gelir. Efendinin çadırdaki yeri hakimiyeti simgeleyen
“kaplan” olarak adlandırılır, kadının yeri ise itaati
simgeleyen “tavşan" olarak adlandırılırdı. Gençlerin yeri
“kuş” diye adlandırılan yerdir.
Hermeneutik metod geleneksel kültürdeki yemek
sisteminin sem bolik fonksiyonlarını açıklam aya ve
yemek ziyafetinde misafirleri oturtma düzenini, yemek
yeme prosedürünü ve et yemeklerinin dağıtım düzenini
(koyun k ellesin in bölünm esi ve “k u la k la rın ın ”,
“dudaklarının” , “gözlerinin” sosyal ve yaş hiyerarşisine
göre dağıtılması) şahıslar arası cinsiyete, yaşa, sosyal
seviyeye göre ilişkilerin karmaşık portresini gösteren
törensel e y lem lerin belli b ir kom p lek si olarak
“okumaya” imkan sağlar. Yemek sisteminin törensel,
sakral ve ulusu simgeleyen fonksiyonları söz konusu
olabilir. Hayatın belli dönemleri ve göçebe yaşamının
etaplarına refakat eden ayinlerine ilişkin geleneksel
giyim kuşamın semantiği ise ayrı bir konudur. “Yaş
sın ıfı” enstitüsünün ortaya çıktığı yaş sem bolizm i
sistemi de “K ut” açısından açıklanabilir. Hayatî kudretin
ve üremenin odaklandığı yaş olarak, orta yaş kabul
edilir, oysa çocuk ile yaşlı adam semiotik statülerinde
birbirlerine benzeşir. Yaşlı adam, sadece yaşlılığı ifade
etm ez, faaliyet alanından uzaklaşarak yetersizlik
derecesinde sayılır, aynı zamanda ecdadların ve ruhlann
âlem ine yakınlaşarak büyük itibar görür, böylece
a m b iv a le n t s o sy a l fo n k siy o n u y e rin e g e tirir.
Geleneksel kültürde saadet, baht her zaman “kut”
izdivaç ile birlikte anlaşılırdı. Üreme refahın, talihin
ve bahtın garantisi idi, bunun için cinsel potansiyel
kişisel onur ve sosyal prestij olarak sayılırdı; oysa kısır
kadın ve bekar erkek en şerefsiz varlıklar olarak kabul
edilirdi. Gen m eselesinin, geleneksel âlem ler arası
ilişkilerde önemi büyüktür. Bu toplumdaki merkezî
figür olarak her zaman erkek sayılırdı. Aynı zamanda
erkeğin olgunluğu ve çalışma kabiliyeti onun ve kadın
arasındaki ilişkisine bağlantılı olarak ele alınırdı. “İnsan
olm ak”, “evlenm ek”, kendi ailesini kurmak anlamına
gelirdi. K adının, ürem e ve saadetin taşıyıcısı olan
to p ra ğ ın v e rim lilik fo n k s iy o n u n a b e n z e m e si
vurgulanırdı. Birçok Türk metinlerinde toprağın üzeri
ile kadın vücudu birbirlerine benzetilir. İzdivaç, insan
hayatının en önemli olaylarından birisi olarak varlığın
sakral planı ile mukayese edilir.
G eleneksel toplum daki sosyal ilişki, öncelikle
kan hısımlığına, akrabalık ilişkilere dayalı, tabii, hayatî
idi. Boy, zengin kutsal ve simgesel şekillere sahip olan
bir karmaşık teşkilat olarak ortaya çıktı. G erçek ve
sembolik akrabalık ilişkilerin karmaşık sistemi, insanın,
geleneğin doğrudan iletişim , ecdatlarının insanlar
arasında bulunması olarak kabul edildiği sosyal çevreye
adapte olma mekanizmasını belirler. Boy, parçalardan
oluşan bir bütün o lu p , özel “m ito lo jik ve a y in î
biyografisi” olan bir toplumu oluşturur.
Boyun kendini tanıma bilinci, “ervah”, “H ızır”,
“ırım ” (inanç) gibi kavram lardan oluşur.
“Ervah”
ecdatların ruhları demektir. Göçebelerin görüşlerine
göre her bir insan çocuklarına çadırı, bağlantıları, ismi
ile birlikte kendi ervahını (onun aracılığıyla kişi canlıların
arasında bulunmaya devam eder ve onların kaderlerine
tesir eder) da miras olarak bırakır. Eğer bu kişi onurlu
birisi ise onun ruhu çocuklarına ve torunlarına olumlu
bir şekilde tesir eder, onları destekler ve zor anlarında
yardım eder. Eğer kişinin onurlu hayatı olmamışsa, onun
ruhu hayattaki yakınlarına yardım edemez, tam tersine
yeni acılar ve afetlere de neden olabilir.
Geleneksel dünya görüşünün bu özelliği Kazak
folkloruna da yansımıştır. Örneğin, “Alpamış” destanında
şöyle bahsedilmekte “Alpam ış’ın birinci saldırısından
kendilerine gelen Cungarlar, kahramanın tek başına
olduğunu gördüler ve güç sarfetmeden onu oklarla delik
deşik etmeye karar verdiler. Bütün Cungarların hep
birlikte Alpamış’a isabet ederek yağdırdıkları binlerce
ok onun vücudunun bir kılına bile zarar vermedi. Bütün
m esele, A lp a m ış ’ın ça tışm a d a n önce y iğ itle rin
koruyucusu olan “Gaiperen K ırk-Şelten”den destek
istemesinde idi, o da sis parçası olarak göklerden inerek
genç yiğide yardım etmişti,”3
Buna zıt bir örnek olarak “Kız-Jibek” destanındaki
T o leg en ’in kaderi getirilebilir. G elinine giderken
Tolegen’e babası hayırduasını vermedi, dolayısıyla onu
ervahlar korumuyor, bunun için sevgi yerine Kosoba
Gölünün yanında ölü bulunur.
Aynı zamanda destanların kahram anlan kendi
tercihlerini yapma ve kendi kaderlerini çizme haklarına
sahip olan şahsiyetlerdir. Dede Korkut, Kobiandı ve
Alpamış gibi kahramanlar, Kozı-Korpeş ile Bayan-Sulu
gibi âşıklar bu sırada yer alır.
G e le n e k s e l d ü n y a g ö r ü ş ü n ü n ö n e m li
m efhum larının birisi de “H ızır” dır. “H ızır”, her
dilediğini gerçekleştirm e, talih , zenginlik, sağlık
kazandırma gücüne sahip olan doğaüstü bir varlıktır.
“H ızır” her zaman fakir, yaşlı adam, derviş şeklinde
görünür. Kimse onun gerçekten bir fakir veya güçlü
bir Ruh olup olmadığını anlayamaz. Karşılaşılan kırk
dervişten birisi “Hızır” olabilir, fakat herkese yardım
etmek ve acımak gerekir. Örneğin, A bay’ın “Masğut”
isimli destanındaki kahraman, haydut tarafından saldınya
uğrayan fakir bir yaşlı adama karşılıksız olarak yardım
2001 / Güz 30
Bilge 5