lıkla işine bakar. Araçlara ilişkin bir sinizm değildir bu; araç
ların amaca nisbetle uygunsuzluğuna, yetersizliğine takmaz;
amaçlara ilişkin bir sinizmdir, uzak/nihâî amacın uzaklığından
ötürü morali bozulmaz, bu anlamda ‘amaçsızca’, önündeki so
mut ihtiyaçlara ve onların icaplarına bakar. Sloterdijk’in dava
sı, bu geleneğin canlandırılması, yitirilmiş küstahlığın yeniden
keşfidir zaten! Diğer tarafta ise, onun “Efendinin sinizmi” ola
rak tanımladığı tutum vardır. ‘Aşırı’ nesnelci bir tutumdur bu.
Eleştirel akla sahiptir - ama neticede itaatkâr olmak kaydıy-
la. (Bu, hâkim gücün, eleştiriyi/muhalefeti neticede itaatkâr ol
ması kaydıyla hoşgören tutumundaki sinizmle örtüşür.) Şizo-
id bir haldir sinizmin bu tarzı. Steril bir kaba dönüşmüş “kim
liğini” korumak için kasılır ve ahlâkçılığa savrulur. Dekadanlı
ğa yatkın bir karamsarlık üretir. Sloterdijk, bu iki tarzı ayrıştır
mak için terimsel bir ayrıma da gider: ilkini, Diyojenik ve sa
tirik gelenekteki otantik adıyla kinizm olarak, İkincisini ise si
nizm
olarak adlandırır.
Sloterdijk’e göre, sinizm meselesi, Eleştirel Teori’nin (Frank
furt Okulu’nun) ciddi bir zaafı ve Marksizmin de bir sorunu
dur. Marksizmin sistem eleştirisinde, sinizme yatkın -hatta ona
kalırsa buna yazgılı- bir ironi görür. Marksizmin, teorinin öz
gürleştirici cephesiyle ‘şeyleştirici’ cephesi arasındaki gerilim
den beslenmiş olduğu kanısındadır. ‘Aşırı’ nesnelcilik, “anar
şistçe” ve “varoluşçu” etmenleri boğduğu oranda, Marksizm de
‘kötü’ sinizme meyyal hale gelmektedir ona göre.
Yine Eleştirel Teori’nin içinden benzer bir eleştiriyi geliştiren
Diedrich Diederichsen,3 Adorno’nun Horkheimer’e yazdığı bir
mektubu zikrediyor. Şöyle yazıyor Adorno: “... neredeyse, bir
makalenin, bir düşünceden ziyade bir jesti temsil ettiğini söy
leyebiliriz. Tıpkı, ıssız bir adada terkedilmiş vaziyette, sesleni-
lemeyecek kadar uzaklaşmış olan gemiye çaresizce mendil sal
lar gibi. Bizim işlerimiz giderek böyle kavramlardan müteşekkil
jestler olmak zorunda kalacak ve ananevi teorilere giderek da
ha az benzeyecek.” Diederichsen, politik karşıtıyla tartışmanın
ya da müşterek bir zeminde mücadele etmenin yerini, jest(ler)
3
“Adomos Tuch”, Jungle World 52/2001, 19-26 Aralık.
aracılığıyla kendini ve farkını/ayrılığını beyan etmenin aldığı
bir tavır tesbit ediyor burada. Ve sinik nonkonformizm [uyum
sağlamayı reddetme] stratejileri olarak orta parmağıyla “siktir
çekmenin” ve “cool olma”mn kökünü de burada görüyor!
12 Eylül, sol ve sinizm
12 Eylül sonrası sola yayılan sinizmden bahsederken, Sloter-
dijk’in sinizmi kavramlaştırmasından yararlanarak düşünüyo
rum (onun kuramsal çerçevesini tastamam benimsemek, ayrı
iş).4 ‘Kurumlaşmış 12 Eylül’-sonrasmda solun psiko-düşünsel
evrenine, Sloterdijk’in kavramsal dağarına başvurursak: “pis”-
gerçekçi, aklettiğinin icabını yapamayan, bunun mutsuzluğu
nu bir tür alaycılıkla telâfi eden, karamsar, dekadanlığa yatkın
türden bir sinizm hâkimdir.
Sol -veya sola a çık - entelijansiyada, toplumsal eleştiriyi ve
analizi sanki aslen mesafe koymak, dışında durmak, kendini
ayırmak ve kendini antmak için kullanmak, yaygın edâ olarak
gösteriyor kendini. Eleştiriyi, analizi ‘üçüncü şahıslara’ iletme,
bunun ilişkisini kurma, dilini bulma arayışları mahdut. Böyle
bir çabayla ilgili şevk pek düşük, daha önemlisi, olabilirlik duy
gusu sanki yitik. Mağlup bir dildir bu. Biteviye teşhir ederken,
hayret hassasını yitirmiştir. Hayret hassasına bağlı olarak, öfke
duyma hassasını da...5
“Duruş” sözünün çok muteber olması da belki bununla ilin
tili... Apolitikliğin zıddına, tutarlı bir tavn, bir angajmanı ifade
4
Yasin Aktay ve Ertan Ûzensel de, İsmet Ûzel’in heroik, komplocu ve ‘peygam-
berâne’ (sonuncusu onlann deyimi değil) söylemini, “siyasî kinizm” kavramı
na başvurarak tahlil etmişlerdi (bkz. “İsmet Özel: Dostlann eşiğindeki diaspora”,
Modem Türkiye’de Siyasî Düşünce - cilt 6: Islâmcılık,
ed. Yasin Aktay, s. 782-798).
5
“Ünce çığlık vardı. Feryat ediyoruz.
Okuma ve yazma eylemleri, bize önce sözün değil çığlığın varolduğunu ko
laylıkla unutturabiliyor. Kapitalizmin sonunda kötürüm ettiği insan yaşamıyla
karşı karşıya kalan keder çığlığını, öfke çığlığını, red çığlığını: HAYIR.
Kuramsal düşüncenin çıkış noktası muhalefet, reddediş ve mücadeledir.
Düşünce, aklı selim bir tavırdan veya 'düşünürün’ beylik imajı olan varoluşun-
gizemlerine-kusur-bulan-makul-duruştan değil, hiddetten doğmuştur.” (John
Holloway, İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, çev. Pelin Siral, İletişim Ya
yınlan, İstanbul 2003, s. 11)
etmek üzere “bir duruşa sahip olmak”tan söz ediliyor ya... Ka
sıt o olmasa bile, pîrüpak durmayı yücelten bir çağrışım da yok
mu bunda? Düşüncenin ve tavrın bir konu üzerinden, somut
bir meseleye değgin değil de öznelliğin ‘muhafazası’ ve ifade
si üzerinden kurulduğu bir durumdur bu. Özne-lik kapasitesi
ni değil, öznelliğin kozasını güçlendirir. Buna ilerde döneceğiz.
Bu vasatta; siyasal sorunlarla ilgili önermeler, şayet hamâ-
setle idare etmiyorsa, (M arx’m, Alman sosyaldemokrasisinin
Gotha Programına eleştirisini bitiriş sözleriyle:) “söyledim ve
ruhumu kurtardım” edasını taşımaktadır - sinik bir edadır bu.
Yerleşik reel politikanın ikilem li seçeneklerine karşı nazarî
‘üçüncü yol’lara işaret ediliyor, ama bu esas olarak salt kendi
ni ayırmak için yapılıyordur; ‘üçüncü yol’u ortaya atmak, fii
len bir imtina etm e tercihini ifade ediyordur. Kuşkusuz, stra
tejik aklın o kıyıcı ‘bitaraf olan bertaraf olur’ şiarım yüceltiyor
değiliz. Sosyalizm, evet, verili kutuplaşmalara, ikilemlere sıkış
maz, eski tabirle “platformu reddeder” - ve evet, bazen bizzat
“katılmamanın”, dışında durmanın, -şayet bir Yeni’ye açılıyor,
bir başlangıç teşkil ediyorsa-, inşâ edici bir işlevi de vardır. Fa
kat bu, neredeyse ilkeselleştirilmiş bir imtina etme tavrının po
litik verimine güvence oluşturmaz! Somut durumlarla ilgili ve
somut özneleri ilgilendiren güncel/âcil politik sorunlar bağla
mında, o durumlara ve öznelere değmeyen ‘platformu reddet
me’ tercihleri, apolitizm anlamına gelir.
‘Üçüncü yol’ tercihinin, halihazırdaki somut sorunla ilgili so
mut bir politik hareket tarzının seçeneği olarak ‘işlenmesi’ ba-
şarılamadığında, ya da bu zaten denenmediğinde, olan budur:
üçüncü yol, yeni bir ufka değil, konformizme götürür o zaman.
ÖDP’nin 28 Şubat sürecindeki tutumu, bunun bir örneği ola
rak tartışılabilir. “Ne darbe, ne şeriat” sloganında ifadesini bu
lan üçüncü yolculuk, bilfiil bir çeşit askerî darbe olan ve ikti
darın rıza üretim mekanizmasında önemli bir rektifikasyonu
gerçekleştiren (bu bakımdan 12 Eylül’ün de bir rektifikasyo
nu olan) 28 Şubat süreci karşısında ihtiyatlı -hatta kimi yerler
de hayırhâh- bir yansızlık olarak tecelli ediyorsa, bu sinizmdir.
2004 yazında B irikim ’de Ahmet Çakmak’ın ÖDP’ye Kıbrıs
Dostları ilə paylaş: |