18
/ Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
Mansûr, bu uygulamayı, devletin en hassas yılları olan kuruluĢ döneminde
uygulamaya koymuĢtur. Onun Arapların tarihi açısından oldukça riskli olan
bu giriĢimi, Abbasî devletinin en önemli ve stratejik kurumunu, Türklere
teslim etmesi anlamına geldiği gibi, onları, devletin kurulmasında liderlik
sıfatıyla önemli siyasî roller üstlenen Arapların ve Farsların önüne çıkarması
demekti. Anılan halifenin Türklerle ilgili ikinci uygulaması ise, birincisinden
daha önemsiz değildi. Bu halife, H. 153 yılında Bağdat‟ta bir ferman
yayınlayarak en yüksek rütbelisinden en aĢağı rütbelisine kadar bütün devlet
memurlarının, Türklerin ve Moğolların baĢ giyimi olan serpuĢ takmalarını
emir verdi
51
. Bir nevi kılık kıyafet devrimi niteliğinde olan bu buyruk, Abbasî
devletinin bütün vilayet ve Ģehirlerinde uygulamaya konuldu. Bu kıyafet
kanununa muhalefet eden devlet memurları ise ağır bir Ģekilde cezalandırıldı.
Kanuna aĢırı tepki gösteren ve hoĢnutsuzluğunu beyan edenler arasında
Mısırlı Kadılar da bulunuyordu
52
.
Muhammed Abdulhafîz el-Menâsîr, el-CeyĢ fi‟l-Asri‟l-Abbasî el-Evvel H. 132-232, Ammân
(Ürdün), 2000, s. 117-126; Halid Câsım el-Cenâbî, Hadâretü‟l-„Ġrâk, (el-ÇeyĢ ve‟Ģ-ġurta), c. VI,
s. 225-226.
51
Bkz. Abdulhalik Bakır, Ortaçağ Ġslam Dünyasında Tekstil Sanayi Giyim-KuĢam ve Moda, s.
390-391.
52
“Ortaçağ Ġslam Dünyasında Tekstil Sanayi Giyim-KuĢam ve Moda” adlı eserimizde,
konuyla ilgili Ģu bilgi ve yorumlara yer vermiĢtik:
“Bu emir gereği Mısır‟ın Fustat Ģehrinde âlim ve
fakihler baĢlarına uzun serpuĢlar giyiyorlardı ve onları uzatma konusunda çok ileri gidiyorlardı. Bu yüzden
de kadılar bazen onların bu görüntüsünden rahatsız oluyorlardı ve onların, baktıkları davalara bu Ģekilde
gelmelerini istemiyorlardı. Anlatılanlara göre, bir gün Fustat kadısı Ġbn Ebî‟l-Leys mescitte davalara
bakmak için oturdu ve bu esnada âlimler baĢlarında serpuĢlar olduğu halde toplandılar. Sonra Abdulgani
ve Katar ismindeki toplumun ileri gelenleri mescide gelerek serpuĢlarını çıkarıncaya kadar âlimlerin
kafalarına vurdular. Fustat‟ta Ġbn Ebî‟l-Leys‟in yasağından sonra, âlimlerden Muhammed b. Rumh
dıĢında hiçbir âlim veya fakih baĢına serpuĢ giymedi. Kadı, onun bu davranıĢına karĢı da herhangi bir
baskıya baĢvurmadı. ġair Ġsmail b. Ġshak, serpuĢ yasağı ile ilgili olarak Ģu mısraları irat etmiĢtir:
„Uzunların (serpuĢları kastediyor) ve sahiplerinin zamanları geçti. Onlar ki, kısa olmayan her uzunu
uyguladılar. Uzunlarını atmaları ve sana doğru, yeĢil baĢlıklarla gelmeleri için, durmadan emir ve uğraĢ
verdin. Öyle ki, onların, güzellikten sonra onları giymenin, asla tevbesi kabul olunmayan bir günah olduğu
görüĢüne kapıldılar‟. Mısır valilerinden Abdullah b. Abdulmelik de serpuĢ giyilmesini yaslamıĢtı. Daha
sonra Yezid b. Abdullah zamanında elbiseler ve serpuĢlar karmaĢık süslemelerle yapılmaya baĢlandı, fakat
bu moda bir süre sonra yavaĢ yavaĢ unutulmaya yüz tuttu. Aslında Arapların görüĢüne göre, serpuĢlar
Fars, Moğol ve Türklere özgü bir giyim tarzı idi. Hatta bir habere göre, Abbasî halifesi Hârûnu‟r-ReĢîd
adı geçen uzun serpuĢları uygun görmüyordu. Aslında Abbasîler döneminde Mısır‟da, âlim ve fakihlerin
kılık kıyafetleri yüzünden maruz kaldıkları gayr-ı insanî muamele, ilim adına hem üzücü hem de onur
kırıcıdır. Arapların Ġslam dönemi tarihleri iyice incelendiğinde, buna benzer birçok olayla karĢılaĢılır, bir
defa baĢından beri âlimler ister beğensinler ister beğenmesinler devletin uygulamıĢ olduğu kanunlara karĢı
ılımlı ve saygılı olmuĢlardır. Hz. Peygamber, ilk dört halife, Emevî ve Abbasî dönemlerinde ferdî
Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
/ 19
el-Mansur‟un Türklerle ilgili bu aktif ve cesaret verici politikası,
kendisinden sonra diğer Abbasî halifeleri tarafından artarak devam etti.
Böylece Abbasî halifeleri el-Mehdi, el-Hâdi, Hârûnu‟r-ReĢîd, Muhammedu‟l-
Emîn, Abdullah el-Me‟mûn, Abdullah el-Mu‟tasım, el-Mütevekkil Alallâh, el-
Vâsık Billâh ve diğer halifeler zamanında, devletin en muteber askerî ve sivil
kesimi Türklerden meydana geliyordu. Hele bu onur ve gurur verici durum,
annesi bir Türk hatun olan Abdullah el-Mu‟tasım, el-Mütevekkil „Alallâh ve
el-Vâsık Billâh dönemlerinde zirveye ulaĢmıĢtı. Zira bu halifeler zamanında
baĢkent Bağdat ve el-Mu‟tasım tarafından özellikle Türklerin iskânı için
kurulan Sürre men ra‟â (Samarra)
53
Ģehri her yönüyle birer Türk Ģehriydiler.
Bu iki önemli merkezde, artık mega bir devlet haline gelen Abbasî devleti
davranıĢlar dıĢında, devlete karĢı yapılan hiçbir siyasî hareket ve ayaklanmada âlimlerin ve fakihlerin
topluca veya örgütlenmiĢ bir Ģekilde yer aldığı görülmemiĢtir. Abbasî halifesi ve Bağdat Ģehrinin kurucusu
Ebu Ca‟fer el-Mansûr çok yetenekli, dirayetli ne yapacağını bilen ve hesaplayan ufku geniĢ bir devlet
adamıydı. Aynı zamanda o, Türklerin askerî dehasını ve savaĢçılık ruhunu ortaya çıkaran ve bu
dinamizmi ordu teĢkilatında uygulayan ilk Abbasî hükümdarıdır. Bu hükümdar, Türk kökenli askerlerin
savaĢçılık yeteneklerine hayran kaldığı gibi, kılık kıyafetlerine de hayrandı. O aynı zamanda geleceği tahmin
edebilen ileri görüĢlü bir halifeydi, Türklerin gelecekte devlet bünyesinde önemli bir konuma geleceklerini o
günden görebiliyordu. ĠĢte bu yüzden Türklerin ve Moğolların yaygın baĢ giyimi olan serpuĢun bütün saray
mensupları ve devlet memurları tarafından giyilmesini zorunlu kılmıĢtır. Dolayısıyla o dönemdeki âlim ve
fakihlerin onun baĢ giyimiyle ilgili uygulamaya koyduğu kanuna karĢı gelmemiĢler, aksine çıkarılan
buyruğu harfiyen uygulamıĢlardır. O dönemde bu kesime (âlim ve fakihler) karĢı tepki gösteren ve hatta
kaba kuvvete baĢ vuran avam tabakası arasında hukukun uygulayıcıları konumunda olan kadıların da yer
alması, elbette ki, üzücü ve bir o kadar da düĢündürücüdür. Bu ise büyük bir ihtimalle avam tabakasından
Arapların ve Arap kökenli kadıların, Arap olmayanların (Türk, Moğol, Fars) kültürlerine karĢı
göstermiĢ oldukları tepki ve hazımsızlıktan kaynaklanıyordu. Burada o dönemde, âlim ve fakihlerin büyük
bir bölümünün Türk kökenlilerden meydana geldiğini de unutmamak gerekir.”. Bkz. Aynı eser, s. 420-
422.
53
Adını San-rah, Sai-amarra, Marra ve Sürre- men ra‟â kelimelerinden aldığı rivayet edilen
Samarra, 836 yılında Abbasî halifesi el-Mu‟tasım zamanında Türk komutanlardan EĢnas et-
Türkî tarafından inĢa edilmiĢtir. Kerh-Feyruz köyünün güneyinde, Dicle nehrinin kıyısında ve
Bağdat‟ın 100 km. kuzeyinde kurulan bu Ģehir, Dicle nehri boyunca bir kordon halinde
uzanarak yaklaĢık 150 km. bir alanı kaplamaktaydı. el-Mu‟tasım, Ģehrin planını hazırlattıktan
sonra buranın etrafına bir çarĢı inĢa ederek her esnaf grubunu belirli bir yere yerleĢtirdi.
Sonra da bütün vilayetlere haber göndererek oralardan iĢçi, yapı ustası, demirci ve
marangozların Samarra‟ya getirilmesini emir verdi. Samarra‟da Ģu önemli Türk eserleri
bulunmaktaydı: el-Câmi‟u‟l-Kebîr, el-Cevsaku‟l-Hakânî Sarayı, Balkuvârâ Sarayı, Ebu Dülef
Cami, Samarra Evleri. Bkz. Ġsâ Selman Hamid, Hadâretü‟l-„Ġrâk, (Tahtitu‟l-Müdün),, c. IX, s.
38-44; Abdulhalik Bakır, Seyhun ġahin, “Türk Kültürü IĢığında Bağdat ve Samarra
ġehirlerinin Abbasi Dönemi Mimari Özellikleri”, Irak Coğrafyası Türk Varlığı ve Kültürü
Sempozyumu, 18-19 Mayıs 2012 Bilecik, (Hz. Prof Dr. Abdulhalik Bakır, Prof. Dr. Suphi
Saatçi, Prof. Dr. Ali Ġhsan Öbek), Bilecik, 2014, s. 18-19.