Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə1/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   55

Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım

Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.

UYARI:
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...

Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki

tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine

istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla

ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran

vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik

karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki

e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük

esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin

istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.

Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.

www.kitapsevenler.com

web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek

ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.

Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça

pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve

yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.

Bilgi paylaşmakla çoğalır.

Yaşar MUTLU
İLGİLİ KANUN:

5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders

kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa

hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak

ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi

kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi

bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir

şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.

Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin

bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."


bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir.

Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme

engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek

tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,

kitapsevenler@gmail.com

Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.

Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.

Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...

Teşekkürler.

Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.

Tarayan Yaşar Mutlu

www.kitapsevenler.com

www.yasarmutlu.com

yasarmutlu@yasarmutlu.com

yasarmutlu@kitapsevenler.com

kitapsevenler@gmail.com

Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım

STEPHEN KING

TILSIM

Stephen King, hepsi de dünya çapında yankı uyandırmış ve milyonlarca satmış otuzdan fazla kitabın yazarı. Gerilim ve korku türünün tartışmasız en büyük yazarlarından kabul edilen King, eşi romancı Tabitha King ile Maine, Banger'da yaşıyor.


STEPHEN KING PETER STRAUB

© 1984, Stephen King-Peter Straub Kesim Ajansı aracılığı ile Türkiye'de yayın hakkı:

© 2002, İNKILÂP KİTABEVİ

Bu kitabın her türlü yayın hakları

Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince

İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş.'ye aittir.

Kapak Tasarım: Ömer Küçük

Baskı:

ANKA BASIM A.Ş.



Matbaacılar Sitesi, No: 38

Bağcılar-İSTANBUL

(0212)629 01 83

ISBN


975-10-0299-0 02-34-Y-0051-0281

02 03 04 05 06 10 9 87 65 4

TILSIM

(TALISMAN)



STEPHEN KING PETER STRAUB

(ROMAN)


Çeviren: BELKIS ÇORAKÇI

Düzeltilmiş Yeni Baskı: Ekim 2002

İNKILÂP

Ankara Cad. No: 95



Sirkeci 34410 İSTANBUL

Tel: (0212) 514 06 10 - (Pbx)

Faks:(0212)514 06 12

Web sayfası: http://www.inkilap.com

e-posta: posta@inkilap.com

İNKILÂP

Bu kitap

RUTH KING

ve EL VENA STRAUB'a sunulmaktadır.

Tarayan Yaşar Mutlu

www.kitapsevenler.com

www.yasarmutlu.com

e-postamız kitapsevenler@gmail.com

Soonacıma Tom'lan ikimiz tepeye varıp aşağıya,

uzaktaki kasabaya baktığımızda,

parıldayan üç dört ışık gördük...

belki hastalar vardı o evlerde;

yıldızlar incecik parlıyordu;

kasabanın yanıbaşında da nehir vardı...

eni koskoca bir mil, korkunç sakin ve muhteşem.

— Mark Twain, Huckleberry Finn

Yeni elbiselerim yağ içinde, vıcık vıcıktı, benim de canım çıkmıştı.

— Mark Twain, Huckleberry Finn

BİRİNCİ KİTAP


IŞIKLARIN SÖNÜŞÜ

Bölüm: 1


ALHAMBRA OTELl VE BAHÇELERİ
1

15 Eylül 1981 günü, Jack Sawyer adında bir çocuk, ellerini blucininin ceplerine sokmuş, kararla suyun birleştiği noktada duruyor, sakin Atlas Okyanusuna bakıyordu. Oniki yaşındaydı ama boyu yaşına göre uzundu. Denizden esen bir rüzgâr, fazlaca uzamış kumral saçlarını arkaya doğru uçurup geniş, güzel alnını açtı. Çocuk üç aydan beri hayatını dolduran karmaşık, acılı duygular arasında, öylece duruyordu. Annesinin Los Ange-bs'de, Rodeo Yolu'ndaki evi kapatıp mobilyaları, çekleri, emlâk kamisyon-cularını hallettikten sonra Central Park'ın batısında bir apartman dairesi tutmasından beri. O daireden de, New Hampshire kıyısındaki bu sessiz sayfiye yerine kaçmışlardı. Jack'ın dünyasındaki tüm düzen yokolmuştu artık. Hayatı durmadan değişen, kontrolsuz bir süreç olmuştu. Tıpkı karşısındaki kıpırdayan su gibi. Annesi onu oradan oraya götürüyordu ama, annesini oradan oraya götüren neydi?

Annesi kaçıyordu, kaçıyordu.

Jack olduğu yerde döndü, bomboş kumsalın önce sol, sonra sağ tarafına baktı. Solda Arcadia Lunaparkı vardı. İlkbahar başından sonbahar başına kadar coşan taşan bir yerdi. Şimdi boş ve sakin görünüyordu. Kalbin iki vuruş arasındaki hali gibi. Tırmanan tren, kapanık gökyüzüne karşı kapkara bir iskeleydi. Demir karkası sanki kömürdenmiş gibi kara kara görünüyordu. Orada Jack'in yeni arkadaşı Speedy Parker vardı. Ama çocuk şu anda Speedy Parker'i düşünemezdi. Sağ tarafta Alhambra Oteli ve bahçeleri göze çarpmaktaydı. Çocuğun düşünceleri o yana doğru akıyordu. İlk geldikleri gün Jack'e sanki otelin damı üzerinde bir gökkuşağı görmüş gibi gelmişti. Bir tür uğurdu bu. Daha iyi şeyler olacağının vaadiydi. Ama aslında gökkuşağı falan yoktu. Rüzgâr gülü sağdan sola, soldan sağa dönüp duruyordu. Çapraz rüzgârlara tutulmuştu. Jack kiraladıkları arabadan inmiş, annesinin seslendirmediği, ama içinden geçirdiği isteğe, bavullarla ilgilenmesi isteğine hiç aldırmaksızın durup yukarıya bakmıştı. Rüzgâr gülünün tepesinde dönüp duran pirinç horoz, onun yukarısında da yalnızca o gri gökyüzü vardı, o kadar.

Annesi sonunda, "Bagajı aç da bavulları al, yavrum." diye seslenmişti. "Artist eskisi annen otele yerleşip kendine bir içki bulmak istiyor." "Bir martini," dedi Jack.

"İnsan cevap verecekse, 'O kadar yaşlı değilsin,' demesi gerekir." Annesi büyük bir çaba göstererek arabadan inmeye savaşıyordu. "O kadar yaşlı değilsin."

Anne ona baktı. Yirmi yıldır B sınıfı filmlerden tanınan tipik Lily Ca-vanaugh (Sawyer) bakışıyla baktı. Sırtını doğrulttu. "Burası iyi olacak, Jacky." dedi. "Her şey düzelecek burada. İyi bir yer burası."

Otelin damı üzerinden bir martı yükseldi. Jack'e bir an için rüzgâr gülünün horozu havalanmış gibi garip ve tedirgin bir duygu geldi. "Bir süre telefonlardan kurtulmuş oluruz, tamam mı?" 'Tabii." dedi Jack. Annesi, Morgan Amca'dan saklanmak istiyordu. Ölmüş kocasının iş ortağıyla artık kapışmak istemiyordu. Bir martini alıp yatağına girmek, yorganı kafasının üzerine çekmek istiyordu. Anne, neyin var senin?

Çok fazla ölüm vardı etrafta. Dünya yarı yarıya ölümden oluşmuştu. Martı yukardan bağırdı.

"Haydi yavrum, haydi," dedi annesi. "Girelim güzel otele." Jack o zaman içinden, neyse isler iyice sarpa sararsa Tommy Amca yardım eder nasılsa, diye düşündü.

Oysa Tommy amca ölmüştü bile. O haber henüz telefon hatlarının öbür ucunda, onlara ulaşmayı bekliyordu.
2

Alhambra denize doğru uzanan, koca granit kayaların üzerinde, dev bir Victoria dönemi binasıydı. Çevreye çok iyi uyan bir hali vardı. New Hampshire kıyısının birkaç mil yukarısında, granitten bir köprücük kemiğiydi sanki. Kara tarafındaki özenle düzenlenmiş bahçeleri, Jack'in kıyıda durduğu yerden pek az görünüyordu. Koyu yeşil bir gölge, o kadar. Pirinç horoz gökyüzüne karşı dikilmiş, batı kuzeybatı yönüne dönmüştü. Lobideki bir plakada, 1838 yılında ilk Kuzey Metodist Konferansının burada toplandığı duyuruluyordu. Daniel Webster o toplantıda ateşli, ilham verici, upuzun bir konuşma yapmıştı. Plakaya göre Webster toplananlara şöyle söylemişti: "Bugünden başlayarak, köleliğin bir Amerikan kurumu olarak hastalanmaya başladığını, tüm eyalet ve diyarlarımızda yakında öleceğini bilin."


3

Böylece gelmişlerdi geçen hafta. New York'daki telâşlı günleri de son bulmuştu. Arcadia plajında, Morgan Sloat'un avukatları yoktu. Durmadan arabalardan inip insanın burnuna imzalanacak kâğıtlar, dosyalanacak kâğıtlar uzatıp durmuyorlardı. Arcadia Plajında telefonlar öğleyin başlayıp gecenin üçüne kadar çalmıyordu (Herhalde Morgan Amca, New York'da oturanların California saatine göre yaşamadığını unutuyordu). Hattâ Arcadia Plajında telefonlar hiç, ama hiç çalmıyordu.

Sayfiye kentine doğru yaklaştıklarında, annesi gözlerini kısmış, olanca dikkatiyle arabayı sürerken, Jack yolda bir tek insan görmüştü. Boş bir alışveriş arabasını sürükleyerek kaldırımda yürüyen ihtiyar bir adam. Üstlerinde yine o bomboş, gri gökyüzü vardı. Rahatsız bir gökyüzü. New York'dakinin tersine, burada rüzgâr sesi hep tekdüzeydi. Bomboş cadde ve sokaklar, trafik de olmayınca, fazla geniş gibi görünüyordu. Boş dükkânların camına, "YALNIZ HAFTA SONLARI AÇIKTIR." diye yazılar yapıştırılmıştı. Hattâ daha beteri, bir kısmına "HAZİRAN'DA GÖRÜŞÜRÜZ" diye bile yazılmıştı. Alhambra'mn önündeki caddede yüzlerce boş park yeri vardı. Bitişikteki Arcadia Çay Evi'nde de masalar bomboştu.

Hırpani kılıklı, çatlak ihtiyarlar da boş alışveriş arabalarını sokaklarda çekip duruyorlardı.

Lily, oğluna, "Ben ömrümün en mutlu üç haftasını bu yerde geçirdim," diye anlattı tam ihtiyarın yanından geçerlerken. (Jack ihtiyarın korku dolu bir kuşkuyla dönüp arkalarından baktığını görmüştü... Ağzı kıpırdıyor, bir şeyler söylüyordu ama, Jack duyamıyordu onun ne dediğini.) Annesi birden direksiyonu kırdı, rampayı çıktı, arabayı otelin ön bahçe kapısına yanaştırdı.

İhtiyaç duyacakları her şeyi bavullara, hurçlara, plastik torbalara doldurup, telefonun tiz sesine aldırmadan evden çıkmaları, o ses anahtar deliğinden geçip onları koridor boyunca izlerken de aldırış etmemeleri bu yüzdendi. Arabamn bagajını ve arka kanapesini torbalar ve kutularla doldurup saatlerce Henry Hudson Parkway'den kuzeye, sonra 1-95' boyunca kuzeydoğuya ilerlemeleri de bu yüzdendi. Lily Cavanaugh Sawyer bir zamanlar burada mutlu olmuş diye. 1968'de, Jack doğmadan bir yıl önce Lily, Oscar'a aday gösterilmişti. Alev filmindeki rolü için. Alev, Lily'nin öteki filmlerinden daha iyi bir filmdi. Onda gösterdiği sanat yeteneği de, her zamanki kötü kız rollerinden daha üstün olmuştu. Kimse Oscar'ı Lily'nin kazanmasını beklemiyordu. Hele Lily hiç beklemiyordu. Ne var ki Lily için o alışılmış kalıp söz, "kazanmak değil, aday gösterilmek önemlidir," sözü gerçek sayılıyor, kendisi buna tümüyle inanıyordu. Onur duymuştu. Gerçekten, derin bir zevk duymuştu. Phil Sawyer de onun ilk defa profesyonel saygınlığa ulaşmasını kutlamak üzere karısını almış, Alhambra Oteline üç haftalığına, tatile getirmişti. Kıtanın tâ öbür yanma. Oteldeki odalannda, yatakta şampanya içerek Oscar'lann dağıtılma törenini televizyondan seyretmişlerdi ikisi. (Eğer Jack'in yaşı daha büyük olsa, birtakım hesapları yapabilecek durumda olsa, kendisinin varlığına kavuştuğu yerin de Alhambra oteli olduğunu hesaplayabilirdi.

En iyi yardıma aktist adayları okunurken, aile içi söylentilere göre Lily kocasına şöyle demişti: "Eğer bunu ben kazanırsam Lily salonda yok derlerse, sivri topuklarımı giyer, göğsünün üstünde dansederim."

Ama ödülü Ruth Gordon kazanınca Lily bu sefer, 'Tabii, hakkıdır ve çok da yetenekli," demişti. Sonra da kocasının kaburgalarını dürterek, "Bana hemen bu tür bir rol daha bul, becerikli menajer," diye eklemişti.

Ama o tür roller bir daha çıkmamıştı. Phil'in ölümünden iki yıl sonra Lily Motosiklet Manyaktan adlı filmde, eskimiş, durmadan acı espriler yapan bir fahişe rolünü canlandırmıştı.

Jack bavulları bagajdan indirirken, annesinin şimdi o dönemleri yeniden yaşamakta olduğunu biliyordu. D'Agostino marka bavul, tam D'AG harflerinin oradan yırtılmış, içindeki çorapların, fotoğrafların, satrancın, komik kitapların ve başka eşyaların uçları fırlamıştı. Jack dökülenlerin çoğunu öteki bavullara tıkmayı başardı. Lily ağır adımlarla otelin merdivenlerini çıkmakta, ihtiyar kadınlar gibi zorlukla dik durmaya çalışmaktaydı. Arkasına dönmeden, "Ben otelden birini yollarım," diye seslendi.

Jack tıkış tıkış bavulların başında doğruldu, demin gökkuşağını gördüğünden pek emin olduğu gri gökyüzüne bir daha baktı. Yoktu gökkuşağı. Bir tek o rahatsız, biçim değiştiren gri gökyüzü vardı.

O sırada:

"Bana gel," dedi biri arkasından... net biçimde duyulabilen bir sesti bu.

Jack, "Ne?" diyerek arkasına döndü. Orada bomboş bahçeleri ve geldikleri yolu gördü.

"Efendim?" dedi Annesi. Kapının tokmağını tutmuş, eğilmişti.

"Yanlışlık," dedi Jack. Ne gökkuşağı vardı, ne de ses. İkisini de unutup annesine baktı. Annesi koca kapıyla mücadele ediyordu. Jack ona, "Dur, yardım edeyim," diye seslenip merdivenlere atıldı. Elinde büyük bavulla kazakları doldurdukları karton bavulu taşıyordu.


4

Speedy Parker'la karşılaşıncaya kadar Jack'in oteldeki günleri tıpkı uyuyan bir köpeğin günleri gibi zaman ölçüsünden yoksun geçti. Tüm hayatı bir rüya gibi geliyordu ona o günlerde. Gölgelerle, anlatılmaz geçişlerle doluydu. Bir gece önce Tommy Amcanın telefonla gelen ölüm haberi bile tam uyandıramamıştı onu... tüm şok niteliğine rağmen hem de. Eğer Jack mistik olsa, kendisini birtakım başka kuvvetlerin ele geçirdiğine, annesini de, onu da yönetmeye kalktığına inanırdı. On iki yaşındaki Jack Sawyer. Bir şeyler yapmaya ihtiyaç duyan bir varlıktı. O günlerin o gürültüsüz pasifliği, hele de New York'dan sonra gelince, onun aklını karıştırmış, benliğinde temel bir sarsıntıya yol açmıştı.

Jack kıyı şeridi üzerinde dururken, oraya nasıl geldiğini hiç hatırlamıyordu. Orada ne işi olduğunu da bildiği yoktu. Herhalde yas tutuyorum, diye düşündü. Tommy Amca için. Ama zihni uykuya dalmıştı sanki. Vücudunu kendi basma, kendini savunmak üzere yalnız bırakmıştı. Gece Lily ile birlikte seyrettikleri programın konusunu bile hatırlamıyordu, nerede kaldı kafasının içindeki hayallerin nüanslarmı kavramak.

Annesi sigarasından derin bir soluk çekip ona dumanlar arasından gözlerini kısarak bakarken, "Bu taşınmalar yordu seni," demişti. 'Tek yapacağın, bir süre dinlenmek, Jack. Burası iyi bir yer. Fırsat olduğu kadar tadını çıkaralım."

Karşılarındaki televizyon ekranının biraz fazlaca kırmızı renkleri arasında Bob Newhart sağ elinde tuttuğu pabuca gülümseyerek bakıyordu.

"Ben öyle yapıyorum, Jacky," diye gülümsedi annesi. "Zevkini çıkarıyorum, dinleniyorum."

Jack saatine göz attı. Televizyonun karşısında iki saattir oturuyorlardı. Bu programdan önce ne seyrettiklerini hiç hatırlamıyordu.

Tam Jack yatağına gitmek üzere kalkarken telefon çaldı. Morgan Slo-at Amca yine bulmuştu anlaşılan onları. Morgan Amcanın verdiği haberler hiçbir zaman pek sevindirici olmazdı ama, bu seferki onun standardla-rına göre bile yamandı galiba. Jack odanın ortasında durmuş, annesinin telefonda konuşurken yüzünün nasıl giderek solduğunu, bembeyaz olduğunu seyrediyordu. Elleri son birkaç aydır kırış kırış bir hale gelen boynuna doğru yükseldi, parmaklan bastırdı. Konuşmanın sonuna kadar hemen hiçbir şey söylemedi ama sonunda, 'Teşekkür ederim, Morgan," diye fısıldayıp telefonu kapattı. Sonra Jack'e döndü. Her zamankinden hasta, her zamankinden yaşlı bir hali vardı."

"Şu sıra sağlam olman gerek, Jack, tamam mı?" Jack kendini hiç de sağlam hissetmiyordu.

Annesi onun elini tuttu, konuştu. 'Tommy Amca bugün öğleden sonra araba kazasında ölmüş. Araba da kaçmış."

Jack'in soluğu boğazına tıkandı. Ciğerleri boşalmış gibi oldu. "La Cienega Bulvarı'nda karşıya geçerken bir kamyonet çarpmış ona. Bir tanığın ifadesine göre, siyah beyaz bir kamyonetmiş, yanlarına VAHŞİ ÇOCUK diye yazılmış ama.... ama o kadar."

Lily ağlamaya başladı. Bir an sonra Jack kendinin de ağlamakta olduğunu görerek şaşırdı. Bunlann hepsi üç gün önce olmuştu. Jack'e aradan geçen zaman çok uzunmuş gibi geliyordu.


5

15 Eylül 1981 günü, Jack Sawyer adında bir çocuk, kumsalda bir Sir Walter Scott roman şatosu gibi yükselen otelin kumsalında durmuş, hareketsiz sulara bakıyordu. Ağlamak istiyor, ama gözyaşları bir türlü gelmiyordu. Çevresini ölüm sarmıştı. Dünya hep ölümden oluşuyordu. Gökkuşağı falan da yoktu. Vahşi Çocuk kamyoneti, Tommy Amca'yı dünyadan çıkan-vermişti. Tommy Amca, Los Angeles'da ölmüştü. Bu doğu kıyılarına çok uzaktı Los Angeles. Oysa Jack gibi bir çocuk bile, kendisinin aslında bu kıyılara ait olduğunu anlayabiliyordu. İnsan çıkıp köşeden bir rozbifli sandviç almak için bile boynuna kravat takma ihtiyacını duyuyorsa, kendisi batı kıyısında yaşayacak tip değil demekti.

Babası ölmüştü, Tommy Amca ölmüştü, annesi de belki ölüyor olabilirdi. Burada, Arcadia plajında da ölümü hissediyordu Jack. Morgan Am-ca'nın telefonlarından geliyordu ölümün sesi. Bu sayfiye yerinin mevsim sonundaki ölgünlüğü, melankolisi kadar belirgin bir şey değildi bu duygu. Çevredeki varlıkların dokusunda vardı. Okyanustan esen rüzgârın kokusunda vardı. Korkuyordu... uzun zamandır hep korkmuştu. Burada, bu sessiz yerde bulunmak yalnızca bunun farkına varmasma yol açmıştı. Belki de ölümün 1-95 yolu boyunca onlarla birlikte geldiğini, gözlerini kısarak arabayı sürdüğünü, sigara dumanlan arasından ona radyoda güzel bir müzik bulmasını söylediğini anlamasına yardımcı olmuştu.

Babasının bir zamanlar kendisine, "Sen yaşlı insan kafasıyla doğdun," dediğini hatırlıyordu. Ama şu anda yaşlı gibi hissetmiyordu kafasını. Çok genç hissediyordu. Korku, diye düşündü. Çok korkuyorum. Burası dünyanın son bulduğu yer, tamam mı?

Martılar yukardaki gri havanm içinde dönüyorlardı. Sessizlik de hava kadar griydi. Annesinin göz altlannda giderek belirginleşen halkalar kadar ölümcüldü.
6

Kaç gün sürdüğünü bilemediği bu boş sürenin sonunda lunaparka girip de Lester Speedy Parker'le karşılaştığında, kendisini bir şeylerin yakalamış, ele geçirmiş olduğu duygusu nasılsa üzerinden kalkmıştı. Lester Parker kıvırcık kır saçlı bir siyahtı. Yanaklarında derin çizgiler vardı. Eskiden gezginci bir "blues" müzikçisiyken neler yapmış olursa olsun, şu anda hiç dikkati çekmeyen biriydi. Konuşurken de pek dikkati çekecek bir şey söylememişti. Ama Jack, amaçsız adımlarla lunaparka yaklaştığı, Speedy'nin solgun gözlerini gördüğü anda, başındaki sersemliğin geçiverdiğini hissetmişti. Tekrar kendini bulmuştu çocuk. Sanki yaşlı adamdan çocuğa sihirli bir akım geçmişti. Speedy ona gülümsemiş, "Eh, bakıyorum bana arkadaş geldi," demişti. "Küçük bir gezgin geldi yanıma."

Doğruydu. Jack artık birtakım güçlerin tutsağı değildi. Daha bir an önce kendini ıslak pamuk helvasına sarılı gibi hissederken şimdi serbest kalmıştı. İhtiyarın çevresinde bir an gümüş rengi bir nimbus kıpırdar gibi oldu, bir ışık parıldadı. Jack gözlerini kırpıştırdığı anda yokoldu. Jack ihtiyarın elinde ağır bir saplı süpürge tutmakta olduğunu ilk defa gördü.

"İyi misin, oğlum?" Hademe elini onun sırtına dayadı, kendi sırtını geriye doğru büktü. "Dünya birdenbire kötüleşti mi? Yoksa iyileşti mi biraz?"

"Şey... iyileşti," dedi Jack.

"O halde doğru yere gelmişsin bence. Adın ne senin?"

Küçük gezgin, demişti Speedy ona ilk gün. Gezgin Jack, demişti. Elindeki saplı süpürgeyi bir kızla dansediyormuş gibi kucaklamış, konuşmuştu. Karşında Lester Speedy Parker var, oğlum. Kendi de eskiden bir gezgindi. Yaa, öyle. Speedy yolları bilirdi. Tüm yollan bilirdi eski günlerde. Bir orkestram vardı, Gezgin Jack. Blues çalardı. Gitar müziği. Birkaç plak da yaptım. Ama hiç dinledin mi diye sonıp da seni utandırmak istemem. Her hecesinin kendine göre ritmik bir niteliği vardı. Her cümlesi tempolu, ezgiliydi. Speedy Parker'ın elinde gitar yerine süpürge vardı ama, hâlâ müzisyendi o. Jack onunla konuşmaya başladıktan sonra birkaç saniye içinde, cazı o kadar çok seven babasmın bu adamı görse ne kadar zevkleneceğini düşündü.

Üç dört gün boyunca Speedy'nin peşinde gezdi, onun çalışmasını seyretti, elinden geldiğince ona yardım etti. Speedy ona bazen çivileri çaktırıyor, boyası değişecek kısımları zımparalatıyordu. Speedy'nin talimatı altında yaptığı bu işler, o günlerde tüm eğitimini oluşturmaktaydı ama kendini daha iyi hissetmesine yol açıyordu. Jack artık Arcadia kumsalmdaki ilk birkaç gününü bir ıstırap süresi olarak görmekte, yeni dostunun gelip kendisini o süreden kurtardığına inanmaktaydı. Çünkü dosttu Speedy Parker. O kesindi. Öylesine kesindi ki, bir miktar esrarengizlik bile içeriyordu. Jack o sersemliği üzerinden attığından beri, (ya da Speedy o açık renk gözlerinin bir bakışıyla onun o sersemlikten kurtardığından beri), ömründe bulduğu en yakın dostu olmuştu bu ihtiyar onun. Bir tek, belki, Richard Slo-at hariç. Richard'ı Jack belki beşikten beri tanırdı. Şimdi Tommy Amca'yı kaybetmiş olmanın korkusu, annesinin ölmek üzere olduğunun korkusuyla birleşince, Speedy'nin o sıcak varlığının ileriden onu çağırmakta olduğunu hissediyordu.

Jack'in içine bir kere daha, kendisinin dışardan yönlendirildiğine, kullanıldığına dair tedirgin edici bir duygu geldi. Sanki onu da, annesini de, deniz kenarındaki bu unutulmuş yere görünmez teller çekip getirmişti.

Jack'i burada istiyorlardı... her kimse onlar.

Yoksa çılgınlık mıydı bu? Gözünün önüne boş alışveriş arabasını kaldırımdan çşkip kendi kendine bir şeyler mırıldanan o deli ihtiyar geldi.

Havada bir martı bağırdı. Jack kendi kendine, bazı duygularını Speedy Parker'e açmaya karar verdi. Speedy onu deli sansa da, ona gülse de açacaktı. Gülmeyeceğini biliyordu aslında Jack. Eski dosttu onlar. Çünkü Jack bu yaşlı hademeye ne isterse anlatabileceğinin farkındaydı.

Ne var ki henüz buna hazır değildi. Büyük çılgınlıktı bu. Daha kendisi bile ne hissettiğini tam anlayamıyordu. İsteksiz bir hareketle lunaparka arkasını döndü, kumların üzerinden otele doğru ilerledi.

Bölüm: 2


BACA AÇILIYOR
1

Aradan bir gün geçti ama Jack Sawyer bir gün daha akıllanmadı. Hâlâ bir şey anlayamıyordu. Ne var ki dün gece ömrünün en kötü kâbuslarından birini yaşamıştı. Rüyada korkunç bir yaratık, annesini almaya geliyordu. Çevreyi cüce gösteren bir canavardı. Gözü alnının yanlış yerinde, cildi peynir gibiydi. Çürüyordu sanki cildi. "Annen neredeyse öldü sayılır, Jack, dua edecek misin?" diye sordu canavar. Jack biliyordu. Rüyalarda hep bilirdi insan... Jack de canavarın radyoaktif olduğunu anlamıştı. Elini ona sürdüğü anda kendisi de ölecekti. Uyandığında bütün vücudu terden sırılsıklamdı. Haykırmamak için kendini güç tutuyordu. Nerede olduğunu hatırlayabilmek için dalgaların o düzenli sesini dinlemek zorunda kaldı. Tekrar uykuya dalması saatler sürdü.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə