T c istanbul 13. AĞir ceza mahkemesi


Duruşmaya 15 dakika ara verildi



Yüklə 356,12 Kb.
səhifə4/4
tarix14.06.2018
ölçüsü356,12 Kb.
#48493
1   2   3   4

Duruşmaya 15 dakika ara verildi.

Duruşmaya kaldı yerden devam olundu.

SANIK KEMAL KERİNÇSİZ SORGU VE SAVUNMASINA DEVAMLA:



Sayın başkanım değerli üyeler, sorgumun bu aşamasında iddianamenin ilk 518 sayfalık bölümünün analizini yapacağım, sayfa 32 paragraf 1 de savcı emniyet genel müdürlüğü tarafından her yıl güncellenen terör örgütü listesinde yer almadığını, amacı ve faaliyetleri açısından bilinen terör örgütlerinden önemli farklılıklar gösterdiğini, daha bir ceza davasına konu olmadığını açıkça ifade ve ikrar etmiştir. savcı iddianamenin muhtelif yerlerinde sözde örgütün 1999 yılından çok önce kurulduğunu, birçok kanlı cinayetler işlediğini, 1999 yılında yeniden organize olduğunu beyan ettiğine göre böyle bir sözde örgüt var ve terör örgütü ise, Emniyet Müdürlüğünün her yıl güncelleşen listesine neden geçmediğini izah etmesi gerekir. Emniyet Müdürlüğü, MİT, Genelkurmay istihbaratı, Jandarma istihbaratı tarafından tespit edilemeyen yıllarca faaliyet gösteren, yaygın cinayetler işleyen bir terör örgütünün savcı tarafından ortaya çıkarılması çok anlamlıdır. Savcının yazdığı yazılara kadar Emniyetin böyle bir örgütten haberi yoktur. Savcının iddiasına göre bu örgütün Rahip Santaro Cinayeti, Dink Cinayeti, Misyonerler Cinayeti, Hablemitoğlu Cinayeti, İbrahim Çiftçi Cinayeti gibi cinayetleri işlediği konusunda kuvvetli şüpheler bulunuyor ama her nedense bu örgüt 2008 yılı dâhil terör örgütleri listesine alınmıyor. Böyle bir iddianın ne kadar ciddiyetten uzak olduğu izahtan varestedir. Uluslar arası sözleşmelerde terör ve terör örgütünün tanımı konusunda ittifak yapılmasına rağmen uygulamada bazı sorunlar çıkmaktadır. Ortada savcının yaptığı gibi bilinen ve bilinmeyen gibi bir terör örgütü ayırımı yapılamaz. Bilinen terör örgütünün dışındaki tanımlamalar terör örgütü kapsamına girmez. Olmayan bir terör örgütünü yaratmak ve bu sözde örgüte terör örgütü sıfatını kazandırmak için bu tür akıl dışı yorumlara gitmenin bir anlamı yoktur. Aslında ortada Terörle Mücadele Yasası’nın 1 ve 7.mad. kapsamında tanımlanan bir terör örgütü olmadığından, savcı tarafından akıl dışı yorumlara gidilerek bilimin kabul etmediği terör örgütü tanımlamaları ile ortaya çıkılmaktadır. Bilinen terör örgütü tanımlamasından, önemli farklılıklar getiriliyorsa ortada bir terör örgütünün olmadığının açıkça ikrar edildiği söylenebilir. Savcı, ceza davasına konu olmadığını beyanda bulunmakla bu sözde örgütün bu güne kadar bir suç işlemediğini ikrar etmektedir ki bu durumda Terörle Mücadele Yasası’nın 1.mad. kapsamında suç işlememiş bir örgüt, terör örgütü olarak kabul edilemez. Savcının bu beyanları aslında bu davayı baştan aydınlatmakta, ortada terör örgütü davasından ziyade zorlama ile açılmış siyasi bir davanın olduğunu göstermektedir. Bu paragrafın çok dikkatli gözden geçirilmesi halinde, değerli mahkeme heyetinin gerçeğe ulaşacağı konusunda hiçbir tereddüdümüz yoktur. sayfa 32 paragraf 3 te, Savcı “İstanbul 29 Ekim 1999 Ergenekon Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesini” öne sürerek bu sözde örgütün varlığını bu dokümana dayandırmaktadır. Ancak bunu kabul etmek mümkün değildir. Sadece bu dokümanın üzerindeki tarihe bakarak bu belgenin o tarihte yazıldığını kabul etmek mümkün değildir. Pekala tarihler sonradan da atılmış olabilir kaldı ki bunun örneklerini değerli mahkemeye sunmuş bulunmaktayım, Savcı sözde örgütün 1999 yılından öncede faaliyet gösterdiğini ifade etmesine karşılık, 1999 yılı öncesinde bu örgütün kurulduğu ve faaliyet gösterdiğine ya da bir suç işlediğine ilişkin ortada tek bir delil yoktur. Savcı, bir taraftan 1.paragrafta bu örgütün hiçbir suçu olmadığını beyan etmekte ama örgütün de 1999 yılından önce kurulduğunu iddia etmektedir. Yine bazı bölümlerde de 1999 Yılından öncede birçok kanlı eylemlere imza attığını ifade etmektedir. Bunlar da tam anlamıyla birbirleri ile çelişkili beyanlardır. 99 yılından önceki hiçbir suçu ortaya çıkarılamayan bir örgüt acaba ne için kurulmuştur? Örgüt kurucuları ve üyeleri zevk için mi bu örgütü kurmuşlardır? En az 10 yıl öncesinde kurulup ortaya hiçbir suçu konulmayan bir örgütü, terör örgütü olarak tanımlamak mümkün müdür? Bir terör örgütü 10 yıllar öncesi kurulacak en az 99 dan, yıllarca deniliyor. Öncesinde kurulmuş. ama 10 yıllar boyunca suç işlemeyecek, savcının istediği, beğendiği, organize ettiği bir suç bu örgütün yıllar sonra suçu olarak ortaya çıkarılacak. Bu iddiaların hiçbir mantıklı temeli ve akla uygunluğu yoktur. Kuruluşu 1960’lara kadar götürülen bir örgütün 50 yıla yakın suç işlemeden yaşamını idame ettirmesi bir avuç insanın dışında 50 yıl boyunca örgüt kuruculuğu, yöneticiliği, üyeliği yapmış bir kişinin dahi ortaya çıkarılamaması bu sözde örgütün hayali bir örgüt olduğunu yeterince ortaya koymaktadır. Savcılar, mahkemeyi olmayan bir örgütün yargılanmasının yapılması gibi suç teşkil eden ve zor bir durumla karşı karşıya bırakmışlardır. 1999 öncesinde kurulduğu iddia edilen sözde örgütün birbirini tanıyan bütün yönetici ve üyeleri en erken 2005 yılında, tamamına yakını 2006 yılında tanışmışlardır. Örgütün sözde yöneticileri ya birbirini tanımamakta ya da kuruluş tarihinden çok sonra soruşturmadan kısa bir süre önce 2006 yılında tanışmaları aslında nasıl bir senaryo ile karşı karşıya kaldığımızı yeterince ortaya koymaktadır. Ortada savcılarca sözde örgütün varlığının ispatı babında sadece 29.10.1999 tarihini taşıyan Ergenekon Analiz Belgesi gösterilmektedir. Ancak bu belgenin sözde örgütün yöneticisi, üyesi tarafından hazırlandığına ve benimsendiğine ilişkin ortada tek ciddi kanıt gösterilmemiştir. Örgüt üyelerinin benimsemediği ve kabul etmediği bir örgüt olamaz. Herhalde dünyada eşine rastlanmayan bu örgütü ortaya çıkarmak her nasılsa iddianame savcılarına nasip olmuştur. Ortada örgütün kurucusu da yoktur. Örgüt nerede, hangi toplantıyla, kimler tarafından kurulmuştur? Bu konuda bırakınız mahkemece ciddi olarak kabul edilebilecek ciddi bir delili, savcı tarafından gerçek dışı, düzmece bir olguda getirilmemiştir. Bu örgüt adeta savcılar tarafından yoktan yaratılmıştır. Sihirli bir değnekle var edilmiştir. Hangi temel bilgi ve belgelere hazırlandığı müphem olan MİT’in mahkemeye gönderdiği 61 kişilik örgüt şemasında ismi bulunmayan kişilerin örgüt yöneticisi ve kurucusu olarak yargılanması ciddiyetle bağdaşacak bir tutum değildir. Nitekim, söz konusu yer alan sadece beş isim burada yargılanmakta, diğer kişilerin 61 kişinin bir kısmı ikinci iddianame de ve soruşturmada geçmektedir. Kişilerin mit belgelerinde isimleri geçmekte ancak her nedense bu kişiler soruşturma kapsamına alınmamaktadır. Bu nasıl bir soruşturma ve örgüt takibimdir. Sözde örgütün yönetici ve üyelerinin sözde örgütü derin devlet olarak tanımladığı yolunda dosyada hiçbir ciddi delil ve bilgi yoktur. 86 Kişilik sözde örgütü, derin devlet olarak ifade etmek ciddiyetle bağdaşacak bir iddia olamaz. İddianamenin hiçbir bölümünde baskı altında tutulan ya da alınan bir kamu kurumundan bahsedilmemiştir. Soyut iddialar yerine somut olarak şu kurum sözde örgüt tarafından baskı altına alınmış denememektedir. Yine sözde örgüt ile sanıkların üye ve kurucusu oldukları sivil toplum kuruluşları arasında yönlendirme ya da emir talimat ilişkisi iddiadan öteye gidememiş, delillendirilememiştir. Sayfa 32 paragraf 4 te, Mahkeme huzurunda bulunan sanıkların önemli bir kısmı kamuoyunun önünde bulunan kişilerdir. Yaşamları başından sonuna kadar devletin birimlerinin, kamuoyunun ve basının takibi ve denetimi altındadır. Basit telefon konuşmalarındaki toplumsal tedirginliği sözde örgütün gizlilik ilkesi olarak gösterilemez. Kimse yaptığı telefon konuşmalarının, devlet dahi olsa bir takım kişi ve kuruluşlar tarafından dinlenmesini istemez. Toplum maalesef bu konuda paranoyak hale getirilmiştir. Soruşturma ile ilgisi olmayan kişi ve konuşmaların özel hayatın gizliliğine aykırı bir şekilde sadece medyada yayınlanması hukuki bir davranış tarzı olamaz. En basit konuşmalarda, hiçbir kamu görevinde bulunmayan sıradan vatandaşlar dahi, dinlenme furyasından şikâyetlerini dile getirmekte ve birbirlerini uyarmaktadırlar. Bu yöndeki sohbetlerin, gizli örgütün delili olarak gösterilmeye çalışılması ciddiyetle bağdaşan bir tutum değildir. Savcı iddianamenin birçok bölümünde deşifre olan örgüt üyelerinin öldürüldüğünden bahsetmiştir, peki soralım bu güne kadar kim deşifre olmuştur, hangi deşifre olan örgüt üyesi öldürülmüştür, bu konuda da ne bilgi, ne iddia ne delillendirme vardır. Ama doğrudan belgeye dayanılarak yazılan bir takım mücerret tespitler söz konusudur. Sözde örgütün askeri birimleri faaliyet alanı olarak gördüğü iddia edilmekle birlikte bugüne kadar hangi askeri birimde hangi askeri faaliyet gösterilmiştir. Bu konuda bir örnekleme yapılmamıştır. Yine kontrol altına alınan ya da amaçlanan kamu kurumlarından bahsedilmiş ancak, ele geçirilen, geçirilmesi düşünülen veya kontrol altına alınan tek bir kamu kurumunun isminden bahsedilmemiştir. Sözde örgütün itiraz edilemeyecek milli değerlerin istismarı propagandası ile kasten adam öldürme dâhil yasalarda suç olarak tanımlanan her türlü eylemin gerçekleştirilebileceği varsayımına yer verilmiştir. Öncelikle bu sözde örgütten yargılanan kişilerin bırakınız öldürmeyi, bir kimsenin diğerine vurduğu bir tokadı ya da fiskesi dahi bulunmamaktadır. Danıştay cinayeti bu davanın sanıklarının değil Ankara’da yargılanan kişilerin olduğu ortadadır. Savcılar her türlü eylemden bahsetmekte ancak sözde örgütün suçu olarak ancak Danıştay Cinayetini ve Cumhuriyet Gazetesinin bombalanması suçlarını zorlayarak ithal edebilmektedir. Savcılar sözde örgütün amacını üç aşama ile açıklamaktadırlar. Birinci aşama, ülkede yönetim zafiyeti oluşturacak eylemler yapılarak kamu düzenini bozacak kargaşa ortamı meydana getirmek, hangi eylemlerle bu kargaşa ortamı yaratılmıştır, yine örneklemeye gidilmemiştir, iddianamede kargaşa yapılan bir ortamdan kaostan bolca bahsedilmekte ama somut bir örnek asla verilmemektedir. Şu maddi eylem sonucu şu kargaşa yaratıldı denememektedir. Sürekli bir mücerretlik söz konusudur. İkinci aşama, oluşacak kargaşa ortamı ile yönetime karşı yapılacak hukuk dışı bir müdahalenin kamuoyunda kabulünün temini, peki bu yönde yapılan faaliyet ve eylemler nelerdir, sadece bu tespit yapılmıştır. Ama bu konuda yapılan tek bir faaliyete yer verilmemiştir. Üçüncü aşama hukuk dışı bir müdahale ile yönetimi ele geçirmek olarak açılanmıştır. fakat bu ordunun içinde bahsedildiği buradaki sözde sanıkların kafalarında yaratmış olduğu bu grubun kimler olduğu net olarak ortaya konmamış, sadece kafalardaki hayali bir grup olarak yaratılmış, öyle bırakılmıştır, bu aslında TCK nın 30. maddesindeki hata olayını da gündeme getirmektedir. O zaman bir noktada eğer Genelkurmay ın içersinde TSK içersinde sözde örgüte ilişkin herhangi bir soruşturma herhangi bir üye veya böyle bir örgüt yok diyorsa ve bu da iddianame ye geçiyorsa eğer bu beyan doğru ise o takdirde bu sanıklar hataya düşüyor. Çünkü Genelkurmay’ın açık bir hadisesi var, böyle bir sözde örgütü bizde yok diyor. Peki sözde örgütün TSK içersinde örgütlendiğine, 99 öncesinde bu örgütün sözde TSK içersinde kurulduğuna ilişkin hiçbir ciddi delil de yok. bu durumda kanaatimce TCK nın 30. maddesindeki işlemeyen bir suçtan bir hatadan bahsetmek gerekecektir. Sözde örgütün kuruluşu çok eski olduğuna göre, bu örgütün hobisi kendi düşüncesine yakın da olsa her hükümeti devirmek olarak düşünülebilecektir ki bu sonuç akıllı ve mantıklı bulunmamaktadır. AKP iktidarına muhalif olarak kurulup, bu amacı gütme noktasında faaliyet gösterdiği iddia edilmiş olsa idi belki makul karşılanabilirdi. Bu sebeple senaryoyu masa başında hazırlayanlar burada çok önemli bir kurgu hatası yapmışlardır. Sözde örgütün kuruluşunu 2002 ya da sonraki bir tarih olarak göstermeleri gerekirdi. Çünkü 99 da yazılan belgede açık bir şekilde belgenin yazıldığı tarihte bir fundamantalist iktidardan bahsedilmektedir, o dönemde fundamantalist iktidar yoktur, 2002 de AKP iktidara gelmiştir, o zaman burada bir kurgu vardır, belge 99 da değil muhtemelen 2002 yılında yazılmıştır. Atatürkçü sözde örgüt, yine laik ve Atatürkçü iktidara karşı savaş açtığı düşünülür ki böyle bir düşünce siyaset bilimine uygun düşmeyecektir.ortada yönetim zafiyetini oluşturan tek bir eylem söz konusu değildir. Danıştay Cinayetinden sonra Ankara’daki cenaze törenine buradaki sanıklardan tek bir kişi dahi katılmamıştır. Ve nitekim oradaki olaylar basit demokratik bir tepkinin ifadesidir. Yönetimin protesto edilmesinden başka bir şey değildir, asla ülkeyi kaosa ve kargaşaya da getirmemiştir, kaldı ki oradaki protesto eylemleri ile bu davanın hiçbir ilgi ve alakası olmadığı halde iddianame de yer almasına anlam vermek mümkün değildir. Sözde örgüt öyle beceriksizdir ki maalesef bu şartlar altında iddia makamının daha henüz birinci maddede belirttiği o aşamaya dahi gelmemiştir, sınıfta kalmıştır. Sayfa 32 paragraf 5, Savcı, delillerden şüphelilere gidildiğinden bahsetmiştir. Soruyorum, bana aramaya el koymaya gelindiğinde savcının elinde hangi delil vardır ki delillerden sanığa gidilmiştir, benim ismim nerde geçmiştir ki örgüt üyesi olarak siz benim hakkımda arama el koyma kararlarınız aldınız geldiniz, dosyada benim hakkımda tek bir delil mevcut mu idi, bu gün şu huzurunuzdaki iddianame de benim ile ilgili bölümdeki tüm delilerin tamamı el koyma ve aramadan sonra elde edilen delillerdir. sadece benim istediğim şudur, terörle mücadelede benim dinlemeye alındığım 24/10/2007 tarihli terörle mücadelenin yazısıdır, 2 aydan bu yan ada o yazı emniyet tarafından ibraz edilmemektedir. Tek bir yazı vardır delil olarak, bu yazının dışında bu yazıda da ne yazdığını bilmiyoruz. Neden benim telefonla dinlemeye dahil edildiğini, soruşturma kapsamına alındığımı da bilmiyoruz. Ama şunu net olarak ifade edebilirim ki huzurunuzdaki dosyada belki üç bin üç bin beş yüz sayfa fotokopilerin içersinde tek bir delil dahi arama el koymadan benim gözaltından önceki tarihe ilişkin bir delil mevcut değildir, o takdirde savcılık makamının delilerden şüphelilere gidildiği iddiası nasıl doğru olabilir. Nitekim İstanbul emniyet müdürü Celalettin cerrah 19/02/2008 tarihinde başbakan a götürmüş olduğu onay verilen listede ismi olan kişilerin evleri işyerleri basılarak bilgisayarlarına belgelerine, CD lerine el konulmuş ve bu şekli ile materyallerden çıkan sanık aleyhine delil olarak kullanılmıştır. sayfa 32 paragraf 6 da Soruşturma evrakı içerisinde , iddianamede bırakınız sadece isnat edilen suçların sanıkların özel hayatlarının ortaya serilmesine yol açan bütün belge ve konuşmaların deşifre edilmesini, üçüncü kişilerin dahi özel hayatları maksatlı olarak sergilenme yoluna gidilmiştir. Açıkça gözdağı verilmiştir, gazetelerde sanıkların parmak izleri bile yayınlanmıştır. Ki sayın savcılar anayasanın 20. maddesine CMK nın 81. maddesini bilmiyorlar mı? siz bir sanığın parmak izlerini, bir çok sanığın parmak izleri yayınlanmıştır. Nasıl yayınlatırsınız, nasıl verirsiniz, bu parmak izleri emniyetten basına nasıl çıkar, nasıl intikal eden, peki şunu da bilmiyor muyuz, bu parmak izleri, iddianame ekine nasıl yer verirsiniz. Maalesef işte soruşturmanın gizliliği ilkesini kimlerin kaldırdığı açıkça anlaşılmaktadır. Soruşturma özeti olarak sayfa 33 ve 46 da 33 paragraf 1 de, Telefonla yapılan ihbarın gizli numaradan yapıldığı isim ve adresini vermediği belirtilmiştir. Bu durumda Şevki Yiğit’e ihbar eden olarak nasıl ulaşıldığı iddianamede belirtilmemiştir. Acaba önceden tesis edilen ilişkilerin saklanması amacı ile mi böyle bir gizli ihbar yoluna gidilmiştir. İhbar eden kişi her nedense jandarma bölgesinde olmadığı, bombaların bulunduğu adreste jandarma bölgesinde olmadığı halde ihbar jandarmaya yapılmaktadır. Senaryoda jandarmaya yer verildiği takdirde belki inandırıcılık düzeyi artacaktır. Düğmeye basılan noktanın jandarma olması özellikle tercih edilmiştir. İhbarda el bombası, tek olarak bahsediliyor ve C–4 patlayıcı maddeden bahsedilmiştir. El bombalarından değil sadece el bombasından söz edilmiştir. El bombası, bombalar olmuş, sayısı 27’ye yükselmiş ama ortada bahsedilen C–4 patlayıcı madde yoktur. Ali Yiğit’in beyanına göre, Şevki Yiğit silahla bomba ile haşır neşir olmuş bir kişidir. Çatıya çıktığında gördüğü varsayılan malzemelerde C–4 ü tanımakta ve ihbarda açıkça C-4 ü telaffuz edebilmektedir. 24 yıllık avukat olarak, şahsıma C–4 gösterilirse tanımam mümkün değildir. Doğrudan C–4 ten söz eden kişinin, bunu boş yere konuşmadığı kanaatindeyim. C-4 ün ismini ben bilmem bile bu kişi yaşlı bir insan C-4 diyorsa mutlaka orda böyle bir şeyi görme ihtimali çok yüksektir. Çatıda C–4 ün ne olduğunu sormak ve takip etmek gerekir. Acaba orada bulundurulan C–4 emniyet tarafından hangi maksatla zabıtlara geçirilmedi, eğer varsa. İkinci bir Ümraniye vakası için emniyetin depolarında beklemeye mi alındı? Sorusu da sorulabilir. Sayfa 33 paragraf 2 de, Ümraniye 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin arama kararı, 2 sulh ceza mahkemesinin söz konusu sadece arama kararıdır. Ortada el koyma kararı mevcut değildir. el koyma kararı olmadan yine savcının veya kolluk amirinin bir emri olmaksızın el koyma konusunda söz konusu patlayıcı maddelere fiilen el konulmuştur. Savcının talimat ile yapmış olduğu telefon konuşmasının saati fiile el koyma tarihinden daha sonradır. El koymanın usulsüzlüğü aşikârdır. Bir gün sonra 13.6.2007 tarihinde İst. 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen karar, onama el koyma kararı değildir.yeni ihdasi bir el koyma kararıdır. Ve maddede 137. maddeye göre verilen bir imha söz konusu mudur? Yönetmeliğin 9 ve 10 maddeleri, suç eşyası yönetmeliğinin 9 ve 10. maddeleri burada adeta unutulmuştur. CMK 137. maddesi ile bombaların imhası konusunda asla bir hukuki irtibat oluşturamaz. Bu maddeye istinaden imha kararı verilemez. Ortada CMK.119. maddesine göre mahkeme kararından önce verilen savcının ya da kolluk amirinin verdiği bir yazılı emir de yoktur. Savcının telefon açtığına ilişkin tutulan tutanağın saati 20.50 olup, el koymanın 20.30 dur. El koymadan sonra yazılı emir verilmesi madden mümkün değildir. El koyma işlemleri baştan sona kadar usulsüz olup, buna istinaden el konulan delillerin tamamı yasa dışı kabul edilip, hükme esas teşkil edilmemesi gerekir. Diğer taraftan parmak izinin bulunduğu sandık ve patlayıcı maddelerin dışındaki tüm malzemeler için ne el koyma emri ne de sonradan verilen yeni bir el koyma kararı mevcut değildir. yani maddelerin bir kısmı hakkında el koyma kararı varmış gibi onları alıp diğerlerinin hakkında el koymanın ister onama kararı ister yeni ihdasi olarak değerlendirin oralarda bahsedilmemiş olması doğru değildir, her bir malzememin mutlaka onama el koyma kararında tek tek geçirilmesi gerekir. Mademki parmak izi sandıkta var, sandığa neden el koyma kararında yazılmamıştır. Sandık hakkında el koyma kararı mevut değildir. Hatta yazılı emir bile yoktur. Ali Yiğit evdeki eski kiracı olarak yakalanmamış, ne ilginçtir ki arama yapılırken taksisi oradan geçerken kalabalığı görmüş, meraktan durmuş, polisler kapıyı açmaya çalışırken, anahtarı alıp birlikte kapıyı açmışlardır. Ancak arama ya da el koyma tutanağı yerine geçen olay tutanağında imzası bulunmamaktadır. Bu da ilginçtir. Kapıyı açıyorlar, birlikte giriyorlar, ama bu kişinin el koyma tutanaklarında arama tutanaklarında imzası yoktur. İddianame Ali Yiğit’in bu tesadüfüne yer vermekten çekinmiştir. sayfa 33 paragraf 3, Savcı evde yapılan arama sırasında Mehmet Demirtaş’ın bombaların Oktay Yıldırım’a ait olduğunu şifahi olarak bildirmesi üzerine bu şüphenin yakalandığından bahsetmiştir. Ancak Mehmet Demirtaş bu iddiayı kabul etmemiştir. Savcının ispat edilemeyecek bir hususu iddianamesine geçirmemesi gerekir. Mehmet Demirtaş’ın şifahi beyanını kabul etmemesi ile Oktay Yıldırım’ın yakalanmasının sebebi ve bu şüpheye nasıl ulaşıldığı konusunda önemli soru işaretleri ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki bombaların bulunduğu arama sırasında tutulan olay tutanağında mahalde bulunan kimsenin imzası alınmamıştır. İddianamede Mehmet Demirtaş’ın evde yapılan arama sırasında bombaların Oktay Yıldırım’a ait olduğu belirtilmekle birlikte gecekondunun aranması sırasında tutulan zapta imzası alınmamıştır. Arama sırasında Mehmet Demirtaş’ın olup olmadığı da belli değildir.çünkü arama tutanağında hiç ismi geçmemiştir. Arama tutanağının usulsüz tutulması, savcının bu konudaki bütün iddialarını hukuk dışına itmiştir. Sayfa 33 paragraf, Ali Yiğit emniyette sorgu sırasında Mehmet Demirtaş’tan bombaların bulunduğu sandığı Oktay Yıldırım’ın getirdiğini duyduğunu ifade etmiştir. Emniyetteki ifadesinden önce Ali Yiğit’in, Oktay Yıldırım’ın yakalanması konusunda bir beyanı olmadığı, sadece Mehmet Demirtaş’ın inkâr ettiği şifahi beyana göre alındığı anlaşılmaktadır. Buradan şu sonuca varmak mümkündür. Oktay Yıldırım, Mehmet Demirtaş’ın şifahi beyanı üzerine alınmakta, Ali Yiğit’in emniyet ifadesinden önce, bombaların sahibi konusunda bir beyanda bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Oysa bombaların bulunduğu sırada tesadüfen de olsa Ali Yiğit mahaldedir. Kapıyı açan anahtarı temin etmiştir ve polisle birlikte bombaları bulmuştur. Polisin bu kişiye bu bombaların sahibinin kim olduğunu arama sırasında sorması son derece makuldür ve sorması da gerekir. Ancak bu konu muammadır. Mehmet Demirtaş, arama başladıktan iki saat sonra olay mahalline gelmekte, o kişi bombaların sahibini söylemekte, iddiaya göre ama Ali Yiğit beyanda bulunmamaktadır. sayfa 34, Ali Yiğit beyanında Mehmet Demirtaş’ın kendisi evde dururken çatıda bir sandık ve içinde el bombaları olduğunu ve bu bombaların o tarihten 1.5 yıl önce, bu tarihe göre 2004 yılında muhtemelen Oktay Yıldırım tarafından getirildiğini ifade etmiştir. Bu beyanlar dikkate alındığında bombaların gecekonduya getirildiği tarihte birbirini tanıyan insanların hemen hemen son derece az olduğu dikkate alındığında özellikle şahsımın 2004–2005 yıllarında yargılandığım buradaki sanıkların hiçbirini tanımamış olduğumdan, şahsımın sözde örgüt ile bir ilişkisinin varlığını ileri sürmek mümkün olamayacaktır. Ali Yiğit’in bombaların yerini öğrenmesinden sonra Oktay Yıldırım’ın manava gelmediğini ifade etmesi ile bu kişi arasında bağlantı kurmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Eğer Ali Yiğit’in beyanları doğru olsa idi, bu durumda bombalar orada tutulmaz, bombanın sahibi olduğu ileri sürülen Oktay Yıldırım tarafından yeri değiştirildi. Kendisi oraya gelmemezlik yapacağına, yeri deşifre olmuş bombaların yerinin değiştirilmesi en mantıklı davranıştır. Bunu yapmamak örgüt ve örgüt üyeliği fikri ile bağdaşmaz. O zaman bu örgüt ve örgüt üyesi son derece akılsız davrandıklarını kabul etmek gerekecektir. Hiçbir örgüt ve örgüt üyesi aptalca davranarak sözde örgüt silahlarının ortaya çıkmasına yol açmaz. Şevki Yiğit’in yakın akrabası Mehmet Demirtaş ile irtibat kurmayarak, bombaları imha etmesi de ayrı bir soru işareti olarak ortaya çıkmaktadır. Ali Yiğit ifadesinde Mehmet Tekin’in mercedesle dükkânın önüne gelmediğini kabul etmiş ancak sonrasında dükkânda bulunan Oktay Yıldırım’ın mercedesin arkasından dükkândan ayrıldığı, 15–20 dakika sonra Sarı Opel ile Mahmut Öztürk’ün ve Oktay Yıldırım’ın dükkâna geldikleri hususu havada kalmıştır. Anlatımın başı kurgu olduğuna göre sonunun da hayali senaryo olduğu anlaşılmaktadır. sayfa 34 paragraf 3, Muzaffer Tekin’in evinde yapılan aramada çıkan 16 nolu CD de bulunan bilgilerin askeri ve siyasi gizli bilgiler içeren birçok belgenin bulunduğu ileri sürülmüştür. Oysa Genelkurmay soruşturma aşamasında ısrarla bu belgelerin gizli belge olmadığı, 327 anlamında ki bazı sanıklara 326 tatbik edilmiştir, bazı sanıklara 334, gizli belge olmadığı çok açıkça ifade edilmiş olmasına rağmen maalesef dava açılırken de savcılık ısrarla bu belgelerin 327 anlamında gizli belge olduğunu ifade etmektedir. Yani belgelerin çıktığı makam ve mercii bu belgeler gizli gizlilik derecesinde kurum içi gizli belge derken savcılık hayır sen bunu bilemezsin, bu belgeleri sen düzenledin ama ben bunu böyle değerlendiriyorum diyebilmiştir. Muzaffer Tekin’in bilgisayarında Ergenekon lobi belgesinin çıktığı bahsedilmiştir. Ancak bu belgenin bilgisayarında nasıl bulunduğu izah edilmemiştir. Dosya halinde mi vardır? Biri tarafından mail olarak mı atılmıştır? Yoksa bu siteden okumak için mi açılmıştır? Her nedense savcı bu hususu açıklamamaktadır. Nitekim sanık bir siteden açıp baktığını ifade etmiştir. Dosyaya gelen MİT yazılarında da bu belgenin birçok sitede 2006 yılı ve öncesinde yayınlandığı açıkça sabit hale gelmiştir. Yine söz konusu dokümanların muhtelif, dergi, kitap ve gazetelerde 2001 yılından itibaren yayınlandığı, 2003–2004 yıllarında kitaplarda kitapların belli bölümlerinde bu Ergenekon belgelerine yer verildiği değerli mahkemenize çeşitli şekillerde huzuruna getirilmiştir. Hatta bir kısmı da 1997 tarihili iki adet nefes dergisinden bir kısım alıntılar yapılarak Ergenekon belgelerinin yaratıldığı da ortaya çıkmıştır. Kuddusi Okkır tarafından hazırlandığı ileri sürülen Master plan ön çalışması gizli bir belge olmayıp, Ergenekon belgeleri ile bir irtibatı bulunmamaktadır. Bu belgeler arasında uzlaşmaz çelişkiler mevcuttur. Master plan çalışması tamamen şüphelinin fikri bir çalışmasıdır. Devlet düzenini hedef alan bir çalışma olmayıp, daha ziyade devlet yönetiminin personel ve yönetici düzeyinde yeniden oluşturulması amaç edinilmiştir. İçindeki düşünceler ne kadar saçma olursa olsun ya da uygulanması mümkün olmasa da bu çalışmayı diğer belgelerle irtibatlandırarak suç konusu göstermek doğru değildir. Her şeyden önce bu belgenin bir veya iki kişide çıkması uygulama konusunda hiçbir adım atılmamış, bu konuda bir yapılanma içerisine girilmemiş olması, Master planındaki yapılanma en basit hazırlık hareketine dahi geçilmemesi çalışmanın Anayasanın 26. maddesi kapsamında ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilmesi gereken bir belge olarak yorumlanmasını gerektirmektedir. kaldı ki bu belge sadece huzurdaki iki sanık dışında kimse çıkmaması ve belge doğrultusunda bir çalışmanın olmadığı savcı tarafından da iddia edilmemsi, bu çalışmayı TCK bakımından bir suçun unsuru olarak bakılmasını engellemektedir. Sayfa 35,Master çalışmasının Kuddusi Okkır’ın bilgisayarında bulunması, Muzaffer Tekin’in bu konudaki beyanlarını doğrulamaktadır. Gazi Güder’in, Kuddusi Okkır’ın, Ayşe Asuman Özdemir’in birbirlerine Danıştay eylemi, Atabeyler operasyonu konusunda mail atmaları suç olamaz. İki menfur olayda bu ülkenin meselesidir. Düşünen beyinlerin aydın olan insanların pekala bu iki önemli olay üzerinde düşünerek fikir üretmeleri ve ürettikleri fikirleri de birbirlerine mail şeklinde atmalarında aslında kesinlikle bir suç unsuru aramamak gerekir. Maalesef AKP iktidarı demokrasinin gerçek ruhunu yakalayamadığından sadece bir kısım elitin özgürlüğü olarak görmekte, düşünen ve üreten geniş bir toplum kesiminin oluşmasını istememektedir. Bazı kişiler hakkındaki bilgilerin dedikodu ya da magazin boyutunda gönderilmesi kişisel verilerin kaydı suçunu oluşturmaz. Bu durumda konuşan toplumdan ziyade susan bir toplum meydan getirirsiniz. Üç kişinin birbirine mail atması olayından bir örgüt delili çıkarmaya çalışmak tam bir hukuki çılgınlıktır. Kişiler arasındaki saygı dolu ilişkilerin hiyerarşik ilişki olarak görülmesi ve nitelendirilmesi de doğru değildir. Bu kişilerin sosyal, medeni, toplumsal yapılarına baktığınızda böyle bir yapının unsurları olduğunu savunmak ciddi olarak düşünülemez. İddianamede bilgiler çarpıtılarak yazılmakta mahkeme yanıltılmaya çalışılmaktadır. Mehmet Zekeriya Öztürk’ten bütün internet sitelerinde yayınlanan Ergenekon lobi belgesinin çıkmış olması, Gladyo ve mafyanın Türkiye’de yeniden yapılanması belgelerinin bulunması örgüt suçunun unsuru olamaz. 16 nolu CD’yi Mete Yalazangil vasıtası ile Muzaffer Tekin’e götüren Aydın Yüksek soruşturmayı duyunca bizzat kendisi savcılığa getirdiğini beyan etmiştir. Ne delil gizleyen vardır, ne kaçıran vardır. hangi terör örgütü üyesi elindeki delili alarak savcılığa teslim eder. Ben buradayım deyip ifade vermeye gider. Muzaffer Şenocak’ta kuyumcuların kullandığı sıvının patlayıcı madde yapımında kullanıldığının iddia edilmesi ciddiyetten uzaktır. Otuz gramlık deprem sırasında bulunan malzeme bile sayın savcılarca dinamit lokumu olarak geçirilmek istenmiştir. amaç örgüt silahlarını azami boyutta artırmaktır. Sayfa 36, Tuğrul Demre isimli bir kişinin, Bekir Öztürk’e çekmiş olduğu tek yanlı bir maili çok farklı anlamalar yükleyerek, örgüt delili olarak değerlendirilmesi son derece anlamsızdır. Her şeyden önce bu maile Bekir Öztürk katılmamış, olumlu cevap vermemiştir. Bir dernek başkanına heyecanlı bazı gençlerin ya da provokatörlerin bu tür mailler atması son derece tabiidir. Önemli olan muhatap olan kişinin bu doğrultuda ne yaptığıdır. Nitekim kendisine bir görev verilmediğini mail içerisinde bu kişi açıkça ifade etmiştir. İddianamede ilginç bir yöntem benimsenmiştir. Savcı sanığın değerlendirmesini, tavrını, beyanını dikkate almadan, sanığa gönderilen maili, telefondaki konuşmayı delil olarak esas almakta ve suçlamanın temeli olarak başkasının eylem ve fikirlerini o sanığın suçu ve delili olarak göstermeye çalışmaktadır. Her şeyden önce kişi kendi beyan ve eylemlerinden sorumludur ve suçlanabilir, Bekir Öztürk ifadesinde dernek çalışmalarında ne Ümit Sayın ne de başkasından bir talimat almadığını açıkça ifade etmiştir. Tuğrul Demre’nin beyanından yola çıkarak Ümit Sayın’dan talimat alındığını ifade etmek akıl ve mantık dışıdır. sayfa 37, Savcılar, Bekir Öztürk’ün bilgisayarında Cumhurbaşkanlığı’na Recep Tayip Erdoğan’ın ya da başka AKP linin seçilmesi halinde Türkiye’de olabilecek ihtimaller dâhilinde düşünce üreterek bazı suikastlar konusunda simülasyonlarda bulunmayı sözde örgütün şok suikastlar düzenleyeceği konusunda iddialarda bulunmuş ve bunu iddianameye taşıyarak önemli bir delil olarak göstermek istemişlerdir. Ergenekon’un, ortada henüz bir mahkeme kararı ile terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir karar yoktur. Toplumun büyük bir kesimi, bu davanın politik bir oyun olduğuna inanmakta, AKP iktidarının muhalifleri ezme ve sindirme aracı olarak kullandığını kabul etmektedir. Tirajları yarım milyonu bulan ulusal gazetelerde hemen her gün birçok yazar Ergenekon’un siyasi bir dava olduğunu yazmaktadır. maalesef bu tür yazı yazanlar dahi Ergenekon üyesi olarak kabul edilmiş ve soruşturma kapsamına alınmıştır. Bir yandan sözde örgütün 1999 yılından çok önce kurulduğu, birçok cinayetler ve kaos ortamı ürettiğini ifade edeceksiniz, ancak 99 yılında yeniden organize olarak cinayetlerine devam ettiğinden bahsedeceksiniz, diğer taraftan da bilgisayarlarda yer aldığı iddia edilen ÇYK kanunu, ÇTA hareketi gibi illegal gençlik oluşumları ile kuruluş faaliyetlerini düzenlediği iddia edilmektedir. Peki o zaman bu örgüt sürekli kuruluş halinde mi. önce savcıların nerede durduklarını iyi bilmeleri gerekir. Her bölgeye her bulunan belgeye göre örgütü yeniden tanımlama fikrinden vazgeçmeleri gerekir. Yeni bir belge bulunuyor 2007 tarihinde ama bu belgelere kuruluş belgesi nitelendirip örgüt yeniden kuruluş faaliyeti içersine girmiştir diyebilmektedirler. Aslında savcıların bu konularda bir kesin kanaat oluşturması gerekir. Her çıkan belge, bilgisayar yazısı, maile göre yorum yapıp, düşünce üretmek savcının işi olmamalıdır. Özellikle sayfanın başında farklı sonunda farklı ve çelişkili yorumlara yer verilen belge iddianame asla olamaz. Hemen her tasarım ve hayali düşünceyi Ergenekon belgesi ile aynileştirmek ve lobi belgesinin izdüşümü olarak kabul etmenin gerçeklikle bir alakası yoktur. Bir yazarın kitabının CD şeklindeki kopyasının diğer bir sanıkta çıkmasını hayalin ötesine geçip bütün şüphelilerin örgütün hareket ve stratejisini oluşturmanın gerekçesi olarak gösterilmesine bir anlam vermek mümkün değildir. CD halindeki kitap yasak bir kitap olmayıp, on binlerce satılmıştır. Kitap yerine, CD şeklinde olması kitap kopyasını suçun unsuru haline getirmektedir? Demek ki bir yazarın kitap kopyasının bir kişide olması, yazarın bu kişilerle ortak bir örgüt kurduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Şaşırtıcı bir yorum ve analizdir. Ergün Poyraz ismi geçen kişilerle ilişkisini açıklamıştır. Askeri şahıslardan elde edip kimseye aktardığı bir belge de mevcut olmadığını ifadesinde belirtmiştir sayfa Kişilerin bilgisayarlarında derin devletle, Alevilerle, insan kaçakçılığı ile mafya ile yazıların çıkması suç olgusu olarak karşımıza getirilmektedir. Bu nasıl hukuk anlayışıdır, anlamlandırmak mümkün değildir. Benzeri yazıların birkaç kişinin bilgisayarında çıkması örgüt üyesinin delili olarak gösterilebilmektedir. Sayfa 38 paragraf 2 Savcılar bu davanın temeli olarak yaptıkları başta lobi belgesi olmak üzere tüm Ergenekon belgelerinde; Sözde Ergenekon örgütünün TSK bünyesinde faaliyet gösterdiğini, Sivil unsurların 1999 yılında reorganizasyon sonucunda örgüte alındığından bahsetmişlerdir. Ancak TSK’den ve MİT’den gelen cevaplarda böyle bir oluşumun iki kurumla da ilgisinin olmadığını belirtmesi ile aslında iddia tamamen çökmüş bulunmaktadır. Belgelerdeki iddialar ile gerçek durum birbiri ile uyum göstermemektedir. Ergenekon belgeleri delil olarak dikkate alınıp, sözde örgütün manifestoları olarak kabul ediliyorsa, savcıların düşüncelerine göre TSK içerisinde faaliyet gösteren bir örgüt söz konusudur. Her iki kurumdan gelen yazılar, belgelerdeki düşünceyi ve savcılık iddialarını doğrulamamaktadır. TSK’de ve MİT’de böyle bir oluşum yoktur. İki kurumun bünyesinde böyle bir örgüt olmadığına göre, Ergenekon belgelerine istinaden ortada kurulmuş ve faaliyet gösteren bir örgüt de yoktur. Kaldı ki burada çok önemli bir husus savcı aksini iddia ediyorsa ki iddianamenin birçok bölümünde sözde örgüt ile TSK arasında sıkı bir bağlantı kurmaktan imtina etmemektedir, bu durumda kendisini TSK’den ve MİT’ten gelen yazı ile bağlı hissetmeyip, gerçeğin ortaya konması için çalışma göstermesi doğrudur bağlı olmaya bilir oradaki beyan aksine başka bir gerçeği de yansıtabilir bu durumda iddiasına uygun olarak sözde örgütün TSK içerisinde yapılandığı deliller ile açık ve samımı olarak ortaya koyması gerekmektedir. İddianame boyunca savcıların ikircikli tutumu ile karşılaşmaktayız. İddianamede bu konuda kendi içinde birçok çelişkiyi barındırmaktadır. Savcılar TSK’yi doğrudan suçlamaktan kaçınırken, bazı bölümlerde de suçlamaktan çekinmemektedirler. Önce TSK’nin bir suç örgütünün içerisinde olmayacağını genel bir önerme olarak ortaya koyup, arkasından fırsatını buldukça iddianamenin aslında TSK’yi yıpratmak amacıyla hazırlandığını gözler önüne ortaya koymak için her türlü çabayı göstermişlerdir. Mahkemenin bu çelişkileri dikkate alacağı kanaatini taşıyorum. Sayfa 38 paragraf 5 ve sayfa 39 2001 yılında bir başka suçtan ötürü gözaltına alınan hakkında Tuncay Güney’in bilgisayarında çıkan Ergenekon belgelerinin 99 ve 2000 tarihlerini taşıması son derece anlamlıdır. Her şeyden önce Tuncay Güney’in yakalandığı tarih 2001 yılıdır. Belgelerin bu tarihten sonra ki bir tarihi taşıması ki elbette beklenemez. 99 yılından önce olmamasının sebebi de dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın ülke dışına kaçırılan paranın geri getirilmesi ile ilgili çalışmaların bu yılda yapılıp bu konuda hazırlanan ve ismi Ergenekon konulan raporun tarihinin 29 Ekim 1999 olmasıdır. Her iki tarihte aynı tarihtir. 29 Ekim 1999. 99 yılının Nisan ayında İstanbul’da yapılan Sadettin Tantan’ın Ankara ve İstanbul devlet güvenlik mahkemesi hakimleri, savcıları, polis müdürlerinin katıldığı bir toplantı yapılmış, toplantıya Hollanda’dan gelen biri profesör iki uzman da iştirak etmiştir. Bu iki uzman ülke dışına kaçırılan paranın geri getirilmesi ile ilgili sorunlar hakkındaki bilgi vermişlerdir. O toplantıdan sonra dönemin Emniyet Organize Suçlar ve Kaçakçılık Dairesi Başkanı Emir Aslan; aynen şunu demiştir. Yurt dışına kaçırılmış bu paralarla ilgili isim bazında çalışma yapıldı. Eksik olabilir, ama böyle bir liste var. Şu anda bu işin parantez içinde yurt dışındaki paraları geri getirme nasıl yapılacağı üzerinde çalışılıyor demiştir. Yine Emin Aslan Bu parayı nasıl geri getireceğimizin yöntemi üzerinde henüz çalışıyoruz demekteydi, ama ortaya çıkan bazı bilgiler Ankara’da çok ilginç yöntemler üzerinde kafa yorulduğunu da göstermekteydi. İddialara göre, kara paraya karşı mücadele etmekle görevli olan Mali Suçlar Araştırma Kurulu, Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI ile bu konuda iş birliği yapmıştı. Görevlendirilen bilgisayar korsanları, İsviçre’deki bankaların hesaplarına girmiş, pek çok politikacının hangi bankada kaç milyon doları olduğu ve paraları kimlerin yatırdığını tespit etmişti. Nitekim o günlerde İstanbul polisinin operasyon düzenlediği bir evde bulunan davamıza temel delil yapılan Ergenekon; Analiz-Yeniden Yapılanma, Yönetim ve Geliştirme Projesi, 29 Ekim 1999adını taşıyan 24 sayfalık belgede, Ergenekon adı verilen oluşumun yapması gereken işlerden biri yurt dışından kaynak aktarımıydı. Raporda aynen şöyle denilmekteydi; Türkiye’den pek çok kişi yurt dışına kaynak aktarmaktadır ve bunun önüne geçebilmek mümkün değildir. Ancak, çeşitli ülkelerde bankalara sızdırılacak bilgisayar hırsızları, tespit edilen bu kaynaklar ile Türkiye’den kaynak aktarımı yapan kuruluşların likit aktarımlarını mevcut güçlü bir şirket üzerinden yeniden Türkiye’ye aktarabilir. Bu türden kaynak aktarımları 48 saatte tamamlanmalıdır. O raporda sözü edilen Ergenekon oluşumunun tam olarak ne olduğu bugüne kadar açığa çıkmamıştır. Maalesef mahkememizde bu konuda yapmış olduğu yazılara olumlu bir cevap gelmemiştir. Böyle bir rapor emniyet genel müdürlüğü bünyesinde ve içişleri bakanlığı bünyesinde olmadığı dosyamıza cevabi yazıda bildirilmiştir. Ancak, bilgisayar hırsızlarına verilecek görevle yurtdışındaki paraların Türkiye’ye aktarımı projesi Ankara’da devletin bazı birimlerinde konuşulan bir hikâyeydi. Sadettin Tantan’ın bu konudaki; Türkiye’den kaçırılmış olan paraları geri getirmek için bir çalışma başlattık, ama daha en başından engellendik. Bilgisayar korsanları ile olacak iş değildi. Her şeyin hukuk zemininde olması lazımdı. Zaten o bilgisayar korsanları yakalanıyor. Yalnız şunu söyleyelim. Çok çaba harcandı, çok değişik konularda araştırma yapıldı, ama eyleme dönüşmeden ekipler dağıtıldı. Hepsi dağıtıldı. Dağıtılmasaydı bu paraları Türkiye’ye getirmek için her türlü her şeyi yapardık beyanları son derece dikkat çekicidir. Sadettin Tantan’ın çalışmasına konu olan rapor ile iddianamenin 339. sayfasında yer alan; Yurtdışından kaynak aktarımı başlığı altında; hemen hemen madde tıpatıp aynıdır hiçbir değişiklik yapılmadan söz konusu rapordaki o madde sadettin kaynakla alakalı ilgili Sadettin Tantan ile ilgili raporun aynen o hüküm burada Ergenekon analiz belgesine aktarılmıştır. Bu ayniyet ölçüsü gerçekten dikkat çekicidir. Aslında Ergenekon belgesi; 29 Ekim 1999 tarihli raporun bazı kısımlarının elden geçirilerek yeniden vizyona sunulmuş halidir. Ergenekon belgelerinde 29 Ekim tarihinin özellikle bırakılması, bu operasyonun Atatürk Cumhuriyetinden bir rövanş alma isteği ve beklentisini yansıtmaktadır. Bugün Ergenekon soruşturması, 29 Ekim 1999 tarihli kara paranın aklanmasına ilişkin adına Ergenekon ismi konulan raporun üzerinde yapılan asimetrik oynamalar sonucu ortaya çıkarılan belgelere dayandırmaktadır. 29 Ekim 1999 tarihli kara paranın aklanmasına ilişkin rapor ile Tuncay Güney’den çıkan Ergenekon Analiz Belgesi arasındaki ayniyeti Hakan Türk, Mafya İmparatorluğu isimli kitabının 1 Kasım 2004 tarihli baskısında, 140 ve 146 sayfaları arasında açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. İşte bu sebeple biz bu soruşturmanın arkasında ABD’nin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ehlileştirme ve denetim altına alma oyunlarının bulunduğunu iddia ediyoruz. Üzüntümüz ABD destekli gayri milli savcıların proje bazında hazırladıkları iddianamelere dayanılarak mahkemenin yargılamayı sürdürmeye devam etmesidir. Açıktan oynanan bu pervasız ve küstahça oyun ile Türk milleti daha ne zamana kadar aldatılacaktır? Ve yargı kandırılacaktır. Bunun sorumluluğunu siz değerli mahkeme heyetine bırakmaktayım Sayfa 39 paragraf 5 Tuncay Güney’in bilgisayarında Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı istihbari raporlarındaki yazım teknikleri taklit edilmek suretiyle sahte belgelerin çıkması, yukarıdaki düşüncemizin doğruluğunu da ortaya koymaktadır. Soruşturmaya temel alınan belgelerin tamamı üstün taklit yetenek ve tekniklerinin kullanıldığı tamamen bu operasyon için hazırlanan belgelerdir. Bu belgelerin sadece yurt içindeki işbirlikçiler tarafından tanzimi mümkün değildir. ABD’nin desteği olmaksızın böyle bir operasyonun biçimlendirilmesi ve mahkemenin huzuruna dava şeklinde getirilmesi mümkün değildir. Bu kadar uzun vadeli, yüksek bir finansmanı ve ekip çalışmasını ve aynı zamanda ülke içinde emniyet ve istihbarat desteğine ihtiyacı bulunan bir organizasyonun ABD’nin katkısı olmadan gerçekleşmesi düşünülemez. Maalesef Tuncay Güney hakkında söz konusu suçlamalar bulunmasına rağmen ki telefon dinlemelerinde de bu suçlamalara çok açıca yazılmasına rağmen mahkemenizin yazmış olduğu tezkereye verdiği cevapta Tuncay Güney sadece örgüt üyesi olması iddiasıyla soruşturmanın devam ettiği bildirilmiştir. Oysa mahkemenize benim sunmuş olduğum telefon dinleme tutanaklarında iki ayrı suçu belirtiliyor bir tanesi örgüt kurma kurcusu olma ikincisi de sahte belge tanzim etme ama maalesef bu suçları kendiliğinden soruşturma içerisinde düşürülmüş sadece örgüt üyeliğine indirilmiştir peki o dönemlerde biz ısrarla bu kişinin hakkında neden dava açılmadığını değerli mahkemeden sormuştuk hatta bu konuda da ek iddianame gibi bizlerinde usulü olarak kabul etmediğimiz bir takım yöntemler tavsiyesinde bulunmuştuk bu tür yöntemlere gidilmesi konusunda arzlarımızı sunmuştuk mahkemeye ama işin ilginç yönüdür ki yine aynı Tuncay Güney’e ikinci iddianamede sanık olarak rastlayamıyoruz o zaman bizim düşüncemiz şuydu demişti ki Tuncay Güney savcılar tarafından kontrol altında tutulmak isteniyor bir türlü kovuşturma aşamasına getirmek istenmiyor demiştik ve nitekim yine ceza muhakemeleri kanunun 98. maddesindeki bir türlü yakala talebinde bulunmamasının gerçek sebebi neydi neden 98’i bir türlü işletmediler. Çünkü 98 işlenmiş olsa olay değişecektir kendi ellerinden gidecektir. Bana hiçbir şekilde bugün iddia makamı ki bir çok kişiye yurtdışında bulunan kişiye karşı dava açılmış olmasına rağmen Tuncay Güney’e dava açılmamasının hiçbir gerekçesini gösteremezler soruyorum neden ikinci iddianamede Tuncay Güney yok neden dava açılmadı sebebi ne elde Tuncay Güney hakkında o kadar çok bilgi, delil var ki neyi bekliyorsunuz, sebep. Sebep yok. Aslında bir tek sebep var bizim bildiğimiz mutlak suretle Tuncay Güney in sizin huzurunuza getirilmekten kaçındırılması, kaçınılması. Kontrol altında tutumun devamı. Çünkü Tuncay Güney buraya gelirse bu olay bitecek, düşecek, o maskaralık o yüzdeki bütün boyalar düşecektir. Bütün mesele budur kaldı ki ben ikinci iddianame den önce sayın iddia makamına ayrıca bir dilekçe verdim dışardan, mutlak suretle bu kişi hakkında en azından 98. maddeye göre yakalama kararı niye çıkarmıyorsunuz dedim. İstanbul cum. Başsavcılığına yine avukatım vasıtası ile dilekçe verdim. Bu sizin sorumluluğunuzdadır. Oradaki beş savcıya mesuliyeti bırakmayın İstanbul Cum. Başsavcısı olarak hesabını sorun, neden Tuncay Güney hakkında yakalama kararı çıkarılmıyor neden iddianame de dava açılmıyor diye ama maalesef bunların hiçbirine olumlu bir cevap gelmedi ve gelmesi de mümkün değil başkanım. Ve biz ara kararlarda bu kişinin buraya getirilmesi konusunda usuli prosedürün sorulması babında tıkanıp kaldık. O dakikadan sonra yine bu konudaki inisiyatif iddia makamını eline geçmiştir. Şu anda neyin ne olduğu tam olarak biz sanıklar tarafından bilinmemekteyiz. En azından dosyaya bu konuda bir bilgi gelmiş değil ama bu mesele mutlak suretle Tuncay Güney in huzurunuzda sizlerin gözleri ile beş duyusu ile beraber dinlenmeden meselenin halledileceğine de inanmamaktayım. Ama kafada da mutlak suretle,değerli başkanım ancak bu konuda ne olursa olsun ben inanıyorum ki değerli mahkeme heyetinin de Tuncay Güney hakkında sayın savcılarca neden dava açılmadığı konusunda sizlerinde bir soru işareti çok önemli bir şüphe ve tereddüdün olduğuna inanıyorum ve olması da gerekir. Çünkü ben bunun başka bir alternatifini burada göremiyorum. Kaçanların hepsi hakkında dava var, Tuncay Güney hakkında bir dava yok. bu tam anlamı ile Tuncay Güney in iddianame savcıları tarafından koruma altına alındığı ve işbirliği içersinde çalışıldığı anlaşılmaktadır. Sayfa 39 paragraf 6, Savcı söz konusu Ergenekon belgelerinin birbirinin devamı mahiyetinde olup, örgütsel yapının almış olduğu kararların deklare edilerek, örgüt stratejilerinin üyelere duyurulması için yazıldığını ve yazımında belli şablonların kullanıldığını iddia etmiştir.değerli başkanım, hangi örgüt belgesi bir üyeden diğer üyeye verildi, bir tane örnek verilsin. Bir tane örnek. Beş veya altı burada sözde örgüt üyesinin bilgisayarlarında internetten indirerek veya okumak suretiyle verilmiş, bir tek Veli Küçük e teslim edilmiş. Tuncay Güney tarafından ama bu belgelerin örgüt içersinde dolaşıma girdiğine bir örgüt üyesinden diğerine veya yöneticiden bir üyeye intikal ettiğine dair tek bir olay yok. bakınız beni sivil toplumlardan mesul biri haline getirmişler şemada, bende böyle bir belge en azından sivil açılım belgesi, lobi belgesi ne var ne okudum ne duydum. E peki böyle örgüt olur mu değerli başkanım. Üyeler bir kısmı internetten indirmiş bakmışlar, sözde üyeler ama maalesef yöneticilerde dahi bu belge çıkmıyor. Alışveriş yok irtibat yok peki bu belgelerin yöneticiler tarafından yazıldığına dair ciddi bir belge var mı veya delil oda yok. ne var Tuncay Güney in ifadesinde efendim diyor Veli Küçük ile Doğu Perinçek bize bu belgeyi yazdırdı diyor. sadece bu beyan, bu beyanın da ne şekilde alındığı zaten hepimiz gördük. Yani bütün bunlar özellikle örgüt belgelerinin üyeleri arasında örgüt içersinde dolaşımı olmadığı gibi bu belgelerinde örgüt belgesi olduğuna dair üyelerin hiçbir bilgisi yoktur. Söz konusu belgelerin örgüt belgelerinin ilke ve stratejilerini belirleyen mahiyette olduğu kabul edilemez. Sözde örgütün kuruluşu tarihi 1960’ lara kadar gidildiğine göre savcıların bu iddialarının doğru olabilmesi için kuruluş tarihinden 1999-2000 yıllarına kadar örgütten sadır tek bir bildirinin yayınlandığını da ispat etmeleri gerekir. 39 yıl boyunca ortada tek bir belge olmadığı gibi 2000 yılından sonra yedi yıllık süreçte soruşturma aşamasına kadar yine bir belge yazılmamıştır. bütün belgelerin yazımı Tuncay Güney in çıkması ile ve Amerika ya gitmesi ile başlamış ve sona ermiştir. Bu bir buçuk yıllık bir süreçtir. Böyle örgüt olabilir mi mümkün mü? Yani bunların yazımında tamamen bir mizansen olduğu bu şekli ile bu zaman aralığından dahi zamanın yorumlanmasından açığa çıkmaktadır. Tuncay güney in bilgisayarında belgelerin çıktığı tarihe kadar ardı ardına onlarca bildiri yayınlamakta ve belge düzenlenmekte, Tuncay Güney in Amerika ya gitmesi ile olduğu gibi kesilmektedir. Bir an için söz konusu belgelerin sözde örgütün ilke ve prensiplerini ihtiva ettiğini düşünelim. Bu nasıl bir örgüttür ki bu belgeler sadece Tuncay Güney ihtiva ettiğini düşünelim, bun nasıl örgüttür ki belgeler sadece Tuncay Güney kaynaklı olarak e Veli Küçük’ te çıkmakta, diğer birkaç sözde üye bu belgeleri meraktan internetten indirmekte. 86 sanıktan, 80’de bu belge çıkmadığı gibi haberi dahi olmamaktadır. . Örgütün sözde yöneticilerinde dahi söz konusu belge çıkmamaktadır. böyle bir düzensizlik vardır. altı sanıktan beşi üye biri, özür dilerim ikisi yönetici olarak geçmektedir, dördü üye olarak geçmektedir. Peki diğer yönetici ve üyelerde neden yoktur, bu soruya cevap verilememektedir. Ergenekon belgelerinin aynı şablonlar üzerinden yazıldığı inkâr edilemez. Senaryoyu yazan merkez elbette ki belgeleri belli bir mantık içerisinde yazmayı hedeflemiştir. Aksi halde kurgulanan örgütün teorik boyutunun oluşturulmasında başarılı olunamayacaktır. Ancak diğer sanıkların bir kısmında çıkan Ergenekon belgeleri ile alakası olmayan fikir çalışmalarının aynı şablon içerisinde yazılım iddiası sadece savcıların tespitlerinden ibarettir. Birincisi bu belgeler aynı kaynaklı olup bir merkezden aynı gruba servis edilmiş bilgiler mahiyetindedir. Dikkat edilirse bu benzer belgeler birbirine sürekli mail atan bir grubun bilgisayarlarında çıkmaktadır. İkincisi bilgisayar ortamındaki şekil ve karakter iddiaya destek olacak bir sav olamaz. Ancak özellikle hazırlanırken dikkat edilmiş bir husustur. Üçüncüsü aynı merkezden yazılan belgelerin altına yazılan “saygılarımla” sözcüğü bu belgelerin tek merkezli kasıtlı olarak yaygınlaştırıldığını ortaya koymaktadır. Sayfa 39 paragraf 7, Savcı dokümanlardan Ergenekon Yeniden Yapılanması belgeselinin Tuncay Güney’e Veli Küçük ve Doğu Perinçek tarafından yazdırıldığını iddia etmiştir. Bu iddianın dayanağını ise Tuncay Güney’in ifadesidir.Böyle bir yazımın gerçekleşebilmesi için en azından bu üçlünün bir araya gelmesi gerekir. Çünkü bu belgenin yazımı belli bir süreci alır, bir arada birlikte toplantı yapmaları ve bu toplantıya istinaden bu belgelerin düzenlenmesi şart olduğuna göre biz savcılar tarafından böyle bir toplantının yapıldığını gerçekleştirildiğine ilişkin ne bir iddia nede bir belge görememekteyiz. Sayfa 39 paragraf 8, Savcılar örgüt üyelerine devletin ele geçirilmesi ve kendi amaçları doğrultusunda üyelere görevler verildiğinden bahsetmektedir. Ortada sanıkların delilleri arasında bu konuda alınmış tek bir talimat ve görev bulunmamaktadır. Kim tarafından kime görev verilmiştir. Somut tek bir tespit yoktur. Ayrı ayrı yapılanma olduğuna ve yayılma planları yapıldığına ilişkin bir delile de rastlanmamıştır. Öncelikle örgütün varlığını kabul eden tek bir sanık yoktur. Senaryo uyarınca hazırlanan Ergenekon belgelerini kimler kabul etmiş ve nasıl uygulamaya geçmiştir, bu da belli değildir. Ortada sadece soyut iddialardan başka bir şey yoktur. Belgeleri yazan zihniyet ile iddianameyi kaleme alan zihniyet aynıdır. Belgelerdeki anlatımlar gerçekleşmiş gibi iddianameye taşınmakta, ancak somut tek bir olay aktarılamamaktadır. Bakın iddianamenin başından sonuna kadar bütün belgeler şablon olarak konmuştur. Sanki gerçek bir olay gibi iddianame de söz konusu belgeye yer verilmekte arkasından bir satır yorum yapılarak sanıklarla belge arasında irtibat kurulmaya çalışılmaktadır. Aslında iddianame başından sonuna kadar belgeleri yargılamaktadır. Belgedeki olayları suçmuş gibi göstermektedir. Belgelerdeki hadiseleri fiil gibi ortaya sanıkların fiilleri ve eylemleri olarak getirmeye çalışmaktadır bu bir oyundur, psikolojik bir oyundur. Benim bölümüme üç tane belge alınmış, bende çıkan bir belge yok, beş sayfa altı sayfa anlatılıyor arkasından bakıyorum bomboş hiçbir şey yok peki bu belge ile benim irtibatım ne. O belgede anlatılanlarla benim irtibatım ne. Koyabiliyor musunuz bunu siz, koyamıyorsunuz ama o belgeyi benim bölümüme aktarmakla beni adeta bir örgütün parçası gibi sizlere göstermeye gayretleri var. böyle bir delillendirme yi yapamamakta ancak beyinlere böyle bir bilgiyi yerleştirme çabalarının varlığını görmekteyiz. Dokümanlara uygun b ir örgüt yapılanmasının gerçekleştiğine ilişkin tek bir sübut delil yoktur. Sayfa 40 paragraf 1, Örgütsel dokümanların ele geçirildiğinden bahsedilmiştir. Hangi belgelerin örgütsel dokümanı olduğu somutlaştırılmamıştır. acaba söz konusu örgüt belgeleri midir, örgüt belgelerinin sayısı da belli değildir.bazı yerlerde yirmi yedi, bazı yerlerde otuz altı bazı yerlerde kırk ı aşkın kırka yakın gibi böyle tamamen bakkal dükkanı gibi veya mahalle bakkalı ağzı ile yapılan konuşmalar söz konusudur. Belgeler sizdedir, açıp tek tek bakın sayın, tespiti yapın halihazırda iddianame de doğru düzgün bir örgüt belgesi tespiti yoktur, değerli mahkemeden bu konuda talepte bulunduk ve söz konusu belgelerin savcılık emanetinden alınmasına karar verilmişti, daha henüz bu konuya da bir cevap gelmemişti. Soyut iddialar ile suç isnadı yapılamaz. Genel kavramlarla kişiler suçlanamaz. Savcının net olarak şu belge, şu sebepten ötürü örgüt dokümanı demesi gerekir. Konferans metinleri, televizyon program çalışmaları, dava çalışmalarım, müvekkillerimin dava dosyaları, tamamen yönetim kurulu kararları örgüt dokümanı mıdır? Maalesef örgüt dokümanı denmiştir. Peki bu bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz bu sıfatın nasıl veriyorsunuz. Dava çalışmalarını örgüt dokümanı sıfatı verilebilir mi, konferans metinlerini, televizyon programlarını. Örgütsel yapının geniş bir alana yayıldığından bahsedilmektedir. Savcının kast ettiği geniş alan sözcüğünü anlamak mümkün değildir. Mahkemenin huzurunda tutuklu 46 kişi mevcuttur. İsnat edilen suçlar dikkate alındığında, 46 kişi ile örgütsel yapının geniş bir alana yayıldığından bahsetmek vicdani ve hukuki bir iddia kabul edilemez. Birbirinden kopuk, hiyerarşik yapıya dâhil olmayan, disiplinden uzak, fikri anlamda birbiri ile uyuşamayan birçoğunun birbiri ile kavgalı olduğu 46 kişinin geniş bir örgütsel yapıda yayıldığından bahsedilmesi gerçekle bağdaşabilecek bir iddia değildir. Savcının genişlikten neyi kastettikleri belli değildir. Coğrafi anlamda bir genişlik olmadığı gibi sayısal potansiyelden de bahsedilemez. Ortada sözde örgütün aldığı kararla kurulan bir dernek olmadığı gibi savcıların bu soyut iddiasını destekleyecek tek bir delil ortaya çıkaramamaları iddianamenin bu yönü ile dahi suyun üstüne yazılan bir belge olduğunu ortaya koymaktadır. Derneklerin kuruluş tarihi, yapılan basın açıklamaları, açılan davaların tarihleri ile sözde örgüt üyelerinin birbirleri ile tanışma tarihlerine bakıldığında, bu iddianame de madden de savunulmasının mümkün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Hukukçular Birliği’nin kuruluş çalışması, daha önce söyledim, 1997 yılında başlanmış ve 2002 yılında tüzel kişilik kazanmıştır. Şahsımın üyeliği 2003 ‘tür. 2004 yılından itibaren şahsım tarafından takip edilmekte bulunan birçok davamız, faaliyetimiz mevcuttur. 2004 yılında bu sanıklardan hiç birini tanımamaktayım. Bu durumda nasıl olur da bu faaliyetler ve dernekler sözde örgüt yöneticilerinin talimatı ile kurulmuştur. Savcıların öncelikle bunun mantıklı bir açıklamasını yapmaları gerekir. İspatsız mücerret iddianın hiçbir hukuki kıymeti yoktur. Savcılar sözde örgütün bu konuda aldığı tek bir kararı göstersinler ya da sözde örgüt yöneticilerinin bu konuda bir tek talimatlarını ya da telefon dahil iletişim delilini göstersinler. Milli Güç Platformunun oluşumu 2005 yılının ilk aylarıdır. Oysa şahsımın Veli Küçük ve Muzaffer Tekinle tanıştığı ilk tarih 2006 yılıdır. Telefon kayıtları kontrol edildiğinde bu savunmanın doğruluğu ortaya çıkacaktır. Milli Güç Platformunun dernekleşmesi ile ortada kurulmuş tek bir platform vardır. Bu platformun ismi Ay yıldız Birliği olup, bu platformun başkanı ile Veli Küçük’ ün tanışıklığı bile mevcut değildir. Söz konusu platform 200’ü aşkın dernek, vakıf, sendikadan oluşmakta ancak bu derneklerin ne bir üyesi ne de yöneticisi huzurda sanığınız olarak bulunmamaktadır. Bu durum iddiaların gerçekçi olmadığını ortaya koymaktadır. Kuvayi Milliye 1919 Derneği’nin sözde örgüt içerisinde kabul edip, dernek faaliyetlerinden sanıkların tümünü sorumlu tutmak hukuk dışı bir tutumdur. Şahsım ve Kuvayi Milliye 1919 Derneği üyelerinin dışındaki diğer sanıkların tamamı bu derneğin hiçbir faaliyetine iştirak etmemişler, derneklerine gitmemişler ve üyelerinin hiç birini tanımamaktadırlar. Sadece Fikri Karadağ ve birkaç dernek yöneticisi televizyon ve basında çıkan haberler nedeniyle tanınmaktadır. Dernekler arasında bir tek üye ortaklığı bile mevcut değildir. bu çok önemlidir efendim. bir tek üye ortaklığı bile mevcut değildir.Bu sebeple söz konusu derneğin faaliyetlerinde sözde örgüt yaratarak bütün sanıkları sorumlu tutmak doğru olamaz. Kuvvai Milliye 1919 Derneği üyelerinin mevcut güvenlik kurumlarına alternatif bir ordu oluşturduğu iddiası gerçekçi bir iddia olmaktan son derece uzaktır. Derneğin üye sayısı 200-250 kişidir. Bu üyelerin yüzde yirmisi bayan olup, iddia edilen ordu elemanı olabilecek vasıflardan son derece uzaktır. Dernek üyelerinden birinin basında görünmek amacı ile söylediği afakî bir beyanın, abartılarak iddianameye taşınmasının hukuki bir kıymeti olamaz. Savcının sadece bu konuyu mücerret olarak ortaya getirmesi yeterli değildir. İddia edilen ordu için ne gibi hazırlıklar yapılmıştır? Bu ordunun elemanları kimlerdir? Finansmanını kim sağlamıştır? Fiziki imkânları sağlanmış mıdır? Bugüne kadar bu alanda ne gibi çalışmalar yapılmıştır? Bu konuda savcıların tek bir satır beyanı olmadığı gibi bu alanda ciddi ya da gayri ciddi bir delil bile sunulmamıştır. Sadece iddia mücerret olarak kalmıştır, sözde kalmıştır. Dernek üyeleri halkın iyi niyetini suiistimal ederek eğer para toplamışlarsa, ki böyle bir iddia var iddianame de. Ki sanıkların hiçbiri bunu kabul etmedi böyle bir şeyin olmadığını ifade ettiler. O sadece basit bir idare soruşturmadık ki böyle bir soruşturmanın açılmadığı da ortadadır. Bu konuda Kadıköy den gelen takipsizlik kararı da mevcuttur. Ortada tek bir ceza soruşturması olmadan iddiada bulunmak doğru değildir. kaldı ki derneğe yapılan hibeler yasaya aykırı olarak kullanılmışsa dediğimiz gibi ceza soruşturmanın değil idari soruşturmanın konusu olur, bu tür gayri ciddi iddiaların yeri böyle bir davanın iddianame si olamaz. Sayfa 40 paragraf 2, Örgüt üyesi olarak isimleri zikredilen isimlerin büyük bir kısmı sabaha karşı 5 te evlerinden alınmıştır ve bu kişilerin tamamında hiçbir şekilde tek küçük bir direniş olmaksızın polise iyi niyetle ve yardımcı olarak aramalara bizzat katılmışlar ve gelen polislere ve savcılara evinde Türk geleneğine uygun olarak misafir şeklinde ağırlamışlardır. Bir örgüt üyeleri veya bir örgütün söz konusu bu tür özellikle kanlı devasa bir örgütün üyelerini bu şekilde evden toplamak mümkün müdür, adeta armut gibi herkes evden alınmıştır. Sabahın 5 inde. Siz hangi örgütün üyelerini bu şekilde alabilirsiniz. Mümkün mü? Yine bu nasıl bir örgüttür ki gelen polislere görevlilere kahvaltı çıkarılmakta ve çay ikram edilmekte, yapılan aramaya yardımcı olunmakta ve çoğu sanıkta şüphelide kelepçe takılmadan Emniyete götürülmüşlerdir. Bu güne kadar dünya terör tarihinde, böyle yakalanan ve çökertilen emsal bir terör operasyonuna herhalde rastlamak mümkün değildir. sayfa 40 paragraf 3,Sözde örgüt üyesi olarak gözaltına alınan şüphelilerden ele geçen silahların tamamı bireysel olup, silahların dağınık bir şekilde her bir şüphelide çıkması, kişilerin silahları bugüne kadar hiçbir olayda kullanmamaları, silahları uzun bir zamandan bu yana uhdelerinde tutmaları, her bir silahın temininin kişiye özgü olması, silahların kişiler arasında gezinmemesi, toplu halde bir veya birkaç kişide saklanmaması gibi hususlar dikkate alındığında söz konusu tabancaların bireylere ait olduğu sözde örgüt silahı olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Türk toplumunda ruhsatsız silah kullanımının ne kadar yaygın olduğu izahtan varestedir. Sokaktan geçen rasgele 86 kişinin evinde ve iş yerinde arama yapılması halinde dahi, bu soruşturmada ele geçen tabancadan daha fazla sayıda tabancanın ele geçirildiğinden bir kuşkum yoktur. Kaldı ki ele geçen tabanca sayısı 18’ dir. Birçoğu vasıfsız ve kuru sıkıdan çevirmedir. Bu sebeple son derece ciddi suçlar isnat edilen sözde örgütten temin edilen silahların sayısı ve nitelikleri yeterlilikten son derece uzaktır. Sayfa 40 paragraf 4, Sevgi Erenerol un maalesef patrikhanesinde yapılan toplantılar gizli toplantı olarak gösterilmiştir, oysa burada açıkça seyrettik her biri bir kokteyli ve yemek toplantısıdır ve senede birkaç defa yapılan bu toplantılarda katılım 250-300 kişiyi bulur. Ayinden sonra normal yemek yenir, kokteyl yapılır, ikili üçlü günlük sohbetler yapıldıktan sonra dağınılır. Bunlara örgüt toplantısı denilirse bizim diyecek hiçbir şeyimiz artık kalmamıştır, burda belki yüze yakın fotoğrafı değerli mahkeme heyetine gösterdim. Sayfa 41 paragraf 2, Sevgi Erenerol ile şahsım arasında dostluk ve insani ilişki dışında ne örgüt ilişkisi ne de hiyerarşik bir ilişki mevcuttur. İnsanların birbirine saygı ve nezaket göstermesi hiyerarşik bir ilişki olarak gösterilemez. Uhdemde bulunan gizli belge olarak nitelendirilen dokümanlar tamamen müdafiliğim kapsamında mesleki çalışmalarımı ihtiva eden belgelerdir. Sayfa 41 paragraf 3, Kuvayi Milliye 1919 Derneği üyelerinden birkaç kişinin kendi arasında sorumsuz ve akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden yaptığı telefon konuşmalarını ciddiye almak mümkün değildir. Bu konuşmalara dernek başkanının hiçbir onayı olmamıştır. Bilakis bu tür şiddete dayalı önerileri kökten reddeden tutumunu hemen her telefon görüşmesinde ortaya koymaktan çekinmemiştir. sayfa 44 paragraf 4 sayfa 45,Osman Yıldırım’ın ek ifadesinin alındığından bahsedilmiştir. Oysa bu kişinin birden fazla ve her biri birbiri ile çelişkili ifadeleri mevcuttur. Bu ifadeleri yorumlamadan, tenakuzlara işaret etmeden sadece içlerinden birini alıp, buna göre yorum yaparak ya da her olaya göre bu ifadeyi kullanmak hukuki bir yol değildir. nitekim Sincan 11.ağır ceza mahkemesindeki ifade söz konusu soruşturmadan dokuz ay sonra alınmıştır. Sayın savcılara soruyorum, neden dokuz ay beklenmiştir. Neden 11 ağır ceza mahkemesindeki karardan hemen sonra gidilmiştir. Sebebi hikmeti nedir. Bunun ortaya konması lazımdır. Osman Yıldırım bilinmiyor muydu, peki Danıştay katliamı ile cumhuriyet gazetesinin bombalanması olayı 2008 yılına mı alındı. Hayır soruşturmanın başından itibaren bu her iki suç bu soruşturma kapsamına alınmıştır, ama Osman Yıldırım a gitmek tamamen 9 ay sonra gerçekleşmiştir. Özellikle 11 Ağır Ceza mahkemesinin kararı beklenmiştir. Burda amaç suçu ortaya çıkarmak değildir, plan ve tertibi nasıl yürütebiliriz düşüncesi ile hareket edilmiştir. Maalesef savcıların yaptıkları her konu her olay bir planın tertibin parçası olarak önümüze çıkmaktadır.

Mahkeme Başkanı :” bir başlıkta bitirin.”

Sanık Kemal Kerinçsiz :” peki efendim, Muhammet Yüce ve Selim Akkurt’a tetikçilik sıfatının verilmesi doğru değildir. Bu kişiler mademki bu örgüt kadar eskidir, bugüne kadar sözde örgüt adına ve amaçları doğrultusunda işledikleri tek bir suçunun olmaması kendilerine verilen tetikçilik sıfatının doğru olmadığını göstermektedir. Yaklaşık beş altı ay boyunca bu kişiler sürekli telefonlaşıyorlar ama emniyet hiçbir önlemini almıyor hatta telefonda konu olan kişilere dahi sizin can güvenliğiniz tehlikede böyle bir olay var denmiyor, nitekim Fehmi Koru ifadeyi vermeye kalktığı 2008 in 5.ayında böyle bir olaydan haberi olduğunu yani ifade sırasında savcının kendisine söylediğini ifade etmiştir. emniyet dahi bu konuşmaları ciddiye almamaktadır. Bu konuşmaların başlangıcı 2007 nin ocak ayından itibaren başlamaktadır. Tek bir idari önlem ve bu kişilerin göz altına alınması olmamıştır, ifadelerine dahi müracaat edilmemiştir.Ama bu saçma sapan konuşmalar maalesef iddianamenin her tarafında adeta örgütün ana suçları olarak gösterilmeye çalışılmıştır ve emniyet genel müdürlüğünün bu örgüt terör örgütüdür açıklamasında da maalesef bu telefon konuşmalarına çok büyük ağırlık verilmiştir, oysa söz konusu telefon konuşmaları hazırlık hareketi mahiyetinde olmadığı gibi ciddiye alınmayacak konuşmalar olduğu sizlerin de burada alınan ifadelerden gördüğünüz bir durumdur. Tamam, değerli başkanım.”

Saatin 16:30 olması karşısında sanığın sorgu ve savunmasının tespitine bu oturuma mahsus olmak üzere son verildi.

Bu arada sabahki oturuma katılmayan tutuklu sanık Muhammet Yüce’nin geldiği, sorgu sırasında geldiği görüldü.

Huzurdaki yerine alındı.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ

Oturuma 14.04.2009 günü saat 9.30 da kaldığı yerden devam edilmek üzere ara verilmesine oy birliği ile karar verildi.13.04.2009




Başkan-20909 Üye-28298 Üye-32346 Katip-116766


Yüklə 356,12 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə