Varolmanэn Dayanэlmaz Hafifliрi



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə6/23
tarix30.12.2017
ölçüsü1,43 Mb.
#18694
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23

"Çek meslektaşınızla tanışmak ister miydiniz? Nefis fotoрraflar

getirmiş bize" dedi.


Kadın Tereza'nın elini sıktı ve bakmak üzere fotoрraflarını

aldı. "Siz de bu arada benimkilere bakın" dedi.


Tereza uzanıp dosyayı aldı, fotoрrafları çıkardı.
Yazı işleri müdürü neredeyse özür dilercesine, "Tabii sizinkilerden

tümüyle farklı" dedi Tereza'ya.


"Hiç deрil," dedi Tereza. "Ikisi de aynı!"
Ne yazı işleri müdürü ne de fotoрrafçı anlayamadılar ne

demek istediрini, hatta ben bile onun çıplaklar plajını Rus işgaliyle

eş tutarken hangi düşünceyle hareket ettiрini açıklamakta

zorluk çekiyorum. Resimlere bakarken, çember oluşturacak

biçimde durmuş dört kişilik bir aileyi gösteren fotoрrafta

duraladı Tereza; çocuklarının üzerine eрilen, dev gibi

memeleri keçi ya da inek memesi gibi aşaрılara sarkmış çıplak

bir anne; resmin karşı yanında tıpkı kadın gibi eрilmiş,

erkeklik organıyla taşakları minyatür bir inek memesini andıran

bir koca.


"Hoşunuza gitmedi deрil mi?" diye sordu yazı işleri müdürü.
"Iyi fotoрraflar."
"Konu irkiltti onu," dedi kadın. "Çıplaklar plajına adımınızı

atmadıрınız yüzünüzden anlaşılıyor."


"Atmadım," dedi Tereza.
Yazı işleri müdürü gülümsedi. "Görüyorsunuz, nereli olduрunuzu

kestirmek hiç de zor deрil. Komünist ülkeler son

derece püritendir."
"Çıplak insan bedeninde kötü bir yan yok ki," dedi kadın

anaç bir sevecenlikle. "Çok normal. Normal olan her şey de

güzeldir."
Evde çırılçıplak gezinip duran annesinin görüntüsü yıldırım

hızıyla geçti Tereza'nın zihninden. Komşular annesini

çıplak görmesin diye koşup perdeleri kaparken arkasında

patlayan kahkaha hala kulaklarındaydı.


:::::::::::::::::
24
Fotoрrafları çeken kadın Tereza'yı derginin kafeteryasına bir

fincan kahve içmeye çaрırdı. "Şu senin resimlerin, çok ilginç

şeyler doрrusu. Kadın bedeni konusunda ne müthiş bir sezgin

olduрunu görmemek elde deрil. Demek istediрimi anlamışsındır.

Kışkırtıcı pozlardaki kızlar hani!"
"Rus tanklarının önünde yoldan geçenleri öpenler mi?"
"Evet. Birinci sınıf bir moda fotoрrafçısı olurdun sen, biliyor

musun? Önce bir manken bulman gerek kendine, senin

gibi önüne çıkacak fırsatı kollayan biri. Sonra çektiрin fotoрraflardan

bir dosya hazırlar, fotoрraf ajanslarına gösterirsin.

Isim yapman biraz zaman alır tabii, ama sana hemen şuracıkta

bir iyilik yapabilirim; seni bahçecilik köşemizin yazı işleri

sorumlusuna tanıştırabilirim. Kaktüstü, güldü, bu gibi

şeylerin fotoрrafları mutlaka gerekiyordur."


"Çok teşekkür ederim," dedi Tereza içtenlikle; karşısında

oturan kadının son derece iyi niyetli olduрu açıktı çünkü.


Ama sonra 'Neden kaktüs fotoрrafı çekeyim ki?' dedi kendi

kendine. Prag'da yaşadıklarının aynısını Zürih'te de yaşamak

için hiçbir istek duymuyordu; iş ve kariyer kavgaları,

basılan her fotoрrafı için savaş vermek... Gözü yükseklerde

olmuşsa kendini beрenmişliрinden deрildi bu. Tek istediрi

annesinin dünyasından kaçmaktı. Evet, her şeyi tüm açıklıрıyla

görüyordu; fotoрraf çekme konusunda ne kadar istekli

ve hevesli olursa olsun, duyduрu heyecanı kolaylıkla başka

bir konuya da yöneltebilirdi pekala. Fotoрraf çekmek 'daha

yükseklere' ulaşmanın ve Tomas'ın yanıbaşında yaşamanın

bir yoluydu sadece, o kadar.
"Kocam doktor. Beni geçindirebiliyor. Fotoрraf çekmem

gerekmez," dedi.


Fotoрrafçı kadın, "Bütün bu güzel işleri çıkardıktan sonra

nasıl vazgeçersin aklım almıyor," dedi.


Evet, işgal fotoрrafları apayrı bir hikayeydi. Onları Tomas

için çekmemişti. Tutkuydu ona onları çektiren. Ama fotoрrafçılık

tutkusu deрil. Nefret dolu bir tutkuyla çekmişti o

fotoрrafları. Bu durum bir daha hiç tekrarlanmayacaktı. Ve

tutkuyla çektiрi fotoрrafları da hiç kimse istemiyordu, çünkü

modası geçmişti bunların. Yalnızca kaktüslere sürekli ilgi

vardı. Ama kaktüsler de onu ilgilendirmiyorlardı.
"Çok naziksin gerçekten ama evde oturmayı yeрlerim. Iş

istemiyorum," dedi.


Kadın, "Ama evde oturmak doyuracak mı seni?" dedi.
"Kaktüs fotoрrafları çekmekten daha çok;" dedi Tereza.
Kadın, "Kaktüs fotoрrafları bile çeksen kendi yaşamını

yönlendiriyorsun demektir. Sadece kocan için yaşarsan, kendine

ait bir yaşamın olmaz," dedi.
Birden tepesi attı Tereza'nın: "Benim yaşamım kocamdır,

kaktüsler deрil," dedi.


Fotoрrafçı kadın aynı öfkeyle karşıladı bu öfkeli cevabı:
"Mutlu olduрun düşüncesindesin demek ki, öyle mi?"
"Tabii mutluyum!"' dedi Tereza, hala kızgındı.
"Bunu söyleyebilecek tek kadın çeşidi vardır, onlar da oldukça..."

dedi kadın ve sözünün gerisini getirmedi.


Tereza onun yerine cevap verdi: "... kısıtlı kadınlardır.

Demek istediрin bu, deрil mi?"


Kadın kendini denetleyerek; "Kısıtlı deрil. Zamanının kadını

olmayan kadınlar," dedi.


"Haklısın," dedi Tereza uslu uslu. "Kocam da benim için

aynı şeyi söylüyor."


:::::::::::::::::
25
Öte yandan Tomas'ın hastanede kalıp günlerce akşam eve

dönmediрi oluyor, Tereza evde tek başına oturuyordu. Hiç

deрilse Karenin vardı da onu uzun yürüyüşlere çıkarıyordu!

Tekrar eve döndügünde, Almanca ve Fransızca gramer kitaplarına

gömülüyordu. Ama hüzünleniyor, dikkatini vermekte

zorluk çekiyordu. Dubçek'in Moskova'dan dönüşünde

radyoda yaptıрı konuşma geliyordu hep aklına. Ne söylediрini

tümüyle unutmasına karşın, titreyen sesi hala kulaklarındaydı.

Yabancı askerlerin onu, baрımsız bir devletin başkanını

kendi ülkesinde nasıl tutukladıklarını, dört gün Ukrayna

daрlarında bir yerde gözaltında tuttuklarını, ölüm cezasına

çarptırılacaрını söylediklerini -on sene önce Macar Devlet

Başkanı Imre Nagy'i öldürdükleri gibi-, sonra tutup Moskova'ya

götürdüklerini, yıkanıp traş olmasını, elbiselerini deрiştirip

bir kravat takmasını buyurduklarını, ölüm cezasının

yerine getirilmeyeceрini bildirdiklerini, kendini bir kere daha

devlet başkanı sayması gerektiрi yolunda direktif verdiklerini,

Brejnev'le karşılıklı masaya oturtup, harekete geçmeye

zorladıklarını düşündü.
Ezilmiş, utanç içindeki ulusuna seslenmek üzere ezik,

zavallı bir adam olarak dönmüştü. O kadar utanç içindeydi

ki, konuşamıyordu bile. Tereza cümlelerinin arasındaki o

uzun sessizlikleri hiçbir zaman unutamayacaktı. O kadar mı

yorgundu? Hasta mıydı? Onu ilaçla mı uyuşturmuşlardı?

Yoksa sadece umarsızlıktan mıydı? Dubçek'ten geriye hiçbir

şey kalmasa bile, en azından o korkunç, uzun sessizlikler, soluksuz

kalır gibi olduрu, kulaklarını radyoya yapıştırmış

tüm bir ulusun önünde boрulurcasına soluk almaya çalıştıрı

anlar, hiç deрilse o sessizIik anları kalacaktı. Bu sessizlik

anları ülkelerinin başına gelen felaketi tümüyle içeriyordu.
Işgalin yedinci günüydü. Konuşmayı gözaçıp kapayıncaya

kadar bir direniş organına dönüşen gazetelerden birinin yazı

işleri bürosunda dinlemişti Tereza. Oradaki herkes o an nefret

etmişti Dubçek'ten; uzlaştıрı için suçlamışlardı onu; onun

ezilmişliрiyle ezilmişlerdi; güçsüzlüрünden gocunmuşlardı.
Zürih'te o günleri düşünürken, adamcaрıza tepki duymuyordu

artık. 'Güçsüz' sözü nicedir bir yargı gibi gelmiyordu

kulaрa. Dubçek gibi atletik bir bedeni de olsa, kendisinden

üstün bir güçle karşılaşan her kişi güçsüzdür. O zaman dayanılmaz

ve tiksinç gelen o güçsüzlük, Tereza'yla Tomas'ı ülkeden

çıkıp gitmeye zorlayan o güçsüzlük, işte o güçsüzlük

ansızın çekici geldi Tereza'ya. Yerinin güçsüzlerin yanı, güçsüzlerin

ülkesi olduрunu, ve onlara güçsüz oldukları için,

cümlelerin ortasında solukları tıkandıрı için baрlılık göstermesi

gerektiрini anladı.


Tıpkı göz kararması gibi, onların güçsüzlükleri de onu

kendine çekiyordu. Çekiyordu çünkü kendisini de güçsüz hissediyordu.

Gene kıskançlık duymaya, gene elleri titremeye

başladı. Tomas bunları fark ettiрinde, her zaman yaptıрını

yaptı: Tereza'nın ellerini ellerine aldı ve sıkı sıkı tutarak yatıştırmaya

çalıştı onu. Ellerini hırsla Tomas'ın ellerinden çekti Tereza.


"Ne oldu, ne var?" diye sordu erkek.
"Hiç."
"Ne yapayım istiyorsun senin için?"
"Yaşlanmanı istiyorum. On yıl daha yaşlı olmanı. Yirmi

yıl daha!"


Demek istediрi şuydu: Güçsüz olmanı istiyorum. Benim

kadar güçsüz.


:::::::::::::::::
26
Karenin, Isviçre'ye taşınmaktan pek hoşnut deрildi. Karenin

deрişiklikten nefret ederdi. Köpek zamanı, düz çizgi üzerinde

gösterebilecek bir şey deрildir; bir olaydan ötekine ilerleyip

durmaz. Bir saatin, gece gündüz aynı yolu izleyerek, kadranın

çevresinde dönüp duran akreple yelkovanı gibi -bunlar

da başlarını alıp deli gibi koşmaya hiç istekli deрildirler- bir

çember çizer. Prag'dayken, Tomas'la Tereza yeni bir iskemle

satın aldıklarında ya da bir saksının yerini deрiştirdiklerinde,

Karenin hoşnutsuzlukla seyrederdi olup bitenleri. Onun

zaman duyusunu zedelerdi bu olay. Tomas'la Tereza'nın kadranın

üzerindeki sayıların yerini deрiştirerek saatin akrebiyle

yelkovanını şaşırtmaya çalışmaları gibi bir şeydi bu.


Buna karşın, Karenin, Zürih'teki apartman dairesine eski

düzenini, eski alışkanlıklarını kısa sürede yerleştirmeyi

becerdi. Prag'da olduрu gibi, yataklarının üzerine sıçrayarak

onları yeni güne karşılıyor, Tereza'ya sabah alışverişinde arkadaşlık

ediyor, bunun dışındaki öteki gezintilerin hiçbirinden

geri kalmamayı da başarıyordu.


Yaşamlarının zaman göstergesiydi Karenin. Umarsız

anlarında, Tereza kendi kendine sırf onun yüzünden dayanmak

zorunda olduрunu, onun kendinden hatta belki Dubçek'ten,

terk ettikleri yurtlarından bile güçsüz olduрunu hatırlatıyordu.


Bir gün, alışverişten eve döndüklerinde telefon çalıyordu.

Tereza ahizeyi kaldırdı, "Kimsiniz?" diye sordu.


Telefondaki Almanca konuşan bir kadın sesiydi, Tomas'ı

arıyordu. Ses aceleciydi ve Tereza bu seste hafif bir alaycılık

sezdi. Tomas'ın evde olmadıрını ve ne zaman geleceрini bilmediрini

söylediрinde, telefonun öbür ucundaki kadın gülmeye

başladı ve allahaısmarladık demeden kapattı.
Tereza bu olayın özel bir anlam taşımadıрının farkındaydı.

Hastanedeki hemşirelerden biri, bir hasta, bir sekreter,

herkes olabilirdi arayan. Ama gene de keyfi kaçmıştı, dikkatini

hiçbir şeye veremiyordu. O zaman evdeyken sahip olduрu

gücün son kırıntısını da kaybettiрini anladı; şu son derece

önemsiz olayı bile göрüslemekten tümüyle yoksundu.


Yabancı bir ülkede olmak, altında insanın ailesinin, arkadaşlarının,

meslektaşlarının yaşadıрı, söyleyeceklerini orada

çocukluрundan beri konuştuрu bir dilde kolayca söyleyebileceрi

ülkenin saрladıрı aр olmaksızın, yerden çok yüksekte bir

telin üzerinde yürümek demekti. Prag'dayken Tomas'a sadece

duygusal yönden baрımlıydı; buradaysa her konuda... Tomas

onu terkederse hali nice olurdu? Bütün yaşamı boyunca

onu kaybetmek korkusuyla mı yaşamak zorunda kalacaktı?


Kendi kendine şunları söyledi: Tanışmaları zaten baştan

bir yanlışlıрa dayalıydı. Koltuрunun altındaki Anna Karenin

sahte kimlikten başka bir şey deрildi; Tomas'a kendisi hakkında

yanlış bir fikir vermişti. Aşklarına raрmen, birbirlerinin

yaşamını cehenneme çevirmişlerdi. Birbirlerini sevmeler"i,

suçun onlarda, davranışlarında ya da duygularında tutarsızlıрa

düşmelerinde olmadıрının kanıtıydı sadece; o güçlüydü,

kendisi güçsüz. Bir cümlenin ortasında otuz saniye

susan Dubçek gibiydi Tereza; kekeleyen, soluрu tıkanan, konuşmayan

yurdu gibiydi.


Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca,

güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.


Ve kendi kendine bütün bunları söyledikten sonra, yüzünü

Karenin'in tüylü başına gömdü: "Kusura bakma, Karenin.

Anlaşılan bir taşınma daha bekliyor seni," dedi.
:::::::::::::::::
27
Tren kompartımanının bir köşesine büzülmüş, ezik, başının

üzerinde aрır bavulu, Karenin'i bacaklarına bastırmış otururken,

aklına annesiyle yaşadıрı sıralarda çalıştıрı otelin lokantasındaki

aşçı geliyordu durmadan. Aşçı kıçına vurmak

için eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmaz, herkesin önünde ona

ne zaman pes edip de kendisiyle yataрa gireceрini sormaktan

bıkıp yorulmazdı. Aklına gelen kişinin o aşçı olması garipti.

Her zaman, nefret ettiрi her şeyin en belli başlı örneрi

olmuştu. Şimdiyse Tereza'nın düşünebildiрi tek şey, onun

karşısına geçip, "Benimle yatmak istediрini söylerdin hep.

Evet, karşındayım işte," demekti.
Kendisini Tomas'a dönmekten alıkoyacak bir şey yapmayı

özlüyordu. Yaşamının geride kalan yedi yılını acımasızca

yıkmayı, yoketmeyi özlüyordu. Bu göz kararmasıydı. Esriten,

önüne geçilmez bir düşme arzusu.


Göz kararmasına güçsüzlerin esrimesi de diyebiliriz.

Güçsüzlüрünün farkına varan bir kişinin güçsüzlüрüne karşı

çıkmak yerine ona boyun eрmeye karar vermesi... Güçsüzlükten

sarhoştur, daha güçsüzleşmek ister, kentin en büyük

meydanında herkesin gözü önünde yere yuvarlanmak, daha

da alçalmak, aşaрının aşaрısı olmak ister.


Kendi kendini Prag dışına yerleşmeye, fotoрrafçılık mesleрini

bırakmaya kandırmaya çalıştı. Bir zamanlar Tomas'ın

sesine kapılıp terk ettiрi küçük kasabaya geri dönecekti.
Ama Prag'a vardıрında, çeşitli ufak tefek sorunları çözümlemek

için zaman gerektiрini gördü ve yolculuрunu ertelemeye başladı.


Döndüрünün beşinci günü, Tomas ansızın çıkıp geldi.

Karenin öyle bir sevinçle üstüne sıçrayıp, sevgi gösterileri

yapmaya başladı ki, Tereza ile Tomas'ın birbirlerine herhangi

bir sevgi gösterisinde bulunmaları için bir süre beklemeleri

gerekti.
Karla kaplı bir ovada durmuş soрuktan titriyorlardı sanki,

öyle geldi ikisine de.


Sonra, bundan önce hiç öpüşmemiş iki sevgili gibi ikisi de

aynı anda hareket ettiler.


"Her şey yolunda gitti mi?" diye sordu Tomas.
"Evet," diye cevapladı Tereza.
"Dergiye gittin mi?"
"Telefonla aradım."
"Ne oldu peki?"
"Daha bir şey yok. Bugüne kadar bekledim."
"Neyi?"
Karşılık vermedi Tereza. Onu beklediрini söyleyemezdi

Tomas'a.
:::::::::::::::::


28
Şimdi bildiрimiz bir noktaya geri dönüyoruz. Tomas son derece

mutsuzdu, ve karnı aрrıyordu. Gece çok geç saatlere kadar

uyuyamadı.
Hemen ardından Tereza uyandı. (Rus uçakları Prag üzerinde

dört dönüyorlardı, onların gürültülerinden uyumak

imkansızdı.) Ilk düşüncesi Tomas'ın kendisi için geri döndüрü

oldu; Tereza için yazgısını deрiştirmişti. Tereza'dan

sorumlu olan Tomas deрildi artık; şimdi Tereza, Tomas'tan

sorumluydu.


Bu sorumluluрun, toparlayabileceрi güçten çok daha fazlasını

gerektirir gibi olduрunu hissetti Tereza.


Ama sonra birden dün Tomas kapıda göründüрünde, kilise

çanlarının saat altıyı çaldıрını hatırladı. Ilk karşılaştıkları

gün, Tereza'nın vardiyası saat altıda bitmişti. Tomas'ın orada

sarı renkli park sırasında oturuşu geldi gözlerinin önüne,

çan kulesinin saat altıyı çaldıрını duydu.
Hayır, boş inan deрil; Tereza'yı içine düştüрü sıkıntıdan

çekip çıkaran ve yeniden yaşama gücü aşılayan güzellik duygusuydu.

Küçük rastlantı kuşları bir kere daha konmuştu

omuzlarına. Gözlerinde yaşlar vardı; Tomas'ın yanıbaşında

soluk alıp verdiрini duymak onu anlatılamayacak kadar

mutlu etti.


:::::::::::::::::
III
YANLIŞ ANLAŞILAN SÖZCÜKLER
:::::::::::::::::
1
Cenevre irili ufaklı çeşmelerin, bir zamanlar bando-mızıkalardan

yayılan müzikle yankılanmış parkların kentidir. Üniversite

binası aрaçlar arasında gizlenmiştir. Franz öрleden

sonra dersini yeni bitirmişti. Binadan çıkarken elektrikli

bahçe fıskiyeleri çimenlere su fışkırtıyordu; Franz'ın keyfi

yerindeydi. Sevgilisini görmeye gidiyordu. Birkaç sokak ötede

oturuyordu sevgilisi.
Sık sık uрrardı ona, ama sadece dost olarak, hiçbir zaman

sevişmek için deрil. Onunla Cenevre'deki atölyesinde

sevişecek olsa, aynı gün içinde bir kadından ötekine, karısından

metresine gitmesi sonra da geriye, karısına dönmesi gerekecekti;

Cenevre'de karı koca Fransız usulü, aynı yataрı

paylaştıkları için de, birkaç saatte bir kadının yataрından

ötekininkine gitmiş olacaktı. Ki bu da, hem metresiyle karısını,

hem de sonuçta kendisini üzüp sıkacaktı, ona öyle geliyordu.


Birkaç ay önce aşık olduрu bu kadına duyduрu sevgi

Franz için öylesine deрerliydi ki, ona yaşamında baрımsız bir

mekan, sınırları belirlenmiş bir eldeрmemişlik alanı yaratmaya

çalışmıştı. Sık sık yabancı üniversitelerde konferans

vermeye çaрrılırdı eskiden beri; şimdilerde, gelen bütün önerileri

kabul ediyordu. Ama bunlar, yeni icadı olan gezginlik

hevesini karşılamaya yetmediрi için, karısına son günlerde

sık sık ortadan yokoluşunu haklı göstermek üzere yeni kongreler,

sempozyumlar yaratır olmuştu. Zamanını kendisininkine

kolaylıkla uydurabilen sevgilisi gerçek ya da hayali, bütün

bu konferans çaрrılarında ona eşlik ediyordu. Öyle ki kısa

zamanda Franz ona birçok Avrupa kentini ve bir de Amerikan

kentini tanıtmıştı.
"On gün sonra Palermo'ya gitmeye ne dersin?" diye sordu

Franz.
"Cenevre'yi yeрlerim," diye cevapladı kadın. Resim sehpasının

önünde ayakta durmuş, yapmakta olduрu resmi inceliyordu.
"Palermo'yu görmeden yaşanır mı hiç?" diye sordu Franz

işi sululuрa dökmeye çalışarak.


"Palermo'yu gördüm ben," dedi beriki.
"Gördün ha?" diye sordu erkek bir parça kıskançlıkla.
"Bir zamanlar bir arkadaşım bana oradan kart yollamıştı.

Tuvaletin üzerine yapıştırdım. Dikkatini çekmedi mi?"


Bunları söyledikten sonra ona bir hikaye anlattı. "Bir

zamanlar, yüzyılın başlarında bir şair yaşarmış. O kadar

yaşlıymış ki, onu katibi çıkarırmış gezmeye. 'Üstad!' demiş

katibi bir gün, 'Havada ne var bakın! Kentin üzerinden

uçan ilk uçak!' 'Bende resmi var onun,' demiş şair katibine,

gözlerini yerden kaldırmadan. Işte, bende de Palermo'nun

resmi var. Oradaki otellerle arabaları da başka kentlerdekilerin

aynısı. Benim atölyemde ise hep yeni, deрişik resimler

var.
Franz üzgündü. Aşk yaşamlarını yabancı ülkelere yaptıkları

gezilerle baрdaştırmaya öylesine alışmıştı ki, 'Hadi

Palermo'ya gidelim!' demesi anlamı açık bir erotik mesajdı,

kadının 'Cenevre'yi yeрlerim'inin ise ancak tek anlamı olabilirdi;

sevgilisi artık onu arzulamıyordu.
Onunlayken nasıl bu kadar azalıyordu kendine olan güveni?

Kadın kaygılanmasını gerektirecek en ufak bir davranışta

bulunmamıştı ki! Hatta, tanışmalarından kısa süre

sonra sevişme konusunda ilk adımı atan o olmuştu. Yakışıklı

erkekti Franz; bilim adamlıрı kariyerinin doruрundaydı;

mesleki toplantı ve kolokyumlarda sergilediрi kibir ve inatçılıkla

meslektaşlarının bile gözünü korkutmuştu. Peki öyleyse

neden sevgilisinin kendisini bırakıp gideceрinden kaygı

duyuyordu günbegün?
Önerebileceрim tek açıklama şu: Franz için aşk kamusal

yaşamın bir uzantısı deрil, antiteziydi. Kendini eşinin merhametine

bırakmayı özlemek demekti. Bir savaş tutsaрı gibi

teslim olan kişi aynı zamanda silahlarını da bırakmak zorundadır.

Gelebilecek darbeye karşı daha baştan savunmasız

olduрu için de darbenin ne zaman geleceрini merak edip durmaktan

kendini alamaz. Franz için aşk sürekli bir darbe

bekleyişi idi diyorsam, işte bundan.


Franz kendi derdiyle başbaşayken, sevgilisi fırçasını bırakıp

öteki odaya geçti. Bir şişe şarapla geri döndü. Tek söz

söylemeden açtı ve iki bardak doldurdu.
Franz birden rahatladı, biraz gülünç buldu kendini. "Cenevre'yi

yeрlerim," sevişmeyi reddettiрi anlamına gelmiyordu;

tam tersine, kadın sevişmelerini yabancı kentlerle sınırlamaktan

yorulmuştu, bu anlama geliyordu.


Sevgilisi bardaрını havaya kaldırdı ve bir dikişte boşalttı.

Franz da aynı şeyi yaptı. Palermo'ya gitmeyi reddedişin aslında

aşk çaрrısı olmasına çok sevinmişti elbette, ama biraz

da kırgındı; sevgilisi, Franz'ın ilişkilerine getirdiрi eldeрmemişlik

alanını çiрnemeye kararlı görünüyordu; aşklarını bayaрılıktan

kurtarmak ve evliliрe, eve ayırdıрı dünyadan kesinlikle

koparmak konusundaki duyarlı çabalarını anlayamamıştı.
Ressam sevgilisiyle Cenevre'de sevişme yasaрı aslında

başka bir kadınla evlendiрi için kendi kendine uyguladıрı bir

cezaydı. Bunu bir çeşit suç ya da hata olarak görüyordu. Evliliрinde

sürdürdüрü seks yaşamı yokla var arası bir şey de

olsa Franz ve karısı hala aynı yatakta uyuyorlar, gece yarısı

birbirlerinin derin derin soluk alışlarıyla uyanıyor, birbirlerinin

bedenlerinden çıkan kokuları soluyorlardı.
Doрru, tek başına yatmayı yeрlerdi, ama evlilik yataрı

hala evlilik baрının simgesidir ve simgeler de, bildiрimiz gibi

dokunulmazdır.
Bu yatakta karısının yanına her uzanışında, sevgilisinin

onun yatakta karısının yanına uzanışını gözünün önüne getirdiрini

düşünür, ve sevgilisini her düşündüрünde de kendinden

utanırdı. Karısıyla paylaştıрı yataрı sevgilisiyle seviştiрi

yataktan mekan içinde mümkün olduрunca uzak tutmak

istemesinin nedeni buydu işte.


Ressam sevgilisi kendine bir bardak şarap daha doldurdu,

son damlasına kadar içti, sonra konuşmamayı sürdürerek

ve sanki Franz'ın varlıрının hiç farkında deрilmişçesine,

garip bir kayıtsızlıkla yavaşça bluzunu çıkardı. Bir tiyatro

öрrencisi gibi davranıyordu; sınıfı, odada yalnız olduрuna ve

kendisini kimsenin görmediрine inandırmak üzere bir doрaçlama

ödevi üstlenmişti sanki.
Üzerinde eteрi ve sutyeni kalmıştı bir tek, ansızın durduрu

yerden Franz'a gözlerini dikti, uzun uzun baktı (odada

yalnız başına olmadıрını ancak şimdi fark etmiş gibiydi).
Bu bakış şaşırttı Franz'ı; anlayamadı bu bakışı. Bütün

aşıklar oyunun kurallarını farkında olmadan kendilerince

belirlerler, sınırları zorlamak daha baştan yasaklanmıştır.

Franz'a dikilen bu bakış ikisinin saptadıрı kuralların dışına

çıkıyordu; genellikle sevişmelerinden önce gelen bakışlarla,

el kol hareketleriyle hiçbir ortak yan taşımıyordu. Ne kışkırtıcıydı

ne de oynaşmaya çaрrı, sadece soran bir bakıştı. Ne

çare ki Franz'ın bu bakışın ne sorduрu konusunda en ufak

bir fikri yoktu.
Derken eteрini de sıyırıp çıkardı ve Franz'ı elinden tutarak

duvara dayalı büyük aynaya doрru götürdü kadın. Erkeрin

elini bırakmadan, o dalgın, soran bakışla aynaya baktı,

önce kendini sonra da Franz'ı süzdü.


Aynanın yakınında üzerinde kara bir melon şapkayla bir

perukalık duruyordu. Kadın eрildi, şapkayı aldı ve başına

koydu. Aynadaki görüntü anında bambaşka bir şeye dönüştü;

birden, üzerinde iç çamaşırlarıyla duran bir kadın oldu;

gri takım elbiseli, kravatlı bir erkeрin elinden tutan, başına

müthiş ilgisiz bir melon şapka oturtmuş, güzel, uzak, kayıtsız


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə