K azak felsefesinin m enşei çok eski çağlarda
y aşam ış olan p ro to -K a z a k la rın (M .Ö . I-II.y y .)
mitolojisine dayanm aktadır. Kazak halkının, birçok
etnosun etkileşimleri neticesinde onlann özelliklerini
alarak - oluştuğu bilinmektedir. “Kültürü, yeni oluşan
etnos ismini kabul ettiği bir tek cedden miras olarak
almadı, yeni etnik sistem e entegre olan bütün etnik
sü b stra tu m la r (d a y a n a k la r) dan m ira s a ld ı." x
Doğu felsefesi, iktidarın dayandığı ilkeden ortaya
çıkan ve Batı yönünü belirleyen “süje-obje” şemasına
göre hareket etmez. Tabiatın bir obje değil, canlı ve
Tanrısal çevre olduğu “insan ve dünya” manasını teşkil
eden kavramların alanına doğru hareket eder. İşte bunun
gibi ontolojik tutum, felsefî" kategorilerin varoluşsallığını,
onların varoluşlara veya gerekirse m ana-şekillere
dönüşmesini sağlar. Bu felsefî kategoriler ile kültürün
evrenselliklerinin kesin ayniliği demek değildir. Felsefî
k ateg o riler, k ü ltürden hayat alarak ex istan slara
(varoluşlara) dönüşür; felsefe, kültür evrenselliklerinin
bilincini taşım a, heyecanını duym a ve bunların
anlamlarını kavram a, yaşatm a ve değerlendirmedir.
Geleneksel kültürün bütünlüğü, ilk önce özel
yaşam tarzı ile belirlenir. Göçebe, tabiata faaliyetin aktif
süjesi gibi davranırdı, aynı zamanda kendisini onun
efendisi olarak görmüyordu. M erkezî A sya’nın sert
kontinental iklim ine göre göçebeler, toprağı tahriş
etmeden hayvanlan nerede, ne zaman ve nasıl süreceğini
belirleyerek göçebe hayvancılığın verimli yöntemlerini
ve uygun sistemini oluşturdular. Kışın karın altında
saklanan sulu y eşil otun b u lu n d u ğ u n eh irlerin
yataklarında hayvan sürdüler, yazın ise dağlarda ve
dağlık bölgelerde sürdüler. Göçebe her faaliyetinde
doğayı dinleyerek sanki doğa ile konuşuyordu. Onun
için doğa bir canlı idi. Hem toprağın, hem suyun, hem
ormanın, hem dağların - her birinin ruhu vardı. İnsana
yaşamını sürdürmeye imkan verilmişti, ve bunun için
o, bir mucize, çözülmeyen bir sır olarak kabul ettiği
gökyüzüne ve toprağa minnettarlık duyuyordu. “Doğa
ile insan, hayat ile ölüm, büyük hayret uyandıran
konulardı ve her zaman sonsuz sırla dolup taşıyordu.’’2
Doğu felsefesinin özgülüğünü, katî felsefî sistemler
değil, daha çok nazım, folklor, efsaneler teşkil eder.
Geleneksel dünya görüşün esas üniverselleri, yol,
mekan ve zaman, semantik sakral merkez kavramlandır.
" Yol”, “tarik”, geleneksel dünya görüşünün dinamizminin
ifade edildiği kavramlardır. Göçebe hayatını at üstünde
geçirir, onun kendine has mekan ve zaman anlayışı vardır.
Yola çıkan kişiye söylenen “ Yolun açık olsun” dileği,
“hayat yolu” , “kader” , “ta lih ” anlayışını yansıtır.
Kazaklann geleneksel dünya görüşünün semantik
nüvesi, “ku t” anahtar kavramıdır. Bu kavram, “hayatî
k u d ret”, “üreten başlangıç”, “hayat p o ta n siyeli”,
bununla birlikte “zenginlikle ilgili saadet”, “bolluk”,
“talih”, “kader” olarak açıklanır.
“Kut" kavramı, Kazak
geleneksel kültür reellerinin (gerçeklerinin) sembolizmini
ortaya çıkararak ontolojiyi, antropolojiyi ve sosyal
felsefeyi bir araya getirir. Onda ütiliter, pragm atik
kullanışa yönelik olan “basit eşyalar” mevcut değildir;
ancak insanın etrafında bulunan ve ona hizmet eden
bütün eşyalar kendi ikili karakterlerini bulur: doğa
objeleri, m esken, giysi, gıda gibi eşyalar, ütiliter
fonksiyonlarını yerine getirmekle birlikte tefsir edilmesi
ve çözülmesi gereken sem bollerdir. Aynı zam anda
transandantal, görünmeyen dünya ile bağlantıyı ifade
eden bu semboller, insanlar arasındaki ilişkileri yaş,
cinsiyet, akrabalık derecesi, zenginlik, menşeine göre
düzenleyen sosyal kodlan gösterir.
“K ut” öncelikle hayalî kudreti, ilerleme kabiliyetini
ifade eder. Geleneksel dünya görüşüne göre insan, bitki,
hayvan birbirlerine akraba ve Doğa’ya ait olan ve ondan
gelen canlının muhtelif şekillerini teşkil eder. Canlının
manevi ızdıraplan, manevi ve değerle belirlemelerin
özü olarak insanın dünyaya ilişkisini karakterize eder.
Bunun için ibadetlerin (ritüellerin) esas fikri, en yüksek
değer olan insan hayatıdır. İbadetler çerçevesinde
geleneksel dram olan tabiatla birleşme gerçekleşir. Çeşitli
seviyelerde hayata yeniden dönm e, bayram ların ve
Şaman kamlanlarınm asıl konusunu oluşturur. Üreme
(Bereket) ile doğum un sırları, geleneksel kültürün
damarlandır. Doğanın sunduğu ilk armağan, hayat, kut,
canlı ruhtur. Bu hayatî kudretin sembolü olarak Hayatın
ve Üremenin merkezi olan dağ tepesinde bulunan süt
gölü kabul edilir. Bunun için süt sadece gıda maddesi
değil, bununla birlikte o özel semiotik statüye sahip:
yabancıya süt mayasını verme, neslin devamının sembolü
olan sütü misafire ısmarlama yasak olmuştur. Böylece
tabii üreme fikri, Türk dünya görüşü için global olmuş
ve bütün törensel folkloru tem sil etm iştir. T ürk
diskurunun ontolojisi “hayat ve ürem e” sem iotik
kodunun anahtannda saklıdır.
Bu anahtann yardımıyla Türklerin meskenlerini
açıklayabiliriz: gök kubbesini temsil eden “kiyiz ü y ”
çadırın sem antik boşluğu tersinden insanın üstüne
kurulmuştur. Çadınn tüm çizgileri ve detaylan saadet ve
refahı simgeleyen “kut” sembolü açısından düzenlenmiştir.
Ortada bulunan ocak ana mekan olarak kabul edilir.
Ailenin yok oluşu ocağın sönmesiyle özdeştirilir. Bunun
için külün kanştınlm ası, ocağa suyun dökülmesi v.b.
işlerin yapılması yasaklanmıştı, aksi takdirde aileye felaket
Bilge 4
'IIP
2001 / Güz 30