of patients presenting with Sjogren’s syndrome. Best Practice & Research Clin Rheum 2006; 20( 4), 791-807.

17. Thanou-Stavraki A, James JA. Primary Sjögren’s Syndrome:Current and Prospective Therapies. Semin Arthritis Rheum 2008; 37:273-292.

18. Isaksen K, Jonsson R, Omdal R. Anti-CD20 treatment in Primary Sjögren’s Syndrome. Scand J Immunol 2008; 68(6):554-64.

Sitokin hedefli tedaviler

 İnfliximab (anti TNF)

 Etanercept (anti TNF)

 Tocilizumab (anti IL-6)

 Anti-IL-10

 Anti-IL-17

 Anti-IFN-α

Kompleman hedefli tedaviler

 Ecalizumab (anti C5a/5b-9)



202

|

Yüklə 97,05 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə