3
asıl kitap kabul etmesiyle birlikte Hıristiyanlıktan ziyade Yahudiliği öne çıkarır bir duruma
gelmesi ve
Hıristiyan siyonizmi terimi ele alınmıştır. Ardından mezhebin daha çok insana
ulaşmak için kullandığı yöntem ve araçlar tarihi gelişimi içinde anlatılmıştır. Medyanın her
kolunu kullanarak kitleleri nasıl etki altına aldığı açıklanmıştır. Mezhebin önde gelen liderleri
ve Amerikan Dış Politikasına etkileri gözler önüne serilmiştir. Mezhebe bağlı olan ya da
bağlıymış gibi görünen Amerikan Başkanları da bu bölümde yer almaktadır. Son olarak ise
mezhebin etkinliğini göstermek adına, tamamlanmış bazı anketlere yer verilmiştir. Anketler
Amerika’da mevcut bulunan tahmini evanjelist
sayısını vermesinin yanında bu kesimin İsrail
sempatisini göstermesi açısından da kayda değer bilgiler içermektedir.
Tezin ikinci bölüm
ünde ise, mezhep mensuplarının siyonistlerle birlikte hareket
ederek Türkiye’nin egemenliği için doğurdukları tehditler ortaya konmuştur. Mezhebin
dispensalist esaslar gereği gerçekleşmesini istediği “vaat edilmiş” topraklar, Irak ve Suriye
gibi komşu ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin güneydoğu topraklarını da içermektedir. Bu
çerçevede kimilerince şehir efsanesi olarak değerlendirilen Nil-Fırat iddialarına yer
verilmiştir. Hıristiyan siyonistlerin, Mesih’in yeniden dünyaya dönmesi için temel bir şart
olarak kabul ettikleri bu toprakların Yahudilere iade etme gayretleri, evanjelist ve siyonist
kaynaklar gösterilerek kanıtlanmıştır. Evanjelistlerin, siyonistlerle birlikte yürüttükleri bu
politika bağlamında, Kürt halkını istismar ede geldikleri vurgulanmıştır. Siyonistlerin,
bölgedeki Kürt halkıyla neden bu kadar ilgili olduklarını açıklamak için bazı kaynaklarda
“Kürdistanlı Yahudi” bazılarındaysa “Yahudi Kürtler” olarak ele alınan Kürt grupları
hakkında bilgiler verilmiştir. Bu çerçevede bölge Kürtlerini temsil ettiğini iddia eden Barzani
ve PKK’nın, evanjelistler ve siyonistlerle birlikte hareket ettikleri iddia edilmiştir. Bu ilişkiyi
göster
mek için İsrail’in PKK ile olan ilişkisinin yanında Barzani ile olan ilişkisi de ele
alınmıştır. Evanjelist ve siyonist işbirliğinin Irak Savaşında Kürtlerin bağımsızlığı için
4
gösterdiği gayretin de aslında Yahudilerin lehine yapılan bir hareket olduğu öne sürülmüştür.
Kürtlerin neden böyle bir işbirliğine gittikleri ise uluslararası ilişkilerdeki Realist kuram ile
açıklanabilir. Öyle ki Yahudiler “vaat edilmiş toprakları” ele geçirme telaşındayken, Kürtler
de kendilerine “vaat edilen toprakları” ele geçirmenin telaşındadırlar.
Özellikle klasik realizm, uluslararası politikayı insan doğası ile açıklama
eğilimindedir. İnsanda egemen olan objektif yasalar anlaşılmadıkça, uluslararası politikanın
da anlaşılamayacağını iddia eder. İnsan doğuştan kötü, aç gözlü ve hırslıdır.
1
Bu kuramın
öncülerinden Hans Morgenthau ve Reinhold Niebuhr'a göre bireylerin ilişkilerinde gücü ön
plana alması ve güç ile çıkara dayalı bir ilişkiyi benimsemesi gibi devletler de dış politikada
güç ve çıkar peşindedirler. Morgenthau’ya göre devletlerin politikaları üç temel amaç için
vardır: gücünü korumak, gücünü artırmak ya da gücünü göstermek.
2
Realistler diğer bir devletin, şayet bu devlet aynı zamanda potansiyel bir düşman ise,
güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadırlar.
Bunun en önemli örneği Thucydides'in çalışmasında görülmektedir. Thucydides, Atina'nın
güçlenerek güç dengesini bozma ihtimaline karşı Sparta ve müttefiklerinin savaşa
başvurmasını bir zorunluluk olarak görmektedir. Çünkü bu anlayışa göre vücudun herhangi
bir yerinde varlığı tespit edilen bir tümörün henüz küçükken bertaraf edilmesi ne kadar
gerekliyse bu da o ka
dar gereklidir. Bu yaklaşıma Machiavelli'de de rastlanmaktadır.
Macchiavelli haklı ve haksız savaş gibi kavramlar üzerinde durmaz çünkü bu kavramlar aynı
zamanda saldırı ve saldırgan kavramlarını da tanımlamayı gerektirir. Dolayısıyla bunlar
üzerinde kafa yormaya gerek yoktur. Bir savaş ulusal çıkarın korunması için gerekliyse
yapılmalıdır. Bu yönüyle realizm açıkça emperyalizme meşruluk tanımaktadır. Zira tehdit
1
Keith L. Shimko, “Realism, Neorealism and American Liberalism,” The Review of Politics
, Cilt 54, Sayı 2,
Bahar 1992, s. 296
2
Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations, Knopf, New York, 1954, s. 36.
5
açıkça algılanabiliyorsa karşının saldırısını beklemeye gerek duymadan başlatılacak bir savaş
meşrudur.
3
Realistler soyut nitelikli ahlaki standartların siyasal eylemlere uygulanamayacağını
öne sürerler. Zir
a karar verici durumundaki devlet adamı, bütün devletlerce kabul edilmiş
il
kelerin bulunmadığı bir uluslararası ortamda faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla devlet
adamı devletin çıkarını gözetmek durumunda olduğundan bireysel ilişkilerinde uyduğu ahlaki
standartlara uymayabilir,
çünkü öncelikle devleti dış tehditlerden ne pahasına olursa olsun
korumak zorundadır. Devrimci, yayılmacı ve revizyonist davranışlara sık sık rastlanan bir
uluslar
arası sistemde devleti düşmanlarından korumak zorunda olması, devlet adamını medeni
bir toplumda bireyler ve gruplar arasındaki ilişkilerde hakim olan ahlaka aykırı ve çirkin
olarak kabul edilen bir takım yöntemleri benimsemek mecburiyetinde bırakmaktadır.
Machiavelli’ye göre de bir prensin iyi yürekli, sözünün eri ve dind
ar olması iyidir, ancak
bazen zafere ve güce ulaşmak için bunlardan taviz vermek gerekir. Bir prens, mümkün
oldukça iyilikten ayrılmamalıdır ama gerektiğinde kötülüğe sapmayı da bilmelidir.
4
3
Steven Forde, “International Realism and the Science of Politics: Thucydides, Macchiavelli and Neorealism,”
International Studies Quarterly
, Cilt 39, Sayı 2, Haziran 1995, ss. 141-159.
4
Niccolo Machiavelli, Prens
, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2004, ss. 133, 134.
Dostları ilə paylaş: |