T. C. Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ arkeoloji (klasiK arkeoloji) anabiLİm dali



Yüklə 1,11 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/51
tarix17.11.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#80361
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   51

Aristoteles’te; bedensel güzellik, mutluluğu oluşturan parçalar arasında yer 
alırken; Platon beden güzelliğini, güzel ideasına ulaşmak için kullanılan bir araç 
kabul etmişti. “Şölen” (Symposion) diyaloğunda diyor ki: “...Dinle beni şimdi: 
Sırlara yolunca ermek isteyenin daha genç yaşında güzel bedenleri araması gerek. 
Onu yola koyan, doğru yola koymuşsa ilkin bir tek insanı sever ve ona söyleyecek 
güzel sözler bulur. Sonra anlar ki; şu bedende gördüğü güzellik her bedendekinin eşi, 
kardeşidir. Görüş güzelliğini arayan için bütün bedenlerdeki güzelliği bir tek şey 
saymamak delilik olur. Bunu iyice anladı mı, bütün güzel bedenleri sever, bir tekine 
olsun düşkünlüğü gevşer, çünkü artık böyle bir düşkünlüğü küçümser, hiçe sayar. 
Bundan sonra yapacağı  şey, can güzelliğini beden güzelliğinden üstün görmektir. 
Değerli bir can, bedendeki pırıltısı sönük de olsa, sevgisini çoşturmaya yetmeli; ona 
kendini verip gençlerin yükselmesi için söylenecek en güzel düşünceleri aramalı, 
bulmalıdır. Böylece güzelliği ister istemez yaşayış, davranış yollarında görecek, 
hepsindeki güzelliğin aslında hep aynı güzellik olduğunu fark edecek ve böylece 
beden güzelliğine fazlaca kapılmamayı öğrenecek”
156
…  
Eski Yunan medeniyetini İlk Çağ’ın diğer medeniyetlerinden farklı kılan bir 
unsur da, çıplaklığın günlük hayatın sıradan bir parçası oluşuydu. 
Aslında, Antik Yunanlı’lar için teşhir edilen çıplak bir beden, zayıf değil 
güçlü bir kişinin, dahası medeni bir kişinin varlığına işaret ediyordu. Başka bir 
deyişle; çıplaklık, bir Yunanlı’yı başka  ırka mensup birinden yani bir barbardan 
üstün kılıyordu. Onlar, çıplaklıklarıyla adeta övünüyorlardı. Ancak şüphesiz; 
çıplaklık, yalnız -özgür- erkeklere özgü bir nitelikti. Kadınlar,  şehirde çıplak boy 
                                                 
156
 Platon 2000, 61 
 
50


gösteremiyorlardı
157
. Bir görüşe göre; bu görüntü, toplumda kadın üzerindeki erkek 
egemenliğinin bir yansımasıdır
158
. Başka bir görüşe göre ise; Eski Yunanlı’lar, farklı 
vücut sıcaklıklarına sahip erkek ve kadınlar için farklı haklar ve mekânlar 
belirlemişlerdi. Yani; Yunanlı’lar, vücut ısısı bilimini tahakküm ve boyun eğme 
kurallarını belirlemek için kullanıyorlardı. 
Ancak, belirtmek gerekir ki; vücut ısısı kavramını icat edenler Yunanlı’lar 
olmadığı gibi, onu cinsiyetle ilk ilişkilendiren de onlar değildi. Mısırlı’lar, hatta belki 
onlardan önce Sümerler de vücudu böyle görüyorlardı. Mısırlı’lardan kalan ve 
“Jumilhac papirüsü” olarak tanınan bir belgede, “kemikler eril et de dişil ilkeye” 
atfedilir. Kemik iliğinin meniden, etlerdeki yağın da kadının soğuk kanından 
oluştuğu söylenir
159

Günlük hayattaki bu görünüm, heykel sanatına da yansımıştı. Erkekler çıplak 
olarak betimlenirken; kadınlar elbiseleriyle tasvir ediliyordu. 
Hellenistik Çağ’da ise değişen toplumsal yapının da etkisiyle, kadın 
çıplaklığının sanata konu olduğunu görüyoruz. Homoseksüel romantizm ideali 
yanında bu çağda heteroseksüel romantizmin de bir ideal olarak belirmesiyle
160
 
doğrudan ilişkili olan sanattaki bu yenilik; ancak, yalnızca tanrıça tasvirlerinde 
karşımıza çıkar. 
 
 
                                                 
157
 Sennett 2002, 26-27 
158
 Freeman 2000, 112 
159
 Sennett 2002, 34-35        
160
 Smith 1995, 82 
 
51


ARKAİK ÇAĞ (İ. Ö 700- 480) 
Sokrates Öncesi Felsefenin İnsan Biçimli Tanrı Anlayışını -Sanattaki 
Tanrı Tasvirlerini Eleştirerek- Yadsıması 
İ.Ö 6 ve 5.yüzyıllar, Eski Çağ Yunanistan’ında felsefi düşüncenin ortaya 
çıktığı dönemlerdir. Başka bir deyişle; felsefe bir bilim olarak, Batı Anadolu’nun 
(İyonya) Miletos kentinde doğmuştur. 
Yunanistan’da felsefenin doğuşu, bilinçli düşüncenin ışığında evrenin kökeni, 
doğası ve oluşlarını açıklamak için bu zamana dek kullanılmış mitolojik anlatıların 
terkedilmesiyle başlamıştır
161
. Gerçi felsefi düşüncenin ışığında dünyayı düzenli bir 
bütün olarak kavramaya çalışan ilk düşünürler, dünyanın başlangıcını (arkhe) 
araştırırken Hesiodos’un oluşturduğu soy ağacında ve onun “dasmos” yani tanrıların 
görev dağılımında öncülerini görmüşlerdi. Fakat tanrıları kişileştirmemeyi tercih 
etmiş; onları, evrenin düzenine hükmeden, değişmeyen güçlerle tanımlamışlardır
162
.  
Evrendeki oluşumların, kişileştirilmiş tanrıların eseri olarak değil de doğal 
olaylar olarak yorumlanışı, bilimsel düşüncenin ilk kez Yunanistan’da ortaya 
çıkmasına da yol açmıştır. 
Biliyoruz ki; insanoğlu, tüm uygar kavimlerin geçirdikleri bir evrede doğa 
güçlerini cisimleştirme yoluyla kendine benzetir ve özümser. Bu cisimleştirme 
güdüsü her yerde tanrıları yaratmıştır. Düşüncenin yüksek düzeydeki cisimleştirici 
biçimleriyle bilimsel biçimsel arasındaki çatışma -ya da dünya ve evrendeki oluşların 
öznel değil nesnel yönden açıklanışı-, insanlığın gelişmesinin başlangıçlarında 
                                                 
161
 Guthrie 1992, 29 
162
 Boardman, Griffin, Murray 1997, 110   
 
52


yalnızca Yunanistan’da gerçekten ilerlemiş, ilkeler düzeyine çıkmış ve böylece 
bilimsel düşünceye ilişkin bir yöntembilimin doğumuna yol açmıştır. Ancak bilimsel 
yöntem, felsefe açısından genelleştirilmediği ve insanbiçimci dünya görüşlerinin 
karşıtı olarak ortaya konmadığı takdirde, bilimsel yöntemin tek tek sonuçları türlü 
gizemlerden ve dinden temellenen dünya görüşlerine uydurulabilir, sokulabilir
163

Örneğin, Mısır ve Mezopotamya’da matematik, astronomi gibi konularda 
Yunanistan’dan önce bazı gelişmeler yaşanmıştı. Fakat Mısır’lı ve Mezopotamya’lı, 
bilgiye yalnızca pratik amaçlı olduğu zaman ilgi duyuyordu. Bilgiyi kullanıyordu 
fakat neden işe yaradığını düşünmüyordu. Bunun nedeni; şüphesiz, nedenlerin 
tartışmaya açık olmayıp yalnızca dini dogmalar tarafından yönetildiğine olan 
inançtı
164

Yunanistan’daki bu gelişim, kesinlikle belirli toplumsal temellere dayanır. 
Bu, bireyin arsası üzerinde yalnız zilyed değil aynı zamanda özel mülkiyet sahibi 
olması fakat öte yandan özel mülkiyetin toluluk üyeliğine bağlı bulunmasıdır. Üretim 
ilişkileri açısından bu durumun doğurduğu sonuç şudur: Köleler (Doğu’da olduğu 
gibi), devlete değil ama her zaman özel mülkiyet sahiplerine aittir. Bu tür bir 
toplumsal varoluş, özne-nesne ilişkisinin bilinçli olarak daha yoğunlaştırıldığı ve 
ayrıntılı biçimde işlendiği bir düzeye doğru gelişme gösterir. Kentlerin ve kent 
kültürünün oluşmasıyla ve hızlı gelişmesiyle çok sıkı bağlılık, gelişmedeki bu 
eğilimin daha da yoğunlaşmasına yol açar. Yunanistan’da gelişmiş olan bu biçim,  
“toprağı temel almaz fakat kente toprak sahiplerinin merkezi olarak bakar. Tarla, 
kente ait bir bölgedir. Buna karşılık, köy, toprağın yalnızca bir eki niteliğinde 
değildir.” Marx’a göre; “toplumun varlığını sürdürmesinin koşulu, eşitliğin ve o 
                                                 
163
 Lukacs 1985, 79-80  
164
 Guthrie 1992, 34 
 
53


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə