Hegel’e göre; sanatta “içerik göz önünde bulundurulduğunda güzel sanat,
ilkel, başıboş hayal gücünde dolaşamaz. Bir sanat eserinde dolayımsız olarak bize
sunulan şey ile başlar ve bundan sonra onun anlamının veya içeriğinin ne olduğunu
sorarız. İlkinin, yani dışsal görünüşünün bizim için doğrudan hiçbir değeri yoktur.
Onun gerisinde, içsel birşey, yani dışsal görünüşü tin ile donatan bir anlam
varsayarız”
53
.
Kant’ın estetik düşüncesi olan “bir ideanın tek bir görünümde mükemmel
biçimlendirilişi”; Aristoteles aracılığıyla Platon’un genel biçim düşüncesinden
geliştirilmiş olup, görünümün de ötesinde görünümdeki amaç ya da şekil veren
neden fikri üzerinde kurulmuştur. Aristoteles’te bu neden, heykel ve şiirde görünür
hale gelir. Bu yolda ideal olanın estetik gösterilişi taklitle eş zamanlıdır ve şeyleri,
nesnenin doğasına göre nasıl olması gerektiğini gösterirken, şekil veren nedene göre
güzel yapar
54
. Platon; sanat nesnelerini, mimetik (taklit ürünü) olarak niteleyip,
sanata küçümseyici bir tavırla yaklaşıyordu. Öyle görülüyor ki; Aristoteles, sanat
eserindeki mimetik unsuru, ideal dışavurumun olmazsa olmaz bir şartı kabul etmişti.
Schopenhauer’de de, Aristoteles’in düşüncesinden çok şey vardır:
“Organizmanın, nedenin tarafsızlığını yansıtan, doğanın gücünün derinlerde yatan
sebeplerine üstün gelip gelemeyeceği, ideasının daha mükemmel ya da daha az
mükemmel dışavurumudur. Bu, türün güzelliğinin bağlı olduğu idealden daha yakın
ya da daha uzak durur. Yalnızca bu yolla Yunan dehası insan figürünün esas
modelini bulabilmiş, ekolün düzeni olarak, heykel olarak kurmuştur. Yalnızca böyle
bir sezinleme doğanın bireysel durumlarda başarılı olduğu güzelliği tasvir etmemizi,
53
Hegel 1994, 14-16
54
Bloch 1989, 131
18
tanımlamamızı sağlamıştır. Bu sezinleme ideal olandır. İdeadır, en azından yarısıdır.
Önsel olarak kabul edilir ve sanatlar için doğayla verilen sonsalı tamamlayarak
uygulanabilir hale gelir”
55
.
19. yüzyılın büyük Alman düşünürleri Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich
Engels (1820-1895)’in kurduğu ve Marx’ın adıyla anılan felsefi düşünceye göre;
sanat bilgisi, bilimsel bilgiden ve dinsel bilgiden farklı olan bir bilgidir. Bilimsel
bilgi, doğaya bilmek ereği ile eğilen ve belli bir yöntemle doğa yasalarına ulaşmak
isteyen bir bilgidir. Marx şöyle diyor: “Kafada düşünce bütünselliği olarak görünen
bütün, dünyayı kendisi için olanaklı biricik tarzda öğrenen, bu dünyanın sanatsal,
dinsel, pratik-tinsel öğreniminden farklı bir tarzda öğrenen, düşünen bir kafanın
ürünüdür.” Marx, bilimsel bilginin temel niteliğini, onun dünyayı, doğayı bütünlüğü
içinde bilme ereğine sahip olmasında bulur.
Bir bilme türü olarak sanat da hiç kuşkusuz insan ilişkilerinin,
insansallaştırılmış doğanın bilgisine yönelir. Marxist estetiğe göre; sanat bilgisi de
yine “bütünlüğe” yönelik bir bilgidir ve bilimsel bilgi ile bu yönden bir benzerlik
gösterir. Bilimsel bilgi bu “bütünlüğe” rationel-kavramsal yoldan, soyutlama
yolundan ulaşmak istediği halde, sanat bilgisi bu ereğe hayalgücünün eşliğinde
ulaşmak ister.
Dinlerin de bilgisel bir varlık ve doğa görüşü vardır. Ama ne var ki; bu bilgi
bilimden, bilimsel bilgiden çok farklı olduğu gibi, dinsel bilgi bilimsel bilgiden daha
çok sanat bilgisine bir yaklaşım gösterir. Sanat; nasıl doğaya, evrene hayalgücünü
katıyor, bu yolda onu değiştiriyor ve zenginleştiriyorsa, aynı şekilde din de evrene,
55
Bloch 1989, 132
19
doğaya hayalgücünü katar, doğaya hayalgücü ile biçimler vererek onu yorumlamak
ister. “Din, insanın günlük yaşamına egemen olan dış güçlerin insan kafalarında
‘fantastik bir yansımasıdır’. Bu yansıma içinde dünyasal güçler, dünya-üstü güçler
biçimini alır.” Böyle dinsel bir varlık kavrayışı, salt tasavvura dayalı bilgisel bir
evren tablosunu yansıtır. Bu duyusal-görsel bir nitelik elde ettiği zaman, mitoloji
olarak somutlaşır
56
. Bütün mitoloji, doğal güçleri imgelemin içinde ve imgelem
yoluyla denetler, yönetir, biçimlendirir
57
. Bu anlamda mitoloji, dinsel bilginin
sanatlaşmasıdır. Marx’a göre; mitoloji, sanatın kaynağıdır
58
. Yunan mitolojisi;
Yunan sanatının ön koşuludur, yani doğa ve hatta toplum şekli, halk zihninde
bilinçsizce sanatsal bir tarzda yoğrulur. Doğanın mitolojik açıklamasını, doğaya karşı
mitolojik bir tutumu kabul etmeyen ve sanatçıdan, mitolojiden arınmış bir imgelem
isteyen bir toplumda Yunan sanatı hiçbir şekilde doğamazdı
59
.
Hegel’e göre de; Yunanlı’larda sanat, insanların kendilerine tanrılar
tasarımladıkları ve bir hakikat bilinci edindikleri en yüksek biçimdi. Ona göre;
heykel sanatı, Yunan tanrıları olmadan hemen hiç varolamaz
60
.
19. yüzyılın son büyük düşünürlerinden Alman Wilhelm Friedrich
Nietzsche’ye (1844-1900) göre; Eski Yunan ırkının hayatı yaşanılır kılma ihtiyacı ve
güzelliğe olan eğilimi, Yunan mitolojisinin doğuşuna olanak sağlamıştır ve Yunan
tanrılarının varolmasının başlıca nedenidir.
56
Tunalı 1993, 48-51
57
Marx, Engels 2001, 25
58
Tunalı 1993, 51
59
Marx, Engels 2001, 26
60
Hegel 1994, 102
20
Nietzsche’ye göre; “Yunanlı’lar, varoluşun korkularını da, korkunçluklarını
da tanımış, sezmiş… Yaşayabilmek için, onların önünde ışıldayan Olympos’a özgü
düş kurmanın doğuşunu gerçekleştirmek gerekiyordu. Yunanlı’lar, yaşayabilmek
için, pek derin bir gereksemeyle bu tanrıları yaratmışlardır. Bu duyarlılığa çok
eğilimli ulusa, yaşam, tanrılar arasında daha yüksek bir ünle çevrili olarak
gösterilmeseydi, acılar içinde yaşayıp gitmede yetili tek ulus olurdu”. İşte Nietzsche
için burada, Eski Yunan halkının güzelliğe olan eğilimi devreye girer ve “o eğilim;
sanatı, yaşama yardım etmeye çağırmış, özünde Hellen istencini pırıl pırıl bir aynada
yansıtan Olympos evreninin de doğmasına olanak sağlamıştır”
61
.
Düşünür, Eski Yunan mitolojisini ve sanatını o ulusun hayata ve güzelliğe
eğilimiyle ilişkilendirirken; sanatın ögelerinin, Yunan mitolojisinin iki tanrısıyla
özdeşleştiğini söylüyor. “Yunanlı’lar, kendilerinin sanatına kaynak olarak iki tanrı
çıkarmışlardır. Apollon ve Diyonizos. Bu isimler sanat alanında genelde rekabet
halinde yan yana yol alan ve sadece bir kez o da Hellen istencinin zirvede olduğu an,
Attika tragedyası denilen sanat yapıtı adına kaynaşmış görünen üslup farklılıklarını
simgelerler”
62
.
Sanattaki Apollo’ca öge, heykel sanatıyla ilişkilidir ve “güzel
biçimleri yoğurmada temel olan güzelikten, denge ve ölçü”
63
unsurlarını anlayan
yaklaşımı ifade eder. “Apollo’ca sanatın alanını bakma, güzel olma, görünüm
sınırlar”
64
. “Apollo’ca ekinin pek başarılı yapılarını, temellerini buluncaya değin taş
taş söküp kaldırmamız gerekir. Burada, ilk üzerinde duracağımız, görkemli Olympos
tanrılarının yontularıdır. Bu yontular, bu yapının doruğunda duruyor”
65
. “Apollo’ca
61
Nietzsche 2001, 28-29
62
Nietzsche 2005, 35
63
Nietzsche 1992, 8
64
Nietzsche 2005, 43
65
Nietzsche 2001, 27
21
Dostları ilə paylaş: |