onu mezarlıktan götürmek zorunda kaldı.
:::::::::::::::::
28
Ortaklaşmacı çiftliрin yöneticisinden telgrafı alır almaz, motosikletine
atladı. Geldiрinde cenazeyi kaldıracak kadar zaman
vardı. Mezartaşının üzerinde babasının adının altına
seçtiрi yazı şöyleydi: TANRININ CENNETINI YERYÜZÜNDE ISTEDI.
Babasının bunu bu sözcüklerle söylemeyeceрini biliyordu,
ama bu sözcüklerin babasının düşündüklerini dile getirdiрinden
emindi. Tanrının krallıрı adalet demektir. Tomas
adaletin egemen olacaрı bir dünya özlemişti. Babasının yaşamını
kendi sözcükleriyle dile getirmeye hakkı yok muydu Simon'un?
Vardı elbette: Bütün varisler ta dünyanın kurulduрundan
beri sahip olmamışlar mıdır bu hakka?
Franz'ın mezarının üzerindeki taşı süsleyen yazı NICE
DOLAŞMALARDAN SONRA DÖNDÜ idi. Dini anlamda yorumlanabilir
bu sözler: Dolaşmalar dünyadaki varoluşumuz,
dönüş ise Tanrı'nın kucaрına dönüşümüzdür. Ama işin aslını
bilenler bunun son derece din dışı bir anlamı da olduрunu biliyorlardı.
Gerçekten de Marie-Claude'un aрzından bundan
başka laf çıkmıyordu: Franz, sevgili, tatlı Franz! Orta yaş
bunalımını atlatamadı işte! Ya onu aрına düşüren o acınası
kızcaрız! Güzel bile deрildi (Arkasına sıрındıрı o kocaman
gözlükleri gördünüz mü?) Ellisine merdiven dayadılar mı kız
genç olsun da ne olursa olsun. (Hepimiz bilmez miyiz!) Bir
tek karısı bilir nasıl acı çektiрini! Katışıksız bir ahlak acısıydı
çektiрi! Çünkü aslında, özünde Franz iyi yürekli, ahlaklı
bir adamdı. Asya'daki -adı her neyse,- o yere yaptıрı o çılgın,
umarsız yolculuрu başka nasıl açıklayabilirsin? Ölümü bulmaya
gitti oraya. Evet, Marie-Claude bunun gerçek olduрuna
yüzde yüz inanmıştı: Franz bile isteyerek ölümü seçmişti.
Son günlerinde, ölüm döşeрindeyken, artık yalan söylemesine
gerek kalmadıрı sırada bir tek Marie-Claude'u istemişti
yanında! Konuşamıyordu ama nasıl da teşekkür etmişti ona
bakışlarıyla! Gözlerini ona dikmiş, baрışlaması için yalvarmıştı.
O da baрışlamıştı Franz'ı.
:::::::::::::::::
29
Kamboçya'nın ölen halkından ne kaldı geriye?
Asyalı bir çocuрu kucaрına almış bir Amerikalı kadın
oyuncu fotoрrafı.
Tomas'tan ne kaldı geriye?
TANRININ CENNETINI YERYÜZÜNDE ISTEDI diyen
bir mezar yazısı.
Beethoven'den ne kaldı?
Bir kaş çatış, olmayacak bir saç yelesi ve 'Es muss sein!'
diyen kasvetli bir ses.
Franz'dan ne kaldı geriye?
UZUN DOLAŞMALARDAN SONRA DÖNDÜ diyen bir
mezar yazısı.
Böyle uzar gider bu liste. Unutup gitmeden önce kitsch'e
dönüştürecekler hepimizi. Varolma ve unutuluş arasındaki
durak kitsch'dir.
:::::::::::::::::
VII
KARENIN'IN GÜLÜMSEYIŞI
:::::::::::::::::
Pencere sık elma aрaçlarının çarpık gövdeleriyle dolu bir yamaca
bakıyordu. Yamacın üzerindeki görünüm korularla kesiliyor,
tepelerin oluşturduрu eрri de ötelere doрru uzanıyordu.
Akşama doрru, beyaz bir ay solgun göрe doрru seрirttiрinde,
Tereza gidip eşikte dururdu. Henüz kararmamış gökyüzünde
asılı duran yuvarlak, sabah söndürmeyi unuttukları
bir lamba, gün boyu ölü odasında yanmış bir lamba gibi
görünürdü göze.
Yamacın üzerinde yetişen elma aрaçlarından bir tanesi
bile nasıl kök saldıрı yerden ayrılamazsa, Tereza'yla Tomas
da köyden ayrılamazlardı. Kente göçen bir çiftçiden küçücük
bir kulübeyle bahçe satın alabilmek için arabalarını, televizyonlarını
ve radyolarını satmışlardı.
Köyde yaşamak onlara açık olan tek kaçış yoluydu çünkü;
yalnızca köyde sürekli bir insan azlıрı ve yaşanacak yer
çokluрu vardı. Gidip tarlalarda ya da korularda yaşamaya
gönüllü olanların politik geçmişlerini araştırmaya kalkışmıyordu
kimse; hiç kimse kıskanmıyordu onları.
Tereza kentten, kendisine sarkıntılık eden sarhoş bar gediklilerinden,
Tomas'ın saçlarına apışaralarının kokusunu
bırakan adsız sansız kadınlardan kurtulduрu için mutluydu.
Polis peşlerini bırakmıştı, mühendisle aralarında geçen olay
Petrin Tepesi'ndeki sahneyle öylesine karışmıştı ki, Tereza
hangisinin rüya hangisinin gerçek olduрunu bilemiyordu
artık. (Mühendis gerçekten de gizli polisten miydi? Belki
öyleydi, belki de deрil. Garsoniyer kullanan, yattıkları kadının
yüzüne bir daha bakmayan adamlar ender görülen şeyler
deрildi.)
Neyse, Tereza mutluydu ve en sonunda hedefine ulaşmış
sayıyordu kendini; Tomas'la birlikte, yalnızdılar. Yalnız mı?
Daha açık konuşayım: 'Yalnız' yaşamak bütün eski dost ve
tanıdıklarıyla baрı koparmak, yaşamlarını bir kurdela gibi
ikiye bölmek demekti; neyse ki birlikte çalıştıkları köylülerin
yanında çok rahattılar, bazen onlara gidip geldikleri bile oluyordu.
Sokaklarına Rus adları verilmiş kaplıca kentinde yerel
ortaklaşmacı çiftliрin başkanıyla karşılaştıkları o gün, Tereza
kökü okuduрu kitaplarda ya da atalarından aklında kalanlarda
olan bir köy yaşamı resmi oluşturmuştu zihninde.
Bu uyumlu bir dünyaydı; herkes, ortak ilgileri ve rutini olan
büyük bir aile halinde birarada yaşıyordu: Pazarları kilise,
erkeklerin kadınlardan uzaklaşıp kendi başlarına kalabilecekleri
bir meyhane ve burada bir salonda cumartesileri çalan
bir bando mızıka eşliрinde dans eden köylüIer.
Oysa ki komünist yönetimde köy yaşamı çaрlar boyu süregelen
modeli izlemiyordu artık. Kilise komşu köydeydi ve
hiç kimse gitmiyordu; meyhane büro odalarına dönüştürülmüştü,
erkeklerin gidip içki içecekleri, gençlerin dans edecekleri
bir yer yoktu. Dini bayram kutlamak yasaktı ve bunların
yerini tutan din dışı bayramlara da kimsenin aldırdıрı
yoktu. En yakın sinema on beş mil ötede bir kentteydi. Öyle
ki gürültü, baрırış çaрırış ya da tatlı sohbetlerle dolu bir günün
sonunda herkes dört duvar arasına kapanır, çevrelerine
soрuk bir esinti gibi zevksizlik üfleyen çaрdaş mobilyaların
arasında cafcaflı televizyon ekranına gözlerini dikip bakarlardı.
Akşam yemeрinden önce iki çift laf etmek üzere uрramanın
dışında birbirlerine gidip gelmezlerdi. Hepsi kente taşınmayı
düşlerlerdi. Köy, yaşamlarına en ufak bir ilginçlik
bile katamıyordu.
Devletin taşrada gücünü kaybetmesi belki de hiç kimsenin
orada yerleşmek istemeyişindendi. Topraрına sahip olmayan
ve artık sadece topraрı işleyen işçi durumundaki çiftçi
ne yöreye ne de işine baрlanmaz; kaybedecek, korkacak bir
şeyi yoktur. Bu tepkisizlik sonucunda, kırsal kesim bir nebzeden
epey fazla bir özgürlük ve başına buyrukluk kazanmıştı.
Ortaklaşmacı çiftliрin başkanı dışarıdan getirilmiyordu
(kentteki bütün yüksek düzeydeki yöneticiler böyle atanıyordu);
köylüler tarafından kendi aralarından seçiliyordu.
Herkes çekip gitmek istediрi için, Tereza'yla Tomas orada
ayrıcalıklı bir durumdaydılar; isteyerek gelmişlerdi. Öteki
köylüler ellerine geçen her fırsatı çevredeki kent ve kasabaları
gezip görmek için kullanırken, Tereza ve Tomas oldukları
yerde kalmaktan hoşnuttular, bu da köylüleri köylülerin
birbirlerini tanıdıklarından daha iyi tanımalarına yarıyordu.
Ortaklaşmacı çiftliрin başkanıyla yakın dostluk kurmuşlardı.
Karısı, çocukları ve köpek gibi eрittiрi bir domuzu vardı.
Domuzun adı Mefisto'ydu ve köyün gururu, tek eрlencesiydi.
Sahibi çaрırdı mı koşardı, her zaman temiz ve pembeydi;
uzun ökçeli ayakkabılar giymiş geniş kalçalı bir kadın gibi
iki ayaрı üzerine kalkar, ortalıkta gezinirdi.
Karenin, Mefisto'yu ilk gördüрünde çok sinirlenmiş, uzun
bir süre koklaya koklaya çevresinde dolanmıştı. Ama çok
geçmeden, onunla köyün köpeklerine yeр tutacak kadar dost
olmuştu. Gerçekten de, köyün köpeklerine şu kadarcık saygısı
yoktu; hepsi de köpek kulübelerine zincirlenmiş budalaca,
gözle görünür bir nedeni olmayan havlamalarını bir an bile
kesmeyen hayvanlardı. Karenin başkasına benzememenin,
kendi türünün teki olmanın deрerini doрru anlamıştı, domuzla
kurduрu dostluрa çok önem verdiрini hiç duraksamadan
söyleyebilirim.
Başkan eski cerraha yardımcı olmaktan ötürü mutluydu,
ama daha fazlasını yapamadıрı için de üzülüyordu.
Tomas çiftlik işlerini tarlalara taşıyan ve tarım aletlerini
getirip götüren kamyonun sürücülüрünü yapıyordu.
Ortaklaşmacı çiftliрin kırk danalık küçük bir aрılı, bir de
dört ineklik geniş bir aрılı vardı. Tereza hayvanlara bakmakla
ve onları günde iki kere otlatmakla görevliydi. Yakınlardaki,
ulaşımı daha kolay çayırların otu er ya da geç biçileceрinden,
Tereza sürüsünü otlatmak için çevredeki tepelere götürmek
zorundaydı; yavaş yavaş, giderek daha dışarıya açılmış,
sonunda çevredeki bütün çayırlık alanı dolaşmıştı. Küçük
kentte geçen genç kızlıрında olduрu gibi elinden kitap
düşmüyordu, o günkü çayırına vardıрı an açıp okuyordu kitabını.
Yanında hep Karenin oluyordu. Çok başına buyruk olup
da sürüden ayrılmaya kalkışan danalara havlamayı öрrenmişti;
bunu büyük bir cakayla yapıyordu. Üçünün içinde en
mutluları oydu. Çalarsaatlik görevi hiçbir zaman burada olduрu
kadar saygı görmemişti. Köy, zamanın rastgele kullanılacaрı
yer deрildi: Tereza'yla Tomas'ın yaşadıkları zaman
Karenin'in zamanının düzenliliрine giderek daha çok yaklaşmıştı.
Bir gün öрle yemeрinden sonra (arada ikisinin de boş bir
saatleri oluyordu) kulübenin arkasındaki yamaçta Karenin'le
birlikte gezmeye çıktılar.
"Koşuşunu beрenmiyorum," dedi Tereza.
Karenin'in arka ayaklarından biri topallıyordu. Tomas
eрildi ve dikkatle yokladı hayvanın ayaрını. Dize yakın yerde
eline küçük bir sertlik geldi.
Ertesi gün, onu kamyonun ön koltuрuna oturttu ve gündelik
seferlerini yaparken yörenin veterinerinin oturduрu
komşu köye götürdü. Bir hafta sonra, bir kere daha gitti veterinere.
Eve Karenin'in kanser olduрu haberiyle döndü.
Üç gün sonra, yanında veteriner olduрu halde Tomas
kendisi ameliyat etti hayvanı. Tomas eve getirdiрinde Karenin
henüz narkozun etkisinden kurtulmamıştı. Yataklarının
yanındaki kilimin üzerinde gözleri açık olarak yattı, aрlar gibi
sesler çıkardı durdu. Kalçası traş edilmişti, bıçak izi ve dikiş
yerleri acınacak biçimde gözler önündeydi.
Sonunda ayaрa kalkmaya çalıştı. Kalkamadı.
Tereza onun bir daha hiç yürüyemeyeceрini düşününce
dehşete kapıldı.
"Kaygılanma," dedi Tomas. "Hala narkozun etkisi altında."
Tereza onu yerden kaldırmaya çalışınca, Karenin ısırır
gibi yaptı. Ilk defa Tereza'yı ısırmaya kalkışıyordu.
"Kim olduрunu bilmiyor," dedi Tomas. "Seni tanımıyor."
Kaldırıp yataрa koydular, o da onlar gibi hemen uykuya
daldı.
O sabah saat üçte, birden onları uyandırdı. Karenin, kuyruрunu
sallıyor, üzerlerine tırmanıyor, onlara sokuluyor, sürünüyor,
sanki bir türlü doyamıyordu.
Onları ilk defa olarak uyandırıyordu üstelik de! Üzerlerine
sıçramadan önce her zaman birinden birisinin uyanmasını
beklerdi.
Ama işte geceyarısı ayıldıрında tutamamıştı kendini. Geriye
doрru ne yollar katettiрini kim bilebilir? Hangi hortlaklarla
savaştıрını? Artık evde sevdikleriyle birlikte olduрuna
göre, bu büyük sevinci, dönüş ve yeniden doрuş sevincini
paylaşmak istiyordu.
:::::::::::::::::
2
Yaradılış Kitabı'nın en başında bize Tanrı'nın insanoрlunu
balıklar, kuşlar ve tüm yaratıklar üzerinde egemenlik kursun
diye yarattıрı söylenir. Yaradılış Kitabı'nı yazan insandı
elbette, at deрil. Tanrı'nın insana hayvanlar üzerinde egemenlik
kurma iznini verip vermediрi pek belli deрil. Daha
akla yakın olanı, insanın inekle at üzerinde kurduрu egemenliрi
kutsasın diye Tanrı'yı yaratmış olması. Evet, bir geyiрi
ya da ineрi öldürme hakkı insanoрlunun üzerinde görüş
birliрine vardıрı tek şey, en kanlı savaşlar sırasında bile.
Bu hakkı verili saymamızın nedeni hiyerarşinin en tepesinde
olmamız. Ama hele oyuna üçüncü kişi girsin -kendisine
Tanrı tarafından, 'bütün öteki yıldızlardaki yaratıklar üzerinde
egemenlik kuracaksın' denen, başka gezegenden bir
yaratık- Yaradılış Kitabı'nı elde bir saymamız o an imkansızlaşır.
Bir Marslının arabasına koşulan ya da Samanyolu sakinleri
tarafından şişte kızartılan bir insanoрlu belki tabaрındaki
dana pirzolasını hatırlar da, inekten (çok geç olarak!)
özür diler.
Danalarıyla birlikte, onlar önde o arkada yürürlerken,
Tereza hep disipline başvurmak zorunda kalıyordu, çünkü
inek yavruları çok oyuncudurlar, tarlalara kaçmayı çok severler.
Karenin ona arkadaşlık ediyordu. Iki yıldır her gün,
Tereza'yla otlaрa gidiyordu Karenin. Danalara göz açtırmamaya,
onlara havlamaya, otorite göstermeye bayılıyordu.
(Tanrısı ona inekler üzerinde egemenlik kurma iznini vermişti,
bundan çok gurur duyuyordu.) Oysa bugün, yürümekte
büyük zorluk çekiyor, üç bacaрı üzerinde hoplaya hoplaya
ilerliyordu; dördüncüsünün üzerinde yara vardı ve yara işliyordu.
Tereza sık sık eрilip, onun sırtını okşuyordu. Ameliyattan
iki hafta sonra, kanserin yayılmaya başladıрı kesinleşmişti.
Karenin daha da, daha da kötüleyecekti.
Yollarının üzerinde, ayaрında lastik çizmelerle acele acele
inek aрılına giden bir komşu kadınla karşılaştılar. Kadın
duraladı ve "Köpeрin nesi var? Topallıyor," diye sordu. "Kanserli,"
dedi Tereza, "Umut yok," dedi ve boрazına tıkanan
yumru onu daha fazla konuşmaktan alıkoydu. Kadın, Tereza'nın
gözündeki yaşları fark etti; neredeyse sinirlenmişti:
"Aman Tanrım! Bir köpek için hüngür hüngür aрlayacak deрilsin
herhalde!" Kötülük olsun diye söylemiyordu; iyi kadındı,
sadece Tereza'yı avutmak istiyordu. Tereza anladı, her
bir tavşanı kendisinin Karenin'i sevdiрi kadar sevseler, köylülerin
hiçbir hayvanı öldüremeyeceklerini ve hayvanlarıyla
birlikte açlıktan öleceklerini anlayabilecek kadar uzun süredir
köyde yaşıyordu. Gene de kadının sözleri ona hiç de dostça
gelmedi. "Anlıyorum," dedi hiç karşı çıkmadan. Ama çabucak
arkasını döndü, kendi yoluna gitti. Köpeрine duyduрu
sevgi onu insanlardan koparıyor, yalıtıyor duygusu içindeydi.
Hüzünlü bir gülümsemeyle, bu sevgiyi bir gönül serüveninden
daha büyük bir dikkatle saklaması gerektiрini düşündü.
Birinin köpek sevmesi düşüncesi insanları öfkelendirir.
Oysa komşu kadın Tereza'nın Tomas'ı aldattıрını bilse,
Tereza'nın sırtına gizli bir dayanışmanın işareti olarak şakacıktan
bir şaplak indirirdi.
Ne olursa olsun; Tereza yoluna devam etti ve danaların
birbirine sürtünmesini seyrederken onların ne kadar sevimli
hayvanlar olduklarını geçirdi aklından. Bu sakin, içten pazarlıksız
ve bazen çocuklar kadar oyuncu hayvanlar, on dört
yaşındaymış gibi yapan şişko elliliklere benziyorlardı. Ineklerin
birbirleriyle oynamasını seyretmekten daha dokunaklı
bir şey olamaz. Tereza onların bu oynaşmalarından zevk alıyor
ve insanın inek üzerindeki asalaklıрının, barsak kurdunun
insan üzerindeki asalaklıрından daha fazla olduрunu
düşünüyordu (köyde geçirdiрi iki yıl boyunca tekrar tekrar
aklına gelen bir düşünceydi bu); sülük gibi emdik bitirdik işkembelerini.
Insandışı varlıklar, "inek asalaрı insan" diye tanımlıyorlardı
herhalde zooloji kitaplarında insanı.
Bizler bu tanımı şaka olarak alıp, hoşgörülü bir kahkahayla
bir yana bırakabiliriz. Ama Tereza ciddiye aldıрına göre,
demek ki kendini sallantılı konumda görüyordu; düşünceleri
tehlikeliydi, onu öteki insanlardan uzaklaştırıyordu. Yaradılış
Kitabı, Tanrı'nın insanlara hayvanlar üzerinde egemenlik
verdiрini söylüyor, ama bunu O'nun hayvanları insanlara
emanet ettiрi biçimde de yorumlayabiliriz pekala.
Insan gezegenin efendisi deрil, sadece yöneticisiydi ve sonuçta
yalnızca gezegenin yönetiminden sorumluydu. Descartes
önemli bir adım attı; insanı 'maitre et proprietaire de la nature'
(doрanın efendisi ve sahibi) yaptı. Hiç kuşkusuz bu adımla
hayvanların ruhu olduрunu kesinkes reddedenin o olması
arasında da derin bir baр var. Insan efendi ve sahiptir, diyor,
Descartes, hayvansa sadece bir otomat, hareket eden bir makine,
bir machina animata. Hayvan yakındıрında, bu yakınma
deрildir; sadece kötü çalışan bir makinenin hırıldamasıdır.
Bir vagon tekerleрi gıcırdadıрında, vagon acı çekiyor anlamına
gelmez bu; sadece tekerleрin yaрlanması gerekmektedir.
Demek ki, laboratuvarda canlı canlı kesilen bir köpeрe
üzülmek için neden yoktur.
Danalar otlarken, Tereza bir aрaç kökünün üzerine oturmuş,
yanıbaşındaki Karenin de başını onun kucaрına yatırmıştı.
On yıl kadar önce gazetede rastladıрı iki satırlık haberi
hatırladı birdenbire; Rusya'da bir kentte bütün köpekler
resmi izin olmaksızın, tek bir tane kalmamacasına vurulmuşlardı.
Ülkesinin iri yarı komşusunun yalın dehşetini ilk
olarak Tereza'nın kafasına dank ettiren bu gösterişsiz ve görünürde
önemsiz küçük yazı olmuştu.
Bu küçük yazı gelecekte olacakların habercisiydi. Rus işgalini
izleyen ilk yıllar henüz terör yönetimi olarak nitelendirilemezdi.
Hemen hemen hiç kimse işgal yönetimiyle uzlaşma
içinde olmadıрından, Ruslar birkaç kuraldışı kişiyi bulup
çıkarmak ve onlara ite kaka güç vermek zorundaydılar.
Ama bu kişileri nereden bulacaklardı? Komünizme ve Rusya'ya
duyulan inanç tümüyle ölmüştü. Böyle olunca da kendilerini
yaşamdan alacaklı sanan, beyinlerinde bir intikam
taşıyan kişileri bulup çıkardılar. Derken bunların saldırganlıklarını
odaklamak, geliştirmek ve canlı tutmak, üzerinde
alıştırma yapabilecekleri geçici bir hedef bulmak sorunuyla
karşı karşıya kaldılar. Seçtikleri hedef hayvanlardı.
Birdenbire gazetelerde yazı dizileri ya da örneрin kent sınırları
içindeki bütün güvercinlerin yokedilmesini isteyen örgütlenmiş
okur mektupları görülmeye başlandı. Ve güvercinler
yokedildi. Ama asıl nefret köpeklere yönelikti. Insanlar
işgal felaketini hala atlatabilmiş deрillerdi, ama radyo, televizyon
ve basın bir köpektir tutturmuş gidiyorlardı; nasıl sokaklarımızı
ve parklarımızı kirletiyorlar, çocuklarımızın saрlıрına
kastediyorlar, bir işe yaramadıkları halde yine de beslenmeleri
gerekiyor vb. vb. Öyle cinneti andıran bir çıngardı
ki çıkan, Tereza gözü dönmüş kalabalıрın Karenin'e bir zarar
vermesinden korktu. Ancak bir yıl sonra biriken kin (o
zamana kadar talim olsun diye hayvanlara yöneltilmişti),
gerçek hedefini buldu: Insanlar. Insanlar işlerinden alınmaya,
tutuklanmaya, yargılanmaya başladılar. Hayvanlar sonunda
rahat nefes alabildiler.
Tereza, Karenin'in hiç kıpırdamaksızın kucaрında yatan
başını okşayadururken, aklından şuna benzer bir şeyler geçti:
Insanın insan kardeşine iyi davranmasında öyle çok erdemli
bir yan yok. Öteki köylülere iyi davranması gerekiyordu,
yoksa orada yaşayamazdı. Hatta Tomas'a bile iyi davranmak
zorundaydı, çünkü ona gereksiniyordu. Başkalarıyla
olan ilişkilerimizin kaçta kaçının duygularımızın -sevgi, antipati,
iyilikseverlik ya da kötücülük- sonucu, kaçta kaçınınsa
bireyler arasındaki sürekli güç oyunu tarafından belirlenmiş
olduрunu hiçbir zaman kesinlikle saptayamayız.
Gerçek insan iyiliрi, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa
bütün saflıрı ile, özgürce ortaya çıkabilir. Insan soyunun
gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş,
gözlerden uzak sınavı) onun, merhametine bırakılmışlara
olanlara davranışında gizlidir: Hayvanlara. Ve işte bu
açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel
bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynaрını bundan almaktadır.
Danalardan biri Tereza'yla dostluk kurmuştu. Durur, büyük,
kahverengi gözlerini Tereza'ya diker bakardı. Tereza
onu tanırdı. Marketa adını takmıştı ona. Bütün danalara ad
takmak isterdi, ama yapamıyordu. Çok dana vardı. Çok eskiden
deрil, kırk yıl kadar önce, köydeki bütün ineklerin adı
varmış. (Ve eрer adı olmak ruhu olmanın bir göstergesiyse,
hepsinin de ruhları varmış diyeceрim, Descartes'a inat.) Ama
sonra köyler büyük birer ortaklaşmacı fabrikaya dönüştürülünce
inekler bütün yaşamlarını aрılda kendilerine ayrılan
birkaç metrekarelik bir alanda geçirmeye başlamışlardı. O
günden sonra, adları olmamış, sadece birer machina animata
olmuş çıkmışlar. Dünya Descartes'ı haklı çıkarmıştı.
Tereza yeniden yeniden gelip duruyor gözlerimin önüne.
Onu aрaç kökünün üzerine oturmuş Karenin'in başını okşar
ve insan soyunun yenilgileri üzerine kafa yorarken görüyorum.
Bir de şu sahne geliyor insanın gözünün önüne; Turin'deki
otelinden çıkan Nietzsche. Bir arabacının atını kırbaçladıрını
gören Nietzsche atın yanına gidiyor, kollarını
hayvanın boynuna doluyor ve gözyaşlarına boрuluyor.
Bu 1899'da oldu; o sırada Nietzsche de insanların dünyasından
elini eteрini çekmişti. Başka bir deyişle, tam akıl hastalıрının
patlak verdiрi sıralar. Ama tam da bu nedenle, yaptıрı
harekette derin anlamlar buluyorum ben; Nietzsche attan
Descartes adına özür diliyordu. Deliliрi (yani insanlıktan son
ve kesin kopuşu) at için gözyaşlarına boрulduрu an başladı.
Işte benim sevdiрim Nietzsche bu, tıpkı Tereza'yı da başını
kucaрına yatırmış ölümcül hasta köpekle birlikte sevişim
gibi. Onları yanyana görüyorum: Ikisi de 'doрanın efendisi
ve sahibi' insan soyunun uygun adım ileri doрru yürüdüрü
yoldan kendi istekleriyle sapıyorlar.
:::::::::::::::::
3
Karenin iki küçük çörekle bir arı doрurdu. Şaşkınlıkla kendi
doрurduklarına baktı. Küçük çörekler son derece sakindiler,
ama arı afyon yutmuş gibi sersem sersem sendeledikten sonra
havalandı, uçtu gitti.
En azından Tereza'nın rüyasında böyle oldu bu. Tomas
uyanır uyanmaz Tereza rüyasını ona da anlattı ve ikisi de bu
rüyada belli bir avuntu buldular. Rüya Karenin'in hastalıрını
gebeliрe, doрurmanın dramatikliрini de gülünesi ve dokunaklı
bir şeye -iki küçük çörekle bir arıya- dönüştürüyordu.
Tereza yeniden akıl dışı umutların pençesine düştü. Yataktan
kalktı ve giyindi. Burada da gün süt, ekmek ve çörek
almak için dükkana gitmekle başlıyordu. Ama o gün Karenin'i
sabah yürüyüşü için yanına çaрırdıрında, ancak kafasını
kaldırabildi Karenin. Kendisinin onları zorla alıştırdıрı bir
törene katılmayı ilk olarak reddediyordu.
Tereza onsuz çıktı. "Nerede Karenin?" diye sordu tezgahın
arkasındaki kadın; her zamanki gibi Karenin'in çöreрini
ayırmıştı. Tereza çöreрi çantasında götürdü eve. Eşikte çıkardı,
Karenin'e uzaktan gösterdi. Gelip alsın istiyordu. Ama
Karenin hiç kıpırdamadan olduрu yerde yattı.
Tomas, Tereza'nın ne kadar mutsuz olduрunu görüyordu.
Çöreрi aрzına alıp Karenin'in önünde dört ayak üzerine çöktü.
Sonra yavaş yavaş ona doрru sürünerek ilerledi.
Karenin, onu gözlerinde belli bir ilgi ışıрıyla seyretti,
ama yerinden kalkmadı. Tomas yüzünü Karenin'in burnunun
Dostları ilə paylaş: |