16
İncillerin son kısımlarında yer alan ifadelerde ise mesajın amacı ve hedef
kitlesi açısından bir farklılığın ortaya çıktığı, mesajın insanlara duyurulup iletilmesinden
öte insanların vaftiz edilip dine kazandırılmasının amaçlandığı ve bu doğrultudaki
faaliyetlerin bütün milletleri kapsamına aldığı görülmektedir.
Nitekim Matta İncilinin
son kısmında yer alan ve günümüz misyonerliğini harekete geçiren temel bir referans
olarak kullanılan” ...
gidip bütün milletleri/halkları talebelerim edinîn; onları Baba,
Oğul ve Rûhul Kudüs adıyla vaftiz edin” ifadesi, İsa’nın mesajını İsrailoğullarına
duyurmanın ötesindedir. İsa sonrası dönemde teşekkül eden anlayışın hedef kitle olarak
gördüğü Roma halkları (Gentiler) olmalıdır ve bu mesaj yeni bir cemaatin misyon
anlayışını ve teslîse dayalı teolojik yaklaşımını yansıtmaktadır. Misyonerlik yöntemleri
konusunda da gerek İsa gerekse Pavlus gibi önemli şahsiyetlerin çeşitli söz ve
deyişleriyle tavır ve davranışlarına ilişkin ifadeler kaynak olarak kullanılmaktadır.
40
Hıristiyan misyonerliği çeşitli teolojik anlayış ve yaklaşımları da referans
olarak kullanmaktadır. Meselâ hıristiyan bakış açısına göre
misyonerlik göreviyle bir
kişinin yabancı bir ülkeye veya millete gönderilmesi ilâhî oğul İsa Mesih'in mesihlik
misyonuna iştirak etmektir. Yine hıristiyanlıkta kurtuluş teolojisi bağlamında Tanrı'nın
diğer insanlar arasında zaten hâlihazırda onları İncil mesajına ve kurtuluşa hazırlama
konusunda faaliyette bulunduğu inancı önemli bir dayanak kabul edilir. Buna göre
Rûhul Kudüs, dünya genelinde insanları İsa Mesih'le kurtuluş mesajını almaya
hazırlamakta bunun için uygun ortamlar oluşturmaktadır. Misyonerlik görevini yürüten
kilise ve misyonerler, İsa Mesih'in bütün dünyadan insanları kendi gününe ve
geleceğine hazırlık için bir araya getireceği ümidinî taşımaktadır. Hıristiyan
misyonerlere düşen görev, Rûhul Kudüs tarafından gerekli alt yapıları hazırlanmış olan
bölgelerde uygun insanları tespit edip, birebir ilişkiye girmek suretiyle İncil mesajını
doğrudan onlarla buluşturmaktadır. Hıristiyan geleneğinde Rûhul Kudüs'ün faaliyetiyle
hıristiyan ahlâkına, inanç ve öğretilerine yakın bir tutum ve davranış sergilemeye hazır
olan
bu kimseler, “anonim hıristiyanlar” olarak da adlandırılmaktadır.
41
40
Gündüz, a.g.m
, 30, s. 194
41
K. Rahner, “Christianity and the non-Christian Religions”,
Christianty and Other Religions, (ed. J. Hick-B.
Hebblethwaite), Philedelphia 1980, s. 52-75. (s. 75)
17
Hıristiyan Misyonerliğin Tarihsel Süreci
Hıristiyan misyonerliğinin başlangıcı, hiç şüphesiz İsa’nın dinî tebliğ görevini
almasıyla başlamıştır, ancak bu dönemde yapılan faaliyetin belirsizliği araştırıcılar
tarafından kabul edilmiş, misyon başlangıcı olarak büyük misyoner Pavlus’un kayda
geçen çalışmaları kabul edilmiştir. “Misyoner Pavlus, yaklaşık on beş yıl sürdürdüğü
misyon seyahatleriyle Helenistik İsâ Mesîh'in kurtarıcılığı mesajına dayalı inancını
Anadolu'dan Makedonya ve Yunanistan'a kadar yaymaya çalışmış, buralardaki
cemaatleri organize etmiş ve kendi İsa anlayışına ters düşen İsevi cemaatlere karşı
mücadele etmiştir. Pavlus'un yöntemi, imparatorluğun
büyük şehirlerinden birine
yerleşerek genç yardımcıları vasıtasıyla yörenin daha küçük şehirlerine mesajı
ulaştırmaktır. Burada bir kilise veya hıristiyan cemaati oluşturunca Pavlus, misyon
faaliyetinde bulunacağı başka bir yöreye geçmiştir. Pavlus, ilâhî oğul Rab İsa Mesih
inancını temel alan öğretileri yaymak amacıyla Anadolu, Yunanistan ve Makedonya'ya
yönelik üç önemli misyon seyahati düzenlemiştir.”
42
Pavlus sonrası ilk birkaç yüzyılda hıristiyanlık Roma imparatorluğunda hızlı
bir yayılma süreci yaşamıştır. Miladi III. yüzyıl sonlarında misyonerler aracılığıyla
Suriye, Anadolu, Kuzey Afrika ve Avrupa'nın Akdeniz sahilleri büyük oranda
hıristiyanlaştırılmıştır. Misyonerliğin dönüm noktası, “İmparator Konstantinos
döneminde (306–337) hıristiyanlığın Roma'nın “serbest dinî” (religio licita) haline
gelmesiyle birlikte yaşanmıştır. Roma'nın siyasî ve askerî gücünü arkasına alan
hıristiyan misyonerleri, bir taraftan hıristiyanlığı batı,
kuzey ve güneyde yaymaya
çalışırken, diğer taraftan Roma siyasî iradesiyle âdeta özdeş sayılan hıristiyanlık
yorumunun (Roma kilisesince temsil edilen anlayış) dışında sayılan akımlara ve
kiliselere karşı da mücadele etmişlerdir. Ortaçağ'ın ilerleyen dönemlerinde hıristiyan
misyonerlerinin, faaliyetlerinde özellikle Avrupa'nın tamamının hıristiyanlaştırılması
konusunda yoğunlaştığı görülmektedir. Bunun en önemli sebebi, VII. yüzyıl başlarından
itibaren doğuda hızla yükselen ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika'da yayılan islamdır. Bazı
yazarlarca hıristiyan misyonerliği açısından “karanlık çağ” olarak adlandırılan 500 ile
1000 yılları arasındaki bu dönemde islamın hızla ilerlemesi ve çeşitli hıristiyan
18
halklarını kendi bünyesine alması karşısında kilise destekli misyonerler Avrupa'nın
henüz hıristiyanlaşmamış bölgelerine yönelmişlerdir.”
43
Reformasyon dönemi ve sonrasında Avrupa'da hıristiyanlıkla irtibatlı yeni dinî
yapılanmalarda birçok millî din anlayışı ortaya çıkmıştır. Zira dinî ve siyasî güç olarak
katolisizmin gücün tek elde (kilise) toplanması şeklinde Ortaçağ'dan beri sürdürdüğü
tekelci anlayışın yıkılması üzerine Yeni Ahid'in otorite anlayışı doğrultusunda hıristiyan
dünyasında dünyevî iktidarlarla barışık, hatta onlara bağlı mezhepler oluşmuştur. Bu
çerçevede İngiltere'de Anglikan kilisesi, İskoçya'da Presbiteryenlik, Hollanda'da
Reform kilisesi, Almanya'da ve İskandinav ülkelerinde Lutheran kiliseler ortaya
çıkmıştır. Bu dönemin başlangıcında yeni kilise hareketlerine bağlı misyonerlik
faaliyetlerine
fazla rastlanmaz; çünkü bu kiliseler katolisizme karşı var olma mücadelesi
vermektedir. Ancak sonraları ve özellikle sömürge dönemlerinde bu kiliselere bağlı
misyonerlik teşkilâtları, dünyanın her tarafında Katolik misyonerler yanında faaliyette
bulunmaya başlamışlardır. Özellikle XIX. yüzyıldan itibaren Batı ve Kuzey Avrupa ile
Kuzey Amerika merkezli çeşitli Protestan kiliseleriyle irtibatlı misyoner örgütleri
Ortadoğu, Uzakdoğu ve Asya'da hep ön plana çıkmaya başlamıştır.
44
Ait oldukları ülkelerdeki devlet hâkimiyetini tanıyan Protestan kiliseleri, bu
milletlerin hâkimiyetinin yayılmasını ya da kolonilerde ve sömürge bölgelerinde devlet
42
Şinasi Gündüz,
Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara 2001 s. 53-73;
DİA, 30, s. 194; S. Neill,
A History of
Christian Misyon, London 1990, s. 26-27.
42
Gündüz
, a. g. m. s. 194-95; “Ortaçağ boyunca yürütülen misyonerlik faaliyetlerinde gösterilen başarı da üç etken
önemli rol oynamıştır. Bunlardan birincisi, hıristiyan imparatorlukların ve siyasî yönetimlerin kiliseye ve
misyonerlere sağladığı destektir. Meselâ Charlemagne (IX. yüzyıl) gibi bazı imparatorlar, kuzeye düzenledikleri
seferlerde yöre halklarıyla yaptıkları antlaşmalara yörenin hıristiyanlaşması ve hıristiyan misyonerlere her türlü
kolaylığın sağlanması şartlarını da koymuşlardır. Saksonların hıristiyanlaştırıldığı dönemde yöreyi istilâ eden
hıristiyan yöneticileri yöre halkı için şiddet, baskı ve zorlama içeren bir dizi kural getirmişlerdir. “Hıristiyan olmamış
bir Sakson, halkın arasında kendini gizlemeye çalışır ve vaftizi kabul etmeyi reddederse öldürülecektir” ve
hıristiyanlara karşı paganları gizlemeye çalışan kişi öldürülecektir” gibi kurallar, hıristiyanlığın bu yörelerde nasıl
yayıldığı konusunda ipucu vermektedir. Misyonerler, hıristiyanların hâkim olduğu bölgelerde bazı yerel
yöneticilerin
desteğini ve himayesini de kullanmışlardır. Meselâ XIII ve XIV. yüzyıllarda Moğol yöneticilerinin müslümanlarla
olumsuz ilişkilerinden de yararlanan Nestûrî ve Fransisken misyonerleri, çeşitli Moğol idarecilerinin desteğiyle
Moğollar arasında misyonerlik faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Misyonerlik faaliyetlerindeki başarının arkasında
bulunan ikinci etken misyon bölgelerinde geliştirilen manastır yaşantısıdır. Bu manastırlarla yöreye yerleşen keşişler
hem yöreyi tanıyıp dil, gelenek ve kültür açısından yöre halklarıyla kaynaşma, hem de misyonerlik faaliyetlerini
yürütme açısından manastırları birer üs olarak kullanmışlardır. Yöre halkının dilini öğrenip onların hayat şartlarına
ayak uydurmaya çalışan keşiş misyonerler, böylece halkla kısa zamanda kaynaşmayı ve kendilerini onlara kabul
ettirmeyi amaçlamışlardır. Ayrıca
keşişler başta eğitim, tarım ve hayvancılık olmak üzere yaptıkları faaliyetlerle
kırsal alanda henüz uygarlık girmemiş bölgelerde kültürel yönden kendilerinden geride olan yöre halkı üzerinde etkili
olmaya çalışmışlar, uygar ve gelişmiş olmakla hıristiyan olmanın aynı şey olduğu mesajını vermeye gayret
etmişlerdir. Ortaçağ'daki misyonerlik faaliyetlerinde etkili olan üçüncü husus şehitlik anlayışıdır. Misyon
bölgelerinde bazı misyonerler bu anlayışla hayatlarını kaybetmişlerdir.”
44
S. Neill,
A History of Christian Misyon, London 1990, s. 27.