Soğuk savaş DÖnemi (1945-1960) İÇİndekiler biRİNCİ BÖLÜm dönemi ŞEKİllendiren faktörler



Yüklə 112,56 Kb.
tarix26.09.2017
ölçüsü112,56 Kb.
#2215


SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ (1945-1960)

İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BÖLÜM

DÖNEMİ ŞEKİLLENDİREN FAKTÖRLER

İKİNCİ BÖLÜM

Rus Emperyalizminin Canlanması

2.1. Sovyetlerin İran’a Yerleşme Çabaları

2.2. Türkiye Üzerinde Sovyet Tehdidi

2.3. Yunanistan İç Savaşı

2.4. Avrupa’da Sosyalist Blokun Kuruluşu

2.4.1. Sovyet İşgali

2.4.2. Koalisyon Kabineleri

2.4.3. Komünist Partilerin Hükümetlere Hakim Olması

2.4.4. Muhalefet Partilerinin Tasfiyesi

2.5. Kominform’un Kuruluşu

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BATILILARIN AVRUPA’DA DENGEYİ KURMALARI

3.1. Truman Doktrini

3.2. Marshall Planı

3.3. Batı Avrupa Birliği

3.4. Berlin Buhranı

3.5. NATO’nun Kuruluşu

3.6. Beş Barış Antlaşması

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

UZAK DOĞU ÇATIŞMALARI (1950-1954)

4.1. Kore Savaşı

4.2. Hindiçini Savaşı

BEŞİNCİ BÖLÜM

SOSYALİST BLOKTA SARSINTILAR

5.1. Sovyet Rusya’da İktidar Mücadelesi

5.2. Çekoslavakyada Pilsen Ayaklanması

5.3. Doğu Berlin Ayaklanması

5.4. 20. Kongre

5.5. Polonya’da Poznan Ayaklanması

5.6. Macar Milli Ayaklanması

ALTINCI BÖLÜM

ORTA DOĞU ÇATIŞMALARI (1955-1959)

6.1. İsrail’in Kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı (1948-49)

6.2. İngiliz-İran Petrol Anlaşmazlığı: 1951-1954

6.3. Bağdat Paktı ve Doğurduğu Neticeler

6.4. Eisenhower Doktrini

KAYNAKÇA

BİRİNCİ BÖLÜM

DÖNEMİ ŞEKİLLENDİREN FAKTÖRLER

II. Dünya Savaşı tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olmuştur. Ülkeler yanmış, yıkılmış ve milyonlarca insan ölmüştü. Milletler arası mücadeleler, büyük devletlerin çatışması ve mahalli savaşlar, insanlığı zaman zaman üçüncü bir dünya savaşının eşiğine kadar getirmiştir. Böyle bir sıcak savaş patlak vermemiştir, fakat barış da olmamıştır. Dünya bir “soğuk savaş” atmosferi içinde, heyecanlı on beş yıl geçirmek zorunda kalmıştır. 1

Nasıl ki, I. Dünya Savaşından sonraki dünya, 19. yüzyılın dünyasından çok farklı olmuş ise, 1945’ten sonraki dünya da, 1918 in dünyasından çok farkı bir yapıda olmuştur. Bu farklılıklar ve ve yeni dünyamızı şekillendiren faktörleri şu noktalarda toplamak mümkündür.

1) Bir kere, II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve bu güne kadar devam eden milletler arası politikanın yapısı çok değişmiştir. Savaştan sonra dünya politikasına iki yeni kuvvet, Süper- Devlet adı verilen, Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya hakim olmuştur ve bu iki kuvvetin üstünlüğü günümüzde de devam etmektedir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra milletler arası politikanın yapısı değişmiş ve ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.

2) Sovyet Rusya’nın sivrilmesinin bir mühim neticesi de, ilk defa olarak milletler arası münasebetlere doktrin ve ideoloji unsurunun girmesidir. Sovyet sistemi, dünya proleter ihtilali gibi, komünizmi bütün dünyada hakim kılmak isteyen bir doktrine dayandığından, savaştan sonra Sovyet dış politikası tamamen bu hedefe yönelmiş ve bu da milletlerarası politikaya doktrin ve ideoloji unsurunun girmesine sebep olmuştur.

3) Günümüz dünyasının en mühim gelişmelerinden biri de, sömürgeciliğin tasfiyesidir. Bir-iki yer istisna edilirse, Asya ve Afrika’daki sömürgelerin hepsi bugün bağımsız olmuşlardır. 1956 yılında Afrika’da bağımsız devlet sayısı 6 iken, bugün bunların sayısı 50 yi aşmaktadır.

Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ise, daha ileride göreceğimiz üzere, milletler arası politikaya Üçüncü Blok , üçüncü dünya veya Bağlantısızlar Blok’u denen yeni bir kuvvetin girmesi neticesini vermiştir.

4) II. Dünya Savaşı’nın en mühim neticelerinden biri de, milletler arası politikanın “alan genişlemesi”dir. 1945’e gelinceye kadar, milletler arası münasebetlerin yoğunlaştığı başlıca alan Avrupa idi. Halbuki bugün artık böyle değildir. Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi geniş ülkeli ve kalabalık nüfuslu iki ülkenin ortaya çıkışı ve Japonya’nın Asya’da büyük bir ekonomik kuvvet olarak tekrar sivrilmesi ile Asya gayet mühim bir milletlerarası politika alanı haline gelmiştir. Nihayet, Üçüncü Dünya Ülkelerine de Asya- Afrika- Latin Amerika grubu dendiğini de unutmayalım.

5)Milletlerarası münasebetlerin alan genişlemesi, sadece dünyanın düzeyi üzerinde olmayıp, günümüzde bu münasebetler yukarıya doğruda bir alan genişlemesi yaparak, uzaya intikal etmişler. Bir zamanlar nasıl sömürge sahibi olmak büyük devlet olmanın şartı gibi telakki edilmiş ise, şimdide uzayın derinliklerine el atabilmek, büyük kuvvet olmanın şartı gibi görünmektedir.

6)Günümüz dünyası’nın, bilhassa II.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan en mühim meselelerinden biri de, ekonomik meselelerdir. Denebilir ki, tarihin hiçbir döneminde ekonomik meseleler, milletlerarası münasebetlerde bugünkü kadar ağırlık kazanmıştır. Bugün bütün dünya ülkeleri, siyasal kuvvet dengesi, güvenlik ve barış gibi meselelerden beklide çok daha fazla olarak, ekonomik kalkınma, ferah, daha iyi bir yaşama seviyesi gibi meselelerle yoğun bir şekilde meşgul olmaktadırlar. 2




İKİNCİ BÖLÜM

Rus Emperyalizminin Canlanması

İkinci Dünya Savaşı sonunda Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya’nın iki büyük kuvvet olarak ortaya çıkmalarında, milletler arası politika arenasında meydana gelmiş olan boşluklar şüphesiz en büyük rolü oynamıştır. Savaştan önce milletler arası kuvvet dengesinin temel unsurlarını teşkil eden devletler, 1945 in dünyasında artık mevcut değildir. Komünizmin evrensel tatbikçisi olarak ortaya çıkmış bulunan Sovyet Rusya için bu öyle bir manzarada ki, belki tarihinin hiçbir döneminde böyle bir fırsat önüne tekrar çıkmayacaktır. Bu sebeple savaşın hemen ertesinde Sovyet Rusya’nın üç istikamette faaliyete geçtiğini görüyoruz. Bu üç istikametten biri Avrupa, ikincisi Orta Doğu ve üçüncüsü de Uzak Doğu veya Asya’dır. 3



2.1. Sovyetlerin İran’a Yerleşme Çabaları

Almanya’nın 22 Haziran 1941 de Sovyet Rusya’ya saldırması üzerine, İngiltere ve Amerika Rusya’ya askeri yardım yapmaya karar verdiler. Yalnız bu yardım hangi yoldan yapılacaktı.Almanya 1940 Nisanında Danimarka ve Norveç’i işgal etti için Kuzey Denizi ile Batlık Denizi’nin girişi Almanya’nın kontrolü altında idi. Buradan yardım yapmak imkansızdı. Ege Denizi de Almanya’nın kontrolünde idi.

Geriye bir tek Basra Körfezi ile Kuzey İran kalıyordu. Amerika ve İngiltere bu yoldan Sovyet Rusya’ya yardım yapmaya karar verdiler. İran bu sırada Almanya taraftarı bir politika takip ettiğinden, Rusya’ya yapılacak yardımın kendi topraklarından geçirilmesine izin vermedi ve bunun üzerine Sovyet Rusya ile İngiltere İran’a asker sevk edip bu ülkeyi işgalleri altına aldılar. Lakin bu işgalde iyi bir görüntü vermediğinden, Sovyet Rusya ve İngiltere 29 Ocak 1942 de İran’la bir ittifak antlaşması imzaladılar. Güya İran bu ittifak çerçevesinde Sovyet ve İngiliz askerlerinin toraklarında bulunmasına ve Sovyetlere yapılan yardımın kendi topraklarından geçirilmesine izin vermekteydi.

Savaş resmen 2 Eylül 1945 de, yani Japonya’nın teslimi ile, sona erdiğine göre, İran’ı boşaltma işinin de en geç 2 Mart 1946 ya kadar tamamlanması gerekmekteydi. Gerçekten, savaş biter bitmez Amerika ve İngiltere askerlerini İran’dan çekmeye başladılar. Sovyetlerde bir hareket görülmediği gibi, 1945 Kasımında İran Azerbaycan’ında Cafer Pişaveri adında bir komünist Tudeh Partisi üyeleri ile birlikte 12 Aralık 1945 de Tebriz valisini indirip, Muhtar Azerbaycan Cumhuriyetini ilan etti. İran hükümeti bu ayaklanmayı bastırmak için Tebriz’e asker göndermek istediğinde, Sovyet askeri bunu engellediler. 4

Yine aynı anda, Sovyetlerin ve Komünistlerin yardımı ile daha güneyde Mehabad’da da bağımsız bir Kürt Cumhuriyeti kuruldu. İran, Sovyetlerle olan meselesini görüşme yoluyla halletmeye karar verdi. Bu görüşmeler sonunda, gizli olarak İran ile Sovyet Rusya arasında 4 Nisan 1946 da bir anlaşma yapıladı. Bu anlaşma ile Sovyetler İran’dan askerlerini çekmeyi lakin buna karşılık İran’da kuzey İran petrollerini Sovyetlerle beraber işletip %51 hissesini de Sovyetlere vermeyi kabul ediyordu.

Anlaşmanın tasdiki tehlikeye girince Sovyetler İran’a baskı yapmaya başladılar. Amerika’da hem hatasını anlaşmıştı ve hem de şimdi. Sovyetlerin savaş sonrası niyetlerini görerek Sovyetlerin karşısına dikilmeye karar verdi. Amerikan hükümeti, 20 Eylül 1947 de yaptığı bir açıklamada, petrol anlaşmasını reddetmesinden dolayı İran beklenmedik neticelerle karşılaşacak olursa, İran’ın toprak bütünlüğünü koruyacağı hususunda teminat verdi. Bunun üzerine İran Meclisi 22 Ekim 1947 de anlaşmayı ittifakla reddetti. Sadece 2 komünist milletvekili müspet oy vermişti.



2.2. Türkiye Üzerinde Sovyet Tehdidi

Daha Potsdam Konferansı sırasında Türkiye üzerinde bir Sovyet tehdidi açık olarak ortaya çıkmıştı. Bu tehdit, bu devletin, Boğazlarda üs istemesi ve Kars ve Ardahan bölgelerinin Rusya’ya terkini ileri sürmesi ile ağır bir nitelik kazanmıştı. Fakat 1946 yılında, Türkiye üzerindeki bu tehdidin ağırlığı daha da artmıştı.

Sovyetlere gelince, bu devlet Boğazlar hakkında görüşünü ancak bir yıl sonra bildirecektir. Lakin Sovyetlerin 1925 tarihli Türk Sovyet tarafsızlık ve saldırmazlık ve saldırmazlık paktını 1945 Martında feshetmesinden beri Türk- Sovyet münasebetlerinde gittikçe artan soğukluk, İstanbul’da meydana gelen bir olayla gerginliğe dönmüştür. Bir süreden beri İstanbul’da yayınlanmakta olan birkaç gazete solcu yayında bulunmaktaydılar. Buna sinirlenen İstanbul Üniversitesi gençliği, 4 Aralık 1945 günü yaptığı büyük bir yürüyüşte, Yeni Dünya, Tan ve Fransızca çıkmakta olan La Turguie gazetelerinin idarehaneleriyle, Beyoğlu’nda bir Sovyet vatandaşına ait bulunan Berrak Kitapevi’ni Türk polisinin de işbirliği yaptığı iddiasını ileri sürüyor ve sorumluluğunun Türk hükümetine ait olduğunu bildiriyordu. 5

Türk- Sovyet münasebetlerinin bu gergin durumu 1946 yazına kadar devem etti. Fakat 1946 yazında yeniden şiddetini arttırarak bir buhrana girdi. Potsdam kararına uygun olarak Sovyetler Boğazlar hakkındaki görüşlerini. Türk Hükümetine 7 Ağustos 1946 da verdikleri bir nota ile açıkladılar. Bu suretle Boğazlar konusundaki tartışma sona eriyordu. Şimdi meselenin bir konferansta görüşülmesi gerekmekteydi. Lakin bu konferans bugüne kadar toplanmamıştır ve Boğazlarda Montreux rejimi egemen olmakta devam etmektedir. Fakat olayın önemli tarafı, şimdi Sovyet tehdit ve tehlikesinin Türkiye’nin üzerine en ağır bir şekilde çökmüş olmasıydı. Sovyetler, Türkiye’nin hem bağımsızlık ve egemenliğine ve hem de toprak bütünlüğüne yönelen istekler ileri sürmüşlerdi. Türkiye tarihin en buhranlı zamanlarından birini geçiriyordu.



2.3. Yunanistan İç Savaşı

Yunanistan Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazandıktan sonra anayasal bir monarşi ile yönetilmeye başladı ve II. Dünya Savaşı’na kadar sürekli bir devrim ve karşı devrim süreci içine girdi. 1924-35 tarihleri arasında Cumhuriyet rejimi altında yaşayan Yunanistan, bu on yıllık süre içinde kendini karışıklık ortamı içinde buldu ve 1935 deki plebisitle yine anayasal monarşiye döndü. 1936 yılında Metaxas başbakanlığa getirildi. Metaxas parlamentoyu 1938 de feshetti ve kendini ömür boyu başbakan ilan etti. 1941 deki ölümüne kadar süren diktatörlüğü dönemine “Üçüncü Uygarlık” adını vermiştir. Yunanistan II. Dünya Savaşı’na bu siyasi ortamda girmiştir. 6

Yunanistan’dan Alman kuvvetlerinin çekilmesi ile birlikte, Almanlara karşı mücadele eden yunan çeteleri arasında da bir sağ sol çatışması çıkmıştı ve solu EAM’cılar sağı da EDES’ciler temsil etmekteydi. EAM’ın askeri kuvvetini ELAS,yani Milli Halkçı Kurtuluş Ordusu teşkil ediyordu. Kurtuluştan sonra bu mücadele şeklini aldı. Fakat bu arada 1944 sonlarından itibaren Yunanistan’a İngiliz kuvvetleri çıkmaya başlamıştı. 1945 Ocak ayında Yunanistan’daki İngiliz kuvvetleri Yunanistan’ı kontrolü altına almaya başladığı zaman, komünistler ve bilhassa Tito’nun Yunan Makadonyasını ele geçirmek için kurup Yunanistan’a sevk ettiği Slav Milli Kurtuluş Cephesi (SNOF) da Yugoslavya’ya sığınmak zorunda kalmışlar.

Yunan iç savaşını sona erdiren iki hadise olmuştur.Birincisi 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini’dir. Bir yandan Türkiye’nin, diğer yandan Yunanistan’ın uğramış olduğu bu Sovyet baskısı ve oyunları karşısında Amerika Başbakanı Truman’ın Yunanistan’a 300 milyon dolarlık ve Türkiye’ye de 100 milyon dolarlık askeri yardım kararı Sovyetleri gerilemek zorunda bırakmıştır.

Böylece, Sovyetlerin Yunanistan’ı komünizmin kontrolü altına sokma teşebbüsleri de başarısızlıkla neticelenmiş olmaktaydı. 7

2.4. Avrupa’da Sosyalist Blokun Kuruluşu

2.4.1. Sovyet İşgali

Sovyetler askeri işgal altında tuttukları Avrupa ülkelerinde komünist rejimler kurarak Sovyet Blok’unu oluşturmuştur. İşin aslı, bu ülkelerin Sovyet askeri işgaline girmesini bir bakıma Batılı devletler istemiştir. Çünkü, 1944 yazından itibaren Almanlar Rusya cephesinde geri çekilmeye başladıkları zaman, gerek Amerika, gerek İngiltere, Sovyet’lerin Almanları kendi topraklarından attıktan sonra savaştan çekilmelerinden endişe etmişler ve korkmuşlardır. Onlara göre, savaşın bir an önce sona ermesi için Kızılordu’nun Doğu Avrupa’da ilerlemesi ve Alman işgalindeki toprakları Almanlardan temizlemesi gerekliydi. 8



2.4.2. Koalisyon Kabineleri

1945 Şubatında Kırım’da Yalta’da Amerika, İngiltere ve Sovyet liderleri arasında yapılan toplantı sonunda yayınlanan Kurtarılmış Avrupa Hakkında Demeç, serbest ve demokratik seçimler için gerekli tedbirler alınıncaya kadar, Sovyet işgalindeki ülkelerde geçici hükümetlerin kurulmasını ve bu hükümetlerde bütün siyasi partilerin ve siyasi eğilimlerin temsil edilmesini öngörmekteydi. Esasına bakılırsa, bu ülkelerde hiçbir parti tek başına hükümeti kurabilecek oy gücüne sahip değildi. Gerek bu demeç dolayısıyla, gerek yapılan kurucu meclis seçimlerinin oy neticeleri dolayısıyla, hükümetler bu ülkelerde genellikle koalisyon kabineleri şeklinde kuruldu. Fakat dikkati çeken nokta, bu kabinelerde komünistlerin daima içişleri, adalet ve enformasyon bakanlıklarını almaları idi.



2.4.3. Komünist Partilerin Hükümetlere Hakim Olması

Bir süre sonra komünistlerin hükümetleri tamamen ele geçirdikleri görüldü. Çünkü çeşitli hadiseler ve baskılar yüzünden, ara sıra da Sovyetlerin baskısı ile, Komünist partisinin dışındaki siyasi partiler hükümetlerden ayrılarak muhalefete geçtiler. Böylece hükümetler bir süre sonra, tamamen komünistlerden meydana gelmiş oluyordu.



2.4.4. Muhalefet Partilerinin Tasfiyesi

Bu merhalenin, bilhassa 1947 yılında, yani 10 Şubat 1947 de barış antlaşmalarının imzasından sonra gerçekleştirildiğini görüyoruz. Çünkü Sovyet işgali altındaki ülkelerde barış anlaşmaları yapıldıktan sonra, artık Sovyet askerlerinin bu ülkelerden çekilmesi gerekiyordu. Halbuki komünist partileri iktidara sahip olmakla beraber, aynı zamanda komünistlerin karşısında da kuvvetli muhalefet partileri bulunuyordu. Sovyetler bu muhalefet partilerini tamamen bertaraf edip komünist rejimleri yerleştirmeden bu ülkelerden çekilmek istemediler ve bu sebeple 1947 Şubatından sonra bu ülkelerde muhalefet partilerinin tasfiyesine girişildi. 9



2.5. Kominform’un Kuruluşu

1947 Eylül ayında Sovyet Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Fransa ve İtalya komünist partilerinin liderleri Polonya’nın Szklarsa Pareba şehrinde toplandılar ve yayınladıkları belgeler ile 5 Ekim 1947 de Cominform’un kurulduğunu ilan ettiler. Gerek belgelerde, gerek verilen demeçler ve yapılan konuşmalarda, Birleşik Amerika’ya, Truman Doktrini’ne ve Marshall Planına çatılması, Kominform’un kuruluş sebebini açıklayan bir husus olsa gerektir.

Yayınlanan belgelere göre, kurulan bu milletler arası komünizm teşkilatının amaçları şunlardır: 1. İşçilerin yegane vatanı olarak Sovyetler Birliği’nin savunulması, 2. Birleşik Amerika tarafından temsil edilen emperyalizme karşı mücadele, 3. Bütün dünyayı kapsayacak olan bir Sovyetler Cumhuriyeti’nin kurulması.

Bu amaçların gerçekleştirilmesi için kullanılacak vasıtalar olarak da, proleter hareketleri, sömürgelerin bağımsızlık hareketinin desteklenmesi ve köylüler arasında propaganda gösterilmekteydi. 10

Kominform, 19. yy’da gördüğümüz I. ve II. Enternasyonallerin devamından başka bir şey değildi. Lenin 5 Mart 1919 da III. Enternasyonali , yani Komünist Enternasyonali’ni (Cominterm) kurmuş ve bu teşkilat 1943 Mayısında Stalin tarafından lağvedilmişti. Kominform şimdi bir çeşit IV. Enternasyonal olmaktaydı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BATILILARIN AVRUPA’DA DENGEYİ KURMALARI

3.1. Truman Doktrini

1946 yılında Sovyet Rusya’nın üç ana istikamette yayılma çabalarına giriştiğini görmekteyiz. İran üzerinden Orta Doğu petrolleri ve Basra Körfezi ile Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden boğazlar, Ege denizi, Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinden de keza Doğu Akdeniz.

Dikkat edilirse bu üç istikamet geleneksel olarak İngiltere’nin Rusya’ya karşı 19. yy’da en hassas noktaları olmuştu. Fakat II. Dünya Savaşı İngiltere üzerinde öyle bir tahribat yapmıştı ki, artık İngiltere’nin bu bölgeleri savunmak için Sovyet Rusya’nın karşısına çıkacak hali yoktu. İngiltere şunu da görüyordu ki, yeniden canlanan Rus emperyalizminin karşısına dikilebilecek tek kuvvet Birleşik Amerika idi. Bundan dolayı İngiltere 1947 Şubatında Amerikan hükümetine, biri Türkiye diğeri Yunanistan hakkında olmak üzere iki memorandum (muhtıra) verdi. Bu memorandumlarda, Türkiye’nin Batı savunması için ehemmiyeti belirterek Türkiye’ye hem ekonomik hem askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere’nin bu yardımları yapamayacağı ve hatta Yunanistan’da ki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu ve dolayısıyla sorumluluğun Amerika’ya düştüğü belirtildi. 11

Amerika’nın Truman Doktrini ile amacı Sovyet Rusya’nın yayılma alanlarındaki ülkelerden olan Türkiye ve Yunanistan’a destek olarak onların Rus etkisi ve güdümüne girmelerini engellemektir. 12

Amerika kararını vermekte gecikmedi. Başkan Truman Amerikan kongresine 12 Mart 1947 günü gönderdiği mesajında, Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolarlık askeri yardım yapılması için kendine yetki verilmesini istedi. Bu mesajda Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının Orta Doğu düzeninin korunması için bir zaruret olduğu belirtiliyor ve Türkiye ile Yunanistan’ın durumlarının birbirine bağlılığı şöyle ifade ediliyor: “Eğer Yunanistan silahlı bir azınlığın kontrolü altına düşerse, bunun Türkiye için neticeleri çok ciddi olur. Böyle bir halde karışıklık ve düzensizlik bütün Orta Doğu’ya yayılabilir.”

Amerikan kongresi 22 Mayısta Yunanistan’a 300 milyon ve Türkiye’ye de 100 milyon dolarlık bir askeri yardım yapılmasını kabul etti.



3.2. Marshall Planı

Amerika, Batı Avrupa’nın ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için her şeyi yaptı. Amerika’nın 1945 Haziranı ile 1946 sonu arasında Batı Avrupa’ya yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat için kullanılması gibi, paranın verimli olmayan ve gidip de gelmeyeceği alanlara harcanmıştı. Bu işin sonu yoktu. Bu sebeple Amerika Avrupa’ya yapacağı yardım için başka bir formül aradı ve bu formül Dışişleri bakanı George Marshall’ın 5 Haziran 1947 günü Harvard Üniversitesi’nde verdiği bir nutukta açıklandı. Buna göre, Avrupa ülkeleri her şeyden önce kendi aralarında bir ekonomik iş birliğine girişmeliler ve birliklerinin eksikliklerini kendileri tamamlamalılar. Bu genel işbirliği sonunda bir açık ortaya çıktığında Amerika bu açığın kapatılması için yardım etmeli. Bunun içinde önce bir işbirliği programı yapılmalıydı.

12 Temmuzda İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksembourg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç’in katılması ile toplanan 16 lar konferansı 22 Eylülde, Amerika’ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma programı hazırladı. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948 de Dış Yardım Kanununu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16 lara 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardımlar daha sonraki yıllarda da devam edecektir. 13

3.3. Batı Avrupa Birliği

Komünistlerin Çekoslovakya’da iktidarı ele geçirmeleri, Sovyet Rusya’nın niyeti bakımından Batılılar için bir alarm oldu.

Bu durum içinde, İngiltere ve Fransa ile, Benelux grubu denen Belçika, Hollanda ve Lüksembourg arasında, 4 Mart 1948 de Brüksel’de başlayan toplantı, 17 Mart 1948 de Batı Avrupa Birliği’ni kuran bir antlaşmanın imzası ile sona erdi. Bu antlaşmaya göre, beş devlet aralarındaki her türlü işbirliğinden başka, taraflardan biri Avrupa’da bir silahlı saldırıya uğradığı taktirde, diğerleri her türlü vasıtalarla onun yardımına gideceklerdi.

3.4. Berlin Buhranı

1948 yılı gelişmeleri içinde en mühim hadise Berlin Buhranı dediğimiz ve Sovyetlerin Batılıları Berlin’den çıkarmak için giriştikleri teşebbüs neticesinde ortaya çıkan buhrandır.

II. Dünya Savaşından sonra, Almanya’nın tümünde yapıldığı gibi, Berlin şehri de dört işgal bölgesine ayrılmıştı. Fakat ne var ki, Berlin şehri Almanya’nın Sovyet işgal bölgesi içinde bulunuyordu. Batılıların Berlin de ki işgal bölgeleri ile Almanya’da ki işgal bölgeleri arasındaki ulaşım, Sovyet işgal bölgesinden geçerek yapılmakta idi. Batılıların Sovyet işgal bölgesindeki Berlin de bulunmaları Batılılara bir çok yararlar sağladığı kadar, Sovyetlerinde canını sıkmakta idi. Bu durum Sovyetlerin kendi işgal bölgeleri içindeki hareket serbestisini kısıtlamakta idi. 14

Sovyetler nihayet Batılıları Batı Berlin’den atmaya karar verdiler ve Batı Almanya ile Batı Berlin arasındaki her türlü ulaşıma önce kısıtlamalar koydular ve 1848 Mart ayından itibaren de bütün ulaşımı kestiler. Ayrıca Berlin’in elektrik santraline el koyarak Batı Berlin’in elektriğini dahi kestiler. Batı Berlin’de 2 milyon kadar insan yaşamaktaydı ve bunların beslenmesi gerekiyordu. Bu durum Sovyetlerle müttefikler arasında büyük bir gerginlik doğurdu. Amerika gücünü ortaya koyarak, kurduğu bir “hava köprüsü” ile her gün Batı Berlin’e günde 3-4 bin ton yiyecek ve yakacak taşımaya başladı. Amerika havalarda üstün olduğu için Sovyetler karşı çıkmaya cesaret edemedi. Amerika ve Batılılar Batı Berlin’den çıkmamaya kararlı idi.



3.5. NATO’nun Kuruluşu

Marshall Plan’ı ve Truman Doktrin’i, Sovyetlerin Orta Doğu ve Avrupa’da girişmiş oldukları yayılma faaliyetlerine karşı Birleşik Amerika’nın almış olduğu ilk tedbirlerdir. Fakat 1948 Berlin Buhranı Amerika’ya şunu gösterdi ki, dünyanın yeni bir barış düzenine kavuşturulması için artık Sovyetlerle bir işbirliği yapma imkanı kalmamıştır. Çünkü şimdi Sovyetler, bir barış düzeninin kurulmasından ziyade mümkün olduğu kadar geniş alanları komünist kontrolü altına sokmanın çabası içindedir. İşte bu netice, Amerika’yı Sovyetlere karşı “Durdurma” politikası takibine götürmüştür. Yani Amerika bundan sonra Sovyet yayılmasını durdurmak için gerekli tedbirleri alacaktır ki, bu tedbirlerin en etkilisi 4 Nisan 1949 da kurulan NATO veya Kuzey Atlantik İttifakı olacaktır. 15

4 Nisan 1949 da on Batı Avrupa ülkesi ile Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’nın katılımı sonucu, toplam on iki ülkenin imzaladıkları bir anlaşma ile kurulmuştur NATO. 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan, 1955 yılında Federal Almanya, 1982 yılında İspanya örgüte üye olmuşlardır. Nihayet 1997 Madrid Zirvesi ile birlikte de Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya örgüte üye olmuşlar, böylece üye sayısı on dokuza ulaşmıştır. 16

Vandenberg Kararı, Amerika’nın 1823 den beri tatbik etmekte olduğu Monroe Doktrini’ni veya İnziva politikasını resmen terk etmesinden başka bir şey değildi.

Amerika, dış politikasında bu esaslı değişikliği yaptıktan sonra, Batı Avrupa Birliği’ni daha müessir ve geniş bir ittifak sistemi haline getirmek için Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri ile temasa geçti ve bu temaslar ve müzakereler sonunda 4 Nisan 1949 da 12 Batılı ülke arasında, kısa adı ile NATO denen Kuzey Atlantik İttifakı kuruldu. Antlaşmanın başında, bu ülkelerin, milletlerin, demokrasi ilkeleri ile kişi hürriyetleri ve hukuk üstünlüğüne dayanan hürriyetlerini ve ortak savunmaları ile barış ve güvenliklerini kurmak için birleşmiş oldukları belirtiliyordu. İçlerinden birine yapılmış bir saldırı hepsine yapılmış sayılacaktı.

3.6. Beş Barış Antlaşması

1945-49 döneminin Avrupa gelişmelerini kapamadan önce, yine bu dönemde, yenilmiş olan beş devletle yapılmış olan barış antlaşmalarından da kısaca söz etmek gerekir.

1945-48 arasında ki devrede Batılılarla Sovyetler arasında yapılan çeşitli konferanslardan sonra, II. Dünya Savaşı’nın yenilen devletlerinden beşi ile 10 Şubat 1947 de barış antlaşmalarının imzası mümkün olabilmiştir. Kendileriyle barış antlaşması yapılan devletler şunlardır: İtalya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya.

İtalya barış antlaşması ile İtalya, batıda Fransa’ya küçük bir toprak bıraktı. İtalya-Avusturya sınırı eskisi gibi kabul edildi. Güney Tirol ve Brenner Geçidi İtalya’nın elinde kaldı. Trieste bölgesi, Serbest Bölge haline getirildi. Lakin hem İtalya hem de Yugoslavya Trieste’ye göz koyduğundan, bu bölge iki devlet arasında anlaşmazlık konusu oldu. Nihayet 1954 yılında Trieste, İtalya ile Yugoslavya taksim edildi. Barış antlaşması ile İtalya bütün sömürgelerini kaybetti. Habeşistan tekrar bağımsız oldu. Trablusgarp da, Libya adı ile 1951 Aralık ayında bağımsızlığını kazandı. İtalya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Yunanistan, Habeşistan ve Arnavutluğa, toplam olarak 360 milyon dolar tamirat borcu ödeyecekti. İtalya’nın ödeyeceği tamirat borcunun, Habeşistan’a 25 milyon dolar olmasına karşılık Yugoslavya’ya 125 milyon dolar olması, barış antlaşmalarının adil olmadığını gösteriyor. 17



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

UZAK DOĞU ÇATIŞMALARI (1950-1954)

Avrupa’da NATO’nun ve dolayısı ile Doğu ve Batı blokları arasında dengenin kurulması üzerine, bu iki blok arasındaki çatışmalar ve soğuk savaş gelişmeleri, Avrupa’dan Uzak Doğuya intikal etmiştir. Yani Sovyetler yayılma faaliyetlerini Uzak Doğu’ya intikal ettirmiştir.



4.1. Kore Savaşı

1945 Mayısında Amerika ile Sovyet Rusya arasında yapılan bir anlaşmaya göre, savaş bittikten sonra Kore, Amerika, Rusya, İngiltere ve Çin’in ortak vesayeti altına konacaktı. 1945 Temmuzunda ki Potsdam Konferansı’nda da Sovyet Rusya Uzak Doğu Savaşına katılmaya karar verince, askeri harekat bakımından Kore toprakları 38. enlem çizgisi ile ikiye ayrıldı ve bu çizginin kuzeyi Sovyet, güneyi de Amerikan askeri harekat sahası olarak kabul edildi. Sovyetlere göre Amerika’yı Asya kıtasından atmak zamanı gelmişti. Hem bu yapıldığı taktirde, Amerika’nın Japonya’dan da atılması kolaylaşabilirdi.

İşte bu sebeplerden dolayı, Moskova’nın talimatı ile Kuzey Kore kuvvetleri 25 Haziran 1950 sabahından itibaren Güney Kore’ye karşı saldırıya geçti. Bu açık saldırganlık karşısında Amerika, Birleşmiş Milletleri harekete geçirdi. Güvenlik konseyi, Birleşmiş Milletler Antlaşması hükümleri gereğince, Güney Kore’nin yardımına gönderilmek üzere, çeşitli milletlerin askerlerinden meydana gelen, fakat esas yükü Amerika’nın sırtlandığı bir Birleşmiş Milletler Kuvveti teşkil etti. Bu kuvvetin komutanlığına Amerikalı general MacArthur getirildi. 18

Türkiye, Birleşmiş Milletler kuvvetine bir tugaylık bir kuvvetle katıldı. Milli Mücadeleden beri muharebe alanlarına girmemiş olan Türk askeri, Kore Savaşı’nda gerçekten destan denebilecek kahramanlık örnekleri vermiştir. Kore’de akan Türk kanı ve Türk kahramanlığı, Türkiye’nin 1951 yılında NATO’ya alınmasında çok mühim bir rol oynamıştır.

Kore Savaşı’nı sona erdirecek mütareke görüşmeleri, 1951 yılı Temmuzunda başladı. Mütareke teklifi Kuzey Kore’den geldi. Mütareke görüşmeleri iki yıl sürdü ve bu görüşmeler sırasında da çarpışmalar devam etti. Nihayet, Sovyet lideri Stalin’in 1953 Martında ölmesi ve içerideki iktidar mücadelesi dolayısıyla, Sovyet Rusya mütarekeye razı oldu ve mütareke anlaşması 27 Temmuz 1953 de Panmunjom’da imzalandı. Gerek mütareke görüşmelerine, gerek mütarekenin imzasına “gönüllüler” adına Çin Halk Cumhuriyeti de katılmıştır.

Panmunjom mütarekesi ile Kuzey ve Güney Kore arasında sınır yine 38. enlem çizgisi oluyordu. Değişen bir şey yoktu. Fakat Sovyetler de Amerika’yı Kore’den çıkaramayacaklarını anlamışlardı.



4.2. Hindiçini Savaşı

II. Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl İngiltere tekrar Orta Doğu’ya yerleşmek istemişse, Fransa’da Hindiçin’deki sömürge düzenini tekrar sürdürmek istedi. Halbuki Orta Doğu gibi, Güney-Doğu Asya’da da şartlar çok değişmişti. Savaş sırasında bu topraklar Japonya’nın işgaline uğramıştı. Japonya, buralarda Fransa’nın izlerini silmek için sarı ırk milliyetçiliğini ve buralar halkının bağımsızlık duygularını her vasıta ile tahrik etmişti. Kaldı ki, müttefikler de savaş sırasındaki demeçlerinde, sömürgelere bağımsızlık vaadini ifade eden şeyler söylemişlerdi.

Hindiçini 1945 den 1954 e dek Fransız sömürge yönetimine karşı mücadele etti. Dien Bien Phu’da aldıkları yenilgiden sonra 1954 de Fransızlar buradan çekildiler. 19

Fransa’nın çekilmesinden sonra Güney Vietnam Amerika’nın kanadı altına sığınacak ve bu da 1960 lardan itibaren Amerika’yı Vietnam’da bir maceraya sürükleyecektir. 20


BEŞİNCİ BÖLÜM

SOSYALİST BLOKTA SARSINTILAR

5.1. Sovyet Rusya’da İktidar Mücadelesi

Stalin’in ölümünün ertesi günü, yani 6 Mart 1953 günü, yayınlanan bir bildiri, Georgi Malenkov’un Başbakan ve Beria, Molotov, Bulganin ve Kaganoviç’in de Başbakan yardımcıları olduğunu açıklıyordu. Böylece Stalin’in yerine göz koyanlar, hemen bir iktidar mücadelesi içine girmemişler, adeta geçici bir anlaşma ile Kolektif Liderlik denen toplu idareyi tercih etmişlerdi. Fakat mücadele, Stalin’in 9 Martta yapılan cenaze töreninden sonraki günlerde ve önce alttan, sonrada açık bir şekilde başlayacaktır.

Georgi Malenkov, daha Stalin’in sağlığında onun halefi olarak bilindiğinden, Başbakanlığa gelmesi sürpriz yaratmadı. Lavrenti Beria ise Stalin’in İçişleri Bakanı olarak yıllarca Sovyet gizli polis teşkilatını idare etmiş ve bu teşkilatı, Partinin hizmetinde iyi kullanmıştı. Stalin’in halefi olarak adı geçenlerden biri de o idi. Molotov ise, 1939-49 yılları arasında Sovyet dışişleri bakanlığı yapmış ve savaştan sonra Sovyetlerin emperyalist politikasının yürütülmesinde Stalin’in sağ kolu haline gelmişti. Fakat 1949 da Dışişleri bakanlığından alınmıştı. Şimdi Stalin’in ölümü ile tekrar ön plana geçiyordu. Nikolay Bulganin de orduda siyasal komiserlik yapmış, mareşal rütbesine sahip sivildi. Şimdi onun da hem Başbakan Yardımcısı ve hem Savunma bakanı olması, Stalin’in yerinde onun da iddiasının olduğunu gösteriyordu. Lazar Kaganoviç’e gelince, o da Stalin’in yakın adamlarından biri olarak bilinmekteydi.

Yine aynı bildiride, Moskova Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Sergeyeviç Kruşçev adında birinin de Parti Merkez Komitesi üyeliğine getirildiği açıklanıyordu. İşte iktidar mücadelesini kazanan adam bu olacaktı. 21


5.2. Çekoslovakya’da Pilsen Ayaklanması

Stalin’in cenaze töreninde Çekoslovakya’yı, Komünist Partisi Lideri ve 1948 Şubat darbesinin kahramanı, Klement Gottwald temsil etmişti. Fakat cenaze törenin de soğuk aldığı için pnömoni oldu ve Prag’a dönünce, Stalin’den altı gün sonra, 14 Mart 1953 de öldü. Bunun üzerine, Malenkov’un yakın adamı ve liberallerden Antonin Zapotocky Cumhurbaşkanı oldu. Villiam Siroky Başbakan ve Antonin Novotny de Komünist Partisi lideri seçildi. Novotny, 49 yaşında olmakla beraber Parti’nin en eskilerindendi ve komünist dünyası’nın “Bolşevik” lerinden yani en bağnaz komünistlerindendi.

Para reformu 30 Mayıs 1953 tarihli bir kararname ile yapılmıştı. Fakat, yeni hükümetten ekonomik şartların daha iyiye götürülmesini beklerken böyle bir durumla karşılaşınca, 1 Haziran dan itibaren ortalık karıştı. 1 Haziran sabahı Pilsen’deki Lenin fabrikalarında çalışan 5000 işçi sokaklara döküldü ve gösterilere başladı. Bunun arkasından, Ostrava’daki çelik fabrikaları işçileri ile Prag’daki makine endüstrisi işçileri de gösterilere başladı. Fakat esas ayaklanma Pilsen’de idi. Pilsen’de işçiler belediye binasını basarak yağma ettiler. Ellerine geçirdikleri hoparlörlerle “hür seçim istiyoruz” diye bağırıyorlardı. Göstericiler, Stalin ve Gottwald’ın resimlerini ayaklar altında parçaladılar. Ellerine geçirdikleri Rus bayraklarını paramparça ettiler. Güvenliği sağlamakla görevli milis kuvvetleri, göstericileri dağıtacakları yerde, onlarla bir oldular.

İşçilerin bu ayaklanması devam ederken, yaz aylarında köylüler kolektif çiftçilere hücum edip toprakları kendi aralarında paylaşmaya başladılar. 22



5.3. Doğu Berlin Ayaklanması

1953 baharında ekonomik şartlar doğu Almanya’da da kötüleşmekte idi. Yiyecek maddeleri karneye bağlandığı halde, hükümet gereken yiyeceği karne ile veremeyecek duruma geldi. Doğu Alman halkı komünizmden kurtulmak için her gün yüzlerce insan Batı Berlin’e kaçıyordu. Bir yandan Stalin’im ölümü, öte Yandan komünist Partisi içindeki görüş ayrılıklarından cesaret alan Doğu Berlin’de ki işçiler 16 Haziran sabahı ayaklandılar. Başlangıçta birkaç yüz kişi olan bu inşaat işçilerine, birkaç saat içinde katılmalar oldu ve geniş bir ayaklanma haline gelen Gösteriler o gün bütün Doğu Berlin’e yayıldı. İşçiler, çalışma şartlarının hafifletilmesini ve fiyatlarının düşürülmesi yanında, hükümetin istifasını ve gizli ve serbest seçim istiyorlardı. 23

17 Haziran sabahından itibaren durum daha da kötüleşti. O günün sabahından itibaren Doğu Berlin’in kenar mahallelerinde toplanan kalabalık şehrin merkezine doğru yürümeye başladı. Genel grev ilan edilmişti. Binlerce insan şehrin merkezindeki hükümet binasına saldırdı. Meşhur Brandenburg Kapısı üzerindeki kızıl bayrak indirilerek yakıldı.

Bu durum karşısında şehirde bulunan iki Sovyet zırhlı tümeni harekete geçti. Halk taş ve sopalarla Sovyet tanklarına karşı koydu. Tanklar halkın üzerine ateş açtı. Lâkin 17 Haziran akşamı saat 19.00 sıralarında Sovyet kuvvetleri şehri hâkim olmuşlar ve ayaklanmaları bastırmışlardı.



5.4. 20. Kongre

Stalin’den sonrakilerin hiç biri kişisel diktatörlerin kurma yetenek ve gücüne sahip olmadıkları için, önce kolektif liderlik kavramını ortaya atmışlar, ondan sonra da iktidar mücadelesine girişmişlerdir. Bu mücadelede Kruşçev galip çıkmıştır. Fakat bir başkası da çıkabilirdi. Ne var ki, bu oldukça uzun süren iktidar mücadelesi Stalin’in yakın çalışma arkadaşları ile, yine Stalin devrinin önde gelen isimlerinden pek çoğunu sahneden silmişti. Şimdi yeni liderin ve ekibinin kendisini kabul ettirme meselesi ortaya çıkıyordu. Halbuki bir “Stalin Putu” mevcut olduğu sürece, bu iş kolay olmazdı. O halde önce bu “Put”un yıkılması gerekirdi. İşte Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. kongresinin görevi bu oldu. “Put” yıkıldıktan sonra, Sovyet Rusya’nın iç ve dış politikasının tatbikatında da bir takım değişiklik yapmak kolaylaşmıştır.

Sovyetler Birliği Komünist Partisinin kongreleri umumiyetle dört veya beş yılda bir yapılırdı. 19. kongre 1952 Ekiminde yapılmıştı. 20. kongre ise 14-25 Şubat1956 günlerinde yapıldı. Kongrenin en mühim hadisesi, Kruşçev’in 25 Şubat 1956 günü bir gizli oturumda yaptığı konuşma olmuştur. Gizli oturuma sadece parti delegeleri alınmış, yabancı komünist partilerinin temsilcileri alınmamıştır.

Kruşçev bu uzun konuşmasında Stalin’in yaptıklarını anlatırken, delegeler zaman zaman Stalin aleyhine gösteri yapmışlar ve tepkiler göstermişler ve konuşmanın sonunda da Kruşçev’i ayakta uzun uzun alkışlamışlardır. Bununla beraber, Stalin aleyhtarlığı kamu oyuna, basın ve yayın organları tarafından yavaş yavaş yayılmaya çalışılmıştır. 24



5.5. Polonya’da Poznan Ayaklanması

Stalin’in ölümü ilk mühim tesirini Polonya üzerinde gösterdi. Polonyalılar geleneksel olarak milliyetçi ve dinlere bağlı bir milleti. 20. yy Polonyalıların en büyük korkusu Almanlardı. Fakat savaştan sonra Stalin’in Polonya’da kurduğu komünist rejimin baskısı çok daha ağır oldu. Bu sebeple Stalin’in ölümüne en fazla sevinenler Polonyalılardı.

Şehrin merkezine gelindiğinde, göstericiler emniyet müdürlüğünü, radyo binası ve hapis haneyi bastılar. Oralardaki silahları ellerine geçirdiler. İlk ateşi kimin açtığı bilinmez, ama şimdi güvenlik kuvvetleri ile göstericiler arasında karşılıklı ateş başlamıştı. Güvenlik kuvvetleri göstericilerle başa çıkamayınca öğleden sonra tanklar şehre girmeye başladı. Akşam olduğunda ayaklanma bastırılmıştı. Lâkin,44’ü işçilerden olmak üzere 54 ölü ve 300 yaralı ile 320 kişi de tutuklanmıştı.

Ayaklanma bastırılmakla beraber, yeni bir demokratizasyon dönemini de beraberinde getirdi. Komünist Parti merkez Komitesi 18- 28 temmuz arasında yaptığı toplantılarda, halkın siyasi ve ekonomik sıkıntılarını hafifletmek amacı ile bir çok kararlar aldı. 4 Ağustos ta da Gomulka tekrar Parti üyesine kabul edildi. Yine Ağustos ayında hükümet, Aralık ayında Parlamento için yeni seçimler yapılacağını ilan etti. Katolik Kilisesinin faaliyetine müsaade edildi.

Eylül başında üniversiteler açıldığında tam bir kaynaşma içinde idi ve öğrenciler Stalin ve komünizm aleyhtarı gösteriler yapıyorlardı. Aydınlar, proletarya diktatörlüğü yerine sosyalist demokrasisi, proletaryanın yerine aydınların liderliğini, milletler arası komünizm yerine, sosyalist ülkeler arasında eşitlik ve kardeşlik istiyorlardı. 25

5.6. Macar Milli Ayaklanması

Nagy başbakan olur olmaz komünist rejimin birçok sert tatbikatını hemen yumuşattı. Köylülerin kolektif çiftliklere girmek mecburiyetini kaldırdı ve köylüye toprak mülkiyetini tanıdı. Tüketim malları üretimine hız vererek, halkın ekonomik sıkıntılarını karşılamaya çalıştı. Din konusunda daha geniş bir müsamaha gösterdi. Bunlara benzer daha bir çok yumuşama tedbirleri alan Nagy kısa sürede halkın sevgisini kazandı.

Fakat Nagy’ın bu yumuşak komünizmi bu sefer Sovyet liderlerini korkuttu. “Şovinizm” ve “küçük burjuva demagojisi” yapmakla suçlanan Nagy, 1955 Nisanında Başbakanlıktan alındığı gibi, Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğinden de çıkarıldı.

Nagy’ın azli, halk ve bilhassa aydınlar tarafından tepki ile karşılandı. Aydınlar, yazarlar ve öğrenciler arasında birdenbire bir hürriyetçilik akımı başladı. Bu akımın merkezi Petöfi Kulübü idi. Petöfi Kulübü 1955 yılında genç aydınlar tarafından kurulmuştur. Bu kulübün faaliyetleri her gün artarken, üyelerde sık sık Nagy’ı ziyaret ederek kendisi lehine açık ve gizli sempati gösterileri yapıyorlardı.

Poznan ayaklanması Macar halkı tarafından nasıl hararetle desteklendi ise, 20 Ekimde Gomulka’nın Polonya’da işbaşına getirilmesi de büyük heyecan uyandırdı. 23 Ekim günü Budapeşte’de büyük gösteriler başladı. Kalabalık birkaç saat içinde 200.000 kişiyi bulmuştu. Göstericiler eski Başbakan Nagy’ın evinin önüne gitti. Nagy balkona çıkıp “yoldaşlar” diye halka hitap etmek istediği zaman, halk “biz yoldaş değiliz” diye bağırdı. Halkın ellerinde taşıdığı bayrakların ortası delikti. Çünkü bayraklardaki orak-çekiç’i çıkarmışlardı.

Bu durum karşısında Macar Komünist Partisi, 24 Ekim sabahı Nagy’ı tekrar başbakanlığa getirdi. Nagy hemen radyoda yaptığı bir konuşmada, kamu hayatının daha geniş şekilde demokratize edileceğini ve sosyalizmin inşasında Macar milli karakterinin göz önünde tutulacağını bildirerek, halktan silahlarını bırakmasını istedi. Halk bu isteğe uymadı, çünkü bu sırada, güya hükümetin isteği üzerine Sovyet tankları Budapeşte sokaklarını tutmuşlardı.

Macar milli ayaklanmasının en hazin tarafı, Batı’nın bu hadise karşısındaki tutumudur. Bu tutumun iki veçhesi vardır. Birincisi, Batı basın ve yayın organlarının bu iki haftalık süre içinde yaptıkları yayınlarda, sanki her ana Batılı ülkeler ve bilhassa Amerika’nın Macar milliyetçilerinin yardımına geleceklermiş gibi bir intiba vermeleri ve Macarları komünizme ve Rusya’ya karşı kışkırtmaları idi. Halbuki gerçekte böyle bir şey söz konusu değildi.26

ALTINCI BÖLÜM

ORTA DOĞU ÇATIŞMALARI (1955-1959)

Stalin’in ölümünden sonra sosyalist blok içinde bu sarsıntılar ve çatışmalar olmakla birlikte, 1955 yılından itibaren Soğuk Savaş veya Doğu-Batı çatışmaları Orta Doğu bölgesine intikal etti. Sovyetler bir yandan blok içi meselelerle uğraşırken, öte yandan da Orta Doğu bölgesinde Batı Blok’u ile çatışma içine girmekten kaçınmadılar. Bu da 1960 yılına kadar sürecek bir dizi buhranlar, bunalımlar dönemini açacaktır.

Yalnız yine belirtelim ki, Avrupa’da NATO’nun kurulması üzerine Doğu-Batı çatışmalarını Uzak Doğu’ya aktaran Sovyet politikası olduğu halde, Orta Doğu çatışmaları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Orta Doğu hadiseleri ve gelişmeleri, Sovyet Rusya’nın kontrol ve iradesi dışında ortaya çıkmış, fakat bu gelişmeler, Rusya’ya ta Deli Petro zamanından beri Orta Doğu’ya girmek için aradığı fırsatı vermiştir.

Orta Doğu gelişmelerinin başlangıç ve ağırlık noktasını, bir bakıma mihverini, 1848 yılında İsrail’in bağımsız bir devlet olarak kuruluşu teşkil eder. İsrail Devleti’nin kuruluşuna karşı Arap Dünyası’nın tepkileri ve maalesef peş peşe yaptığı hatalar, Orta Doğu’da buhranların ve krizlerin günümüze kadar uzamasına sebep olmuştur. Bu sebeple, önce İsrail Devleti’nin kuruluşunu ele almak zorundayız.



6.1. İsrail’in Kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı (1948-49)

I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin mandasına verilen Filistin, Yahudilerle Araplar arasındaki çatışmalar yüzünden İngiltere’nin başına dert olmuştu. İki savaş arası dönemde İngiltere’nin Araplarla Yahudileri uzlaştırmak için harcadığı çabalar bir netice vermediği gibi, Filistin topraklarını bu iki millet arasında taksim etmek istemesi de bir çözüme ulaşmadı.

Yalnız ne var ki, İngiltere Filistin’de ki durumun daha kötüye gitmesini önlemek için 1939 yılında, Filistin’e yapılacak Yahudi göçlerini çok sınırladı. Fakat bu sefer Avrupa’nın çeşitli yerlerinden Yahudiler Filistin’e kaçak olarak girmeye başladılar. Bu kaçak göçleri Haganah adlı gizli bir teşkilat organize ediyordu. Filistin’de ki İngiliz kuvvetleri bu kaçak göçleri önlemeye çalışınca İngiliz askerleri ile Yahudiler arasında silahlı çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda Irgun adlı Yahudi tedhiş teşkilatı aktif bir rol oynamakta idi.

B.M. kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs 1948 den itibaren Filistin’de ki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan 1948 den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı. Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün öncede, David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. 27

Orta Doğu’da güçlükle sağlanabilen barış, İsrail’le komşu Arap ülkeleri arasında 1948-49 da, 1956 da ve 1967 de patlak veren üç savaş ile bozuldu. Her üç savaşta da Yahudiler Arapları yendi. 28

İsrail Devleti kurulur kurulmaz, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 Mayıs’tan itibaren İsrail’in üzerine yürümeye başladılar. Birinci Arap- İsrail savaşı başlamıştı. İşin ilginç tarafı, Amerika yeni İsrail devletini 14 Mayıs günü tanıdığı halde, Sovyet Rusya Arap İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı. Yani Sovyetler açıkça Araplara karşı cephe almış oluyorlardı. Kaldı ki, bununla da yetinmediler. İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp, Filistin’e silah sevkıyatına ambargo koydukları halde, Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtası ile Çekoslovakya’dan Yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı.

Arap - İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü, İsraillin ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. İçlerinde en iyi dövüşeni Ürdün ordusu oldu.

Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletlerde bir ateşkes sağlamak için taraftar arasında aracılık çabalarına girişti. Bu çabalara, Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince, Arap ülkeleri için İsrail ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı. İsrail Mısır ateşkes anlaşması 24 Şubat 1949 da Rodos’ta, İsrail- Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949 da Ras-en-Nakura’da, İsrail-Ürdün ateşkesi 3 nisan 1949 da Rodos’ta ve İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949 da Manahayim’de imzalandı. Irak’ın İsrail ile sınırı olmadığı için her hangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konusu olmadı. 29



6.2. İngiliz-İran Petrol Anlaşmazlığı: 1951-1954

İran petrollerinin bulunduğu 20.yy başından beri bu petrolleri Anglo-Iranian Oil Company adlı bir İngiliz şirketi işletmekteydi. Bu işletme hakkını düzenleyen en son anlaşma şirket ile İran hükümeti arasında 29 Nisan 1933 de imzalanmıştı. II.Dünya Savaşından sonra İran bu anlaşmanın değiştirilmesini istedi. Çünkü şirketin İran’a ödediği para çok azdı, İran bu paranın arttırılmasını istedi ve 17 Temmuz 1949 da, 1933 anlaşmasına ek bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma şirketin İran’a ödeyeceği parayı çok az arttırmıştı. Halbuki bu sırada Amerikan şirketlerinin Venezuela ve Suudi Arabistan ile anlaşmalarda, üretimden elde edilen

Kâr yarı yarıya paylaşılmakta idi.

Bu anlaşmanın İran m illi Meclisince tasdik edilmesi gerekiyordu. Fakat Meclisteki Milli Cephe grubu ile onun lideri Dr. Musaddık bu anlaşmaya karşı çıktılar.Dr. Musaddık’a göre, İran petrolleri devletleştirilmeliydi. Dr. Musaddık çabaları sonucu İran Meclis’i 28 Aralık 1949 da, anlaşmayı tasdik etmeyip, reddetti. Bunun üzerine bütün İran da petrolün millileştirilmesi için gösteriler başladı. Bu gösterileri komünist Tudeh Partisi ile, aşırı sağcı Molla Kâşani’nin fanatik Şiileri destekliyordu.

Müzakereler arasında, Başbakan Ali Razmara, 3 mart 1951 yaptığı bir konuşmada, “teknik, ekonomik ve politik sebeplerle” millileştirmenin mümkün olamayacağını söyledi. Fakat dört gün sonra camiden çıkarken öldürüldü. Bu şartlar altında İran Şahı Dr. Musaddık’ı 28 Nisan 1951 de Başkanlığa getirmekten başka çare göremedi. Meclis de 30 Nisan da İran petrollerinin millileştirilmesini öngören kanunu kabul etti. Bir ferman ile kanun İran Şahı tarafından da tasdik edildi.

1952 Mayısında İran da yapılan seçimlerde de Dr. Musaddık’ın Milli Cephesi ile Tudeh’çiler Mecliste çoğunluğu almışlardı. Bu ise, Dr. Musaddık’ı büyük oyununu oynamaya şevketti: 1953 Şubatında Şah’ın tahtından feragate zorladı ve Şah da bu isteği kabul zorunda kaldı. Şimdi Dr. Musaddık İran diktatörü idi.

Şahın tahtından feragati ve daha sonra da ülkeden ayrılıp Roma’ya kaçmak zorunda kalışı, bir yandan Ordu’yu harekete geçirirken, öte yandan Molla Kâşani’nin de Musaddık aleyhine dönmesine sebep oldu. Çünkü Musaddık her gün biraz daha komünist Tudeh partisinin kontrolüne giriyordu. Bu sebeple, General Zahibi liderliğinde Ordu’nun 19 Ağustos 1953 de giriştiği darbe başarılı oldu ve Musaddık düşürülerek tutuklandı. Üç gün sonra da İran Şahı halkın sevgi gösterileri arasında ülkesine döndü. 30

Başbakanlığa getirilmiş olan General Zahidi, petrol anlaşmazlığının çözümü için Amerika’nın aracılığını istedi ve Amerika’nın aracılığı ile, Anglo- İranian Oil Company ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ve İran arasında 5 Ağustos 1954 de anlaşma imzalandı. Konsorsiyomda Anglo-İranian şirketinin hissesi %40, Hollandaya ait Royal Ducth Shell şirketi %16, Fransız Petrol şirketi %6 ve geriye kalan 5 Amerikan Şirketinin her biri de %8 er hisseye sahip olacak ve İran petrolleri bu şirketler tarafından ortak olarak işletilecekti. 31



6.3. Bağdat Paktı ve Doğurduğu Neticeler

Sovyet Rusya’nın Orta Doğu’ya sızmasını önlemek maksadı ile Orta Doğu ülkeleri arasında bir ittifak kurma fikri, esasında Amerika’dan gelmiş, fakat fikir Türkiye tarafından gerçekleştirilerek, 1956 Şubatında Türkiye ile Irak arasında Bağdat’ta bir ittifak anlaşması imzalanmıştır. Nisan 1955’te İngiltere, Eylül 1955’te Pakistan ve Kasım 1955’te İran Bağdat Paktına katılarak, ittifak genişletilmiştir.

Bu gelişmeye rağmen, bu ittifak için başlangıçta düşünülen fikir gerçekleşmemiştir. Oda, bu ittifaka, Irak’ın dışında kalan “Arap” ülkelerinin katılması idi. bu olmadığı gibi, Orta Doğu üçe bölündü. Birinci grup, Pakta katılan Irak, İran ve Pakistan; ikinci grup Bağdat Paktına şiddetle cephe alan Mısır,Suriye,Suudi Arabistan ve Yemen; üçüncü grupta, her iki grubun dışında kalan Ürdün ve Lübnan. Bu bölümde, Sovyet Rusya’nın Orta Doğu’ya girmesini kolaylaştıracaktır. Halbuki, Bağdat Paktı Orta Doğu’yu Sovyet Rusya’ya karşı birleştirmek amacı ile yapılmak istenmişti.

Nasır Arap dünyasını kendi liderliği altında birleştirmek istiyordu. Halbuki Bağdat Paktı ile bu liderlik Türkiye’ye geçmiş gibi görünmekteydi. Bağdat Paktı Nâsır’ın tasarılarını alt-üst etmişti. 32



6.4. Eisenhower Doktrini

Başkan Eisenhower, 5 Ocak 1957 de Kongreye gönderdiği ve Eisenhower Doktrini adını alan mesajda bütün bu hususları açıkladıktan sonra, Kongre’den şu hususlarda kendisine yetki verilmesini istiyordu.

1) Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.

2) Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak.

3) Bu ülkelerin istemeleri şartı ile “milletler arası komünizmin kontrolu altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahla saldırılar karşısında”, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.

Bu amaçlarla Başkan Eisenhower, Kongreden, üç yıl süre ile, her yıl 200 milyon Dolar harcama yetkisi istemekteydi.

Eisenhower Doktrini iki bakımdan Amerikan dış politikası için mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi. Birincisi, Amerika’nın orta doğu ile bağlantı alanını bir hayli genişletmesidir. Her ne kadar Amerika Orta Doğu ile ilgisini ilk defa Truman Doktrini ile göstermiş ise de, Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan’a ve yine sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi. Halbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması sureti ile bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını da üzerine alıyordu.

Eisenhower Doktrini karşısında Orta Doğu ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden, 6 Ocak’ta Lübnan’a olmuştur. Lübnan bu hareketi ile şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oluyordu. Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan Eisenhower Doktrini kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Lidya, Tunus ve Fas en sonunda İsrail bu Doktrini kabul ettiklerini bildirdiler. 33

Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır’dan geldi. Arkasından Suriye bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de birkaç hafta sonrada Suudi Arabistan tutumunu değiştirerek, Eisenhower Doktrini “iyi ve müsbet” bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; lâkin Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlı idi.

Tabiat ile Sovyetlerde büyük tepki gösterdiler. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini, “Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını günden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir mücadelesi” olarak nitelemişlerdir. Bunun arkasından 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa’ya verdikleri notlarda, Orta Doğu için bir barış planı ortaya attılar. Buna göre, bölgede ittifak blokları kurulmayacak, yabancı askerler geri çekilecek, yabancı üsler tasfiye edilecek ve bölgenin içişlerine karışılmayacaktı. Bölge ülkelerine silah satılmayacaktı.



Sovyetlere verilen cevapta, bu plan reddedildiği gibi bölgeyi silahlandıran ilk devletin kendisi olduğu ve içişlerine karışmadan söz eden Sovyetlerin önce Macaristan’dan elini çekmesi gerektiği bildirildi. 34

KAYNAKÇA
ARMAOĞLU, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi(1914-1995), (14.baskı), İstanbul, Alkım, 2004.

Barraclough, Geoffrey, Dünya Tarihi Atlası(çev.Zeki Okar), İstanbul, Karacan, 1980.

McNEİLL, William H., Dünya Tarihi, (Çev.Alâeddin Şenel), (7.baskı), Ankara, İmge, 2003.

SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, (11.baskı), Ankara, İmge, 2003.

SÖNMEZOĞLU, Faruk, Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Der, 2002.

1 Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), (14.baskı), İstanbul, Alkım, 2004, s. 419.

2 Armaoğlu, a.g.e., s. 420-422.

3 Armaoğlu, a.g.e., s. 423.

4 Armaoğlu, a.g.e., s. 425.

5 Armaoğlu, a.g.e., s. 426.

6 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 11.baskı, Ankara, İmge, 2003, s. 253.

7 Armaoğlu, a.g.e., s. 430.

8 Armaoğlu, a.g.e., s. 432.

9 Armaoğlu, a.g.e., s. 433.

10 Armaoğlu, a.g.e., s. 436, 437.

11 Armaoğlu, a.g.e., s. 441.

12 Sander, a.g.e., s. 257.

13 Armaoğlu, a.g.e., s. 443,444.

14 Armaoğlu, a.g.e., s. 446.

15 Armaoğlu, a.g.e., s. 447.

16 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Der, 2002, s. 142.

17 Armaoğlu, a.g.e., s. 451, 452.

18 Armaoğlu, a.g.e., s. 454.

19 Geoffrey Barraclough, Dünya Tarihi Atlası, (çev.Zeki Okar), İstanbul, Karacan, 1980, s. 292.

20 Armaoğlu, a.g.e., s. 458, 459.

21 Armaoğlu, a.g.e., s. 463, 464.

22 Armaoğlu, a.g.e., s. 465.

23 Armaoğlu, a.g.e., s. 467.

24 Armaoğlu, a.g.e., s. 468.

25 Armaoğlu, a.g.e., s. 471-474.

26 Armaoğlu, a.g.e., s. 475-480.

27 Armaoğlu, a.g.e., s. 483-485.

28 William H.McNeill, Dünya Tarihi, 7.baskı, (Çev.Alâeddin Şenel), Ankara, İmge, 2003, s. 817.

29 Armaoğlu, a.g.e., s. 485-488.

30 Armaoğlu, a.g.e., s. 489.

31 Armaoğlu, a.g.e., s. 490.

32 Armaoğlu, a.g.e., s. 491.

33 Armaoğlu, a.g.e., s. 501-503.

34 Armaoğlu, a.g.e., s. 504.


Yüklə 112,56 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə