Türkiye ve Almanya’da Antisemitizm ve Yabanc› Düflmanl›¤›



Yüklə 36,94 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix14.05.2018
ölçüsü36,94 Kb.
#43560


209

Türkiye ve Almanya’da Antisemitizm ve

Yabanc› Düflmanl›¤›

Ömer Laçiner

Konu demin moderatör arkadaşımızın da söylediği gibi oldukça geniş.

Ben bu bakımdan burada antisemitizmin tarihi, tarifi konusuna pek

girmeyeceğim. Türkiye’de ve Almanya’da antisemitizmler arasındaki

farkları belirtmeye, bunları kaba çizgiler halinde ifade etmeye

çalışacağım.

Şimdi, tabi ki önce antisemitizmi diğer “anti”ciliklerden örneğin

Alman düşmanlığı, Türk düşmanlığı, Ermeni düşmanlığı veya

Antihıristiyan-İslam gibi akımlardan spesifik farklılığının bilincinde

olmak gerekiyor. Çünkü Yahudi karşıtlığı dediğimiz şey dünyanın

bütün dinlerinde, bütün milliyetçiliklerinde görebildiğimiz, en



azından 19. yüzyıldan itibaren görebildiğimiz bir öğe. Bazı uluslarda,

bazı dinlerde bu çok başat olabiliyor ya da başat hale kolaylıkla

gelebiliyor, bazılarında ise ikincil, üçüncül öğe olarak bulunuyor ama

hemen hepsinde bir biçimde var oluyor. Yani Yahudi karşıtlığı-

Uzakdoğu din ve milliyetçilikleri kısmen istisna- neredeyse tüm dini

ve milliyetçi akımlarda ortak bir unsur, evrensel bir karşıtlık öğesi.

Ancak bunun bir modern çağ olgusu olduğunu da belirtmeliyiz.

Örneğin: Almanya’daki antisemitizm, bütün dünyaca en fazlaca bili-

nen bir konu. Her ne kadar bunun köklerinden biri Hıristiyanlık ise de

bilhassa Protestanlığın ortaya çıkışından itibaren Yahudi karşıtı öğenin

çok daha belirtik hale geldiğini görebiliriz. Önceleri mezhep

tartışmalarında daha arı olma iddialarının argümanı olarak kullanılan

bu motif, ardından gelen mezhepler arası barış, sekülerleşme, temel

hak ve özgürlüklerin kabulü ile Yahudi azınlıkların endüstri, ticaret ve

kamusal alanlarda daha etkin, görünür olmaları sonucunda sosyo-

politik, ideolojik bir fenomene dönüştü. Yani aşağı yukarı 19.yüzyılın

sonuna kadar süren burjuva devrimleri sürecinde Yahudi sorununun

Avrupa’da hızla ciddi bir sorun haline geldiğini görebiliyoruz. Marx’ın

da mesela o tarihlerde “Yahudi sorunu” diye özel bir, makale serisi

yazmasının sebebi de budur.

Bunun sebebi özetle şöyle ifade edilebilir: daha önce, Müslüman

toplumlar dahil bütün toplumlarda belli haklardan yoksun olarak

yaşayagelmiş, belli aktivitelerden kesinlikle uzak tutulmuş, toprak

sahibi olmaları, idari makamlarda, askeri makamlarda yer almaları

kesinlikle yasaklanmış, çoğunlukla da bir gettoda, kapalı yaşamaya

mahkum edilmiş olan Yahudi toplulukların, bu burjuva devrimleri ile

birlikte içinde yaşadıkları toplumların diğer halkları ve diğer birey-

Türkiye ve Almanya’da Antisemitizm ve Yabanc› Düflmanl›¤›

210



leriyle eşit haklara sahip olmalarıdır. Çünkü bu durum, Yahudilerin bir

önceki dönemdeki dezavantajlarını avantaja dönüştürmüş gibiydi.

Yüzyıllardır sadece ticarete, zanaate, parasal faaliyetlere “mahkum

edilmiş” bu topluluk, dinamizmini, gelişimini bu etkinlikler üzerine

kuran burjuva-sanayi toplumlarında önceden edinmiş olduğu tecrübe

ve maharet sayesinde hızla yükselebiliyordu.

Yahudilerin aşağılanan bir tabaka olmaktan, mahkum bir tabaka

olmaktan çıkıp güçlenen, statüsü yükselen bir topluluk olarak

sivrilmeleri anti-semitik reaksiyonun temeli, zeminidir kanımca. O

nedenle modern anti-semitik akımın ilk tezahürlerini 19. yüzyılın

başında bulabiliriz, benim aklıma gelen mesela 1815’ten sonra kurulan

Fransa’daki monarşiye karşı popüler muhalefetin söyleminde Yahudi

karşıtı öğelerin bolluğu. Krallığın Yahudilerden borç aldığı ve

dolayısıyla da Yahudi bankerlerin bütün Fransızları sömürdüklerine

dair tezler sıkça kullanılmaktaydı.

Yahudilerin sınırlı bir kesimi bankacılık, ticaret, endüstri alanlarında

etkinliğini arttırır ve büyük servet sahibi haline gelirken, Almanya da

dahil olmak üzere sanayileşen Avrupa toplumlarında Yahudi toplu-

lukların büyük çoğunluğunun emekçilerden, küçük esnaf ve meslek

adamlarından oluştuğunu unutmamak gerekir. Antisemitizmin

“beceri”si Yahudi mülk ve servet sahibi zümreye yönelik popüler tep-

kiyi bu emekçi, sıradan Yahudi kitleyi de kapsayacak hale getirmek

oldu. Bu kitleyi Yahudi elitlerin büyük, gizli ve meşum planlarının pi-

yonu, oyuncağı olarak gösterdi. Ve dini önyargıların da yardımıyla

hayli etkili bir akım haline gelebildi. Anti-semitizm 19. yüzyılın orta-

larına doğru Almanya’da beliren Pan-Germenik hareketinin önemli bir

unsuruydu Yahudiler arasında Filistin’e dönmek, kendilerine ait bir

Ömer Laçiner

211



vatana sahip olmayı hedefleyen Siyonist akımın doğuşunda bundan

duyulan tedirginliğin payı herhalde önemlidir. Bu iki akım arasındaki

gerilim şüphesiz ciddiydi ama hiç kimse yüzyılın başında bu gerilim-

in 1930’larda, 1940’lardaki hadiseye yol açabileceğini düşünmüyordu;

ama oldu.

Fakat ilginç olan nokta; Avrupa kıtasında antisemitizm bu şekilde yük-

selirken Yahudi topluluğun pek az olduğu veya Yahudilerin göz alıcı

bir toplumsal statü yükselişi yaşamadığı toplumlardaki milliyetçi

akımlarda da ciddi bir antisemitizm öğesinin yer alır hale gelmesidir.

Örneğin 1930’larda Türkiye’de Nihal Atsızların başını çektiği ırkçı,

milliyetçi hareketin ciddi bir Yahudi karşıtlığı içermesidir. Türkiye’de

Yahudilerin göze batan bir yükselişi, etkinlik sahibi olmaları söz

konusu değil. İslam dünyası açısından bakıldığında da o zamanlara

kadar Yahudilerin özel bir sorun olarak görüldüğüne dair herhangi bir

işaret göremiyoruz. İslam toplumlarında Yahudiler Hıristiyan toplum-

larındakine göre daha rahat, daha serbest bir hayat yaşayabildiler.

Hatta Endülüs-Emevi devletinin biraz abartmayla bir Yahudi-

Müslüman devleti olduğu dahi söylenebilir. O toplumun gerek

düşünce gerekse sosyal hayatında Yahudilerin hayli faal oldukları

malumdur.

14./15. yüzyıldan itibaren Ortadoğu Müslüman dünyasına hükmeden

Osmanlı dünyasında Yahudilere karşı ne özel bir ayrıcalığın ne de özel

bir düşmanlığın, baskı politikasının izlendiği söylenemez. Dolayısıyla

I. Dünya, hatta II. Dünya Savaşı arifesine kadar İslam dünyasında anti-

semitizmin ciddi bir faktör olduğundan pek söz edilemez. O halde

Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluş dönemine tekabül eden bu ilk sis-

tematik antisemitik ırkçılığı, Cumhuriyetin yöneldiği “Batılılaşma”

Türkiye ve Almanya’da Antisemitizm ve Yabanc› Düflmanl›¤›

212



hedefinin etkisine, o dönem Batı milliyetçiliklerindeki anti-semitik

vurguya bağlı bir “istisna” sayabiliriz. 

Antisemitizmin İslam dünyasında ciddi bir unsur haline gelişi, bilin-

diği üzere 1918’te savaş sonu anlaşmaları yapılırken Filistin’de bir

Yahudi devleti kurulması projeleri gündeme gelmesi ile su yüzüne

çıkar. Yahudilerin bu topraklara gelmesine karşı popüler bir tepki

örgütlemek isteyen kimi Müslüman çevrelerin antisemitik temalara da

başvurduklarını görüyoruz. Oysa bu temalar örneğin modernleşmeye

karşı bir akım olarak İslamcılığın teşekkül evresinde, 19. yüzyıl sonu

20. yüzyıl başı literatüründe neredeyse hiç yer almıyordu.

Filistin’de bir İsrail devletinin kurulma ihtimali güçlendiği oranda,

Yahudi göçmenler oraya gelip kalıcı bir düzen ve devlet inşaya kararlı

olduklarını gösterdikçe burada yoğunlaşan ve giderek tüm İslam

dünyasına yayılan bir İslami anti-semitizm de şiddetlendi. 

Yahudi devletinin kuruluşu, Araplarla yapılan savaşlar, İsrail’in işgal-

leri bu antisemitizmi pekiştirdi. Ve bugün Arap dünyasındaki rejim-

lerin özellikle milliyetçi rejimlerin başlıca ideolojik gıdalarından biri

haline getirdi. O rejimler kendilerini meşrulaştırmalarının ya da kur-

dukları düzenin, uyguladıkları politikaların birincil argümanlarını

antisemitizimden edinir oldular. Sonuç olarak şu anda antisemitizm

Müslüman dünyasında, özellikle Müslüman Arap dünyasında ciddi

bir faktördür.

Türkiye’de durum tam böyle değil. Türkiye’de Yahudi topluluğu özel

bir düşmanlık konusu pek olmadı ama Türkiye’de Türk

milliyetçiliğinin gelişmesine paralel olarak bu antisemitik ögenin de

yavaş yavaş bu milliyetçi diskura girdiği aşikar bir olgu. 



Ömer Laçiner

213



Modernleşmeyle birlikte doğan ve gelişen milliyetçiliklerin, ülkede bir

Yahudi topluluğu, onun artan etkinliği olsun veya olmasın anti-semi-

tizmi şu ya da bu oranda içeriyor olmasının düşündürücü bir nokta

olduğunu en başta belirtmiştim. Bunu izah edebilecek bir husustan

bahsetmek isterim.

Milliyetçilik bilindiği üzere kendini vatan dediği belirli bir coğrafi

alanla ona sadakatle tanımlamayı esas alan bir ideolojidir. Halbuki

Yahudiler azınlık olarak bulundukları ülkeyi diaspora addettikleri için

o sadakat duygusundan yoksun sayılır: bu da onların ”yabancı”, “dış”,

“içimize sızmış” unsur olarak algılanmalarını kolaylaştırır, birliğini ve

gücünü aynı coğrafi alana sahip olmaktan, orada yaşıyor olmaktan

aldığını kabul eden diğer tüm milletlerden farklı olarak, asırlardır ana-

vatanlarının çok uzağında, defalarca kıyıma uğramış, sürülmüş

olmalarına rağmen Yahudilerin cemaat duygusunu ve kimliklerini

koruyabilmiş, etkinliklerini arttırabilmiş olmaları, onlara esrarengiz ve

tekinsiz bir güç atfedilmesine, potansiyel bir tehdit, tehlike

sayılmalarına yol açmıştır denilebilir.

Milletler arasındaki her tür ilişkinin katlanarak arttığı modern

dönemde, ülkesinde Yahudi olmayan milliyetçiliklerin de “Yahudi

tehlikesi” ni bu ilişkiler kanalıyla içsel bir olgu gibi görmesi

mümkündür.

O bakımdan da bütün milliyetçiliklerde evrensel şeytani öğe olarak

Yahudiden bahsedilmesi milliyetçiliğin özelliklerinden biri olabiliyor.

Dolayısıyla, 1920-30’ların Türkiye’sinde ülkede küçük ve hayli pasif

bir Yahudi topluluğu olmasına rağmen anti-semitik vurgulu bir Türk

ırkçı akımın şekillenmesi şaşırtıcı değildir. Şüphesiz burada o yıllarda



Türkiye ve Almanya’da Antisemitizm ve Yabanc› Düflmanl›¤›

214



yükselen Nazizmin etkisinden onu taklit etme isteğinden de bahsede-

biliriz.


Elbette ki bu evrensel antisemitizmin aynı zamanda Yahudiliği “milli”

denilen toplum düzenlerine alternatif olabilecek ne varsa onu da

içeren, temsil eden bir kimlikle sunduğu da belirtilmelidir. Örneğin

“Kavgam” ’da Hitler “Yahudi milletleri, özellikle de Germen ırkını

çökertmek için komünizmi icat etmiştir.” der. Türkiye ırkçıları da aynı

şekilde komünizmin bir Yahudi icadı olduğunu söylemekten büyük

keyif alırlar. Milliyetçilerin karşı çıktığı her şey büyük Yahudi planının

bir parçası olarak sunulur. Ünlü Siyon Bilgeleri Protokolü gibi sahte

olduğu bilinen ama bütün milliyetçi-ırkçı hareketlerin bahsetmekten

kendilerini alamadıkları metin bunu anlatır, bu ihtiyaca cevap verir. Bu

metinlerde, anlatılarda Yahudiler dört başı mamur bir kötücül aklın,

zekanın sahibi, Hıristiyan ve İslam teolojisindeki şeytanın yeryüzün-

deki temsilcisi gibi görünür.

Belirli bir evrensel ve ebedi plana göre davranabilmek de şeytani aklın

bir gereği oluyor. Türkiye’de de 1940’lardan itibaren milliyetçi, ırkçı

hareket aynı zamanda antikomünist bir hareket olarak ve antisemitiz-

mi,  Yahudi düşmanlığını sıkça kullanarak gelişmeye çalıştı. Ben

Türkiye’de 1960’ların sol hareketini yaşadım, gördüm. O zamanlar

komünizmle mücadele dernekleri vardı; bizlere saldıran en organize

grup onlardı. Bize Moskova uşağı, Yahudi uşağı ithamlarını beraber

kullanarak hücum ederlerdi.

Ama o sıralarda aynı şekilde bize yine karşı olan İslami hareket bu

Yahudi temasını pek kullanmazdı. Yahudi sözü 1970’lerden itibaren

Türkiye İslamcı hareketinin de diskuruna girmeye başladı. Oradan

itibaren -Erbakan’ın söyleminde ciddi olarak vardı mesela-

Ömer Laçiner

215



beynelmilel Yahudi sermayesi gibi tabirlerle yüklü metinler çoğalmaya

başladı.


Bunlar olmakla birlikte o yıllarda Türkiye’de ciddi ve sürekli bir anti-

semitik propagandanın varlığından söz edemeyiz. Ama 1990’dan

sonra daha çok Anadolu taşrasından güç alan yeni bir radikal İslami

dalganın yükseliş sürecinde Anti-Amerikan ve Anti-Yahudi tema ve

argümanların çoğaldığını görüyoruz. Bu dönemde bilindiği üzere

İstanbul’da de aynı büyük Yahudi sinagoguna iki kez bombalı saldırı

yapıldı. Onlarca insan öldü. Tekrar belirteyim ki bu saldırıların

gerekçesi Türkiye’deki Yahudilerin artan etkinliği değildi. Çünkü

Türkiye Yahudiliği geleneksel olarak alçak profil bir yaşam tarzı

sürdürürler. Örneğin siyasal, sanatsal ve entelektüel sahada nadiren

görünürler. Yahudi toplumu muhtemel tepkileri hafifletmek için

Türkleştirilmiş isimler, soyadlar falan kullanırlar. Ne var ki Türkiye’de

son yıllarda yaygınlaşan antisemitizm, özellikle bu “gizlenmeyi”,

görünür olmamayı diline dolamıştır. Bu noktada gayet etkili bir

gerekçesi de vardır: Sabetaycılık. 

17. yüzyılda Türkiye’de, Osmanlı toprakları üzerinde Mesihçi bir

Yahudi akımı zuhur etmişti. Dönemin Yahudi toplumu içinde önceleri

oldukça yayılan bu hareket, Yahudi elitin talebi doğrultusunda

hapsedilen Sabetay Sevi’nin ve bir kısım takipçisinin Müslüman

olmasıyla sönümlenmişti. Ancak bunların bu görüntü altında asıl

inançlarını kapalı bir topluluk olarak sürdürdükleri hep söylenegel-

miştir. Türkiye’de İslamcı ve milliyetçi çevreler Selanik Yahudileri de

denilen bu kesime daima şüpheyle bakmışlardır. Cumhuriyetin kuru-

luşundan hatta Osmanlı’nın son dönemlerinden beri Sabetaycılara bu

“Selanik dönmeleri” ne karşı propaganda hiç eksik olmamıştır.

Türkiye ve Almanya’da Antisemitizm ve Yabanc› Düflmanl›¤›

216



Türkiye sağının, Türkiye dini hareketinin alamet-i farikalarından biriy-

di bu. Fakat 90lı yılarda kendilerine “ulusalcı” diyen birtakım çevreler

tarafından hatta utanmadan sosyalist sıfatı taşıyan birtakım adamlar

tarafından da pekala kullanılabilir ve işlenebilir bir tema haline geldi.

Bu şüphesiz gayet endişe verici bir olgudur. 

Bu durum, Türkiye’de anti-semitizmin ne ölçüde yaygınlaşa-

bileceğinin bir işareti, göstergesi. Bu anti-semitizm, ülkemizdeki zaten

sayıca az Musevi topluluğa, “deşifre edilmiş” Selanik dönmelerine

karşı kitlesel bir saldırıya dönüşmeyebilir ama ülkeyi kana ve

karanlığa boğabilecek bir cadı avını başlatabilecek bir potansiyel içer-



diğini de asla unutmamalıyız.

Ömer Laçiner

217

Yüklə 36,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə