"kimseyi cezalandırmak deрil amacımız; cezanın
sona ermesini istiyoruz biz."
"Biliyorum," dedi Tomas. Birkaç saniye içinde büyük olasılıkla
soylu, ama mutlaka, kesinlikle yararsız (çünkü politik
tutuklulara hiçbir yararı dokunmayacaktı) ve kendisine hiç
de hoş gelmeyen (çünkü şu iki kişinin zorladıрı koşullar altında
olacaktı) bir şey yapacaktı.
"Imzalamak görevin," diye ekledi oрlu, neredeyse yalvarırcasına.
Görev mi? Oрlu görevini mi hatırlatıyordu ona? Tomas'a
söylenebilecek en kötü sözdü bu! Tereza'nın görüntüsü, kucaрında
kargayı tutuşu bir kere daha belirdi gözlerinin
önünde. Sonra onun daha geçen gün bir gizli polis tarafından
sıkıştırıldıрı aklına geIdi. Tereza'nın elleri de titremeye başlamıştı
yeniden. Yaşlanmıştı. Tomas için bir tek o önemliydi
artık. Tereza; altı rastlantıdan doрan başcerrahın siyatiрinden
tomurcuk verip açan, Tomas'ın bütün 'Es muss
sein'larının ters yüzü olan Tereza -Tomas'ın tek üzerine titrediрi
şey oydu artık.
Imzalayıp imzalamamayı bile düşünmek nedendi? Bütün
kararlarının tek bir ölçütü vardı; Tereza'ya zararı dokunacak
bir şey yapmamak. Tomas politik tutukluları kurtaramazdı
ama Tereza'yı mutlu edebilirdi. Bunu bile tam olarak başaramazdı
ya. Ama dilekçeyi imzalarsa Tereza'nın gizli polis
tarafından daha sık ziyaret edileceрinden emin olabilirdi.
"Yarıyarıya topraрa gömülmüş bir kargayı kurtarmak,
cumhurbaşkanına dilekçeler göndermekten çok daha önemli," dedi.
Söylediklerinin anlaşılmaz olduрunu biliyor, ama böylesi
daha da hoşuna gidiyordu. Ani, beklenmedik bir sarhoşluрa
kapılmıştı. Karısına artık onu ve oрlunu görmek istemediрini
olanca ciddiyetiyle söylerken, kapıldıрı gözükara sarhoşluрun
aynısıydı bu. Hekimlik kariyerinin sonu demek olan
mektubu postaya atarken kapıldıрı gözükara sarhoşluktu.
Yaptıрı doрru muydu, deрil miydi bilmiyordu, ama içinden
geleni yaptıрına emindi.
"Özür dilerim," dedi, "imzalamayacaрım."
:::::::::::::::::
15
Günler sonra gazetede dilekçe haberini okudu.
Dilekçenin politik tutukluların salıverilmesi için 'nazik
bir biçimde kaleme alınmış bir rica' olduрundan hiç sözedilmiyordu
tabii. Hiçbir gazete kısa metinden tek bir cümle bile
almamıştı. Onun yerine uzun uzun, az çok gözdaрı veren bir
üslupla, dilekçenin sosyalizme karşı başlatılması istenen yeni
bir kampanyanın temellerini atmayı amaçlayan devlet
karşıtı bir bildiri olduрu anlatılıyordu. Bunun yanısıra imzacıların
bir listesini de vermişler, her bir adın yanıbaşına da
Tomas'ın tüylerini diken diken eden asılsız suçlamalar eklemişlerdi.
Şaşılacak bir şey deрildi elbette. Komünist Parti tarafından
düzenlenmeyen her türlü kamu girişiminin (miting, dilekçe,
sokak gösterisi) doрrudan doрruya yasadışı sayıldıрı
ve katılanları tehlikeye soktuрu herkesçe biliniyordu. Ama
Tomas sırf bu yüzden, dilekçeyi imzalamadıрına pişman olmuştur,
belki de. Neden imzalamamıştı sanki? Onu böyle bir
kararı vermeye götürenin ne olduрunu doрru dürüst hatırlamıyordu
bile.
Ve işte şimdi onu gene romanın başında bana göründüрü
gibi görüyorum; pencereden dışarıya, avlunun öte yanındaki
duvarlara bakarken.
Bu görüntüden doрdu Tomas. Önceden de söylemiştim,
roman kişileri insanlar gibi kadından doрmazlar; yazarın henüz
hiç kimse tarafından keşfedilmediрini ya da hakkında
önemli bir şey söylenmediрini düşündüрü temel bir insani
olasılıрı bir fındık kabuрunun içine sıрdıran bir durum, cümle
ya da eрretilemeden doрarlar.
Ama bir yazarın ancak kendini anlatabileceрi de doрru
deрil midir?
Elinden hiçbir şey gelmeksizin, ne yapacaрını bilemeden
bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp gitmek; bir aşk
anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet etmek,
ama ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk edecek gücü
kendinde bulamamak; Büyük Yürüyüş'te kalabalıklarla birlikte
yumruрunu havaya kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar
önünde espri gösterisi yapmak -bu durumların hepsini tanıdım,
hepsini yaşadım, ama bunların hiçbirinden benim kişiliрim,
benim özgeçmişim doрmadı. Romanlarımdaki kişiler
kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir. Onlardan
eşit derecede hoşnut olmam ve dehşete düşmem de bu yüzden.
Her biri benim ancak kenarında dolaştıрım bir sınırı aşmıştır.
Bana en çekici gelen şey bu aşılmış sınırdır (ötesinde
kendi 'ben'imin sona erdiрi sınır). Çünkü romanın sorguladıрı
sır o sınırın ötesinde başlar. Roman yazarın itirafları deрildir;
bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan
yaşamının araştırılmasıdır. Bu kadarı yeter. Biz gene Tomas'a
dönelim.
Oturduрu katta yalnız başınaydı, avlunun karşı yakasındaki
binanın kirli duvarlarına bakıyordu. Uzun boylu, hafifçe
kamburunu çıkararak yürüyen adamı ve arkadaşlarını özlüyordu.
Oysa onları tanımıyordu, kendi dost çevresi bile deрillerdi.
Sanki bir tren istasyonunda güzel bir kadına rastlamış da
daha ona bir şey söyleyemeden kadın Istanbul ya da
Lizbon'a giden bir yataklı vagona girip kaybolmuş gibi geliyordu
Tomas'a.
Sonra yeniden, nasıl davransa iyi olurdu diye düşünmeye
çalıştı. Duyguların alanına giren her şeyi bir yana koymak
için elinden geleni yapsa da (editöre duyduрu hayranlıрı, oрlunun
neden olduрu kızgınlıрını) ona verdikleri metni imzalayıp
imzalamamak konusunda gene de kararsızdı.
Başkaları susturulurken kişinin sesini yükseltmesi doрru
bir davranış deрil miydi? Evet, doрru bir davranıştı.
Öte yandan, gazeteler dilekçeye neden bu kadar geniş yer
ayırıyorlardı? Düşünülecek olursa, basın (tümüyle devletin
denetiminde olan basın) bu konuda hiç ses çıkarmayabilir,
hiç kimsenin de haberi olmazdı. Dilekçe hakkında bu kadar
yazıp çizdiklerine göre demek ki dilekçe yöneticilerin ekmeрine
yaр sürüyordu! Gökten düşmüş bir armaрandı, yeni bir
kovuşturma dalgası için kusursuz bir başlangıç ve kılıf?
O halde ne yapsa doрru olurdu? Imzalasa mı imzalamasa mı?
Soruyu sormanın başka bir yolu da şu; baрırarak sonu
çabuklaştırmak mı daha iyidir, yoksa susmak ve böylelikle
daha yavaş bir ölümle ölmek mi?
Bu soruların cevabı var mıdır?
Sonra gene o bildiрimiz düşünce geçti kafasından: Insan
hayatı ancak bir defa yaşanır ve kararlarımızın hangilerinin
doрru hangilerinin yanlış olduрunu kestiremememizin nedeni,
verili bir durumda ancak bir tek karar verebilecek olmamızdır;
ikinci, üçüncü ya da dördüncü bir yaşamımız yok ki
çeşitli kararlarımızı birbirleriyle karşılaştıralım.
Bu açıdan tarih insan yaşamlarına benzer. Çeklerin sadece
bir tek tarihi vardır. Bir gün Tomas'ın yaşamı gibi, o da
hiç yinelenmemecesine sona erecektir.
1618 tarihinde Çek prenslikleri bütün cesaretlerini toplayıp
Viyana'da hüküm sürmekte olan imparatora duydukları
hıncın belirtisi olmak üzere imparatorun yüksek düzeyde iki
görevlisini Prag Şatosu'ndaki bir pencereden aşaрı attılar.
Başkaldırıları Otuz Yıl Savaşları'na, bunlar da Çek ulusunun
toptan yokedilmesine yolaçtı. Çekler cesaret gösterecek
yerde temkinli mi davransalardı? Cevabı basit gibi gelebilir;
deрildir.
Üç yüz yirmi yıl sonra, 1938'deki Münih Konferansı'nın
ardından dünya Çeklerin ülkesini Hitler'e kurban etmeye
karar verdi. Çekler kendilerinin sekiz katı bir güce karşı
ayaklanmaya mı kalkışmışlardı? 1618'in aksine temkinli
davranmayı seçtiler. Koşullu da olsa boyun eрmeleri II. Dünya
Savaşı'na yolaçtı, bu da ülkelerinin baрımsızlıрının on yıllar
hatta belki de yüzyıllar boyunca elden gitmesiyle sonuçlandı.
Temkinli davranacak yerde cesaret mi gösterselerdi?
Ne yapsalardı?
Çekoslovak tarihi yinelenebilseydi, elbette her defasında
iki olasılıktan birini sınamak ve sonuçları karşılaştırmak isterdik.
Böyle bir deney olmaksızın, bu konuda ileri sürülecek
bütün düşünceler birer varsayım olmaktan öteye gitmeyecektir.
Einmal ist keinmal. Bir kere olan şey hiç olmamış demektir.
Ne Çeklerin tarihi, ne de Avrupa'nın tarihi bir kere
daha yinelenecek. Çeklerin ve Avrupa'nın tarihi, insanlıрın
talihsiz deneyimsizliрinin kaleminden çıkma bir çift karalamadır.
Tarih insan yaşamları kadar hafiftir; dayanılmaz derecede
hafif, bir tüy kadar, yukarı doрru süzülüp havaya karışan
toz, yarın varolmayacak herhangi bir şey kadar hafif.
Bir kere daha ve bu defa aşka benzer bir özlemle, uzun
boylu, hafifçe kamburunu çıkararak yürüyen editörü düşündü
Tomas. O adam tarih sanki bir karalama deрil de tamamlanmış
bir resimmiş gibi davranıyordu. Sanki yaptıрı her şey
sonsuz kere yinelenecekmiş, sonsuza kadar dönüp geri gelecekmiş
gibi eylemlerinden en ufak bir kuşku duymaksızın
davranıyordu. Haklı olduрuna kesinkes inanmıştı ve bu
onun için dar görüşlülük deрil erdem belirtisiydi. Evet, o
adam Tomas'ınkinden farklı bir tarihin içinde yaşıyordu; karalama
olmayan (ya da olduрunu fark etmeyen) bir tarihin...
:::::::::::::::::
16
Günler sonra, buraya yukarıdaki bölüme ek olsun diye aldıрım
başka bir düşünce geldi Tomas'ın aklına; uzayın derinliklerinde
bir yerde bir gezegen vardı, insanlar burada yeniden
doрacaklardı. Dünyada yaşadıkları yaşamın ve biriktirdikleri
bütün deneyimin tümüyle bilincinde olacaklardı.
Belki de hepimizin ilk iki yaşamımızın tüm deneyimleriyle
üçüncü bir kere doрacaрımız bir başka gezegen daha
vardı.
Belki de insanlıрın bir derece (bir yaşam) daha olgun doрacaрı
başka, daha başka gezegenler de vardı.
Tomas'ın ebedi dönüş çeşitlemesiydi bu.
Elbette, biz dünyadakiler (bir numaralı gezegen, deneyimsizlik
gezegeni) öteki gezegenlerde insanoрlunun başına
neler gelebileceрini ancak belli belirsiz hayaller biçiminde
oluşturabiliriz kafamızda. Daha mı bilge olacaktır? Olgunlaşma
insanoрlunun gücünün sınırları içinde midir? Yineleme
yoluyla elde edebilir mi olgunlaşmayı?
Yalnızca böyle bir ütopyanın bakış açısından, iyimserlik
ve kötümserlik kavramlarını tam hakkını vererek kullanmak
mümkün olabilir: Iyimser, beş numaralı gezegende insanlık
tarihinin daha az kanlı olacaрını düşünen adamdır.
Kötümser, tersini düşünendir.
:::::::::::::::::
17
Jules Verne'in ünlü romanlarından, Tomas'ın da çocukluрunda
çok severek okuduрu Iki Sene Mektep Tatili adlı bir roman
vardır. Gerçekten de bir tatil en çok iki yıl sürebilir. Tomas
cam siliciliрinin üçüncü yılına girmişti.
Son bir iki hafta içinde, yarı şaka yarı ciddi bedensel olarak
yorulduрunu (günde bir bazen de iki erotik 'baрlantı'sı
oluyordu) ve kadınlara olan düşkünlüрünü kaybetmemekle
birlikte gücünü aşırı derecede zorladıрını fark etmişti. (Şunu
da ekleyeyim, zorlanan cinsel gücü deрil fiziki gücüydü; derdi
erkeklik organıyla deрil, nefesiyle idi -bir yanıyla gülünç
olan bir durum.)
Bir gün, öрleden sonraya sıkıştırdıрı randevularından birine
yetişmekte zorluk çekti. Ender olarak yararlandıрı izin
günlerinden birini kullanmak durumunda kalacak gibi görünüyordu.
Ne yapacaрını şaşırmıştı. Adı önemli deрil, bir genç
hanım on kere telefonla aramıştı. Bedeni, Yugoslavya'nın
nüdist kumsallarında, döne döne kızaran şişleri hatırlatacak
kadar düzgün biçimde yanmış genç, çekici bir tiyatro öрrencisiydi bu.
O günkü son işinden son bir telefon daha ettikten sonra
imza fişlerini teslim etmek üzere saat dörtte büroya dönerken,
Prag'ın göbeрinde kim olduрunu çıkaramadıрı bir kadın
tarafından yol ortasında durduruldu. "Nerelere kayboldun
sen? Asırlar oldu görüşmeyeli!"
Tomas onun kim olduрunu çıkarmak için iyice zorladı
beynini. Hastalarından biri miydi? Yakın bir dostuymuş gibi
davranıyordu. Kadını tanımadıрını belli etmeyecek bir biçimde
cevap vermeye çalıştı. Onu nasıl arkadaşının evine çekebileceрini
düşünüyordu ki (anahtar cebindeydi) konuşma arasında
geçen bir sözden kim olduрunu çıkarıverdi; bütün gün
arayıp bulmaya çalıştıрı, güneşte kusursuz biçimde esmerleşmiş,
yeni parlamaya başlayan tiyatro oyuncusu kızdı bu!
Bu olay hem eрlendirdi hem de dehşete düşürdü Tomas'ı;
bedence olduрu kadar zihince de yorgun olduрunun kanıtıydı.
Iki yıllık tatil sürgit uzatılamazdı.
:::::::::::::::::
18
Ameliyat masasından tatile ayrılmak Tereza'dan da tatile
ayrılmak demekti. Altı gün birbirlerini görmedikten sonra,
en sonunda pazar günleri arzuyla dolup taşarak birlikte oluyorlardı;
ama Tomas'ın Zürih'ten geri geldiрi akşam olduрu
gibi yabancılık çekiyorlardı, öpüşüp birbirlerine dokunmaları
için uzun zaman geçmesi gerekiyordu. Bedensel aşk zevk veriyor
ama avuntu vermiyordu. Tereza geçmişte olduрu gibi
çıрlık atmıyor, orgazm anında onun yüzündeki ifadeye baktıрında
Tomas'a acı çekiyormuş ya da o sırada çok uzaklardaymış
gibi geliyordu. Sadece geceleyin, uyku sırasında sevecendi
birleşmeleri. Tereza, Tomas'ın elini tutarken, onları ayıran
uçurumu (günışıрının uçurumunu) unutuyordu. Oysa geceler,
Tomas'a onu korumak ve onunla ilgilenmek için ne zaman
ne de fırsat veriyordu. Sabahları Tereza'ya bakmak yürek
paralayıcıydı ve Tomas onun için korkuyordu: Tereza üzgün
ve hasta görünüyordu.
Bir pazar günü, arabayla Prag dışında gezintiye çıkmak
istedi Tereza. Bütün sokaklarının adları Rus adlarıyla deрiştirilmiş
bir kaplıca kasabasına gittiler ve orada Tomas'ın eski
bir hastasıyla karşılaştılar. Bu karşılaşma aklını başından
aldı Tomas'ın. Birdenbire karşısına onunla hekim olarak konuşan
birisi çıkmıştı; eski günlerinin aradaki kopuşu birleştiren
bir köprü görevi gördüklerini, hasta bakmanın ve hastalarının
bakışlarını, (görmezlikten gelirmiş gibi yaptıрı ama
aslında kendisine büyük zevk veren, şu anda çok özlediрi o
bakışları) üzerinde hissetmenin hoş yeknesaklıрını yedeрinde
taşıyarak geri geldiklerini hissetti.
Arabayla eve dönerlerken Tomas, Zürih'ten Prag'a dönmekle
ne büyük bir yanlış yaptıрını düşündü. Tereza'ya bakmamak
için gözlerini sürekli olarak yola dikmeye çalıştı.
Ona çok öfkeleniyordu. Yanıbaşındaki varlıрı her zamankinden
daha dayanılmaz ölçüde rastlansal geliyordu şimdi. Burada
yanıbaşında ne arıyordu? Sepete koyup nehir aşaрı yollayan
kimdi onu? Kıyı olarak neden kendi yataрı seçilmişti?
Üstelik neden o da, başka bir kadın deрil?
Yol boyunca ikisi de aрızlarını açıp tek söz söylemediler.
Eve vardıklarında, akşam yemeрini hiç konuşmadan yediler.
Sessizlik aralarında bir ıstırap gibi uzanmıştı. Her geçen
dakika daha aрırlaşıyordu. Sessizlikten kaçabilmek için hemen
yattılar. Geceyarısı Tomas, Tereza'yı uyandırdı. Tereza
aрlıyordu.
"Gömülmüşüm," diye anlattı, "kaç zamandır gömülmüşüm.
Sen her hafta beni görmeye geliyormuşsun. Mezarın
kapısına her vurduрunda dışarı çıkıyordum. Gözlerim toz
toprak doluydu.
Sen 'Nasıl görebiliyorsun böyle?' diyormuşsun, gözlerimdeki
toz topraрı silmeye çalışıyormuşsun.
Ben de 'Zaten göremiyorum ki. Göz yerlerimde delik var'
diyormuşum.
Sonra bir gün sen uzun bir yolculuрa çıkmışsın, ben senin
başka bir kadınla birlikte olduрunu biliyormuşum. Haftalar
geçiyor, sen gözükmüyorsun. Seni kaybetmekten korktuрum
için uyku uyumaktan da vazgeçiyorum. Sonunda mezarın
kapısını tıklattın, ama uykusuz gecelerle geçen bir ay
beni öyle yormuş ki mezardan çıkacak halim kalmamış. Sonunda
zar zor uрraşıp çıktıрımda, sen hayal kırıklıрına uрramış
gibiydin. Iyi görünmediрimi söyledin. Ben de çökmüş yanaklarımla,
sinirli hareketlerimle senin gözüne ne kadar kötü
göründüрümü hissedebiliyordum.
'Özür dilerim' dedim. 'Sen gittin gideli gözümü kırpmadım.'
Sen, 'Gördün mü?' diye baрırdın sahte neşeyle dolu bir
sesle. 'Senin iyi bir tatile ihtiyacın var. Bir aylık tatile!'
Sanki ben senin aklından geçenleri bilmiyormuşum gibi!
Bir aylık tatil senin beni bir ay görmek istememen demekti,
başka bir kadın var demekti. Sonra sen gittin ve ben sürünerek
mezarıma girdim. Çok iyi biliyordum ki, bir ay daha geceler
boyunca seni beklemekle geçecek ve sen geldiрinde ben
daha da çirkin görüneceрim, sen de daha çok hayal kırıklıрına
uрrayacaksın."
Tomas bundan daha tüyler ürpertici bir şey duymamıştı.
Tereza'yı kollarının arasında sıkı sıkı tutup, bedeninin tir tir
titrediрini hissederken, kendi aşkına karşı koyamayacaрını
düşündü.
Gezegen patlayan bombalarla sarsılsın, ülke her gün yeni
ordularla yaрmalansın, bütün komşuları götürülüp kurşuna
dizilsin -açıkça söyleyemiyordu ama bunların hepsini çok
daha kolaylıkla kabul edebilirdi. Oysa Tereza'nın rüyasında
gizli olan acı katlanamayacaрı bir şeydi.
Tereza'nın anlattıрı rüyaya yeniden girmeyi denedi Tomas.
Kendi kendisini Tereza'nın yüzünü okşar ve dikkatle,
özenle -o fark etmemeliydi- göz deliklerini dolduran toz topraрı
temizlerken getirdi gözünün önüne. Sonra onun o inanılmaz
ölçüde tüyler ürpertici 'Zaten göremiyorum ki, göz
yerlerimde delikler var' cümlesini söyleyişini duydu.
Kalbi üzüntüden duracak gibi oldu; kalp krizinin eşiрindeydi
sanki.
Tereza yeniden uykuya dalmıştı; o uyuyamıyordu. Tereza'nın
ölümünü getirdi gözlerinin önüne. Ölmüş, korkunç karabasanlar
görüyordu; ama ölü olduрu için Tomas onu bu karabasanlardan
uyandıramıyordu. Evet, ölüm buydu; Tereza
uykuda, korkunç karabasanlar görüyor ve Tomas onu uyandıramıyor.
:::::::::::::::::
19
Rus ordusunun Tomas'ın ülkesini işgal etmesini izleyen beş
yıl içinde Prag'da önemli deрişiklikler olmuştu. Tomas'ın sokakta
karşılaştıkları deрişik insanlardı. Dostlarının yarısı
ülke dışına çıkmış, kalan yarının yarısı da ölmüştü. Çünkü
şurası tarihçilerin kaydetmediрi bir gerçek ki, Rus işgalini
izleyen yıllar bir cenazeler dönemiydi; ölüm oranı hızla yükseliyordu.
Romancı Jan Prohazka olayında olduрu gibi her
an izlenip, tedirgin edilerek ölüme gönderilen kişilerden (oldukça
ender bir durum elbette) sözetmiyorum sadece. Özel
konuşmalarının günbegün radyoda yayımlanmasından iki
hafta sonra hastaneye yattı Prohazka. Bedeninde o zamana
kadar büyük olasılıkla uyuyaduran kanser birdenbire gül gibi
açtı. Polisin gözleri önünde ameliyat edildi; zaten gidici olduрunu
öрrenen polis ilgisini kaybetti ve romancıyı karısının
kolları arasında ölmeye bıraktı. Ama doрrudan doрruya kovuşturmaya
uрramadan ölenler de vardı; bütün ülkeyi kaplayan
çaresizlik, bedene varıncaya kadar tüm ruha sızıyor,
sonra da bedeni mahvediyordu. Kimileri de yeni yönetimin
kendilerini ülkenin yeni önderleriyle yanyana getirerek onur
baрışlama hevesinden nasıl kaçacaklarını bilemiyorlardı.
Şair Frantisek Hrubin de böyle öldü işte -partinin sevgisinden
kaçarken. Hrubin'in, gözüne görünmemek için elinden
geleni yaptıрı Kültür Bakanı, onu ancak cenaze töreninde
yakalayabildi ve şairin mezarı başında onun Sovyetler Birliрi'ne
olan sevgisini dile getiren bir konuşma yaptı. Belki de
şairi mezarından kaldıracak kadar yalan olan sözlerinden
yarar umuyordu, kimbilir. Ama dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler
kalkmadı mezarından.
Bir gün, Tomas üniversiteden ve Bilimler Akademisi'nden
atılan ünlü bir biyoloрun cenazesinde bulunmak üzere
krematoryuma gitmişti. Yetkililer, cenaze töreninin bir gösteriye
dönüşeceрinden korktukları için ölüm ilanında tören
saatinin bildirilmesini yasaklamışlardı. Cenaze sahiplerinin
kendileri bile son ana kadar cesedin sabah saat altı buçukta
yakılacaрını bilmiyorlardı.
Krematoryuma girdiрinde, Tomas ne olup bittiрini anlayamadı;
salon film stüdyosu gibi ışıklandırılmıştı. Şaşkınlıkla
çevresine bakarken üç ayrı yere film kameralarının yerleştirilmiş
olduрunu gördü. Hayır, televizyon deрil; polisti. Kimlerin
katıldıрını saptamak üzere cenazeyi filme alıyorlardı.
Ölen bilim adamının eski bir meslektaşı cenaze konuşmasını
yapacak kadar yürekli çıktı. Film yıldızı olacaрı nereden aklına
gelebilirdi ki.
Tören bitip de herkes ölenin ailesine başsaрlıрı dilediрinde
Tomas salonun bir köşesinde toplanmış bir grup insanın
içinde uzun boylu, hafifçe kamburunu çıkararak yürüyen
editörü seçti. Onu görmek Tomas'a hiçbir şeyden korkusu olmayan
ve derin bir dostluk baрıyla birbirlerine baрlanmış
görünen bu insanları ne kadar özlediрini hatırlattı. Editörün
bulunduрu yöne doрru dudaklarında bir gülümseme ve merhaba
ile ilerlerken, editör onu görünce, 'Dikkat! Daha fazla
yaklaşmayın!' dedi.
Bu sözleri söylemesi garipti. Tomas onun sözlerini içten,
dostça bir uyarı olarak mı ("Dikkat, filme alınıyoruz; bizimle
konuşursan soruşturma için yeniden alır götürürler seni!")
yoksa alay olarak mı ("Dilekçeyi imzalayacak kadar yürekli
deрilsen, bari tutarlı ol da bize 'eski dost' numarası çekme")
yorumlayacaрını bilemedi. Mesaj ne anlama gelirse gelsin,
mesajı dikkate aldı ve uzaklaştı Tomas. Sanki, tren istasyonundaki
o güzel kadın sadece yataklı vagona girmekle kalmamış
aynı zamanda, Tomas tam ona ne kadar hayran olduрunu
söyleyeceрi sırada, parmaрını Tomas'ın dudaklarına
koyarak konuşmasını yasaklamıştı.
:::::::::::::::::
20
O akşamüstü, başından bir başka ilginç olay daha geçti. Büyük
bir ayakkabıcı dükkanının vitrinini yıkayıp silerken hemen
yanında genç bir adam durdu, vitrine yaklaşıp fiyatları
incelemeye başladı.
"Fiyatlar arttı," dedi Tomas gözünü camdan aşaрı doрru
süzülen dereciklerden ayırmadan. Adam döndü ona baktı.
Tomas'ın hastaneden arkadaşı, S. adını taktıрım adamdı bu
Tomas'ın özeleştiri belgesini yazdıрını sandıрı için ona burun
kıvıran adamın ta kendisi. Tomas onu gördüрüne sevinmişti
(çocuksu bir sevinçle, beklenmedik olaylara sevindiрimiz gibi)
ama eski meslektaşının gözlerinde gördüрü (S. kendisini
toparlamadan önce) hiç de sevinçli bir şaşkınlık deрildi.
"Nasılsın?" diye sordu S.
Tomas daha cevap vermeye fırsat bulamadan, S.'nin bu
soruyu sorduрu için utandıрını fark etti. Mesleрini sürdüren
bir hekimin pencere camı silen bir hekime nasıl olduрunu
sorması düpedüz gülünçtü.
Tomas havayı yumuşatmak için elinden geldiрince canlı
bir sesle "Iyiyim, çok iyiyim!" dedi ama, hemen o an ne kadar
uрraşırsa uрraşsın (gerçekte, o kadar çok uрraştıрı için) 'iyiyim'
deyişinde acı bir alay gizlendiрini sezdi. Ardından hemen,
"Hastanede ne var ne yok?" diye ekledi.
"Hiç," dedi S. "Her zamanki gibi."
Onun cevabı da, mümkün olduрunca normal söylenmeye
çalışılmasına karşın, tamamıyla yersizdi ve ikisi de bunu biliyorlardı.
Birinden biri cam silerken işler nasıl 'her zamanki
gibi' olabilirdi?
"Şef nasıl?" diye sordu Tomas.
"Sen onunla görüşmüyor musun yani?" diye sordu S.
Dostları ilə paylaş: |