Tanıl Bora Sol, Sinizm, Pragmatizm



Yüklə 355,86 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə54/71
tarix06.02.2018
ölçüsü355,86 Kb.
#26294
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   71

Defter
 asıl olarak,  dünyaya  farklı bilgi ve  deneyim  alanların­
dan bakıldığında ne görülebileceğini sınamak için kurulmuş­
tu.  Çoğul perspektifler kullanarak bakıldığında belki  dünya­
nın kendini daha fazla eleverebileceği düşünülmüştü. Böylece 
edebiyatın, sanatlann felsefeye, siyasal alana doğru, politik an­
gajmanın ise edebiyata, sanata doğru hareket etmelerine vesile 
olabilecek bir odak yaratabilirdi.  (Nitekim dünyadaki pek çok 
teori dergisi ‘90’lar boyunca,  daha önce izlediği  tarzı  terkede- 
rek bu formülasyona yakın bir eğilim içine girdi.)
Evet,  ‘8 0 ’ler, Jürgen  Habermas’ın  terimiyle yaşam -dü n yaları 
arasındaki ayrışmanın hızlandığı bir dönemdi. İnsan etkinlikle­
ri, ahenkli, bütünlük algısını berkiten, yumuşak geçişli olmak­
tan  bir  aşama  daha  uzaklaşmaktaydı.  Günlük  “ajandaların”, 
biyografik  düzenlerin  bölük-pörçükleşmesi,  topyekûn  kişilik 
formasyonlarının  “kimlik  temsillerine”  bölünmesi,  insanların 
kendilerini  özne  addedebilme  yetilerini  veya  alışkanlıklarını 
zorlamaktaydı.  Hâlâ da yürürlükteki bir süreç bu; ama  1980’le- 
rin ortalarında yeni hızlanmaya başlamıştı.
Bu  zamanda,  entelektüel  ilginin,  iki  uç  arasında  savruldu­
ğu  söylenebilir.  Bir  uçta,  yaşam  kadar  hızlı -yoksa  ondan  da 
mı hızlı?- bölünen bilginin uzmanlık çağrısı vardır.  Entelektü­
eller için,  bir yandan  bilgi  sevgisinin,  ayrıntının  ayartısı;  diğer 
yandan bilgiyle ilişkinin araçsallaşması, akademik veya meslek! 
jargonlar içinde boğulması...  Diğer uçta ise,  tüketim ve medya­
nın  merkezine  oturduğu  bu  “hızlı  hayat”  içinde  hiçbir  zaman 
olmadığı  kadar  “zenginleşen”  aktüalitenin  sonsuz  söz,  imge, 
“konu”  iştahı vardır.  Entelektüeller için, bir yandan  “gündeme 
müdahale  etme”  fırsatlarının  çoğaldığı  sanısının  güçlenmesi; 
diğer yandan  “profesyonel” bir levazımatçıya dönüşme riski...
Yaşam-dünyalarmm ayrışmasının, entelektüel ilgiye nâzır iş- 
bölümündeki incelmenin,  medyanın  dolaşıma soktuğu  malze­
menin  çoğalmasının  ve  dolaşım  hızının  artmasının  başka  bir 
etkisi:  “Genel  kültür”ün,  “ortalama  aydın”ın,  yan-aydın’m va­
satının değişmesi... Üniversite tahsili görmüş, günlük gazete ve


ayda bir kitap  okuyan vatandaşın bilgi ve  ilgi  dünyasının,  kes­
tirilebilir,  ‘darası  alınabilir’  olmaktan,  asgari  müştereklerden 
uzaklaşması...
(Pek üstünde durulmayan, devâsâ  önemde bir etkene paran­
tez  açarak  değinelim:  Sımfsal-toplumsal  ayrımların  derinleş­
mesi ve yoksullaşma, alt sınıflan, hiçbir zaman olmadığı kadar 
kitap ve okuma menzilinin dışına itmektedir.  Bu, asıl, ‘90’larda 
ve  “2000’li yıllarda” belirginleşen bir etken.)
Defter
'in görev tanımında, entelektüel ilgiler için, konformist 
olmayan  bir  “zamanın  icabını  yerine  getirme”  hedefi  saklıy­
dı.  Algı  ve  söz  düzlemlerindeki  parçalanmanın,  teferruata  da­
ğılmanın zorluklarını, bir bütün/genel inşâ ve  iddia ederek de­
ğil teferruat içinde gezerek altetmek... Dünya bilgilerine açık ve 
onların  gitgide  ayrışan  içerik ve  formatları  arasında  gidip  gel­
mek,  dil  evrenleri  arasında  tercüme  yapmaya  çalışmak...  Aka­
demik alandaki,  sosyal bilimler arası  kompartmanlaşmayı yık­
maya dönük disiplinlerarasılık eğiliminin, beşerî bilimler ya da 
-başka  bir  referansla-  tinbilimleri  bütünselliğini  yeniden  inşâ 
etme arayışının bir yansıması ve belki daha  fazlası...  Bu darlık­
lardan çıkarak, yeni ufuklara açılmak, yeni düşünsel ve politik 
hareketlere nefes,  ilham vermek.
Düşünsel uyanışıyla övündüğü  1960’lı ve  1970’li yıllarda, re- 
el politikanın,  (hayat-memat meseleleriyle doğrudan bağlantılı 
olduğunu  yadsıyamayacağımız)  bir  stratejik  düşüncenin  mar­
kajından  kurtulamayan  sol  düşünce  açısından,  Defter1 in  görev 
tanımının  özel  imâları  görülebilir.  Reel-politik  kârı  olmayan 
entelektüel  ilgiyi  beyhûde  gören  bir  gelenekten  söz  edilebilir, 
solla  ilgili.  Yanısıra,  edebiyatı/sanatı  ve  entelektüel  ilgiyi,  ika- 
me-dil  gibi  kullanan  bir  gelenekten.  12  Eylül  askerî  rejiminin 
baskısı altında da edebiyata bir ikame-dil gibi sığınılmamış, ne­
redeyse  edebiyat  bizzat bir  metafora  dönüşmemiş  miydi?  Def­
ter
, bilimler-sanatlar ilişkisini,  araçsal  olmayan,  idareten  teğel- 
lenmemiş, içselleşmiş bir ilişkiye dönüştürmeyi, aynı bilme de­
neyimi içinde kaynaştırmayı istedi.
Kâmil insanı,  “iyi vatandaş/iyi insanı” yaratma peşindeki hü­
manist Aydınlanma  idealinin yol  izi  midir  bu?  Yoksa  entelek­


tüel  ilgiyi  eklemsizleştiren  “zamanın ruhu”yla,  onun ‘silâhları­
nı’ kullanarak başetme yolu mu? Yollar buluşuyor da olabilir...
2
Ama bu söyleneni reklam mottosu gibi formüle edilmiş bir şey 
olarak,  bir  söylem  olarak  değil,  kelimesi  kelimesine,  kastedil­
miş bir şey olarak duymak lâzım.
Boşuna değil bu uyarı, bu tek kaşı kalkık cümle.  Çünkü yazan- 
çizen-tasarlayan zümrede,  o  söylenenleri  (hatırlayalım:  “edebi­
yatın,  sanatların felsefeye,  siyasal  alana doğru,  politik  angajm a­
nın  ise  edebiyata,  sanata  doğru  hareket  etm elerine vesile olabile­
cek...”)
  tam  da  reklam  mottosu  gibi  alan bir  usûl  revaç  buldu, 
son on-onbeş yılda: Sözün, imgenin bir sit-com unsuru ya da iş­
te  reklam  esprisi  gibi  eklemsizleşmesi,  bağlamsızlaşmasıyla... 
Entelektüel  ilginin,  bir süsleme  sanatına  dönüşmesiyle...  Ede­
biyatın/sinemanın bir  metafor  ve  epigram  deposu  olarak yağ- 
malanışıyla...  Psikanaliz kuramının bir şıklık unsuru olarak, ya 
da kavram ve  ilintilerin yük katarı gibi birbirine bağlandığı bir 
otomatizmle kullanışıyla...1
‘Çıkışı’ itibarıyla objektiflik ve analitik mesafe kaygısına bağlı 
olan  katı bilimsel  makale  formatı,  global  akademik işletmenin 
kurumlaşması eğilimine bağlı  olarak,  adaptasyon ve  imitasyon 
ağırlıklı  üretimiyle  zırhını  örmekte,  bir yandan.  Ama  öte  yan­
dan,  disiplinleraşırı  düşünüp  yazmaya  elverişliliğiyle  bu  zırhı 
delmek  için başvurulan  denemenin,  deneme  üslûbunun  ken­
disi  de  bir  zırh  oluşturmadı  mı  giderek?2  Tartışmayı,  eleştirel

Orhan Koçak’m deyişiyle:  “Psikanalitik literatürde durdurulması imkânsız bir 
trenin vagonları  gibi  birbirini  izleyen  kavramsal  aletler,  çoğu  zaman  araştır­
macıyı  düşünme  yükümlülüğünden  kurtarmak  için devreye sokulur gibidir.” 
(“İlişmeyelim”, Defter, Sayı 40, s.  161.)

Nurdan  Gürbilek,  De/fer’deki yazılarından  derlenen  ilk  kitabı  Vitrinde  Yaşa­
m ak
  (Metis,  1992)  için yazdığı  Giriş’te,  “1980’lerin  kültürel  ikliminde  dene­
me”  ile  ilgili  şunu  söylemişti:  “...deneme  türü,  görünen  tevazusunun  ardın­
da her zaman bir kibri korudu: Hayatı kavramlarla yeniden düzenleyebileceği- 
ne  inanıyordu.  Geçmiş zaman kipinde  konuşuyor olmamın  nedeni şu:  Dene­
me  de, yazarını hayat karşısında bağımsız, cüretkâr,  bilge  kılan koşullan çok­
tan kaybetti.  Bugünün denemecilerini öncekilerden ayıran da bu: Hayat karşı­


Yüklə 355,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə