145
yaratması değildir, devirden devre değişmeden aktarılır. Herder’den
Gökalp’ın aldığı bu anlayış Köprülü’ye Gökalp’tan geçmiştir.
İkinci Yunus Emre yorumu Burhan Toprak’tan gelir. Onun 1933’te
yayınladığı Yunus Emre adlı kitabı Yunus’u çağdaş şiir anlayışı içinde
inceleyen ilk çalışmadır. Burhan toprak, Yunus yorumunu Köprülü ile bir
çekişme halinde sürdürür. Köprülü Yunus için ümmi demiştir. Toprak,
Köprülü’nün görüşünü biraz da saptırarak, onu “vesika sahibi ahmakların ve
âlim katırların” bilgilerini aktarmakla suçlar. Kuran’dan ve hadislerden
örnekler getirerek Yunus’un Arapçayı iyi bildiğini açıklar. Köprülü, Yunus’un
tek kaygısı “irşat etmektir” demiştir. Toprak der ki: “zavallı Yunus bunu duysa
kim bilir ne kadar gülerdi? Yunus halkı irşat etmek, aydınlatmak için değil,
kendi kafasındaki kaostan kurtulmak için şiir yazmıştır. Kendi can evinde
yangın varken Yunus kimi irşat edecek, hangi yangını söndürmeğe
gidecekti?” Köprülü, “Yunus’ta sanat kaygısı yoktur.” demiştir. Burhan
Toprak, “ben Yunus divanında yüzlerce mısra bulabilirim ki, üzerinde
saatlerce, günlerce, belki haftalarca düşünülmüştür. Onlarda bir kelime
değiştirildi mi bütün tesir ve müzik kaybolur” diyerek bu görüşe karşı çıkar.
Köprülü, “Yunus kendi sanatından habersizdir” der. Burhan Toprak açıklar ki
“insanın bu yargıda bulunması için Yunus’un şu muhteşem mısrasını
görmemiş olması gerekir. “Yunus Emre senin sözün, âlemlere destan ola.”
Buradaki sanatkârlık gururunu ancak Beethoven anlardı. Burhan Toprak da,
çok eleştirdiği Köprülü gibi, Yunus’ta gerçek doğa ve toplum olmadığı
görüşündedir. Yunus’ta doğa, “bir şark halısında donmuş, taş kesilmiş
hayvan ve çiçek nakışları” gibi cansız ve soyuttur. Yunus kendi
146
düşüncelerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmemiştir. Bu nedenle onun şiirinde
kendi hayatından iz bulamayız.
Yunus Emre yorumlarına 1936 yılında, Yunus Emre Hayatı, adlı eseri
ile Abdulbaki Gölpınarlı katılır. Bu kitapla başlayan ilgiyi Gölpınarlı ömrünün
son yıllarına kadar sürdürmüş ve Yunus üzerinde bize başka eserler de
vermiştir. Yunus Emre Divanı (1943), Yunus Emre ve Tasavvuf (1961) ve
Risalet Al-Nushiyye ve Divan (1965), bu seçkin eserlerin en belli başlılarıdır.
Gölpınarlı’nın Yunus anlayışı ve yorumu temel ilkelerde değişmez. Ancak
otuz yıl içinde yeniden yeniden geliştirilen bu yorumun ayrıntılarında bazı
dalgalanmalar görülür. 1960’tan sonraki çalışmalarda Yunus’un mistik yanı
arka plana geçer; onun insan, doğa ve toplum sevgisi öne alınır. Artık
Gölpınarlı, Yunus’u bir din adamı olmaktan çok, bir çağdaş sanat eri olarak
değerlendirmeyi yeğler. Kuran’dan, hadislerden, Mevlana ve Sadi’nin
eserlerinden örnekler aktararak Gölpınarlı, Yunus’un Arapçayı ve Farsçayı
çok iyi bildiğini, İslam bilimlerini kaynaklarından okumuş olduğunu ortaya kor.
Yunus yorumlarına 1960’tan sonra Sabahattin Eyüboğlu da katılır.
Onun Yunus Emre (1972) adlı kitabının daha ilk sayfasında, Eyüboğlu,
“Yunus’a selam” yollarken, bu selamda biz sadece bir araştırmacının değil,
bir sanat ve gönül erinin de yorumu ile karşılaşırız. Bu selam bizce Yunus’u
şiir dilinden yorumlayan bir incelemedir. Eyüboğlu Yunus’un mistikliğini hiç
önemsemez, onun bu yanı üzerinde pek az durur; Yunus’u yedi yüz yıl
evvelin dünyasından ayırıp bugünün şairi ve düşünürü olarak değerlendirir.
Bunu bilerek yapmaktadır.
147
Yunus Emre için bir başka yorumu bize sözlü kültür geleneğimiz
sunar. Buna Türk halkının Yunus Emre yorumu diyebiliriz.
Bu cümleden sonra Başgöz bu “sözlü kültür geleneğimiz” içindeki Yunus
Emre efsanelerini okuyucuya aktarmaktadır. Bunlar Yunus’un kerametini,
alçakgönüllülüğünü ve halktan biri olarak yaşadıklarını anlatan kıssadan hisse
tarzında hikâyelerdir. Yaratıcısı belli olmayan bu anonim hikâyelerin birkaçını
Başgöz bu başlığının altında okuyucusuyla paylaşmıştır. Hikâyeler hakkında son bir
yorum da yine Başgöz’den gelmektedir:
Yunus Emre hayatı etrafında oluşan başka efsaneler de var. Onlar
Gölpınarlı’nın ve Eyüboğlu’nun kitaplarında bulunabilir; buraya almayı gerekli
bulmuyoruz. Halkımız, sevip saydığı, anlayıp beğendiği, kendisine dürüst
hizmet veren başka devlet adamlarına, sanat erlerine ve bilginlere de benzer
efsane nakışları vurmuş, onları düşlediği renklerle bezemiştir. Bunlar kısaca
demek ister ki: sanat eri halkın içinde olacak, halkın anlayacağı dilden
konuşacak, alçak gönüllü olup bilgisi ve görgüsü ile şişinmeyecek, halka
yukardan bakar olmayacak. Emek verip çile çekerek, bilgeler kapısında
dürüstçe hizmet vererek zanaatını öğrenecek, gerçek sanatın sırrına büyük
çaba ile ulaşacak. Halka hizmeti için karşılık istemeyecek, doğruluktan
ayrılmayacak. Yunus’u halkımız böyle yorumlar ve bu yorumda, elbet,
yüzyıllardır sürüp gelen, ama gerçekleşmeyen umutlar ve düşler yer alır.
106
Yunus Emre’de İki Şiir Geleneği başlıklı bölümde Başgöz ilk olarak Molla
Yunus-Derviş Yunus ayrılığını incelemektedir. Bu ayrım Başgöz’de şöyle bir ifade
106
A. g. e. s. 13–20
Dostları ilə paylaş: |