Tarihin Zaferinden,Günümüzün Meşalesine Türk Ordusu



Yüklə 234,25 Kb.
səhifə4/4
tarix25.06.2018
ölçüsü234,25 Kb.
#51150
1   2   3   4

AKINCILAR

Akıncılar, düşman memleketlerine ani baskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari gruplarına verilen isimdi. Akıncı, “akın yapan” manasında, Osmanlı hafif süvari birlikleri için kullanılmıştır.

Akıncıların, düşman arazisini tahrip edip zayıflatmak, ani baskınlarla düşmanı dehşet içinde bırakarak maneviyatını kırmak, keşif hareketleri yapmak, düşmanın pusu kurmasına mani olmak, ganimet ve esir almak, geçitleri, yolları, köprüleri emniyet altında bulundurmak, istihbarat yapmak, düşmanı barışa zorlayıcı askeri harekâtlar yapmak gibi muhtelif vazifeleri vardır.80

Bu görevlerini esasa bağlayan kanunları vardı. Akıncılık, babadan oğula geçerdi ve yalnızca Türklere has askeri bir sınıftı. Osmanlı akıncıları çeşitli bölgelerde bulunup her bir birliğin başında kumandanları vardı. Bin kişinin kumandanına binbaşı, yüz kişinin kumandanına yüzbaşı, on kişinin kumandanına onbaşı denirdi.81 Akıncılar, Avrupa'da korku uyandıran gözü pek savaşçılardı. Akıncılık bir sistem hâlini almış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa fetihlerinde büyük öneme sahip olmuştur.82 Bunlar, şimdiki askeri teşkilattaki komando birliklerine benzetilebilir.

Akıncılar, eski Selçuklu “uç teşkilatının83 yerine kurulmuştur. Akıncı teşkilâtın temeli Osman Bey zamanında Köse Mihal tarafından atılmıştır. Orhan Gazi zamanında daimi piyade ve süvari birliklerinin kuruluşuna kadar askerlik hizmetlerini akıncılar yapmıştı. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurumlaşması Gazi Evrenos Bey tarafından yapılmıştır.84 Sultan 1. Murad devrinde Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasından sonra akıncılar, sınır boylarına kaydırılmıştır.

Akıncılar harp zamanında keşif kolu hizmetini görürlerdi. Düşman arazisini dolaşıp, orduya yol açarlar ve kurulması muhtemel pusuları ani ve süratli hareketleri ile bozarlardı. Bundan başka ordunun yolu üzerindeki hububatı muhafaza, yerli halktan aldıkları esirler vasıtasıyla düşman hakkında haber toplamak ve köprü, geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da esas vazifeleri arasındaydı. Akıncılar genellikle asıl ordudan bir kaç günlük mesafede önden giderler ve yukarıda yazılan vazifeleri yerine getirirlerdi. Bindikleri atlar da, akıncıların bu hızlı hayatlarına uygun, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi. Sefere çıkarlarken yedekte 4-5 at götürürler ve yorulan atlarını konak yerlerinde bırakırlar, dönüşte bıraktıkları atlara ganimetlerini yüklerlerdi.

Kılıç, kalkan, ok, yay, mızrak, gürz, pala ve zırh gibi teçhizatlarını mensubu oldukları kumandan vasıtasıyla yaşadıkları bölgelerden veya akınlardan elde ediyorlardı. Ayrıca savaşılan ülkeye yardım gönderebilecek ülkelere akınlar düzenleyerek meşgul etmek; meydan savaşlarında gerekiyorsa muharebeye katılmak; savaşılan ülkenin geçit, kule ve garnizonlarının bağlantılarını tutmak gibi önemli görevleri vardı.85

Yeni fethettikleri yerlere sultan karışmazdı, bu onlara büyük bir nüfuz kazandırıyordu. Buna karşın Osmanlılarda akıncılar, tüm faaliyetlerini padişah namına yapıyordu. Padişah, fetih olunan yerlerde onlara dirlikler tahsis edebiliyor, akıncı beylerine bazı hallerde bu dirlikleri, “mâlikâne”ye dönüştürme86 izni veriyordu. Selçuklular devrinde olan “kılıç hakkına” Osmanlılar sınırlama getirmişti. Bu sınır, her şeyin padişah adına yapılıyor olmasıydı.87

Padişahlar, Osmanlı devlet merkezini sürekli, uçlara yakın şehirlere taşıyorlardı. Edirne, Rumeli fetihlerinin merkeziydi. Akıncı beylerinin başlarına toplanan binlerce akıncıyı, Anadolu’dan gelen Türk yiğitleri oluşturuyordu. Bunlar, akıncı beyinin veya padişahın yaptığı fetihlerle ele geçirilen yeni arazilerde tımarlı sipahi oluyor, onların yerine de yeni gönüllüler geçiyordu. Hudutlarda akıncı beylerinin emrinde hem kadrolu akıncılar hem de sıra bekleyenleri vardı.88

Akıncıların teşkilât yapıları çok dinamikti ve kurumsal yapıları akıncı kanunuyla tesis edilmişti. Daimi ordu birliklerine mensup değillerdi, belli bir maaş ve kışlaları yoktu, vergiden muaftılar, bazılarının tımarları vardı.89

Akıncılar, merkezi bir tarzda idare olunmayıp, serhat boylarında ocaklar halinde teşkilatlanırlardı. Her bölgenin kumandanı ayrıydı ve akıncılar mensubu oldukları kumandanların sülale isimleriyle anılırlardı.90 Bunların en meşhurları Malkoçoğlu akıncıları, Turhanlı akıncıları, Mihalli akıncılarıydı.

Bunların bulundukları yerlerde şöyleydi: Malkoçoğlu Silistre’de; Turhanlı Mora’da; Mihalli ise Sofya ve Semendre bölgelerindeydi. Osmanlı Devletinde ilk akıncı beyi Evranos Beydir. Saydığımız akıncı aileleri ise daha sonraki akınlarda meşhur olmuşlardır. Bu akıncı aileleri faaliyet gösterdikleri bölgelerde pek çok vakıf eser inşa ederek bir kısmı günümüze kadar gelen tarihi ve kültürel miraslar bırakmışlardır.

Akıncıların devlet tarafından isimleri, eşkâlleri ve içlerinde tımara sahip olanların listeleri havi defterlere 91yazılarak tutulurdu. Defterler iki nüsha olarak tanzim edilir; biri merkezdeki Defterhane’de diğeri ise akıncıların bulundukları eyalet veya sancak kadılıklarında muhafaza edilir, bu yolla herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akını müteakip, şehit ve malul olanların yerine çevik, iyi süvari ve kuvvetli gençler akıncı kaydedilirlerdi. Akıncı kanunu üzerine, öncelikle babası akıncı olanlar tercih edilirdi. Ayrıca akıncı kaydedilenlerin kefil göstermeleri mecburiydi.

Akıncılara tahsis edilen belirli bir maaş yoktu; elde ettikleri ganimetin 1/5’ini Pençik resmi olarak verdikten sonra, kalanla geçimlerini temin ederlerdi. Bazılarının ise tımarları vardı. Sefere çıkarlarken düşman hududuna kadar yetecek yiyecek verilir, daha sonrasını kılıçlarıyla temin ederlerdi. Akıncılar arasında “Tımarlı” ve “Tavcılar” grubu bulunurdu ki, bunlar kıdemli ve seferde yararlılık gösteren kimselerdi. Tavcılar aynı zamanda kazalarda çerilerin başıydılar. Sefer emri bunlara gelir; bu kişiler de emri altında olanları toplayıp akına katılırlardı.

Osmanlı Devletindeki akıncıların sayısı kat’i olarak ortaya konulmamakla beraber, Birinci Kosova Savaşında akıncı mevcudunun 20.000 olduğu kayıtlıdır. 1559’daki bir yoklamaya göre ise, Turhanlı akıncılarının sayısı 7000 civarında görülüyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın Budin ve Avusturya seferlerinde Mihalli akıncılarının sayısı devrin tarih kitaplarına 50.000 olarak geçmiştir.

Akıncı Ocağının Hazin Sonu:

Osmanlıların Eflak eyaletinin voyvodası Mihail Viteazul 1590’lı yıllarda isyan etti. Bu isyanın bastırılmasına Sultan 3. Mehmed, hükümdar olduktan sonra, o sırada Belgrad’da kışlayan Sadrazam Koca Sinan Paşa’yı azledip yerine tayin ettiği Sadrazam Ferhat Paşa’yı, görevlendirdi. Osmanlı vezirlerinin kendi aralarındaki siyasî çekişmeleri, Avusturya cephesindeki sorunların çözümü ile Eflak voyvodası Mihail isyanının bastırılması meselesini uzattı. Nihayet, 18 Temmuz 1595 tarihinde Sadrazam Koca Sinan Paşa, 100.000 kişilik bir orduyla Eflak voyvodası Mihail’in üzerine yürüdü. Osmanlı Ordusu’nun karşısında tutunamayacağını anlayan Mihail, savaşı göze alamayarak sürekli geri çekilip Osmanlı ordusunu bataklıklara çekmeye çalıştı. Bunun üzerine Sadrazam Sinan Paşa, Mihail’e bir ders verdiğini düşünüp daha fazla ilerlemeyerek, Bükreş’in güvenliği için Satırcı Mehmed Paşa’yı 2.000 askerle bırakarak geri çekilmeye başladı. Osmanlı Ordusu’nun harekâtını günü gününe takip eden Voyvoda Mihail, Sinan Paşa Targovişte şehrinden ayrılır ayrılmaz Eflâk’a girdi. Bundan sonra da, Osmanlı Ordusu’nu bir günlük mesafeden takip etmeye başladı.

19 Ekim 1595 tarihinde Targovişte’yi ele geçirerek, şehri savunan 3500 Osmanlı askerini çeşitli işkencelerle katlettirdi. Bu sırada Osmanlı Ordusu, Tuna’nın kuzey kıyısına ulaşmış Yergöğü Kalesine gelmişti. Yergöğü’nün karşısında, Tuna’nın öbür kıyısındaki Rusçuk’a geçecekti. Önce Sadrazam Sinan Paşa ve maiyeti Tuna’yı geçerek Rusçuk’a ulaştı. Osmanlı Ordusu ve ağırlıkların karşıya geçmesi üç gün sürecekti.92 Ordunun arka güvenliğini akıncılar sağlıyordu. Akıncılar geçtikten sonra Yergöğü Köprüsü yıkılacaktı.

Bu sefer sırasında Osmanlı Ordusu, bilhassa akıncılar, çok ganimet elde etmişti. Koca Sinan Paşa, bu ganimetten beşte bir devlet payını almak için köprübaşlarına tahsildarlar koydu. Tahsildarların devlet payını almaları sebebiyle köprüde sıra bekleyenlerle birikme yaşanarak geçiş süresi uzadı.93

Sinan Paşa, âsi voyvoda Mihail’in 70.000 kişilik bir ordu ile yaklaşmakta olduğu bilgisiyle, tahsildarların köprüdeki geçişi yavaşlattığı, tahsildarların hazinenin paylarını geçişten sonra alması, ordunun Tuna’nın iki yakasında ikiye ayrılmasının çok tehlikeli olduğu uyarılarını dinlemedi. Voyvoda Mihail, Osmanlı Ordusu köprüden geçinceye kadar, bir harekette bulunmadı. Akıncılar hariç, ordunun geçişi tamamlandıktan sonra köprüye ateş açtırdı. Düşman toplarının sesi duyulunca Sinan Paşa ganimet toplamaktan vazgeçtiğini bildirdi.94 Ancak bu emir çok geç verilmişti. Bir kaç isabet alan tahta köprü çöktü, binlerce akıncı Tuna nehrinin soğuk sularında boğuldu.95 Henüz köprüden geçemeyen birkaç bin akıncı da düşman kılıçları altında can verdi. Yergöğü Köprüsü hâdisesinden sonra akıncılar, bir daha toparlanamadı ve zamanla silinip gittiler.

Dönemin tarihçileri Yergöğü Köprüsü faciasının yegâne sorumlusunun Koca Sinan Paşa olduğunu yazmaktadırlar. Ordu, paşa aleyhinde bazı nümayişler yaptıysa da değişen bir şey olmadı. Sinan Paşa, 8 Kasım 1595’te Rusçuk’tan ayrıldı. Rusçuk-İstanbul yolundayken sadaretten azledildi.96

17. asrın ortalarında sayıları 2 ile 3 binlere düştü. Bundan sonra Osmanlı Devleti akıncıların üstlendiği sorumlulukları, hudut kalelerine yerleştirdikleri serhad kulu denilen askerler ile Kırım Tatarlarına yüklenmiştir.

KAYNAKÇA
AÇBA Sait; Osmanlı Devleti’nin Dış Borçlanması, Vadi Yayınları, Ankara, 2005.

AGACAANOV Sergey Grigoreviç; Oğuzlar, Çev. Ekber Necef ve Ahmet Annaberdiyev, Selenge Yayınları, İstanbul 2013.

AGOSTON Gabor; “Barut, Top ve Tüfek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Askeri Gücü ve Silah Sanayisi”, Çev. Tanju Akad, Kitap Yayınları, İstanbul, 2006.

AKDAG Mustafa; "Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş Devrinde Esas Düzen", Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3 İstanbul, 1967.



AKDAĞ Mustafa; “Yeniçeri Ocak Nizamının Bozuluşu” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt:5 Sayı:3 Ankara, 1947.

AKDAĞ Mustafa; Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453), Cilt:1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1979.

AKGÜNDÜZ Ahmet; Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, Cilt: 1, Fey Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.

AKYÜZ Faruk; Türk Eğitim Tarihi M.Ö. 1000 - M.S. 2012, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2012.

Ankara, 1978.

ARI Tayyar; Uluslararası İlişkilere Giriş, MKM Yayınları, Bursa, 2010.



ARİF Mehmed; “Humbaracıbaşı Ahmed Paşa” Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, Cilt: 3 Sayı: 18 İstanbul, 1913.

ARTAMONOV Mihail I.; Hazar Tarihi: Türkler, Yahudiler, Ruslar, Çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul, 2004.

ASKERİ Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi (ATASE) Arşivi, Ankara

AŞIRLI Akif ve Bingür Sönmez, Sarıkamış-Kafkas Cephesi Esirlerinin Dramı, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2013.

AYSAN E. ve Orhon, N. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Osmanlı - İran Savaşı, Çaldıran Meydan Muharebesi (1514) Genelkurmay Basımevi, Ankara,1979.

AYVERDİ Samiha; Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Kubbealtı Yayıncılık, 1999.

BALTACI Cahit; XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İrfan Matbaası, İstanbul, 1976.



BARBARO Josaphat; Anadolu'ya ve İran'a Seyahat, Yeditepe Yayınları, Çev. Tufan Gündüz, İstanbul, 2009.

BATMAZ Eftal Şükrü; “Osmanlı Devletinde Kale Teşkilatına Genel Bir Bakış” Ankara Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi (OTAM) Dergisi, Ankara, 1996.

BELDICEEANU Nicoara; XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti'nde Tımar, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara, 1985.



BEYDİLLİ Kemal; Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane, Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi: 1776-1826, İstanbul, 1995.

BOLAT Ünal; “Kutuptaki Türk Şehitleri”, Türkiye Gazetesi, 11 Şubat 2012.

BÜYÜK Osmanlı Tarihi; 6. Cilt, Çev. Vecdi Bürün, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1992.

CAVİD Ahmed; Hadika-i Vekayi , Çev. Adnan Baycar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998.

Cepheden Mektuplar, Osmanlı Devleti’nin 700’üncü Kuruluş Yıldönümü, Milli Savunma Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999.



CİN Halil; Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009.

ÇAKIN Naci; Türk Zaferleri, Selçuklular Döneminde Anadolu’ya Yapılan Akınlar (1049 Pasinler, 1071 Malazgirt Zaferleri), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1981.



ÇETİN Birol; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askerî Teknolojilerin Takibi (1700-1900), Cilt:13 Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.

ÇETİN Birol; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Askerî Teknolojilerin Takibi (1700-1900), Cilt:13 Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002. s. 819.

DAĞDELEN Lütfi; Askerî Tıbbiye Tarihçesi, İstanbul, 1974.

DENİZ Kuvvetleri Dergisi, Dz.K.K.lığı Per.Bşk.lığı Yayınları, Ankara, 2014.



DOĞRU Halime; Osmanlı İmparatorluğu'nda Yaya-Müsellem-Taycı Teşkilatı, Eren Yayınları, İstanbul, 1990.

EGEMEN R. ve AYTEPE, H. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan Fatih’in Cülusuna Kadar Olan Devre (1299 – 1451), Cilt 3, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1977.

EMECEN Feridun M.; "Sosyal Tarih Kaynağı Olarak Osmanlı Tahrir Defterleri", Tarih ve Sosyoloji Semineri 28-29 Mayıs 1990, Bildiriler, İstanbul, 1990.


1  Alphonse Marie Louise Prat de Lamartine (1790 - 1869), Fransız yazar, şair ve politikacı. Çeşitli tarih kitapları da yazan “Lamartine'in Jirondenlerin” Tarihi adlı yapıtı Fransa’daki 1848 ihtilalinin düşünce zeminini oluşturan eserlerdendir. İhtilalden sonra ülke yönetiminde önemli görev almış; Dışişleri Bakanlığı’nı üstlenmiş bir siyasetçidir. Bir “Türk dostu” olarak bilinen yazardır. Türk tarihi ve Türkiye izlenimlerini Doğuya Seyahat, Doğuya Yeni Seyahat  ve  Türkiye Tarihi adlı eserlerinde yazmıştır. Bkz: http://www.assemblee- nationale.fr/histoire/lamartine-peine-de- mort-1838.asp Erişim tarihi 15.02.2016

2 Hüseyin Işık, “Türk Askerinin Nitelikleri”, Askerî Tarih Bülteni Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1997. s. 156.

3 Necati Ulunay Ucuzsata, “Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi”, Genelkurmay

Basımevi, Ankara, 1986. s.33-36.



4 Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1981. s.214.

5 Türklerin esareti kabul etmeyen mizaçları genetik özellik gibi yüzyıllarca süregelmiştir. Düşman topraklarının topraklarını çiğnemesine anında yumruk kaldırmışlar ve dur demişlerdir. Kadını, çocuğu eline silah alarak savaş meydanına koşarak şehitlik pahasına savaşa katılmışlardır. Bu yüzden de Devlet olarak varlıklarını sürdürebilmiştir. Yakın tarihimizde ülkemizde yaşanan: Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı mücadelesi hepimizce bilinen örneğidir. Milletçe yapılan fedakârlıklar yabancı savaş askerlerinin ve yazarlarının eserlerinde yazarak hayranlıklarını dile getirmişlerdir

6 Lev Nikolayeviç Gumilev, Hunlar, Çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul, 2003. s.379.

7 Arkasında kartal ya da akbaba tüyü olan düz, yivli, çengelli oklar

8 Ayrıca davuldan sesinin çok fazla çıkması sebebiyle, bir haber duyurma aracı olarak da kullanılıyordu. Diğer faydası da askere cenk coşkusu vererek moral ve isteklendirme katmasıydı.

9 Bahaeddin Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. s. 46.

10 Türk ordusu ücretli olmamakla beraber, bir savaşa hızla iştirak edebilmek için bütün erkeklerin hangi komutanın emrinde yer alacağı önceden belirleniyordu. Hazarlarda boy sorumluları devlet ordusuna gerektiğinde, durumlarına göre belirli sayıda süvari göndermekle mükelleftiler.

11 Josaphat Barbaro, Anadolu'ya ve İran'a Seyahat, Yeditepe Yayınları, Çev. Tufan Gündüz, İstanbul, 2009. s.31.

12 Mihail I. Artamonov, Hazar Tarihi: Türkler, Yahudiler, Ruslar, Çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul, 2004. s.514.

13 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Cilt:2, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1971. s.586

14 Arap kaynaklarının haberlerine göre, Hazar kağanının emrinde on iki bin seçme asker bulunup, içlerinden biri öldüğünde yerine başkası atanıyordu. Bkz: Arthur Koestler, Onüçüncü Kabile (Hazar İmparatorluğu ve sonrası), Çev. Belkıs Çorakçı, Say Yayınları, İstanbul, 1984. s.57.

15 Askerler herhangi bir yere girdiklerinde, önlerine çıkan çadırlara veya evlere üstünde kendi işaretleri olan oklarını saplıyordu. Daha önce çakılmış bir okun yanına başkası iliştirmiyorlardı. Savaş bitip, kesin zafer kazanıldıktan sonra asker, oklarının bulunduğu yerleri tutarlardı.

16 Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1981. s.214.

17 Harp sanatını en iyi uygulayan millet daima Türkler olmuştur.

18 Tarihte bilinen ilk yaylım ateşini başlatan Türkler olmuştur.

19 Kaşgarlı Mahmud, Divanı’ndaki şiirlerinde dahi Turan taktiğine işaret etmektedir. Bkz. Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lügat Türk, Cilt:1, Kabalcı Yayınları, Çev. Serap Tuğba Yurtsever, İstanbul, 2007. s. 134.

20 Hamit Zübeyr Koşay, Etnoğrafya Folklor Dil Tarihi: Konularda Makaleler ve İncelemeler, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1974. s.92.

21 Kazakistan’daki bazı kaya resimlerinde savaş arabalı sahneler görülmektedir. Bkz: Klyaştornıy, Sergey Grigoreviç Agacaanov, Türkün Üç bin Yılı, Çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul, 2003. s.25.

22 Bu günkü dilde “Aşinalar” manasına gelmektedir.

23 Sergey Grigoreviç Agacanov, Oğuzlar, Çev. Ekber Necef ve Ahmet Annaberdiyev, Selenge Yayınları, İstanbul 2013. s.100-101.

24 Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2015. s. 171.

25 Yusuf Halaçoğlu, 15-17. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. s. 43.

26 Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, “Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi”, Cilt: 3. Harp Tarihi

Yayınları, Ankara, 1977. s.173.



27 Oğuz Turan, Türklerde Stratejik ve Taktik Düşünceler, Belge Yayınları, İstanbul, 1986.s. 53-63.

28 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Osmanlı Tarihi, Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2011. s. 508

29 Nejat Göyünç, “Kuruluş Devrinde Askeri Teşkilat ve Devşirme Düzeni” Osmanlı Ansiklopedisi Cilt: 6, İstanbul, 1999. s. 558-560.

30 Abdulkadir Özcan, “Osmanlı Askeri Teşkilatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, s. 553

31 Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009. s. 63-65.

32 Genelkurmay Başkanlığı. “Türk Silahlı Kuvvetleri”, Harita Genel Müdürlüğü Basımevi, Ankara, 1982. s.26.

33 Turnacıbaşılar, “insan sarrafı” tabir edilen cinsten memurlardı. Bunlar insanların ellerinin, ayakların ve gözlerinin içine bakarak karakter tespiti yaparlar, ileriye yönelik potansiyel olarak gördükleri gençleri ocağa alırlardı.

34 Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, Doğan Kitap, İstanbul, 2015. s.27.

35 Mücteba İlgürel, “Yeniçeriler” İslam Ansiklopedisi, Cilt:13, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986. s.385.

36 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Devşirme”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:3, TDV Yayınları, İstanbul, 1997. s.563.

37 İsmail. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.m. s.566.

38 Abdülkadir Özcan, Devşirme, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 9, TDV Yayınları, İstanbul, 1994. s. 255.

39 O zamanın süper gücü Osmanlı Devletinin tabiiyetinde memur olmak büyük imtiyaz kabul ediliyordu. Günümüzde dahi 3. Dünya ülkelerinden Amerika Birleşik Devletleri ordusunda asker olmak isteyen birçok insanın olduğu tartışılmaz gerçektir.

40 Ercan Yavuz, Devşirmenin Anadolu ve Balkanlardaki Türkleşme ve İslamlaşmaya Etkisi”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987. s. 196-197.

41 Halil İnalcık, Türk İdari Teşkilatı Tarihi Ders Notları, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 1964. s.76.

42 İsmail. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2015. s. 139.

43 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu, 2014. s. 17.

44 Halil İnalcık, Ders Notları, s.80.

45 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Devşirme”, s.567.

46 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e. s.597.

47 Kölelerin eğitilip devlet kademesinde kullanılma usulü; Sasani, Roma, Bizans ve Abbasiler gibi bütün Ortadoğu ve Akdeniz havzasında kurulmuş olan devletlerde yer almaktaydı.

48 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt:2, s. 566.

49 Bazı tarih kitaplarında Yeniçeri ocağının Hacı Bektaş-ı Veli’den dua alarak kurulduğu söylense de, bunun aslı olmadığı yazılıdır. Hacı Bektaş-ı Veli, Sicili-i Osmaninin de katıldığı bir görüşe göre, 1337 tarihinde ve bazı araştırmacıların tespitine göre ise 1271 tarihinde vefat etmiştir. Hatta Aşıkpaşa zâde, konuyu daha farklı bir şekilde anlatmakta ve Hacı Bektaş Veli ile Osmanlı Devleti arasında bağ kurmanın yanlışlığını belirtmektedir.

50 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin başlangıcında devşirme usulüyle oluşturulan yeniçerilerin, Sultan 2. Murat zamanında askere duyulan şiddetli ihtiyaca dayanarak çıkarılan devşirme kanunu ile yapıldığını bildirmektedir. Bkz: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Devşirme”, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 3, İstanbul, 1977. s. 563.

51 Lord Kinross, Ottoman Centuries, The Rise and Fall of the Turkish Empire. New York: Morrow Quill Paperback, 1977. s. 52.

52 Farsça olarak penç-yek (1/5) ve halk dilindeki ifadesiyle pençik adı verilmiştir. Pençik kanunuyla toplanan vergilere ‘Pençik Resmi’ denir.

53 Daniel Goffman, Osmanlı Dünyası ve Avrupa 1300-1700, Çev. Ülkün Tansel, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004. s. 68.

54 Reşad Ekrem Koçu, Yeniçeriler, Doğan Kitap, İstanbul, 2015. s.19.

55 Yeniçeri Ocağı'nın teşkilatı üç temel unsur üzerine yükselmekteydi: Avcılık, aşçılık ve Bektaşilik

56 İslam’a göre savaş esirleri ganimetlerden sayılmaktadır. Ganimetin beşte biri ise, Kuran’ın emriyle devlete aittir. Devlet, bu beşte birlik hakkında, kamu yararına uygun olarak istediği gibi tasarrufta bulunur. Osmanlı hukukunda devletin bu beşte birlik Kuran’la sabit olan hakkına Farsça olarak penç-yek (1/5) ve halk dilindeki ifadesiyle pençik adı verilmiştir. Devlet, askerliğe elverişli olmayanlardan da pençik resmi almış, asker olarak alınanlara pençik oğlanı denmiştir.

57 Beyaz keçeden yapılan bir başlık

58 Neferler geleneksel olarak ortalarının nişanlarını vücutlarına dövme yaptırırlardı.

59 Daniel Goffman, a.g.e. s. 72.

60 Yemek pişirme dışında kazan, Hacı Bektaş'ın ocağa sağladığı kutsallığın kaynağını da temsil

etmekteydi.



61 Daniel Goffman, a.g.e. s. 38.

62 Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, İş Bankası Yayınları, Ankara, 2014. s. 213.

63 Kazan o kadar önemlidir ki yeniçeriler kritik konulardaki toplantılarını onun çevresinde çember oluşturarak yaparlardı.

64 Özer Ergenç, “Osmanlı Askerinin Nitelik ve Fonksiyonları Üzerine”, Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler 2, Ankara-1983, s. 80.

65 Kavanin-i Yeniçeriyan, Süleymaniye Kitaplığı, Esad Efendi, No: 2968

66 Mustafa Akdağ, “Yeniçeri Ocak Nizamının Bozuluşu” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt:5 Sayı:3 Ankara, 1947. s. 295.

67 Fransız arkeolog Antoine Galland’ın 1672’de kaleme aldığı İstanbul’a ait günlük anılar adlı eserinde her biri bir ortaya ait olan L şeklinde uzun koridorların ortasında içinde mescit, depo, talim alanı ve süs havuzu olan bir bahçe olduğu tasvir edilir.

68 Bu gelenek nedeniyle huzurun ve ağız tadının simgesi kabul edilen akide, zamanla mevlit ve

bayramların da vazgeçilmez ikramı olmuştur.



69 Hafız Ahmet Lütfi, Tarih-i Lütfi, Mabaa-i Amire Yayınları, İstanbul, 1906. s. 125.

70 Fen Bilgini

71 Aslında ne askeri modernleşme ne de teknolojik modernleşme yeniçerilerin kaldırılmasının asıl sebebi değil. Asıl sebep yeniçerilerin siyasi olarak devlete muhalif duruş sergileyebilmesi ve Osmanlı elitinin ya da Osmanlı seçkinlerinin hem halkın siyasete karışmalarını, hem de kendilerine karşı muhalefeti istememeleridir. Bkz: Mert Sunar, Osmanlı Askeri Tarihi Söyleyişi, Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2011. s.169.

72 Aşıkpaşazade tarihi, s.54-55; Neşri tarihi, Cilt:1, s. 197-198; Tacü’t-Tevarih, Cilt:1, s. 119.

73 Fatih ilçesinde, Vatan Caddesinin paralelinde, Yusuf Paşa’dan yukarı çıkarken Sofular ’da bu günkü Ahmediye cami civarında idi.

74 Çok eski bir yeniçeri ananesi. İsyan etmeye karar verdikten sonra, bütün kazanlar toplanıyor ve o orta meydana diziliyordu. Bu şekilde devlete mesaj verilmek amaçlanıyordu.

75 Mehtap Erdoğan, “Yeniçeriliğin Kaldırılışına Dair Tarihî ve Edebî Bir Eser: Emâre-i Zafer” Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 25, Konya, 2009. s. 72-102.

76 Hz. Muhammed’in zafer kazanmış orduları manasına geliyor.

77 Hamiyet Sezer Feyzioğlu, “Yeniçeri Ocağının Kaldırılması ve Sonrasında Meydana Gelen Askerî Sosyal Gelişmeler (1826-1827)”, Genelkurmay Başkanlığı Yedinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri, 2000. s. 68.

78 Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlı Bilim ve Eğitim Anlayış, 150. Yılında Tanzimat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992. s. 354.

79 Fikri Akyüz, Türk Eğitim Tarihi M.Ö. 1000 - M.S. 2012, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2012. s. 127.

80 Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî, Kapı Yayınları, İstanbul, 2013. s. 45-46.

81 İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1948. s. 518.

82 Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Kubbealtı Yayıncılık, 1999. s. 271.

83 Buralara “uç” denilmekte, uç teşkilâtını da, Selçuklularda olduğu gibi, aşiret beyleri, babadan oğula idare etmekteydi. Uçlardaki aşiret beylerine “Akıncı Beyleri” denildiği gibi “Uç Beyleri” de

deniliyordu. Sultana yılda bir defa kararlaştırılmış bir vergi öderler, onun dışında faaliyetlerinde



serbesttiler.

84 Abdülkadir Özcan, “Akıncı”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:2, Diyanet İşleri Yayınları, İstanbul, 1989. s. 249.

85 Mühimme Defteri, Numara 5/Belge No: 53, 56, 239, 577, 716, 903, 1088, 1277, 1305, 1549, 1550.1583, 1688, 1765, 1866.

86 “Mâlikâne’ye dönüştürme”, Osmanlılar ’da bir tür toprak ve vergilendirme sisteminin adıydı. Arapça mâlikten Farsça “mâlik gibi, mâlik olarak” anlamındaki mâlikâne ile yine Arapça “hükümet dairesine ait” anlamında divanîden oluşan bu tabir biri özel, diğeri devlete ait iki ayrı unsuru ifade etmek üzere kullanılmıştır. Terim olarak Anadolu’nun bazı bölgelerinde kaynağını Selçuklu döneminden almış olduğu kabul edilen belirli bir vergilendirme sistemini tanımlar. Osmanlı belgelerinde “iki başlı” yahut “iki baştan” ve “tasarruf” olarak anılan mâlikâne-divanî sistemi içinde yer alan malî birimlerde vergi gelirleri iki farklı bölüme ayrılır. Bir bölümü mâlikâne hissesi adıyla özel şahıs veya vakıflara, diğer bölümü divanî hissesi olarak devlete aitti.

87 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453), Cilt:1, Tekin Yayınevi, Ankara, 1979. s. 427-428.

88 Mustafa Akdağ, a.g.e. s.236.

89 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 625 (1586), s. 346- 351.

90 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Akıncı”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:1, 1993.

91 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, akıncılar için akıncı defterlerinin tutulduğunu, bu defterlere akıncıların isimleriyle eşkâllerinin, babalarının ve köylerinin veya mahallelerinin adlarının kaydedildiğini, akıncılardan tımara sahip olanlarının da tımarlarını gösteren muntazam defterlerin olduğunu, bu defterlerden birinin payitahttaki defterhanede, diğerinin ise akıncıların yaşadıkları eyalet veya sancak kadılıklarında muhafaza edildiklerini yazmaktadır. Bkz: “Akıncı”, Osmanlı Tarihi, Cilt:1, Tük Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994.

92 Solakzade Mehmet Hemdemi Çelebi, Solakzade Tarihi, Cilt: 2, Haz: Vahid Küçük, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1989. s. 363-370.

93 Mustafa Ali, Künhü’l-Ahbar, Süleymaniye Kitaplığı, Esad Efendi Kol. No: 2162, s. 598, 598- 599.

94 Yılmaz Öztuna, “Türk Akıncıları ve Akıncı Ocağının Sönmesi” Hayat Tarih Mecmuası, Sayı; 5. İstanbul, 1972.

95 Akıncıların yaşadığı bu acı olayın tarihi: 24 Ekim 1595’dir.

96 Naima Mustafa Efendi, Naima Tarihi, Cilt:1, Çev. Zuhuri Danışman, Danışman Yayınevi, İstanbul 1967. s. 75.


Yüklə 234,25 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə