T. C. Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ arkeoloji (klasiK arkeoloji) anabiLİm dali



Yüklə 1,11 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə45/51
tarix17.11.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#80361
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   51

KISALTMALAR 
a.g.e: adı geçen eser 
Gr. Anth. 1983: Greek Anthology, The Greek Anthology In Five Volumes; 
Volume III., with an English translation by W. R. Paton, London, 1983.        
İ.Ö: İsa’dan Önce 
İ.S: İsa’dan Sonra 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
156


SONUÇ 
Antik Yunan düşüncesi yüzyıllardır insanlığın ilgisini çekiyor ve insan aklında 
meraka neden oluyor. Bunun nedeni; şüphesiz çağdaş Batı düşüncesinin temelinde 
Antik Yunan uygarlığının yatıyor oluşudur. Antik dönem uygarlığı söz konusu 
olduğunda, ilk merak edilen ve ilgi duyulan yönü, sanatı oluyor. Antik Yunan 
sanatını anlamak ve doğru yorumlayabilmek ancak bu sanatın içinde doğduğu ve 
biçimlendiği toplumun yaşamını ve düşünce yapısını bilmekle mümkün olur. Çünkü 
sanatın bir düşünsel boyutu vardır ve yalnızca bir ilham ya da yetenek işi olmadığı 
gibi, ürünü olduğu toplumun hayatı algılayış şekliyle de doğrudan ilgilidir. Ancak bu 
etkileşim iki yönlüdür. Yani toplumun sanatı etkilediği ölçüde sanat da toplumu ve 
toplumun düşünüş şeklini etkiler ve kimi zaman değişime uğratır. Nietzsche’ye göre; 
Grek tanrılarının varoluş nedeni ya da tanrılar dünyasının arka plânını oluşturan 
felsefe; Silenos efsanesidir. Bu efsaneye göre; kral Midas, ormanlar ve sular tanrısı 
Silenos’un kehanetinden faydalanmak için onu kovalar ve sonunda yakalar. Ona, 
insanlar için en iyi şeyin ne olduğunu sorduğunda, en iyinin hiç doğmamış olmak; 
ikinci en iyinin de eğer doğmuş isen hemen ölmek olduğu yanıtını alır. Genel olarak; 
Antik Çağ düşüncesinin iyimser bir hayat bakışına ve coşkulu bir yaşam sevincine 
sahip olduğu düşünülmüştür. Oysa Nietszche’ye göre; o toplumun insanları da 
hayatın zalim ve çirkin yanlarını bilir. Ama Yunanlı’nın başarısı ve bilgeliği, hayatın 
bu korkunç yönünü gizlemeyi bilmesinde yatar. Bunu ise, Olympos’a ait ihtişamlı 
tanrılar evrenini yaratarak başarmıştır.            
 Çağlar boyu birçok düşünür, Nietzsche gibi, Antik Yunan sanatının düşünsel 
boyutunu araştırmış ve bu sanatı elde ettikleri verilerle yorumlamıştır. Özellikle 
 
157


Pompeii ve Herculanium’daki gibi kazılar, Antik Dönem uygarlığına olan ilginin 
artmasına neden olmuş; Aydınlanma Çağı ve sonrasında Goethe, Schiller, Kant, 
Hegel, Schopenhauer, Marx gibi düşünürler o dönem sanatını yine o dönem 
düşüncesinin ışığında açıklamaya çalışmışlardır.           
 Antik Yunan düşünürleri de şüphesiz sanatın toplumsal yanını ve toplum 
içindeki yerini biliyordu. Ancak o dönem düşünürlerine baktığımızda; sanata ya da 
sanatsal faaliyete küçümser bir tavırla yaklaştıklarını görüyoruz. Bunun temelinde ise 
devrin ekonomik düzeni yatmaktadır. Kölelik düzeni, Antik Yunan uygarlığının 
üzerinde yükseldiği bir temeldi ve burada gördüğümüz kölelik düzeni, 
Doğu’dakinden farklı olsa da (köleler, devletin değil ama özel mülkiyet sahiplerine 
aittir); köleler neticede sıradan bir mal gibi görülmekteydi. Filozofun bakış açısından 
ise; kişinin yaşamını kazanmak için bedensel emek harcayarak sıradan işler üzerinde 
uğraşması, onu, daha yüce bir idealden yani felsefe yapmaktan alıkoyuyordu. Zaten 
bir heykeltraşın ya da ressamın yaptığı iş, tıpkı bir demirci ya da çömlekçinin yaptığı 
iş gibi; yani “zanaat” olarak adlandırılıyordu. Bizim bugün “sanat” olarak 
adlandırdığımız bu faaliyetler için, bu kelimeye karşılık gelen bir sözcüğün Antik 
Yunan dilinde ve kültüründe bulunmuyor oluşu, o dönem düşüncesinin yine o dönem 
sanatına yaptığı bir etkiyi göstermesi bakımından ilginçtir. Bununla beraber, örneğin 
Platon ve Aristoteles gibi düşünürler, zanaatın bir yetenek gerektirdiğini 
düşünmüşlerdi.       
Düşünürlerin sanatsal faaliyete olan bu bakış açısı; elbette sanatçılar ve 
toplumda yaşayan sıradan insanlar için geçerli değildi. Antik Yunan düşüncesinde 
İ.Ö 7. yüzyıldan itibaren varlığını hissettiren bireysellik fikri, heykeltraşlar yanında 
 
158


vazo ressamlarının da yaratılarını imzalamalarına neden oldu. Sıradan bir Yunanlı 
içinse; onu hergün tanrılarıyla karşılaştıran, bir yakınının mezarına adak heykeli 
yapan ya da bir kahramanı bir parça mermerde ölümsüz kılan bir heykeltraş ile 
çömleğini resimle süsleyip güzelleştiren bir ressam elbette teşekkürü hak ediyordu.          
Antik Dönem uygarlığını diğer İlkçağ uygarlıklarından farklı kılan unsurlardan 
en önemlisi; bu kültürün hümanist değerler üzerinde yükselmesidir. İnsan, hem 
sanatta hem düşücede ilk ve en önemli unsurdur. Homeros ve Hesiodos’un 
biçimlendirdiği antropomorf tanrılar dünyası ise; bu hümanist anlayışı, en güzel 
şekilde yansıtır.  İnsan düşüncesinin böyle erken bir dönemde bağımsızlığını 
kazanması övgüye değer. Homeros ve Hesiodos’un yarattığı tanrılar dünyası; yalnız 
sanata malzeme sağlamakla kalmamış ama aynı zamanda Antik Yunan felsefesinin 
biçimlenmesinde de rol oynamıştır. Hatta Aristoteles’e göre; Homeros, ilk filozoftur. 
Aristoteles’ten günümüze dek kimi düşünürler de bu görüşü benimsemiştir. Çünkü 
onun şiirlerinde insan iradesinin tanrı iradesi karşısında bağımsızlığını kazanmak için 
verdiği mücadeleden bahsedilir ve bu sonraki felsefe tarihinde de sık sık irdelenmiş 
bir konudur.     
İ.Ö 7. yüzyılda  İyonya’da ortaya çıkan felsefi düşünce ise; temelde 
antropomorf tanrılara bir yergi niteliği taşır. Yani Homeros ve Hesiodos’un tanrılar 
evrenine. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi düşünürlerle başlayan felsefe 
hareketi, o güne değin geçerliliğini koruyan ve evrenin oluşumunu insanbiçimli 
tanrıların bir ürünü olarak gören düşünceye karşı çıkmıştır. Aslında bu eleştiri; Antik 
Yunan felsefesinde her zaman ortaya çıkar ve bu yüzden örneğin  İ.Ö 5.yüzyılda 
 
159


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə