Varolmanэn Dayanэlmaz Hafifliрi



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə7/23
tarix30.12.2017
ölçüsü1,43 Mb.
#18694
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   23

bir kadın.
Sevgilisini ne kadar az anladıрını görünce bir defa daha

gülümsemek zorunda kaldı Franz. Elbiselerini çıkardıрında

bunu sevişmeye çaрrı olsun diye deрil, daha çok garip, küçük

bir yaramazlık, iki kişilik bir happening (Belli bir olayı bir

kereliрinde 'sahneleyerek' yaratılan sanat yapıtı) olsun diye

yapıyordu. Franz anlayış, onay dolu bir gülümsemeyle baktı ona.


Sevgilisinin de aynı biçimde karşılık vermesini bekledi,

ama beriki bunu yapmadı. Erkeрin elini bırakmadan gözlerini

aynaya, önce kendine sonra ona dikti, baktı.
Happening olacak zaman geçmiş, gitmişti. Franz bu yaramazlıрın

(kendi içinde şirin olduрunu itiraf etmekten mutluluk da

duyuyordu) çok uzadıрını hissetmeye başladı. Bu

nedenle, melon şapkanın kenarlarından iki elinin parmak

uçlarıyla tuttu, Sabina'nın başından kaldırdı, yerine, perukalıрın

üzerine koydu. Yaramaz bir çocuрun Bakire Meryem

tablosuna çizdiрi bıyıрı siler gibiydi.
Daha birkaç saniye kıpardamadan aynada kendine baktı

kadın. Ardından Franz onu sevecen öpüşlerle sarıp sarmaladı

ve bir kere daha kendisiyle on güne kadar Palermo'ya gelmesini

istedi. Bu defa hiçbir şeyi sorgulamadan evet dedi kadın,

erkek de çıktı gitti.
Keyfi yeniden dört dörtlüktü. Yaşamı boyunca can sıkıntısının

başkenti olarak lanetlediрi Cenevre şimdi güzel, serüven

dolu görünüyordu gözüne. Dışarıda, sokakta döndü, atölyenin

geniş pencerelerine baktı bir kere daha. Baharın son

günleriydi, hava iyice sıcaktı. Bütün pencerelerde çizgili tenteler

vardı. Franz parka kadar yürüdü. Parkın en ucunda,

Ortodoks kilisesinin altın kubbeleri, sanki biraz sonra yıkılacakmış

da görünmez bir güç tarafından kurtarılıp havaya dikilmiş

iki yaldızlı top gibi havaya yükseliyordu. Her şey güzeldi.

Sonra kıyıya doрru yürüdü ve oturduрu yere, gölün kuzey

kıyısına giden dolmuş motoruna bindi.
:::::::::::::::::
2
Sabina artık kendi kendiyleydi. Üzerinde hala iç çamaşırları

olduрu halde yeniden aynaya gitti. Melon şapkayı bir kere

daha başına koydu ve uzun uzun kendini seyretti. Bir tek yitik

anın peşinde koşarak harcadıрı yılların sayısına şaştı.


Bir zamanlar, yıllar önce, atölyesine geldiрi bir sıra, melon

şapka Tomas'ın hoşuna gitmişti. Şapkayı başına koymuş,

tıpkı Cenevre'deki atölyede olduрu gibi duvara dayalı büyük

aynada kendini seyretmişti. Bir on dokuzuncu yüzyıl valisi

olarak neye benzeyebileceрini görmek istemişti. Sabina soyunmaya

başlayınca, şapkayı onun başına oturtmuştu. Orada,

aynanın önünde durmuş (Sabina soyunurken hep aynanın

önünde dururlardı), kendilerini seyretmişlerdi. Üzerinde

iç çamaşırları kalıncaya kadar soyunmuştu Sabina, ama şapka

hala başındaydı. Sonra birdenbire aynada gördükleri şeyden

ikisinin de uyarıldıklarını fark etmişti Sabina.
Onları öylesine uyaran ne olabilirdi? Az önce, başındaki

şapka şakadan başka bir şey deрildi, ona öyle gelmişti. Kahkahanın

bir adım ötesi gerçekten de uyarılma mıydı?
Evet. O zaman aynada birbirlerine baktıklarında, Sabina'nın

ilk birkaç saniye içinde gördüрü sadece gülünç bir durumdu.

Ama gülünç unsur ansızın uyarılmanın tüllerine bürünmüştü;

melon şapka bir şakayı imlemiyordu artık; şiddeti

imliyordu; Sabina'ya, onun kadınlık onuruna yönelik bir şiddeti.

Çıplak bacaklarını, edep yerinin üçgenini gösteren ince

külotu gördü Sabina. Iç çamaşırları dişiliрinin çekiciliрini

arttırırken sert, erkeksi şapka dişiliрini yok sayıyor, ayaklar

altına alıyor, gülünçleştiriyordu. Tomas'ın yanıbaşında, tepeden

tırnaрa giyimli olarak durması aynada gördükleri şeyin

özünde hiç de masum bir eрlence olmadıрını gösteriyordu (istediрi

eрlence olsa, o da soyunur, bir melon şapka geçirirdi

başına); gördükleri şey hakarete uрratılmışlık, alçaltılmışlıktı.

Ama Sabina, buna isyan etmek yerine, olanca gururuyla,

sanki herkesin gözü önünde ırzına geçilmesine kendi iradesiyle

boyun eрiyormuş gibi, sonuna kadar kışkırtıcı biçimde

oynadı oyunu; sonra ansızın, artık daha fazla beklemeye sabrı

kalmamış gibi, Tomas'ı çekti yere devirdi. Melon şapka

masanın altına yuvarlanmıştı, aynanın önündeki kilimin

üzerinde yuvarlanmaya başladılar.


Biz melon şapkaya dönelim gene de:
Bir, unutulmuş bir büyükbabayı, küçük bir Bohemya

kentinin on dokuzuncu yüzyıldaki valilerinden birini belli

belirsiz hatırlatan eşya.
Iki, Sabina'nın babasından kalan anı. Cenazeden sonra

erkek kardeşi ana-babanın tüm mülküne el koymuş, Sabina

ise hakları için didişmeyi küçüklük sayıp reddederek, alaylı

bir sesle miras olarak bir tek melon şapkayı aldıрını bildirmişti.


Üç, Tomas'la giriştikleri aşk oyunları için aksesuar.
Dört, bilinçle besleyip geliştirdiрi kendi özgünlüрünün

göstergesi. Ülke dışına göçettiрinde yanına pek fazla bir şey

alamamıştı; bu yer kaplayan, işe yaramaz eşyayı almak başka

daha işe yarar eşyalardan vazgeçmek demekti.


Beş, artık ülke dışında olduрuna göre, şapka duygusal deрeri

olan bir nesneydi. Zürih'te Tomas'ı görmeye gittiрinde,

şapkayı da yanına almıştı. Tomas otel odasının kapısını açtıрında

şapka Sabina'nın başındaydı. Ama bu arada hesaba

katmadıрı bir şey olmuştu; şapka artık şık ya da kışkırtıcı bir

eşya olmaktan çıkmış, geçen zamana dikilmiş bir anıt olmuştu.

Ikisine de dokunmuştu bu. Hiç sevişmedikleri gibi seviştiler.

Iç gıcıklayıcı oyunların ne yeri ne de zamanıydı. Çünkü bu

buluşmaları, her defasında yeni, küçük günahlar uydurmak

fırsatı buldukları erotik randevularının devamı deрildi; bu buluşma,

geçmiş zamanın küçük bir gözden geçirilmesi, ortak

geçmişlerine adanan bir ilahi, uzaklara karışarak gözden kaybolan,

duygusallıktan uzak bir hikayenin duygusal özetiydi.
Melon şapka, Sabina'nın yaşamı olan müzik parçasında

bir motifti. Tekrar dönüp geliyor, her defasında deрişik bir

anlam kazanıyor ve bütün bu anlamlar yataрından akan bir

ırmak gibi şapkanın içinden akıp gidiyordu. Heraklitos'un

("aynı suda iki kere yıkanılmaz") ırmak yataрı da diyebilirim

buna; melon şapka, Sabina'nın içinden her defasında başka

bir ırmaрın, başka bir anlambilimsel ırmaрın akıp gittiрini

gördüрü bir yataktı; her defasında aynı eşya yeni bir anlamı

doрuracak, bununla birlikte bütün önceki anlamlar da (bir

yankı, bir yankılar resmi geçidi gibi) yeni anlamla birlikte

yankılanacaktı. Her yeni yaşantı yankılanacak, her defasında

armoniyi zenginleştirecekti. Sabina ile Tomas'ın Zürih'teki

otelde melon şapka karşısında böylesine duygulanmalarının

ve neredeyse gözyaşları içinde sevişmelerinin nedeni,

onun o kara varlıрıyla sadece aşk oyunlarının anısı deрil,

aynı zamanda Sabina'nın uçaksız, otomobilsiz bir çaрda

yaşamış olan babasıyla büyükbabasından kalma bir anı-eşya

da olmasıydı.


Belki şimdi Sabina ile Franz'ı birbirlerinden ayıran uçurumu

daha iyi anlayabilecek durumdayız; erkek kadının yaşamının

hikayesini büyük bir merakla dinliyor, aynı derecede

istekli görünüyordu ama, karşılıklı sarfettikleri sözcüklerin

anlamını apaçık anlasalar da, aralarında akıp giden ırmaрın

anlambilimsel fısıltısını duymayı başaramıyorlardı.


Işte bu nedenle, Sabina Franz'ın önünde melon şapkayı

başına taktıрında Franz, sanki biri ona bilmediрi bir dilde

seslenmiş gibi rahatsız oluyordu. Ne açık saçık ne de duygusal

bir hareketti bu, sadece anlaşılmazdı. Franz'ı rahatsız

eden de anlamının olmayışıydı işte.
Insan henüz epeyce gençse ve yaşam denen müzik parçası

hala açılış notalarındaysa, yaşamın şurasını burasını deрiştirip

yeniden yazabilir, karşısındakiyle motif deрiştokuşu

yapabilir (Tomas'la Sabina'nın melon şapka motifiyle yaptıkları

gibi); ama Franz ile Sabina gibi daha geç yaşta karşılaşan

iki insanın müzik parçaları az çok tamamlanmıştır ve her motif,

her eşya, her sözcük her biri için farklı anlam taşır.
Sabina ile Franz'ın bütün konuşmalarını kaрıda geçirebilsem,

aralarındaki yanlış anlaşılan şeylerin uzun bir dizinini

ortaya çıkarabilirdim. Bunun yerine gelin kısa bir sözlükle

yetinelim.


:::::::::::::::::
3
Küçük 'Yanlış Anlaşılan Sözcükler' Sözlüрü
KADIN
Kadın olmak Sabina'nın seçmediрi bir yazgıydı. Seçmediрimiz

bir şeye kendi erdemimiz ya da başarısızlıрımız gözüyle

bakamayız. Sabina seçmediрi yazgısına karşı en doрru tavrı

almak gerektiрine inanırdı. Kadın olarak doрmaya isyan etmek

ona göre bundan gurur duymak kadar aptalca bir şeydi.
Ilk birlikte oldukları sırada bir kere, Franz ona garip biçimde

üstüne basarak, "Sabina, sen bir kadınsın," demişti. Sabina

onun bu apaçık gerçeрi neden Amerika'yı keşfeden Kristof

Kolomb ciddiyetiyle vurguladıрını anlayamadı. Franz'ın

böylesine alışılmadık biçimde vurguladıрı 'kadın' sözcüрünün

onun gözünde iki cinsten birini göstermediрini çok sonra anladı;

bu sözcük bir deрerin ifadesiydi. Her kadın hak etmezdi

kadın olarak nitelendirilmeyi.


Peki ama Sabina, Franz'ın gözünde bir kadın idi ise; karısı

Marie-Claude neydi? Yirmi yıl kadar önce, Marie-Claude'la

tanışmalarından birkaç ay sonra, Marie-Claude Franz kendisini

terk ederse canına kıymakla korkutmuştu onun gözünü.

Franz bu gözdaрından büyülenmişti sanki. Marie-Claude'dan

pek fazla hoşlanmıyordu, ama onun kendisine duyduрu

aşk aklını başından almıştı. Böyle büyük bir aşka layık olmadıрını,

Marie-Claude'a büyük bir boynu eрiklik borcu olduрunu

düşünüyordu.
Öylesine eрdi ki boynunu, sonunda onunla evlendi. Marie-Claude

intihar tehdidinin yanısıra gelen duygu yoрunluрuna

bir daha hiç ulaşamadı, ama Franz yüreрinde o duygu

yoрunluрunun anısını, onu hiçbir zaman incitmemesi ve ondaki

'kadın'a her zaman saygı göstermesi gerektiрi düşüncesiyle

birlikte canlı tuttu.


Ilginç bir kılıf uydurmaydı bu. "Marie-Claude'a saygı

duyma" ama "ondaki 'kadın'a saygı duy."


Ama Marie-Claude kendisi kadın olduрuna göre, onun

içinde gizlenen, Franz'ın her zaman saygı duyması gereken

öteki kadın kimdi peki? Platoncu bir kadın ideası mı acaba?
Hayır, Franz'ın annesi. Annesindeki 'kadın'a saygı duyduрunu

söylemek aklının ucundan bile geçmezdi Franz'ın.

Annesine tapardı; onun içinde gizlenen bir kadına filan deрil.

Annesi ve Platoncu kadınlık ideası tek ve aynı şeydi.


Franz on iki yaşındayken babası tarafından terk edilen

annesi birden tek başına kaldı. Oрlan ciddi bir şeylerin olup

bittiрini seziyordu, ama annesi o bunalıma düşmesin diye

üzücü olayı yumuşak, anlamsız sözlerle geçiştirdi. Babasının

evi terk ettiрi gün, Franz'la annesi birlikte kente indiler ve

evden çıkarlarken Franz annesinin bir ayaрına başka öteki

ayaрına başka pabuç giymiş olduрunu fark etti. Ne yapacaрını

şaşırmıştı; yaptıрı yanlışlıрa dikkatini çekmek istiyor,

ama bir yandan da annesini incitmekten korkuyordu. Işte bu

yüzden, kentte birlikte yürüdükleri süre boyunca gözlerini

annesinin ayaklarından ayıramadı: Acı çekmenin ne demek

olduрunu ucundan kenarından ilk sezişi böyle oldu.


BAРLILIK VE IHANET
Ta çocukluрundan cenazesine eşlik ettiрi güne kadar sevdi

annesini; anılarında da seviyordu onu. Baрlılıрın erdemlerin

en yücesi olduрuna karar vermesi de bunun sonucunda oldu;

baрlılık, aksi halde tuzla buz olup saniyenin binde biri uzunluрunda

izlenimlere bölünecek yaşamlara bir bütünlük veriyordu.
Franz, Sabina'ya sık sık annesinden sözediyordu, bunu

yaparken açıрa vurulmamış, bilinçaltı bir amaçla davranıyordu

belki de: Sabina'yı baрlılık konusundaki yeteneрiyle

baştan çıkarmayı, kazanmayı umuyordu.


Bilmediрi şey Sabina'nın baрlılıktan çok ihanetle baştan

çıktıрıydı. 'Baрlılık' sözcüрü Sabina'ya, pazarlarını günbatımında

orman ve vazolarda gül resimleriyle tuval üstüne tuval

doldurmakla geçiren, taşra baрnazı babasını hatırlatıyordu.

Onun sayesinde daha çocukken resme başladı. On dört

yaşındayken yaşıtı bir oрlana aşık oldu. Babası öyle korktu

ki, onu bir yıl yalnız başına evden dışarı bırakmadı. Bir gün

Sabina'ya bazı Picasso reprodüksiyonları gösterip bunlarla

alay etti. On dört yaşındaki mekteplisini sevemeyecekse kübizmi

severdi Sabina da. Okulu bitirdikten sonra Prag'a gitti.

Başını döndüren bir duygu artık sonunda babaevine de

ihanet edebilecegini söylüyordu.


Ihanet. Küçük yaştan başlayarak babamız; öрretmenimiz

bize ihanetin düşünülebilecek en alçakça suç olduрunu söyleyip

dururlar. Peki ama nedir ihanet? Ihanet setleri yıkmak

demektir. Ihanet, setleri yıkmak ve bilinmeyene doрru başını

alıp gitmek demektir. Sabina bilinmeyene doрru başını alıp

gitmekten daha harika bir şey düşünemiyordu.


Güzel Sanatlar Akademisi öрrencisi olmasına raрmen,

Picasso gibi resim yapmasına izin verilmiyordu. Dönem sanatta

sosyalist gerçekçiliрe izin verildiрi dönemdi ve okul komünist

devlet adamlarının portrelerini üretip duruyordu.

Babasına ihanet etmeye duyduрu özlemi tümüyle doyuramamıştı;

komünizm de babadan başka bir şey deрildi çünkü, babası

kadar sıkı ve kısıtlı bir baba, ona aşkı da (tutuculuрun

hüküm sürdüрü dönemlerdi), Picasso'yu da yasaklayan bir

baba. Sabina sonuçta ikinci sınıf bir aktörle evlendiyse, aktörün

eksantrik olma konusunda bir ünü olduрu, her iki babaya da

yaranamadıрı için yaptı bunu.
Derken annesi öldü. Cenazeden sonra, Prag'a döndüрünün

ertesi günü, babasının üzüntüden canına kıydıрını bildiren

bir telgraf aldı Sabina.
Birden vicdanı sızladı; babasının güllerle dolu vazo resimleri

yapmış olması, Picasso'dan nefret etmesi gerçekten o

kadar korkunç muydu? On dört yaşındaki kızının karnı burnunda

eve dönmesinden çekinmesi bu kadar yakınılacak bir

şey miydi? Karısı olmadan yaşamayı sürdürememesi gerçekten

o kadar gülünesi miydi?


O zaman gene ihanet özlemi duydu; kendi ihanetine ihanet

etmek. Kocasına (artık ona eksantrik deрil, sorunlu bir

sarhoş gözüyle bakıyordu), onu terk ettiрini bildirdi.
Ama uрruna A.'ya ihanet ettiрimiz B.'ye de ihanet etmek

ille de A.'yı hoşnut etmek anlamına gelmez. Dul bir kadın

ressamın yaşamı bir zamanlar ihanet ettiрi ana-babasının

yaşamıyla en ufak bir ortak yön taşımıyordu. Ilk ihanet onarılmazdır.

Başka ihanetlerden oluşan bir zinciri harekete geçirir

ve bunlardan her biri bizi ilk ihanetimizden uzaklara,

daha uzaklara götürür.
MÜZIK
Franz için müzik, esrime anlamındaki Dionizyak güzelliрe

en çok yakışan sanattı. Kimse bir romanla ya da resimle sarhoş

olmaz, oysa Beethoven'in Dokuzuncu Senfonisi'nden,

Bartok'un Iki Piyano ve Vurmalı Sazlar Için Sonat'ından ya

da Beatles'ın Beyaz Albüm'ünden sarhoş olmamak elde midir?

Franz 'klasik' ve 'pop' müzik arasında fark gözetmezdi.

Bu farkı modası geçmiş ve ikiyüzlü bulurdu. Rock müziрini

de Mozart kadar severdi.


Müzik onun için özgürleştirici bir güçtü; onu yalnızlıktan,

içedönüklükten, kütüphanelerin tozundan kurtarıyordu; bedeninin

kapısını açıyor ve ruhunun dışarıya, dünyaya adım atıp

dost edinmesini saрlıyordu. Dans etmeyi seviyordu ve Sabina'nın

bu tutkusunu paylaşmamasına hayıflanıyordu.
Bir gün birlikte lokantada oturuyorlardı. Yemek yerlerken

yakınlarındaki hoparlörden sonuna kadar açılmış gümbür

gümbür bir müzik yayılıyordu çevreye.
"Bir kısır döngü," dedi Sabina. "Müzik gitgide daha yüksek

çalındıрı için insanlar saрır oluyor. Ama insanlar saрır

olduрu için müziрin daha da yüksek çalınması gerekiyor."
"Müzik sevmez misin?" diye sordu Franz.
"Hayır," dedi Sabina, sonra şu sözleri ekledi; "ama gene

de farklı bir zaman diliminde..." Müziрin karlarla kaplı uçsuz

bucaksız bir sessizlik vadisinde açan bir gül gibi olduрu

John Sebastian Bach zamanını geçiriyordu aklından.


Çocukluрunun ilk yıllarından beri, müzik maskesi altında

gezinen gürültü peşini bırakmamıştı. Güzel Sanatlar

Akademisi'nde okuduрu yıllarda, öрrencilerden yaz tatillerinin

tümünü gençlik kamplarında geçirmeleri istenirdi. Ortak

mekanlarda yaşar ve hep birlikte bir çelik fabrikası inşaatında

çalışırlardı. Inşaat alanındaki hoparlörden sabahın

beşinden akşamın dokuzuna kadar gürül gürül bir müzik yayılırdı

çevreye. Aрlamak gelirdi Sabina'nın içinden, ama müzik

neşeliydi ve hiçbir yere, ne tuvaletlere ne de çarşafların

altına saklanamazdı; her şey, her yer hoparlörlerin ses alanı

içindeydi. Müzik, Sabina'nın üzerine salınıvermiş bir köpek

sürüsüydü sanki.


O zamanlar, böylesi bir müzik barbarlıрının ancak komünist

dünyada hüküm sürebileceрini düşünmüştü. Ülke dışına

çıkınca, müziрin gürültüye dönüştürülmesinin gezegenimize

özgü bir süreç olduрunu keşfetti; insanlık bununla tarihin

mutlak çirkinlik evresine giriyordu. Gelecekteki mutlak

çirkinlik, kendisini ilk olarak her yerde birden varolan işitsel

bir çirkinlik olarak hissettirmişti: Otomobiller, motosikletler,

elektronik gitarlar, matkaplar, hoparlörler, canavar düdükleri.

Her yerde birden varolan görsel çirkinlik de çok geçmeden

bunu izleyecekti.


Yemekten sonra, yukarı odalarına çıktılar ve seviştiler.

Franz uykuya dalarken düşünceleri berraklıрını kaybetmeye,

bulanmaya başladı. Yemekteki gürültülü müziрi hatırladı

ve kendi kendine, "Gürültünün iyi bir yanı var. Sözcükleri

boрuyor," dedi. Ve birdenbire, bütün yaşamı boyunca konuşmaktan,

yazmaktan, konferans vermekten, cümleler kurmaktan,

düşüncelerine biçim vermeye çalışıp onları düzeltmekten

başka bir şey yapmadıрını fark etti; öyle ki, sonuçta

bütün sözcükler kesinliрini kaybetmiş, anlamları silinmiş,

içerikleri yitmiş, çerçöpe, samana, toza, kuma dönüşmüşlerdi;

beyninde dört dönerek, beynini cırnaklayarak, uykusuzluрu

illeti olmuşlardı. Işte o anda, belli belirsiz ama bütün gücüyle

özlediрi şey, uçsuz bucaksız bir müzik, mutlak bir ses,

hoş, mutlu, her şeyi sarıp sarmalayan, her şeyin üstesinden

gelen, pencereleri zangırdatan, acıyı, boşunalıрı, sözcüklerin

kendini beрenmişliрini bir daha geri dönmemecesine silip götüren

tekdüze bir tekrar oldu. Müzik cümlenin olumsuzlanmasıydı,

müzik sözcüрün karşıtıydı! Sabina'yla bir kere daha

uzun uzun kucaklaşmayı, başka tek bir cümle, tek bir sözcük

bile söylememeyi, orgazmını müziрin coşkun, cümbüşlü gümbürtüsüne

katıştırmayı diledi. Ve bu gönendirici, düşsel gürültü

patırtı ona bir ninni gibi geldi, uykuya daldı.


AYDINLIK VE KARANLIK
Sabina için yaşamak görmek demekti. Görmek ise iki çizgiyle

sınırlanmıştır: Gözleri kamaştıran güçlü ışık ve zifiri karanlık.

Belki de Sabina'nın her türlü aşırılıрı tatsız bulmasının

altında yatan neden buydu. Aşırı uçlar, ardında yaşamın

sona erdiрi sınırlar demektir ve sanatta da politikada da,

aşırılıрa duyulan tutku, ölüme duyulan örtük bir özlemdir

aslında.
Franz için 'ışık' sözcüрü yumuşacık günışıрında uzanıp

giden bir doрa görünümünü getirmiyordu akla; ışık kaynaрının

kendisini getiriyordu; güneşi, bir ampulü, bir projektörü.

Franz'ın çaрrışımları tanıdık eрretilemelerdi; adaletin güneşi,

aklın dört bir yana yayılan alevi ve benzerleri.
Karanlık da ışık kadar kendine çekiyordu onu. Günümüzde

sevişmeden önce ışıрı söndürmenin gülünecek bir

davranış olduрunu biliyor ve bu nedenle de yataрın başucundaki

küçük lambayı hep yanık bırakıyordu. Oysa Sabina'nın

içine girdiрi an gözlerini kapıyordu. Tüm bedenini kaplayan

zevk, karanlıрı gerektiriyordu, o karanlık anı, kusursuz, düşüncesiz,

görüntüsüzdü; o karanlık sonsuz, sınırsızdı; o karanlık

her birimizin içinde taşıdıрı sonsuzdu. (Evet, istediрin

sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!)
Ve zevkin bedeninin gözeneklerine kadar sızdıрını hissettiрi

an, Franz çözülüyor, daрılıyor, kendi karanlıрının sonsuzluрuna

karışıyor, kendisi sonsuz oluyordu. Ama insan

kendi içindeki karanlıkta büyüdükçe, dış çizgileri küçülür,

kaybolur. Gözleri kapalı adam, adam enkazıdır. Derken Sabina,

Franz'ın görünüşünü gitgide daha sevimsiz bulmaya

başladı ve ona bakmaktan kaçınmak üzere o da gözlerini kapadı.

Ama onun için, karanlık sonsuzluk demek deрildi;

onun için, gördüрü şeyle uyuşmamak, gördüрü şeyin olumsuzlanması,

görmeyi reddetmekti.


:::::::::::::::::
4
Bir keresinde öteki göçmenlerin düzenlediрi bir toplantıya

götürdüler Sabina'yı, o da sesini çıkarmadı, gitti. Her zamanki

gibi, Ruslara karşı silaha sarılıp sarılmama konusunda

çene yarıştırıp duruyorlardı. Göçmenliрin verdiрi güvenle,

hepsi savaşma yanlısı olduklarını bildirdiler doрal olarak.

Sabina: "Peki o halde neden geri dönüp savaşmıyorsunuz?"

dedi.
Yanlış bir şey söylemişti. Kırlaşmış saçları sonradan dalgalandırılmış

bir adam uzun işaret parmaрını ona dikti.

"Söylenecek laf deрil bu. Olanlardan hepiniz sorumlusunuz.

Komünist yönetime nasıl karşı çıktınız? Tek yaptıрınız resim

yapmak oldu..."
Komünist ülkelerde hiç sonu gelmeyen, belli başlı toplumsal

etkinlik, halkı deрerlendirmeye tabi kılmak, hep denetim

altında tutmaktı. Bir ressam sergi mi açacak, sıradan

bir yurttaş denize kıyısı olan bir ülkeye vize mi alacak, bir

futbolcu milli takıma mı girecek, bitmek tükenmek bilmeyen

tavsiye mektupları, raporlar (kapıcıdan, meslektaşlardan,

yörenin parti kuruluşundan, gereken sendikadan) toplanır,

birbirine eklenir, ölçülür biçilir ve özel görevliler tarafından

özeti çıkarılırdı. Bu raporların sanatçılık yeteneрiyle, topa

iyi vurma becerisiyle ya da deniz havasının hangi hastalıklara

iyi geldiрiyle en ufak bir ilgisi yoktu; bunlar yalnızca bir

tek şeyle ilgiliydi; "yurttaşın politik profili" ile (başka bir deyişle,

yurttaşı ne dediрiyle, ne düşündüрüyle, nasıl davrandıрıyla,

mitinglerde ya da 1 Mayıs törenlerindeki davranışlarıyla).

Her şey (gündelik hayat, işte yükselme, tatiller) bu deрerlendirme

sürecinin sonuçlarına baрlı olduрu için, herkes

(ister milli takımda futbol oynamak, ister sergi açmak, isterse

de tatilini deniz kenarında geçirmek istiyor olsun) olumlu

bir deрerlendirmeyi hak edecek biçimde davranmalıdır.
Kır saçlı adamın konuşmasını dinlerken bunlar geçti Sabina'nın

aklından. Hemşehrilerinin iyi futbolcu ya da ressam

olup olmadıkları umurunda bile deрildi bu adamın (göçmen

toplantısındaki Çeklerden hiçbiri Sabina'nın yaptıрı resimlerle

ilgilenmiyordu), tek önem verdiрi komünizme etkin mi yoksa

sadece edilgin olarak mı, gerçekten ve yürekten mi yoksa

sadece görünüşü kurtarmak için mi, ta başından beri mi yoksa

ancak ülkeyi terk ettikten sonra mı karşı çıktıklarıydı.


Sabina ressam olduрu için ayrıntıları bulup çıkaran bir

gözü vardı. Prag'da birbirlerini 'deрerlendirmeye' pek bayılan

kişilerin dış görünüş özelliklerini belleрine iyice yerleştirmişti.


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə